30"Hani Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti de, (Melekler): "Biz seni hamdinle tesbih ve takdis edip dururken yerde, bozgunculuk edip kanlar dökecek bir varlık mı yaratacaksın?" demişlerdi. Allah da "Ben sizin bilemeyeceklerinizi bilirim" buyurmuştur". Bu ayet, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in nasıl yaratıldığına ve Allah'ın onu nasıl şereflendirdiğine delalet eder. Bu, bütün insanlar için umumi bir in'amdır. Bu sebeble, bu, Cenab-ı Hakk'ın burada bahsettiği umumi nimetlerin üçüncüsüdür. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: (......) Edatı Hakkında Lügavî Bilgiler (......) lafzı hakkında iki görüş vardır: a) Bu zaid bir edattır. Ancak Araplar bunu kullanmayı alışkanlık haline getirdikleri için, Kur'an'da onların dili ile bu şekilde inmiştir. 2) Bu zaid değil, yerinde bir edattır. Çünkü Kur'an'da manası olmayan hiçbir şey yoktur. Bu, gizli (......) lafzı ile mansubtur. Buna göre mana, "Onlara, Rabbin meleklerine söylediği sözü zikret" şeklinde olur. Bu iki sebebten ötürü takdir edilmiş (açıkça söylenmemiş)tir. a) Mana bilindiği için... b) Cenab-ı Hakk bunu Kur'an'ın birçok yerinde açık olarak zikrettiği için... "Âd kavminin kardeşleri (olan Hud'u) hatırla. Hani O, Ahkârtakt kavmini imar etmişti"(Ahkâf, 21), "Kulunuz Davud'u hatırla... "(Sâd. 17) ve 'Onlara, karye ashabını misal getir. Hani oraya peygamberler gelmişti. Hani oraya iki kişi göndermiştik" (Yasin, 13-14) ayetlerinde olduğu gibi... Kur'an'ın tamamı tek bir söz gibidir. Mukadder kelimelerin açıkça zikredilmiş olduğu ayetlerin, bu sûreden önce inmiş olması, bu sebeble de onların mukadder bırakılması (zikredilmemesi) uzak bir ihtimal değildir. Keşşaf sahibi lafzının, âyetteki fiili ile mansub olmasının caiz olacağını da söylemiştir. "Melek" kelimesinin aslı, risalet (elçilik) manasınadir. Beni ona elçi olarak gönderdi, denilir ve elçilik manasınadır, nesinin aslı, hemzeli olan (......) kelimesidir. Hemze çok kullanıldığı için, kolaylık olsun diye hemze hazfedilip harekesi makabline verilmiştir. Keşşaf sahibi ise, (......) lafzının aslında (......) kelimesinin cemi olmasının tıpkı cemi olması gibi olduğunu, sonundaki (te) harfinin ise, seminin müennes olmasından ötürü geldiğini söylemiştir. Melâike'nin Mertebe ve Mahiyetleri Bazı kimseler şöyle söylemişlerdir: İki Sebebten dolayı meleklerle ilgili mevzunun, peygamberlerle ilgili mevzudan önce olması gerekir. 1) Cenab-ı Allah, "Müminlerin hepsi, Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitablarına ve peygamberelerine iman ederler "(Bakara, 285) ayetinde, meleklere imanı, peygamberlere imandan önce zikretmiştir. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)da "Allah'ın başladığı şey ile başlayınız" buyurmuştur. 2) Melek, vahyin ve şeriatın tebliğinde Allah ile peygamber arasında vasıtadır. Bu sebeble de Peygamberden öncedir. Bazı kimseler ise şöyle demiştir: Peygamberlik konusundan bahsetmek, meleklerden bahsetmekten daha öncedir. Çünkü biz meleklerin varlığını akıl yolu ile değil nakil yoluyla bilebiliriz. Öyle ise nübüvvet (peygamberlik) konusunda konuşmak, melekler konusunda konuşmak için bir asıl (temel) olduğundan nübüvvetle ilgili sözün daha önce getirilmesi gerekmiştir. Evla olanın, meleklerin şeref ve yücelik bakımından peygamberlerden önce; meleklere düşüncelerimizle ulaştığımız için, akıllarımızda ve zihinlerimizde peygamberlerden sonra olduğunun söylenilmesidir. Ulvi alemin şerefli oluşunun, orada meleklerin bulunuşundan; suflî alemin şerefli oluşunun, orada insanların bulunuşundan dolayı olduğu hususunda akıllı kimseler arasında bir ihtilaf yoktur. Ancak insanlar meleklerin mahiyeti ve hakikati konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bu husustaki görüşleri zabtu rapt altına almanın yolu şöyle söylemektir: Meleklerin, nefisleriyle kaim zatlar olmaları fikrini ele alalım: Bu zatlar ya mütehayyiz (bir mekan kaplıyan) varlıklardır veya böyle değillerdir. Birinci ihtimal söz konusu olursa, yani melekler mütehayyiz (bir mekan kaplayan) zatlar iseler, bu durumda bir kaç görüş mevzubahistir. 1) Onlar, gökyüzünde bulunan, çeşitli şekillere girebilen havai, latif cisimlerdir. Bu müslümanların çoğunun görüşüdür. 2) Bu, putperestlerden çeşitli grupların görüşleridir. Buna göre: Saadet ve mutsuzluk vermekle nitelenen şu yıldızlardaki hakikattir. Onların iddiasına göre bu yıldızlar, konuşan diri varlıklardır ve onlardan mutluluk verenler rahmet melekleri, mutsuzluk verenler ise azab melekleridir. 3) Bu, Mecüsî ve Seneviyye'nin çoğunluğunun görüşüdür ki buna göre bu kâinat ezeli iki asıldan meydana gelmiştir. Bu asıllar nûr ve zulmettir. Nur ve zulmet, hakikatte zat ve şekil itibari ile birbirinin zıddı, iş ve yönetme bakımından birbirinden farklı, kudret ve irade sahibi şeffaf iki cevherdirler. Buna göre nûr cevheri, faziletli, hayırlı, temiz, hoş kokulu, şerefli, sevindirip zarar vermeyen, fayda verip mani olmayan, diri olan ve eskimeyen bir cevherdir; zulmet cevheri ise bunun tam aksidir. Sonra nûr cevheri, bir evlilik yoluyla değil, hakimden hikmetin, ışık saçandan ışığın doğması tarzında, velileri (yardımcılarını) doğurmaya devam eder ki bunlar da meleklerdir. Zulmet cevheri ise, bir evlilik yoluyla değil, sefihden sefahatin meydana gelmesi (gibi) bir yolla düşmanlar meydana getirmeye devam eder ki bunlar şeytanlardır. İşte bu anlatılanlar melekleri, cismani ve mütehayyiz (mekan tutan) varlıklar olarak gören kimselerin görüşleridir. Eğer ikinci ihtimali yani meleklerin mütehayyiz ve cisim olmayan, kendi başlarına kaim zatlar olduğunu söyleyen görüşe gelince bunda da iki ayrı görüş vardır. 1) Bazı hristiyan gurupların görüşü ki buna göre, melekler hakikatte, saflık ve hayır sıfatı üzere bedensiz, konuşan nefisler (nüfus-ı mufârıka)'dir. Bu böyledir. Çünkü bu bedensiz nefisler, eğer saf ve halis iseler işte onlar melekdirler. Eğer kötü ve bulanık iseler, işte onlar da şeytandırlar. 2) Felsefecilerin görüşleridir ki buna göre, melekler nefisleriyle kaim cevherler olup kesin olarak mütehayyiz (yer tutan) değildirler. Onlar mahiyetleri itibarı ile, konuşan beşeri nefis (nüfus-ı nâtıkâ-i beşeriyye'den) çeşitlerinden farklıdırlar. Onlar daha mükemmel biçimde kuvvetli ve daha bilgilidirler. Güneş ışığa nisbetle ne ise, beşeri nefisler için bunlar da aynıdır. Sonra bu cevherler iki kısımdırlar; Bir kısmı, nisbetleri, feleklerin ve yıldızların kütlelerine olan nisbeti, bizim konuşan nefsimizin (nefs-i natıkamızın) bedenlerimize olan nisbeti gibi olan cevherlerdir. Bir kısmı ise, feleklerin yönetimi ile ilgili olmayıp, daha doğrusu onlar marifetullaha, O'nun sevgisine dalmış olup Allah'a taat ile meşguldürler. Bu kısımdaki cevherler Allah'a yakınlaştırılmış (mukarreb) meleklerin taa kendileridir. Onların, gökleri yöneten meleklere nisbetleri, gökteki yönetici meleklerin bizim konuşan (natıka) nefislerimize nisbeti gibidir. Bu iki kısım cevherin varlığı hususunda felsefeciler ittifak etmişlerdir. Bazı felsefeciler ise, başka çeşit meleklerin de bulunduğunu söylemişlerdir ki bunlar, bu süfli alemin çeşitli işlerini yöneten yeryüzü melekleridirler. Sonra bu alemi yöneten ruhi varlıklar eğer hayırlı iseler, işte bunlar meleklerdir. Eğer şerli iseler, bunlar da şeytanlardır. İnsanların melekler hakkındaki görüşlerinin tafsilatı bu söylenenlerden ibarettir. Alimler, meleklerin varlığına akıl cihetinden hükmetmenin mümkün olup olmadığı, onların varlığını isbat etmenin tek yolunun nakil olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Felsefeciler, meleklerin varlığını gösteren akli deliller olduğunda ittifak halindedirler. Onların bu delillerini gözden geçirirken, onlarla beraber biz de ince ve derin araştırmalar yapacağız. Melâikenin Varlığı Konusunda Aklî İzahlar Bazı kimseler bu hususta ikna edici akli izahlar getirmişlerdir. Biz de bunları gözden geçirelim. 1) Melekten murad, ölü olmayan, konuşan diri bir varlıktır. Bu hususta biz deriz ki: Akli yönden taksimat, diri (canlı) varlıkların üç kısım olmalarını gerektirir: Diri varlık, hem konuşur hem de ölümlü olursa bu insandır. Ölümlü olur fakat konuşamaz ise bunlar da hayvanlardır. Veya konuşur fakat ölümlü olmaz ise bu da melektir. En aşağı mertebenin, konuşamayan ölümlü varlığın mertebesi; orta mertebenin, ölümlü konuşan varlığın mertebesi ve en şerefli mertebenin de ölümlü olmayan varlığın mertebesi olduğunda şüphe yoktur. Hikmet-i ilahi, mertebelerin en değersizi ile orta mertebeyi yaratmayı iktiza edince, mertebelerin en şereflisi ve en yücesini yaratması, öncelikle gerekir. 2) Fıtrat, gökler aleminin bu süfli (yer) aleminden daha şerefli ve hayat, akıl, konuşma gibi hususiyetlerin, zıdlarından daha şerefli olduğuna şehadet eder. Öyleyse, akıl, hayat, konuşma, gibi hususiyetler bu bulanık zulmânî (kesif) âlemde bulunduğu halde; ışık, nur ve yücelik (şeref) âlemi olan o gökler âleminde bulunmaması, aklen pek uzak bir ihtimaldir. 3) Tasavvuf erbabı, meleklerin varlığını müşahede ve mükaşefe cihetinden; ashab-ı hâcât ve zarurât (meleklerin varlığının ihtiyaç ve zaruret olduğuna inananlar) ise meleklerin varlığını bir başka cihetten isbat etmektedirler. Bu da o meleklerin çok garib ve nadir tedavi metodlarını, ilaç karışımlarını ve panzehir elde etme sanatını bulmada müşahade edilen, akıllara hayranlık veren etkileridir. Meleklerin varlığına delalet eden bir başka şey de sadık rüyalar (aynen çıkan rüyaların) durumudur. Bu izah tarzları, onları dinleyen fakat tecrübe etmemiş olan kimseye nisbetle iknâî (ikna edici), tecrübe eden, müşahade eden ve onların sırlarına muttali olan kimseye nisbetle katidirler. Nakli delillere gelince meleklerin varlığı hususunda peygamberler (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında kesinlikle hiçbir anlaşmazlık yoktur. Hatta bu husus peygamberler arasında üzerinde icma edilmiş olan bir keyfiyettir. Allah en iyi bilendir. Meleklerin çok olduğunu açıklama hususundadır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Gök gıcırdadı. Önün gıcırdaması da gerekti. (Çünkü) gökte adım atılacak her yerde ya secde eden veya rukû'a varan bir melek vardır." Rivayet edildiğine göre, insanoğlu cinlerin ondabiri, cinler ile insanlar, yeryüzündeki diğer canlıların ondabiri, bunların hepsi kuşların ondabiri, bunların hepsi deniz canlılarının ondabiri; bunların hepsi, yeryüzünde görevli meleklerin ondabiri; bunların hepsi dünya semasındaki meleklerin ondabiri ve bunların hepsi de üçüncü kat gökteki meleklerin ondabiri kadardır. Bu yedinci kat göğün meleklerine kadar böyle gider. Sonra bütün bunların hepsi Kürsî meleklerine nisbetle pek az kalırlar. Sonra bütün bunların hepsi, 'Arş'ın, sayısı yetmişbin olan perdelerinden (süradik) herbir perdesinde görevli meleklerin ondabiri kadardır ki herbir perdenin uzunluğu, genişliği ve yüksekliği ile, gökler, yerler ve bunlar arasında bulunan şeyler karşılaştırıldığı zaman, bütün bunlar o perdenin yanında pek az ve küçük kalırlar. Gökte adım atılacak hiçbir yer yoktur ki orada ya secde eden, ya rukûya varan yahut da kıyamda duran bir melek bulunmasın. Meleklerin, Cenab-ı Allah'ı tesbih ve takdis etmekten meydana gelen nameleri vardır. Sonra ise, bütün bunlar 'Arş'ın etrafında dönen meleklere nisbetle denizdeki tek bir damla kadardır. Onların sayısını ancak Allahü teâlâ bilir. Sonra bu meleklerden başka, İsrafil (aleyhisselâm)'în yardımcıları olan "Levh" Telekleri ve Cebrail (aleyhisselâm)'in askerleri olan melekler vardır. Bu meleklerin hepsi Allah'ın emirlerini dinlemekte, O'na itaat etmekte, hiçbir gevşeklik göstermeden Hak teâlâ'ya ibadet ile meşgul olmaktadırlar. Dilleri Allah'ı zikir ve O'nata'zime devam etmekte, Allah'ın onları yaratmasından beri zikirde , anşmaktalar ve geceler, gündüzler boyunca usanmadan O'na ibadet etmektedirler. Onların ne cinsleri, ne ömürleri, ne de Allah'a nasıl ibadet ettikleri bilinemez. Bu, Cenab-ı Hakk'ın "Rabbinin ordularını O'ndan başka kimse bilmez" (Müddessir, 31) ayetinde buyurduğu gibi, O'nun melekûtunun (hükümranhğımn)hakikatiile ilgilidir. Derim ki: Bir va'z-u nasihat kitabında şunu gördüm: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) miraca çıkarıldığında adeta panayır gibi olan bir yerde, bir kısmı diğer bir kısmına doğru giden melekler görür ve Cebrail (aleyhisselâm)'e, "Bunlar hangi meleklerdir ve nereye gidiyorlar?"diye sorar. Cebrail (aleyhisselâm): "Bilmiyorum. Ancak ben yaratıldığımdan beri onları görüyorum. Ama onlardan bir gördüğümü bir daha görmüyorum" der. Sonra o meleklerden birisine şöyle sorarlar: "Sen ne zamandan beri varsın?" O şöyle cevab verir: "Bilmiyorum, ancak bildiğim şu ki Allahü teâlâ, her yedtyüzbin senede bir yıldız yaratır. Ben yaratıldım yaratılalı dörtyüzbin yıldız yaratıldı." Kudreti cok'muazzam, kemali çok yüce olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir. Melaike'nin Sınıfları, Büyük Melekler Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de meleklerin sınıflarını ve vakıflarını zikretmiştir. Meleklerin kısımlarına gelince, bunlardan : Birinci kısım: Arşı taşıyan meleklerdir ki Allahü teâlâ onlar hakkında şöyle buyurur: "O gün Rabbinin Arşını (gökteki meleklerin) üstünde bulunan sekiz (melek) yüklenir"(Hakka, 17). İkinci kısım: Allah'ın: "Melekleri, Bablerini hamd ile tesbih ve takdis ek Arşın etraûnı kuşatmış halde görörsün"(Zümer. 75) ayetinde haber verdiği gibi, 'Arş'ın etrafını kuşatmış olan melekler. Üçüncü kısım: Meleklerin en büyükleridir ki, Cenab-ı Hakk'ın: "Kim Allah'a, Allah'ın meleklerine ve peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olursa, bilsin ki Allah kâfirlerin düşmanıdır"(Bakara, 98) ayetinde haber verdiği gibi, Cebrail ve Mikail (aleyhisselâm) bunlardandır. Sonra Hak teâlâ, Cebrail (aleyhisselâm)'i bazı vasıflarla nitelemiştir: a) O, peygamberlere Allah'ın vahyini getirendir. Bu hususta Cenab-ı Hak, "O (Kur'an'ı), kalbine Ruftu'l Emin (Cibril) indirdi.(şu'arâ, 193) buyurmuştur. b) Allahü teâlâ, Cebrail (aleyhisselâm, )'i Kur'an'da diğer meleklerden önce zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: "De ki: Kim Cebrail'e düşman olursa..."(Bakara, 97). Çünkü o, vahiy ve ilmi getiren, Mikail ise rızıkları ve gıdaları dağıtan melektir. Manevi bir gıda olan ilim, bedeni gıdadan daha şereflidir. Bu sebeble de Cebrail'in, Mikail'den daha şerefli olması gerekmiştir. c) Allahü teâlâ, Cebrail (aleyhisselâm)'i, kendisinden hemen sonra zikretmiş ve "Hiç şüphesiz, Allah, Cebrail ve salih müminler O Peygamberin yardımcisıdır"(Tahrim, 4) buyurmuştur. d) Cenab-ı Hak, onu "Ruhu'l Kudüs" diye isimlendirerek, Hazret-i İsa (aleyhisselâm) hakkında şöyle buyurmuştur: "Hani ben, seni Ruhu'l-Kuds ile güçlendirmiştim"(Maide, 110). e) O, üzerlerinde alametleri olan bin melek ile Allah dostlarına yardım etti, düşmanlarını da kahretti. f) Allahü teâlâ, Cebrail (aleyhisselâm)'ı: "O (Kur'an) çok şerefli, çetin bir kuvvet sahibi, 'Arş'ın sahibi (Allah) yanında çok itibarlı, orada kendisine itaat edilen ve güvenilir bir elçinini (getirdiği) kelamdır"(Tekvir. 19-21) buyurarak altı sıfatla övmüştür. Cebrail (aleyhisselâm)'in elçilik görevi, onun bütün peygemberlere Allah'ın elçisi olmasıdır. Buna göre bütün nebi ve resuller, Allah katında Cebrail (aleyhisselâm)'in ümmeti ve iyi dostları mesabesindedirler. Çünkü Cenab-ı Hak Cebrail (aleyhisselâm)'i kendisi ile, en şerefli insanlar olan peygamberler (aleyhisselâm) arasında vasıta yapmıştır. Cebrail (aleyhisselâm) kuvvetlidir. Çünkü O, Lut kavminin şehirlerini göğe kaldırıp altını üstüne getirmiştir; Allah katında itibarlıdır, zira, Allah: "Hiç şüphesiz Allah, Cebrail ve salih müminler, O (Peygamberin)'nun yardımcısidır"(Tahrim, 4) ayetinde, onun adını kendi isminden sonra getirmiştir; O, itaat edilendir, çünkü, meleklerin önderi ve lideridir. Onun güvenilir (emin) olmasına da Cenab-ı Hakk'ın: "O (Kur'an'ı) senin kalbine, inzar edicilerden (uyaranlardan) olasın diye, Ruhu'l-Emin (Cebrail) indirdi (şu'ara, 193) ayeti delalet eder. Meleklerin diğer büyükleri de İsrafil ve Azrail (aleyhisselâm)'dir. Onların varlıkları hadîs ile sabit olmuştur. Yine hadisle sabit olduğuna göre, Azrail, Cenab-ı Hakk'ın: "De ki: Sizleri, sizler için görevlendirilmiş olan ölüm meleği öldürür. "(Secde, 11) ayetinde bildirdiği ölüm meleğidir. Allahü teâlâ'nın: "Sizden birisine ölüm geldiği zaman, elçilerimiz onun canını alır"(En'am, 61) ayetine gelince, bu, ruhları almakla görevlendirilmiş başka meleklerin varlığına delalet eder. Ölüm meleğinin ise ruhları almakla görevlendirilmiş melekler gurubunun lideri olması caizdir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken bir görmeliydin"(Enfal, 50). İsrafil (aleyhisselâm)'e gelince hadisler onun, "Sûr'un sahibi" olduğuna delalet etmektedir ki Cenab-ı Allah bu hususta şöyle buyurmuştur: "Sûra (birinci defa) üfürülünce birden Allah'ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde kim varsa düşüp ölürler. Sonra sûra ikinci kez üfürülür. O zaman bir de bakarsın ki (ölüler) ayağa (kalkmış) bakınıp duruyorlar"(Zümer, 63). Dördüncü kısım: Cennet melekleridir. Cenab-ı Hak: "Melekler her kapıdan onların yanına girerek, "Sabrettiğiniz için, selam size. Burası, dünyanın en güzel bir sonucudur" derler"(Rad, 23-24) buyurur. Beşinci kısım: Cehennem melekleridir. Bu hususta Cenab-ı Allah şöyle buyurur, , cehennem üzerinde vazifeli ondokuz (melek) vardır. "Biz o ateşin bekçiliğine meleklerden başkasını memur etmedik"(Müddessir, 30-31). Bu meleklerin başkanları, Allahü teâlâ'nın: (Cehennem ehli): Ey Malik, Rabbin bizim işimizi bitirsin (bizi öldürsün) " diye çığrışırlar"(Zuhruf 77) ayetinde işaret ettiği gibi, Mâlik isimli melektir. Bunların hepsine ise, Cenab-ı Hakkın da: "O, kendi meclisini çağırsın, biz de Zebanileri çağırırız" (Alak, 17-18) buyurduğu gibi, "Zebani" denir. Altıncı kısım: İnsanlar için görevlendirilmiş olan meleklerdir. Bu hususta Allahü teâlâ şöyle buyurur: "(İnsanın) sağında ve solunda oturan (iki melek) vardır. O insan ne zaman bir söz söylese, yanında hazır bir gözcü vardır"(Kâf, 17-18); "Onun (ve her İnsanın) önünde ve arkasında kendisini Allah'ın emriyle gözetleyecek ta'kibci (melekler) vardır"(Ra'd, 11) ve: "O Allah kulları üzerinde kahir (kudret sahibi)dir ve size bekçi melekler yollar"(En'am, 61). Yedinci kısım: Amelleri yazan melekler. Bu, Allah'ın: "Muhakkak ki sizin üzerinizde bekçiler, her yaptığınızı bilen şerefli kâtibler vardır"(infitar, 10-12) ayeti ile bildirdiğidir. Sekizinci kısım; Bu dünyanın işleri ile görevlendirilmiş olan meleklerdir ki, Cenab-ı Allah'ın: "Saf saf dizilenlere yemin olsun"(Saffat, 1); "Savurdukça savuranlara, derken bir yükü taşıyanlara, sonra kolayca akıp gidenlere derken iş bölümü yapan (melek)'lara yemin olsun ki... (Zariyat, 1-4) ve "Boğulmuş ruhları ta derinliklerden söküp (alan meleklere) yemin olsun ..."(Naziat, 1) ayetlerinde anlatılan melekler bunlardır. İbn Abbas (radıyallahü anha)m)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir. Allahü teâlâ'nın hafaza meleklerinden (insanlara bekçilik yapan meleklerden) başka melekleri de vardır ki bunlar her düşen ağaç yaprağını kaydederler. Sizden birinize çölde bir sıkıntı ve darlık gelirse şöyle seslensin: "Ey melekler! Allah'ın kullarına yardım ediniz ki Allah da sizlere merhemet etsin." Meleklerin vasıflarına gelince, bunlar birkaç yöndendir: 1) Melekler, Allah'ın elçileridirler. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Melekleri elçiler yapan (Allah'a hamdolsun)" (Fatır, 1) "Allah, melekler içinden elçiler seçer" (Hacc, 75) ayetinin meleklerden sadece bir kısmının elçi olduğuna delalet ettiği söylenirse bunun cevabı şudur: Âyetteki harf-i cerri teb'îz (kısmîliği ifade etmek) için olmayıp beyan (açıklama) içindir. 2) Onlar, Allah'a yakındırlar. Bu yakınlığın mekan ve cihet itibarı ile olması imkansız olduğuna göre, geriye bunun şeref itibarı ile olması ihtimali kalır. Cenab-ı Hakk'ın: "Allah'ın yanında bulunanlar, Ona ibadetten büyüklenmezler" (Enbiya, 19); "Daha doğrusu onlar, ikrama nail olmuş şerefli kullardırlar"(Enbiya, 26) ve "Onlar gece gündüz Allah'ı tesbih ederler, bunda hiç gevşeklik göstermezler"(Enbiya, 20) ayetlerinde anlatılan budur. 3) Onların itaat ile vasfedilmeleri. Bu da birkaç bakımdandır. a) Cenab-ı Allah, onlardan şöyle dediklerini nakleder: "Biz, seni hamdinle tesbih ve takdis ediyoruz" (Bakara, 30). Bir başka ayette ise şöyle buyurulur: "Bizler saf saf olanlarız, bizler Allah'ı tesbih edenleriz' (Saffat, 165). Cenab-ı Allah, bu hususta onları yalanlamamıştır. Böylece meleklerin sürekli ibadet ettikten sabit olmuştur. b) Onların, Allah'ı ta'zim ederek, O'nun emrine hemen koşuvermeleridir. Bu, Cenab-ı Hakk'ın: "Bunun üzerine, bütün melekler hemen secde ettiler"(Hicr, 30) ayetinin anlattığı haldir. c) Onlar, Allah'ın bir vahyi ve emri olmadıkça hiçbirşey yapmazlar. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Bunlar, sözleri ile asla Allah'ın önüne geçmezler. Onlar Allah'ın emri ile hareket ederler"(Enbiya, 27). 4) Onların kudret ile vasfedilmeleridir ki bu da birkaç yöndendir. a) Sayılan sekiz olan Arş'ın taşıyıcıları Arşı ve Kürsi'yi taşırlar, sonra Arş'tan daha küçük olan Kürsi, yedi kat göğün tamamından daha büyüktür. Çünkü Cenab-ı Allah: "Allah'ın Kürsî'sigökleri ve yeri kuşatmıştır"(Bakara, 255) buyurmuştur. Buna göre.sen meleklerin nihayetsiz güç ve kuvvetine bak!.. b- Arş'ın yüksekliği vehimlerin ihata edemiyeceği bir şeydir. Buna Cenab-ı Allah'ın: "Melekler ve rûh O'na mikdan ellibin sene olan bir günde akarlar" (Meâric, 4) ayeti delalet eder. Sonra melekler, son derece güçlü oldukları için, oradan bir anda inebilirler. c- Allah'ın; "Sûra (birinci defa) üfürülünce, Allah'ın diledikleri hariç, birden göklerde ve yerde kim varsa düşüp ölür. Sonra sûra ikinci kez üfürülür. O zaman bir de bakarsın ki, (ölüler) ayağa kalkmış, bakmıp duruyorlar "(zümer, 68) ayetinde ifade ettiği gibi, sûrun sahibi olan İsrafil (aleyhisselâm) o kadar güçlüdür ki, sûra bir üflemesiyle göklerde ve yerde olan herkes ölür. İkinci bir üfleyişiyle de, herkes yeniden dirilir. Sen onun bu gücünün azametini var düşün! d) Cebrail (aleyhisselâm) Lût kavminin dağlarını ve beldelerini bir defada yerinden sökebilecek bir kudrete sahiptir. 5) Meleklerin korku ile vasfedilmeleridir. Buna birçok husus delalet eder: a) Onlar çok ibadet etmelerine ve kesinlikle küçük günahlara da yönelmemelerine rağmen, sanki ibadetleri bir günahmış gibi, korkar ve ürperirler. Bu hususta Cenab-ı Allah; "Kendilerine kahir olan Rablerinden korkarlar " (Nahl, 50). ve: "Onlar Allah'ın korkusundan tirerler" (Enbiya, 28) buyurmuştur. b) Bu, Allah'ın şu ayetinde anlatılan husustur: "Kalblerinden korku giderildiği zaman, "Rabbiniz ne buyurdu?" der. Onlar, "Hakkı" derler. O, çok yüce, çok büyüktür "(Sebe', 23). Bu ayetin tefsirinde rivayet edildiğine göre, Cenâb-ı Hak vahyi bildirdiği zaman, onu semavat ehli, zincirin çıplak bir kayaya çarptığında çıkardığı ses gibi işitirler ve korkuya aüşerler. Vahiy sona erdiğinde, birbirlerine, "Rabbimiz ne dedi?" derler, Hak dedi, O yücedir, büyüktür" diye cevap verirler. c) Beyhakî, "Şuabu'l-İman" da İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın şöyle dediğini rivayet etti: "Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yerde bulunuyordu; yanında da Cebrail (aleyhisselâm) vardı. Birden semanın ufku yarıldı; Cebrail (aleyhisselâm) sinmeye ve küçülmeye başlayarak, iyice yere yapıştı. Derken, Hazret-i Peygamber'in önünde bir melek belirerek, şöyle dedi: Ey Muhammed, Rabbin sana selâm ediyor ve seni, melîk, yani hükümdar bir peygamber olmak ile insan bir peygamber olman arasında muhayyer bırakıyor. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) etiyle, Cebrail (aleyhisselâm)'in mütevaziliğine işaret ederek, "Anladım ki o, bana nasihat ediyor; bunun üzerine ben de, "kul olan bir peygamber olmayı tercih ederim" dedim. Bunun üzerine melek göğe yükseldi.. "Ey Cebrail, bu hususta sana sormak istedim, fakat senin, sana bunu sormaktan beni alıkoyan o halini gördüm.. Ey Cebrail, O kimdi? dedim. Cebrail, "O İsrafil idi; Allah onu yarattığı gün o Allah'ın huzurunda idi. O, bakışlarını yerden kaldıramaz. Çünkü, onunla alemlerin Rabbi arasında yetmiş nur bulunmaktadır. O nurların her biri, kendisine yaklaşan her şeyi yakar. İsrafil (aleyhisselâm)'in önünde Levh-i Mahfuz bulunmaktadır. Cenab-ı Allah, gökteki veya yerdeki herhangi bir şey hakkında O'na izin verdiğinde, bu Levh, onun alnının hizasına kadar yükselir, o da Levh'a bakar; eğer bu benimle alakalı bir iş ise, onu bana emreder; Mikail (aleyhisselâm) ile ilgili bir şey ise, O'na emreder; eğer ölüm meleğinin işi ise, ona emreder" dedi. Ben de "Ey Cebrail, senin işin neyle ilgilidir?" deyince, o "Rüzgarları ve orduları idare ederim" dedi. Mikail (aleyhisselâm)'in işi nedir? dedim, "Bitkileri idare eder" dedi. Ölüm meleğinin işi nedir? dedim, "Canlan alır; öyle sanıyorum ki, İsrafil ancak kıyamet için indi; bende müşahade etmiş olduğun o hal de, kıyametin kopmasından duyduğum korkudandır." Meleklerin vasfı hususunda Allah'ın ve Resulullah'ın sözünden sonra, müminlerin emiri Ali (k.v)'nin sözünden daha yüce ve daha ulu bir söz yoktur. O, hutbelerinin birinde şöyle demektedir:" Sonra Cenab-ı Allah, yüce göklerin arasını ayırdı... Onları her çeşit meleklerle doldurdu... O meleklerden bir kısmı rükusuz secde etmektedirler; bir kısmı, doğrulmaksızın rükû etmektedirler, bir kısmı hiç yerlerinden ayrılmaksızın saf tutmaktadırlar, bir kısmı, uzanmaksızın Allah'ı tesbih etmektedirler. Onların ne gözleri uyur, ne akılları yanılır, ne bedenleri gevşer, ne de unutma gafletine düşerler!.. Onlardan kimi de, Allah'ın vahyinin eminleri, peygamberlerine konuşan diller, Allah'ın emri ve hükmüyle gelip giden meleklerdir. Kimi, Allah'ın kullarının muhafızları, cennet kapılarının bekçileridir. Kiminin ayaklan süfli yeryüzünde, boyunları ise en yüksek semaları delmiş, uzuvları mıntıkaları aşmış, omuzlan Arş'ın direklerine münasib, Allah'ın huzurunda bakışları eğik, onlarla Arş arasına izzet perdeleri ve kudret örtüleri çekilmiş olduğu halde, onlar kanatlarıyla örtünürler, Rablerini tasvir etme vehmine düşmezler, Allah'a mahlûkatın sıfatlarını vermezler. O'nu ne mekanlarla sınırlar, ne de O'na nazirelerle işarette bulunurlar. Allah İnsanı Yaratacağını Hangi Meleklere Bildirdi? Alimler, Cenâb-ı Hakk'ın: "Hani Rabbin meleklere, "muhakkak ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım "(Bakara, 30) sözündeki meleklerden muradın, bütün melekler mi yoksa meleklerin bir kısmı mı olduğu hususunda ihtilaf ettiler. Dahhak'ın İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet ettiğine göre Allahü teâlâ bu sözü, İblisle beraber çarpışan meleklere söylemiştir. Çünkü Allahü teâlâ, cinleri yeryüzünde yerleştirip, onlar orada fesat çıkardıkları, kan döküp birbirlerini öldürdükleri zaman, meleklerden bir ordu ile birlikte İblis'i oraya gönderdi. İblis ordusu ile birlikte onları öldürüp, kalanları da yerden, deniz adalarına sürdü. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, o meleklere şöyle dedi: Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım." Sahabe ve Tabiinin çoğunluğu ise Allahü teâlâ'nın, bu sözü, bir tahsis yapmaksızın bir gurup meleğe söylediğini; çünkü (melâike) lafzının umum ifade ettiğini, tahsiste bulunmanın ise aslın hilafına olduğunu söylerler. (......) kelimesi iki meful alan (yaptı, kıldı) fiilinde ism-i fail olup mübteda ve haberin başına gelmiştir. Burada mübteda ve haber ise lafızları olup, bunlar aynı zamanda ism-i failin iki mefûlüdürler. Bunun manası ise, "Ben yeryüzünde bir halife kılacağım, yaratacağım, varedeceğim "dir. Âyetin zahirine göre, ayette geçen (......) kelimesinden murad, doğudan-batıya bütün yeryüzüdür. Abdurrahman b. Sabit, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yeryüzü Mekke'den başlanarak genişletildi. Melekler Beytullah'ı tavaf ederlerdi. Onlar Kabe'yi ilk tavaf edenlerdir. Bu Beytullah, Cenab-ı Allah'ın "Ben muhakkak yeryüzünde bir halife yaratacağım" ayetinde sözü geçen, "yeryüzü"nde idi. "Birincisi ayetin zahirine daha yakındır. "Halife", başkasının yerine geçen, başkasının yerini alan kimseye denilir. Hak teâlâ şöyle buyurmuştur: "Sonra biz sizi yeryüzüne halifeler yaptık "(Yunus 14), "Hatırlayınız, sizi halifeler yapmıştık" (Araf , 69). "Halife" ile kimin kastedildiğine gelince, bu hususta iki görüş bulunmaktadır: a) Bu Adem (aleyhisselâm)'dir. Cenab-ı Hakk'ın: "Sen orada, bozgunculuk yapacak birisini mi yaratacaksın?" (Bakara, 30) sözünden murad ise Adem (aleyhisselâm) olmayıp, zürriyetidir. b) Halifeden murad, Adem (aleyhisselâm)'ın zürriyetidir. Buradaki "halife"den muradın Hazret-i Adem olduğunu söyleyenler ise, Cenab-ı Hakk'ın Adem (aleyhisselâm)'i niçin "halife" diye isimlendirdiği hususunda ihtilaf etmişler ve bu hususta iki görüş zikretmişlerdir: a) Cenab-ı Hak cinleri yeryüzünden sürüp, Adem (aleyhisselâm)'i yeryüzünde iskan edince, Adem (aleyhisselâm) kentlisinden önceki bu cinlerin halefi, halifesi olmuştur. Bu görüş, İbn Abbas'tan rivayet edilmektedir. b) Allahü teâlâ Adem (aleyhisselâm)'i halife diye isimlendirmiştir. Çünkü Adem (aleyhisselâm), Allah'ın mükellef kulları arasında hükmetme hususunda Allah'ın halifesidir. Bu görüş ise, İbn Mesûd, İbn Abbas ve Suddî'den rivayet edilmekte olup, Cenâb-ı Hakk'ın: "Muhakkak ki biz seni yeryüzünde halife yaptık; öyleyse sen, insanlar arasında hak ile hükmet"(Sad, 26) ayetiyle de te'kid edilmektedir. "Halife" den muradın Hazret-i Adem'in zürriyeti olduğunu söyleyenler ise şunu söylemektedirler: Allah onları, onlar birbirlerinin yerlerine geçtikleri için, halife olarak isimlendirmiştir. Bu, Hasan Basrî'nin görüşüdür. Cenab-ı Hakk'ın: "Sizi yeryüzünün halifeleri yapan, O Allah'tır. (En' am, 165) ayeti bu görüşü takviye etmektedir. Buna göre (Halîfe) kelimesi, müzekker ve müennes için olduğu gibi, müfred ve çoğul manada da kullanılabilen bir kelimedir. Bir kıraatte ise, kâf ile (yaratılmış) şeklinde okunmuştur. Allah'ın Meleklere Sormasının Manası Eğer, "Cenab-ı Allah meşverette bulunmaya muhtaç bulunmaktan münezzeh olduğu halde, meleklere ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demesinin faydası nedir? Buna iki yönden cevap verilir: 1) Cenab-ı Allah, onların bu sırra muttali oldukları zaman, kendisine bu soruyu soracaklarını biliyordu. Maslahat, meleklerin bu cevabı ihata etmelerini gerektirdiği için, onlar bu suali sorup da bu cevabı duysunlar diye, onlara bu vakıayı tarif etti, öğretti. 2) Hak teâlâ, bununla kullarına müşaverede bulunmayı öğretmiştir. Allahü Teâlâ'nın, "Biz seni hamdinle tesbih ve takdis edip dururken, yerde, orada bozgunculuk edip, kanlar dökecek bir varlık mı yaratacaksın?" demişlerdi. Allah da, "Ben, sizin bilemeyeceklerinizi bilirim" buyurmuştu" (Bakara, 30) ayetine gelince, bu ayetle ilgili birçok mesele vardır. Din alimlerinin büyük çoğunluğu, meleklerin hepsinin bütün günahlardan masum olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Haşeviyyeden bazıları bu görüşe karşı çıkmışlardır. Bizim, meleklerin ma'sumiyetini isbat edecek birçok delilimiz vardır. 1) Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: "Allah'ın onlara emrettiği şeye isyan etmezler ve emrolunduklarını yaparlar" (Tahrim, 6). Fakat, şu kadar var ki, bu ayet cehennem melekleriyle Eğitidir. Biz, bütün meleklere delalet eden bir ayet bulmak istersek, Cenab-ı Hakk'ın şu ayetine sarılırız: "Onlar, kendilerine hükmeden Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar" (Nahl, 50) Bu ayetteki, "emrolunduklan şeyi yaparlar" ifadesi, emredilen şeylerin tamamını yapmayı, nehyedilenleri de terketmeyi kapsamaktadır; çünkü bir şeyi yapmaktan nehyedilen kimse, onu terkle emredilmiş demektir. Eğer, "emrolunduklan şeyi yaparlar" ifadesinin umumu ifade ettiğine delil nedir?" denilirse, biz de deriz ki, emredilen her şeyden stisna yapmak uygundur. İstisna ise, şayet kendisi olmasaydı söze dahil acak olan kısmı, hükmün dışında bırakır. Nitekim, biz bunu fıkıh usulüne öair eserimizde açıklamıştık. 2) Cenab-ı Hak: "Daha doğrusu onlar, ikrama nail olmuş kullardır; hiçbir sözle Allah'ın önüne geçmezler ve onlar Allah'ın emriyle hareket ederler"(Enbiya, 26) buyurmuştur. Bu ayet, meleklerin günahlardan uzak oldukları ve bütün işlerde ancak vahiy ve emr-i ilahiyi beklediklerini gösterir. 3) Cenab-ı Allah, meleklerin, insanları günahlarından dolayı kınamakta olduklarını nakletmektedir. Şayet melekler, asi ve günahkâr varlıklar olsalardı, onların böyle bir kınamada bulunmaları doğru olmazdı. 4) Cenab-ı Allah, meleklerin gece-gündüz bıkıp usanmadan tesbihatta bulunduklarını anlatmaktadır. Böyle olan varlıklardan bir günahın sadır olması imkansızdır. Bu görüşlere muhalif olanlarsa, birkaç yönden buna karşı delil getirmişlerdir. 1) Cenab-ı Allah onların şöyle dediklerini aktarmaktadır: "Biz seni hamdinle tesbih ve takdis edip dururken, sen yerde, orada bozgunculuk edip kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın?" (Bakara, 30) Bu ayet, onlardan günahın sadır olmasını gerektirmektedir. Ayet, bu hususu birkaç yönden göstermektedir. a) Onların, "Orada yaratacak mısın?" demeleri, Allahü teâlâ'ya karşı bir itirazdır; bu ise, en büyük günahlardandır. 2) Onlar, insanoğlunu bozgunculuk yapmak ve adam öldürmek hususlarında kınamaktadırlar. Bu gıybettir. Gıybet ise, büyük günahlardandır. 3) Onlar, insanoğlunu kınadıktan sonra; "Biz seni hamdinle tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" sözüyle de kendilerini övüyorlar ve: "Bizleriz biz, saf saf dizilenler; bizleriz biz, tesbih edenler"(Saffât, 165-166) diyorlar. Bu, "hasr" ifade eder. Böylece onlar bununla, adeta başkasının bu şekilde olamıyacağını söylemiş oluyortar. Bu ise, kendini beğenmeye (ucube) ve gıybete benzemektedir. Kendini beğenmek, helak edici günahlar cümlesindendir. Hazret-i Peygambef(sallallahü aleyhi ve sellem) Üç şey vardır ki, helak eder" buyurmuş, bunlar arasında, kişinin kendisini beğenmesini (ucub) de zikretmiştir. Nitekim Cenab-ı Hak; "Kendinizi tezkiye etmeyin. "(Necm, 32) buyurmuştur. 4) Meleklerin "Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yok" sözleri ise, bir özür dilemeye benzemektedir. Şayet daha önce bir günah bulunmamış olsaydı, onlar özür dilemekle meşgul olmazlardı. 5) Cenab-ı Hakk'ın: "Eğer doğru sözlü iseniz, bunların isimlerini bana haber veriniz. "(Bakara, 31) sözü, onların, daha önce söylemiş oldukları şeyler hususunda yalancı olduklarına delalet eder. 6) "Ben size, "ben göklerin ve yerin gayblerini bilirim. Ve, sizin açığa vurduğunuzu da, gizlediklenizi de bilirim" demedim mi?"(Bakara, 33) ayeti, meleklerin bu hadiseden önce, bunu bilmediklerine ve Cenab-ı Hakk'ın herşeyi bildiği hususunda şüpheye düşmüş olduklarına delalet eder. 7) Meleklerin, insanların bozgunculuk yapıp kan dökecekleri hususundaki bilgilen, ya bu hususta onlara verilen vahiyle meydana gelmiştir ya da onlar bunu istidlal ile söylemektedir. Birincisi, uzak bir ihtimaldir, çünkü Cenab-ı Allah bunu onlara vahyetmiş olsaydı, bu sözü tekrarlamanın hiçbir faydası olmazdı. Böylece sabit oluyor ki, onlar bu sözü kendi istidlallerine ve zanlarına dayanarak söylemişlerdir. Oysa ki, zan yoluyla başkasını ta'n etmek, "Hakkında bilgin olmayan şeyin peşine düşme" (Isra, 96), ve "Muhakkak ki zan, gerçek konusunda hiçbir şey ifade etmez" (Necm, 28) ayetlerinden ötürü, caiz değildir. 8) İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir. Allahü teâlâ, İblis'in cinlerle savaşan ordusundaki meleklere, "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Melekler de, Cenab-ı Allah'a cevaben, "Orada, bozgunculuk edip kan dökecek kimseler mi yaratacaksın?" demişler, sonra Cenâb-ı Hakk'ın, kendilerine kızdığını anlayınca, "Ey Rabbimiz. seni tenzih ederiz, senin bildirdiklerin dışında bizim hiçbir bilgimiz yokrur"demişlerdir. Hasanü'l-Basrî ve Katade'den rivayet edildiğine göre Cenab-ı Allah, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'i yaratmaya başladığı zaman melekler aralarında fısıldaşarak, "Rabbimiz ne yaratmayı dilerse dilesin, biz onun yaratacağından daha büyük ve daha şerefli oluruz" demişlerdi. Allahü teâlâ Hazret-i Adem'i yaratıp, onu meleklerden daha faziletli kıldı ve; "Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere gösterip: "Haydi bunları adlarıyla birlikte bana haber verin, eğer, (Benim yarattığım herşeyden daha efdal olduğunuzu söylemenizde) doğru iseniz..."(Bakara, 31). Bunun üzerine melekler korkarak tevbeye başvurup: "Ey Rabbimiz seni tenzih ederiz. Bizim senin bildirdiklerin dışında hiçbir ilmimiz yoktur" dediler"(Bakara. 32). Bazı rivayetlerde "Melekler, "yeryüzünde yaratacak mısın?" dediklerinde, Allah onlara bir ateş gönderip onları yaktı" diye geçmiştir. İkinci şüphe: Meleklerin masum olduğuna inanmayanlar, Harut ve Marut kıssasına sarılmış ve bunların iki melek olduğunu söyleyip şunu iddia etmişlerdir: Bu iki melek yeryüzündeki günahkar insanların yaptıklarına bakınca, onların bu hallerini yadırgamış, gözlerinde büyütmüş ve yeryüzü halkına beddua etmişler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onlara "Ademoğlunu imtihana tabi tuttuğum şehvetle sizi de imtihan etmiş olsaydım, siz de asi olurdunuz " diye vahyetmiş. O iki melek de "Ey Rabbimiz, bizi imtihan etsen de biz günahkâr olmayız. İstersen bizi bir dene" dediler. Bunun üzerine Allah, onları yeryüzüne indirip, ademoğluna verdiği şehveti onlara da vererek denedi. Onlar yeryüzünde bir müddet kaldılar. Allah, Zühre adındaki yıldız ile, onunla görevli meleğe emretti de onlar yeryüzüne iniverdiler. Böylece Zühre kadın; o melek ise bir adam şekline girdi. Sonra Zühre kendisine bir ev edinip, kendisini süsledi ve o iki meleği kendisine davet etti. Görevli melek, onun evinde bir put gibi dikildi. Harut ile Marut kadının evine geldiler ve kadını fuhşa davet ettiler. Kadın ise, onlar içki içmedikçe bu işin olamayacağını söyleyip diretince, melekler, "Biz içki içmeyiz" dediler. Sonra şehvet meleklere baskın çıkınca içkiyi içtiler, sonra onu yine fuhşa davet ettiler. Bunun üzerine Zühre, "Bir iş daha var ki, onu yapmazsanız, benimle olamazsınız" dedi. "O iş nedir?" dediler. "Şu puta secde edecekisiniz" dedi. Bunun üzerine onlar, "Biz Allah'a şirk koşmayız " dediler. Sonra şehvet onlara galib gelerek, "Biz yaparız, sonra da istiğfar ederiz" dediler ve böylece puta da secde ettiler. Bu durum üzerine hem Zühre, hem de put haline gelmiş olan melek gökteki yerlerine yükseldiler. Harut ile Marut da, âdemoğullarım günahlarından dolayı ayıpladıkları için bu işin başlarına geldiğini anlamış oldular. Diğer bir rivayette ise, Zühre yeryüzündeki insanlardan zinakâr bir kadın idi. Harut ve Marut içki içerek bir adam öldürüp, puta secde ettikten ve kendisini söyleyerek gökyüzüne çıktıkları İsm-i A'zam'ı kadına öğrettikten sonra onunla zina ettiler. Bunun üzerine kadın İsm-i A'zam'ı söyleyerek gökyüzüne yükseldi ve Allah onun şeklini değiştirip, Zühre adında yıldız haline getirdi. Sonra Harut ve Marufa Allahü teâlâ, işledikleri şeyin çirkinliğini bildirerek, ahirette olacak azab ile dünyada olacak azab arasında muhayyer bıraktı. Onlar dünya azabını tercih ettiler. Bundan dolayı Allahü teâlâ, onları Bâbil'de bir kuyuda baş aşağı asılmış, insanlara büyü ve sihir öğretip, ona davet eder durumda kıldı. Onları ancak hususi olarak sihri öğrenmek maksadıyla o yere giden kimseler görebilir. Meleklerin masum olduğunu kabul etmeyenler, bu hususta Cenab-ı Hakk'ın "Onlar, şeytanların Süleyman'ın mülkü aleyhine uydurup takîb ettikleri şeylere (yalanlara) uydular"(Bakara, 103) ayetini ile delil getirdiler. Üçüncü şüphe: İblis, mukarreb meleklerdendi. Sonra Allah'a isyan edip kâfir oldu. Bu da, meleklerden günahın çıkabileceğini gösterir. Dördüncü şüphe: Cenab-ı Allah: "Biz cehennem ashabını (bekçilerini) meleklerden başkası yapmadik"(Mûddessir, 31) ayetidir. Bu ayet, meleklerin de azab olunacağını gösterir. Çünkü cehennem ashabı (ehli) ancak orada azab olunan kimselerdir. Nitekim Cenab-ı Hak: . "İşte onlar cehennem ashabıdır. Onlar orada ebedi kalacaklar "(Bakara, 81) buyurmuştur. Müfessir Râzî (radıyallahü anh)'nin Bu Şüphelere Karşı Cevapları Birinci şüpheye şöyle diyerek cevap verilir: Onların birinci izahları ki buna göre "Melekler Allah'a itiraz etmişlerdir, bu ise günahların en büyüklerindendir" iddialarıdır. Biz buna karşı şöyle deriz: Meleklerin bu sorudan maksatları, Allah'ın -haşa- farkında olmadığı bir şeye dikkat çekme değildir. Çünkü Allah hakkında böyle bir inanışta olan kimse kâfirdir. Yine bu sorudan meleklerin maksadı, Allah'ın yaptığı bir işi yadırgama değildir. Aksine bu sorunun maksadı şunları belirtmektir: a) İnsan, başkasının hikmetine kesinkes inanır ve sonra onun, kendisindeki hikmete vakıf olamadığı bir fiili yaptığını görür ve ona, sanki onun hikmetinin ve ilminin tamlığından taaccüb ederek "Bunu sen mi yapıyorsun?" der ve şöyle devam eder: "Fesat çıkaran kimseye şu nimetleri vermek, ne gibi bir hikmet ihtiva ettiğine akılların erişemeyeceği işlerdendir. Sen bunu yaptığın zaman, ben biliyorum ki sen bunu, ancak senin bildiğin iyice gizli bir sırdan ve bir incelikten ötürü yapıyorsun. Hikmetin ne kadar büyük, ilmin ne kadar yücedir!" Buna göre netice olarak diyebiliriz ki Cenab-ı Hakk'ın: "O yerde, fesat çıkaracak kimseler mi yaratacaksın " (Bakara, 30) ayeti, Allah'ın ilminin kemali ve hikmetinin bütün akıllılara kapalı olan şeyleri ihata ettiği hususunda bir taaccübtür. b) Cevap istemek için, bir müşkili ifade etmek mahzurlu değildir. Sanki o melekler: "Yâ Râb! sen hakim olan ve kesinlikle akılsızca bir iş yapmayan bir zatsın. Biz örfte, sefih olan kimsenin sefihliğine imkan vermenin sefihtik olduğunu biliyoruz. Sen, hallerinin böyle olacağını bildiğin halde, yeryüzünde bozgunculuk yapıp kan akıtacak bir varlık yarattığında, sen onları yaratmış, onlara imkan vermiş ve onları bundan menetmemiş olursun. Bu ise sefehliği vehmettirir. Halbuki sen hakîm-i mutlaksın. Bu işi hikmetle bağdaştırmak nasıl mümkün oluyor?" demişlerdir. Buna göre sanki melekler, bir cevab almak için bu soruyu sormuşlardır. Bu, aynı zamanda, "Ayet, meleklerin, Allahü teâlâ'dan kabin bir işin çıkmasını mümkün görmediklerine delalet eder" diyen Mû'tezile'nin verdiği cevabtır. Kendilerine Ehl-i Adl (adalet ehli) diyen bunlar şöyle demişlerdir: Bu cevabı, iki şey kuvvetlendirir: 1) Melekler, bozguncuuk yapmayı ve kan akıtmayı yaratana değil mahlûka (insana) nisbet etmişlerdir. 2) Onların "Biz, seni hamdinle tesbih ve takdis ve seni takdis ederiz" (Bakara, 30) demiş olmalarıdır. Çünkü tesbih, Cenab-ı Allah'ın zatını, cisimlerin sıfatından tenzih etmek; takdis ise O'nun fiillerini zem ve sefihtik sıfatlarından tenzih etmektir. c) Serler, her nekadar yeryüzünün terkibinde mevcud ise de, ancak yeryüzünün hayırlarının levazımından (ayrılmaz parçalan) dır. Bu hayırlı işlerin hayır tarafları, şerli taraflarına galibtir. Ufacık bir serden ötürü büyük bir hayrı terketmek, büyük bir şer olur. İşte bundan ötürü melekler, sözlerinde bu serleri zikretmişlerdir. Böylece de Cenab-ı Hak onlara: "Ben muhakkak ki sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim" (Bakara, 30) diye cevap vermiştir. Yani: Bu yeryüzü aleminin terkibinde meydana gelecek hayırlar, serlerden daha çoktur. Allah'ın hikmeti ise, hali böyle olan alemi bırakmayı değil yaratmayı gerektirir. İşte bu feylesofların cevabıdır. d- Meleklerin bu sorusu, Allah'a ta'zim babında mübalağa tarzında olmuştur. Çünkü Mevlâsını çok seven ve ona son derece bağlı olan kul, O'na isyan edecek bir kulun bulunmasını kabul edemez. e) Meleklerin "O (yerde) bozgunculuk yapıp kan dökecek kimseler mi yaratacaksın?" demeleri, Cenab-ı Allah'dan, yeryüzünün tamamını veya bir kısmını, eğer bu iyi bir şey olacaksa, kendilerine vermesini istemeleridir. Sanki onlar, bununla şöyle demektedirler: "Yâ Rabb! Yeri bize ver, onlara değil!' Nitekim Hazret-i Musa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'İçimizdeki sefihlerin (akılsızların) yaptıkları şeyler yüzünden bizi helak mi edeceksin?"(Araf, 155) Bu, "Bizi helak etme " demektir. Bu manada Cenab-ı Allah: "Ben muhakkak ki, sizin iyiliğinize ve yeryüzünde yarattığım şu insanların iyiliğine olan sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum" buyurmuş ve böylece her gurubun, kendisi için seçtiği şeye razı olduğunu ve dinleri hususunda uygun olan şeyi bildiği için, gökyüzünü özellikle meleklere, yeryüzünü de insanlara verdiğini açıkladı. f) Melekler, bu sözleri ile, fesad çıkarmalarına ve kan akıtmalarına rağmen insanların yaratılmasındaki hikmeti öğrenmek istemişlerdir. g) Kaffâl şöyle demiştir: Cenab-ı Hak, meleklere, yeryüzünde bir halife (insan) yaratacağını bildirince, onların. "Bunu yapacaksın?" manasına demiş olmaları da muhtemeldir. Bu, soru yerine kullanılan müsbet bir ifadedir. Nitekim şair Cerîr şöyle demiştir: "Siz binitlere binenlerin en hayırlısı ve sıkıntı içinde olanlara insanların en cömerdisiniz." "Yani böylesiniz" demektir. Eğer bu bir soru olsaydı, övgü olamazdı. Sonra melekler: "Sen bu işi yapacaksın. Bununla beraber, senin sadece doğru ve hikmetli yaptığını bildiğimiz için seni hamdinle tesbih ve takdis ederiz" dediler. Melekler bunu söyleyince Hak teâlâ onlara "Ben, muhakkak ki sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim" dedi. Bununla O, sanki: "Allah en iyi bilir. Bu işi hikmetime zarar veren bir şey saymamakla pek güzel yaptınız. Çünkü ben sizin bilmediklerinizi bilirim. Siz, onların zahirleri olan fesad ve katilliği gördünüz. Onların batınlarını bilemediniz. Ben ise onların hem zahirlerini hem batınlarını (içlerindeki şeyleri) bilirim. Böylece ben onların yaratılmasını gerektiren, batınlarındaki gizli sırları ve yüce hikmetleri bilirim" buyurdu. Birinci şüphenin ikinci vechi ki bu meleklerin insanları, yakışık almayan bir şekilde, yani gıybet ederek anmalarıdır. Bunun cevabı şöyledir: İnsanoğlunun yaratılmasındaki müşkil olan nokta, onların yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve kan akıtmaya yönelmiş olmalarıdır. Soru sormak isteyen kimsenin, başkasına değil de bu müşkillik arzeden noktaya değinmesi gerekir. İşte bu sebebten ötürü melekler sorularında, insanın bu iki sıfatını zikretmiş, onların ibadet ve tevhidlerinden bahsetmemişlerdir. Çünkü bunlar müşkillik arzeden nokta değildir. Üçüncü vecih ki o, meleklerin kendilerini övmeleridir. Bu ise kendini beğenme ve nefsini tezkiyeyi (temiz görme)yi ifade eder. Buna cevabımız şudur: Nefsi övmek, mutlak manada yasaklanmamıştır. Çünkü Cenab-ı Hak "Rabbinin nimetine gelince, ondan bahset. "(Duha. 11) buyurmuştur. Yine meleklerin sözlerinden maksadlarının, kendilerini övme olmaması da muhtemeldir. Bundan maksadları, "Ey Rabbimiz, senin hikmetini tenkid maksadı ile bu soruyu sormuş değiliz. Çünkü biz, seni hamdinle tesbih ediyor ve senin ilah olduğunu ve hikmetini itiraf ediyoruz." şeklinde bir açıklamadır. Böylece meleklerin sanki bu sözlerinden maksadları, hikmet ve uluhiyet konusunda ta'netmek için olmayıp, hikmet vechinin genişçe açıklanmasıdır. Dördüncü vecih ki bu onların, mutlaka bir günahın meydana geldiğini ve bunun özür beyanını ifade eden "Bizim, senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. "(Bakara, 32) sözleridir. Biz buna karşı deriz ki: Meleklere yakışan böyle bir soru sormamaları idi. Onlar kendilerine yakışanı terkedince, bu özür, evla olanı yapmamaktan dolayı beyan edilen bir özür olur. Şayet "Allahü teâlâ, "(O melekler) sözleriyle asla O (Allah'ın) önüne geçmezler"(Enbiya, 27) buyurmadı mı, bu sebeble, böyle bir sorunun Allah'ın İzni ile olması gerekir. Onlara, böyle bir soru hususunda izin verilince, onlar nasıl böyle bir sorudan dolayı özür beyan etmişlerdir?" denilirse, deriz ki: Umumi bir ifadeye bazan tahsis arız olabilir. Beşinci vecih ki bu, meleklerin, insanların fesad çıkarıp kan dökeceğini haber vermeleridir. Bu ise ya onlara vahiyle bildirilmiştir yahut da onlar bunu istidlal ederek söylemişlerdir. Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir: Kimi alimler "Onlar bunu zanlarına dayanarak söylemişlerdir" demişlerdir. Bu görüşün iki şekli vardır: İlki İbn Abbas ve Kelbi'den rivayet edilen şeklidir. Buna göre, melekler, Adem (aleyhisselâm)'den önce yeryüzünde bulunan (ve fesad çıkaran) cinlerin haline kıyas ederek, bunu söylemişlerdir. İkincisi: O melekler, Adem (aleyhisselâm)'in yaratılışını, insanın mutlaka şu dört karışımdan mürekkeb oluşunu, insanın terkibinde bulunan şehvetten fesadın, gazabtan da kan dökmenin çıktığını biliyorlardı. Bazı alimler, meleklerin bunu, yakînî olarak bildikleri için söyledikleri görüşündedirler. Bu görüş İbn Mes'ud ve sahabeden bazılarından rivayet edilmiştir. Sonra bu görüşün de farklı şekilleri vardır. 1) Cenab-ı Allah, meleklere "Ben, muhakkak yeryüzünde bir halife (insan) yaratacağım" dediği zaman melekler: "Ey Rabbimiz, bu halife ne olacak? diye sordular. Cenab-ı Allah da: "Onun bir nesli olacak. Onlar yeryüzünde fesat çıkaracak, birbirlerine hased edecek ve birbirlerini öldürecekler" buyurdu. Bunun üzerine melekler: "Ey Rabbimiz orada fesat çıkarıp kanlar dökecek kimseler mi yaratacaksın?" dediler. 2) Cenab-ı Hak, meleklere, yeryüzünde kalabalık halk bulunduğu zaman, orada fesat çıkaracaklarını ve kan dökeceklerini bildirmişti. 3) İbn Zeyd şöyle demiştir: Cenab-ı Allah cehennemi yarattığı zaman, melekler çok korktular ve "Ey Rabbimiz, bu ateşi kimin için yarattın?" dediler. Cenab-ı Allah "Mahlûkatımdan bana asi olanlar için..?" cevabını verdi. Halbuki o günde meleklerden başka mahlukat yoktu ve yeryüzünde de hiçbir yaratık bulunmuyordu. Cenab-ı Hak, "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediği zaman ..melekler günahın onlardan çıkacağını anladılar. 4) Kader Kalem'i, Levh-i Mahfuza kıyamet gününe kadar olacak şeyleri yazdığı için, belki melekler Levh'de yazılı olanlara muttali olup, bu durumu böylece öğrendiler. 5) "Halife"nin manası "hükmetme ve hüküm verme hnususunda Allah'a vekil olan" olduğundan; hâkim ile kadıya ancak nizalaşma ve insanların birbirine zulmetmesi esnasında ihtiyaç olduğu için, halifenin olacağını bildirmek, birbirini gerektirme yolu ile, fesad ve şerrin olacağır haber vermek manasına gelir. Tahkik ehli alimler, "meleklerin bu sözünün sadece onların zannına dayandığı" görüşünün batıl olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu, kişinin yalancı çıkmasından emin olmayacağı bir şeyle başkasını tenkid etmesidir. Bu ise meleklerin ismetlerine (günahtan uzak oluşlarına) ve temizliklerine aykırıdır. Altınca veçhe gelince ki bu alimlerin zikrettikleri haberlerdir. Bunlar ahad rivayetlerdir. Dolayısıyla zikrettiğimiz delillerle tezad teşkil etmez. İkinci şüpheye gelince -ki bu Harut ve Marut kıssasıdır.- Buna cevabımız şöyledir: Onların anlattıkları bu kıssa birçok yönden asılsızdır: 1) Onlar kıssalarında, Cenab-ı Allah'ın Harut ve Marufa "Eğer.sizi âdemoğlunu imtihan ettiğim şeyle imtihan etseydim, siz de bana asi olurdunuz" dediğini, bunun üzerine onların: "Ey Rabbimiz, eğer bizi böyle imtihan etsen bile, biz sana isyan etmezdik" dediklerini rivayet etmişlerdir. Bu ifade onların Allah'ı yalanlamaları ve cahil kabul etmeleri manasına gelir ki bu apaçık bir küfürdür. Haşeviyye bile, o iki meleğin yeryüzüne inmezden önce masum olduklarını kabul etmişlerdir. 2) Anlatılan bu kıssada, onların dünya azabı ile ahiret azabı arasında muhayyer bırakıldıklarından bahsedilmiştir ki bu asılsızdır. Aksine evla olan onların tevbe ile azab arasında muhayyer bırakılmış olmalarıydı. Çünkü Allahü teâlâ, ömür boyu müşrik olup, peygamberlerine olmadık eziyetleri yapanları bile tevbe ile azabtan birini seçmede serbest bırakmıştır. 3) Yine anlatılan kıssada, onların, azab edildikleri durumda bile sihri öğrettikleri; cezalandırıldıkları halde hâlâ günaha davet ettikleri yer almıştır. 4) Zinakâr bir kadının, zma yaptığı için gökyüzüne yükselmesi ve onu Cenab-ı Hakk'ın kendisine yemin edecek kadar şereflendirdiği aydınlatıcı bir yıldız kılması nasıl düşünülebilir. Nitekim Cenab-ı Allah: Hayır (sizin dediğiniz gibi değil), o geceleri geri dönen, akıp akıp yuvalarına giden yıldızlara andederim"(Tekvir, 15-16) diye onlara yemin etmiştir. Bu kıssa her akl-ı selimin, son derece zayıf olduğuna şehadet edeceği bozuk bir kıssadır. Sihri öğretmeleri ile ilgili izahımız, inşaallah o ayetin (Bakara, 103) tefsirinde gelecektir. Üçüncü şüpheye gelince, İblisin meleklerden olmadığını ileride anlatacağız. Dördüncü şüphe ki bu "Biz cehennem ashabını (bekçilerini), meleklerden başkası yapmadık"(Müddessir, 31)ayeti ile ilgili husustur. Bu ayet, onların cehennemde azab olunduklarını göstermez, "işte bunlar cehennem ashabıdır ve onlar orada ebedi kalacaklar" ayeti ile de tek başına, onların cehennemde azab olunduklarına delil getirilemez. Bu husus tam aksine bir başka delille bilinmektedir. Buna göre, âyeti ile Cenab-ı Hak, cehennemin bekçilerini ve orada tasarruf sahibi olup Allah'ın emirlerini icra eden melekleri kastetmiştir. Allah en iyi bilendir. Meleklerin Şer İşlemeleri Mümkün müdür? Âlimler, meleklerin günah ve serlere kadir olup olmadıkları hususunda ihtilaf etmişlerdir. Buna göre felsefecilerin ve Cebrilerin çoğu: "Onlar sırf hayırlı varlıklardır. Onların şerre ve fesada kesinlikle kudretleri yoktur derler. Mu'tezilevefakihlerinçoğu ise:"Melekter ayrada errede kadirdirler" demişler ve buna birçok deliller getirmişlerdir: a) Meleklerin demeleri ya günah olur veya, evla olanı terketme olur. Her iki durum da bize delildir. b) Cenab-ı Allah O (meleklerden) kim: "Ben de Allah'tan başka bir Tanrıyım" derse, onu cehennemle cezalandırırız "(Enbiya, 29) buyurmuştur. Bu ayet meleklere de yasak konulmuş olduğunu ifade eder. Keza, Allah "Onlar (Allah'a) ibadetten asla kibirlenmezler" (Enbiya. 19) buyurmuştur. Kibirlenmemeden dolayı övme, ancak o varlık kibirlenme gücüne sahib olduğu zaman mümkün olur. c) Şayet o melekler, hayırları yapmamaya kadir olmasalardı, o hayırları yapmalarından dolayı medhedilmezlerdi. Çünkü birşeyi yapmaya meıcbur olan ve bir şeyi yapmamaya güç yetiremeyen kimse, o şeyi yapmasından dolayı övgüye layık olmaz. Şüphesiz Mu'tezile'den biri de bunu delil getirmişti. Ben de ona "(Size göre) mükafat ve sevab vermek Allah'a vacib değil midir? Bunun vacib olmasının manası şudur: Şayet Cenab-ı Hak, o mükafaatı vermezse, onu vermeyişinden dolayı ya Allah'ın cehaleti veya başkasına muhtaç olması gerekir ki bu ikisi de imkansızdır. Muhale (imkansız) götüren de muhaldir. O halde Allah'ın sevab vermemesi Allah için muhaldir. Bu muhal olunca, Allah'ın vermesi vacib olur. Böylece Allah sevabın faili olur. Bu sebeble Allah'ın sevab vermesi vacib, onu vermemesi imkansızdır. Halbuki Cenab-ı Allah sevab verdiği için övülür. Böylece bir işi yapmamanın medhin meydana gelmesine zarar vermeyeceği ortaya çıkar" dedim adamın sesi soluğu kesildi ve cevab veremedi. Tesbih (......) deki vav, vav-ı haliyedir. Nitekim senin "Ben iyiliğe daha layık iken sen falancaya mı iyilik yapıyorsun" demen gibi. "Tesbih", Allah'ı kötü ve çirkin vasıflardan uzak tutmadır. "Takdis" de böyledir. Bu ifadeler, suda yüzüp uzaklaştığı zaman Suda yüzüp uzaklaştı yerde uzaklaştı "denmesindenalınmiştır.Bil ki eğer uzaklaştırma ile kötü vasıflardan uzaklaştırma murad edilirse bu tesbihdir, hayırlardan uzaklaştırma murad edilirse bu lanettir. Biz deriz ki kötü vasıflardan uzaklaştırma, ifadesine, Cenab-ı Hakk'ı zâtı, sıfatları ve fiilleri bakımından kötülüklerden uzaklaştırma dahildir. Zatı bakımından, kötülükten tenzih etmeye gelince bu, Zat-ı İlahi'nin imkana mahal olmamasıdır. Çünkü O'nun zatını kötülükten ve imkandan yani ademden menetmek ve "mümkün olma" vasfını O'ndan nefyetmek "kesretin" yokluğunu gerektirir. Kesretin yokluğu da cisimlik ve arazlık sıfatlarının yokluğunu; O'nun eşi benzeri olmadığını, mutlak vahdetini ve zatı itibarı ile vacib oluşunu ifade eder. Sıfatları bakımından Allah'ı kötülükten uzaklaştırmaya gelince bu O'nun cehaletten münezzeh olması, hortürlü malûmatı çepeçevre kuşatması, güç yetirilecek herşeye kadir oluşu, sıfatlarının her türlü değişikliklerden uzak olması demektir. O'nu fiilleri bakımından kötülükten uzaklaştırmaya gelince bu, O'nun fiillerinin menfaat elde etmek ve zararları gidermek için olması, fiillerinin kamil olmak için başka birşeye muhtaç olmaması, fiillerinin tam olması, her türlü mevcudat ve ma'dumattan müstağni olması ve hertürlü mevcudatı ve ma'dumatı (yoklukları) yok etme ve var etme hususunda hükümran olması demektir. Ehl-i Tezkir (irşad erbabı) şöyle demişler: Tesbih, Kur'an'da bazan tenzih, bazan taaccüb manasına gelmektedir. Tenzih manasına çeşitli şekillerde gelmiştir: a) "Ben, benzeri ve şeriki olmaktan münezzehim. "O, bir ve kahhâr Allah dır. (Zümer, 4) b) Gökleri ve yeri idare eden benim. "Göklerin ve yerin Rabbi yücedir; münezzehtir." (Zuhruf, 82). c) Bütün alemleri düzenleyen benim. "Alemlerin Rabbi olan Allah noksan sıfatlardan da münezzehtir"(Neml, 8). d) Ben, zalimlerin söylediklerinden berîyim. "Galebe sahibi Rabbin onların İsnad ettikleri vasıflardan münezzehtir"(Saffat, 180). e) Ben, herşeyden müstağniyim: "O Allah ganidir"(Yunus, 68) f) Ben, benim dışımdaki herşeyi, emr ve hâkimiyeti altına alan bir hükümdarım. "Herşeyin melekûtü (mülkiyeti) kudret elinde olan Allah'ı tenzih ederiz "(Yasin, 83). g) Ben, herşeyi bilenim. "Allah'ı onları isnad ettikleri vasıflardan tenzih ederim. O, Allah, gaybı bilendir" (Saffat, 159). Ben, hanımı ve çocuğu olmaktan münezzehim. "O Allah'ı tenzih ederim. Onun nerden çocuğu olacak"(Nisa, 18). ı) Ben, onların isnad ettikleri vasıflardan ve sözlerden münezzehim. "O, Allah'ı müşriklerin dedikleri sözlerden, şirk koştukları ortaklardan ve O'na isnad ettikleri vasıflardan tenzih ederim "(Enam. 100). Tesbihin taaccüb manasına gelişi de aynı şekildedir: a) Ben, güçlü hayvanları güçsüz insanların emrine verenim "Bunu bizim emrimize veren Allah ne yücedir "(Zuhruf, 13). b) Ben, yorgunluktan ve bitkinlikten uzak olduğum halde alemi yaratanım. "O bir işe hükmettiğinde ne yücedir "(Meryem, 35); c) Ben, en iyi bilenim. Ama öğretmenlerin öğretmesi, irşad edenlerin irşadı ile değil. "Ya Rabbi sen ne yücesin! Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir şey bilmiyoruz "(Bakara, 32). d) Ben, bir saatlik tevbe ile yetmiş senelik günahı giderenim. "O halde güneş doğmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et" (Taha, 130).Sonra Allah şöyle der: "Eğer Allah'ın rızasını istiyorsan, tesbihatta bulun. O'nu sabah akşam tesbih edin!" (Ahzab, 42). Belalardan kurtulmayı istiyorsan, tesbih et, çünkü "İlah olarak ancak sen varsın, sen münezzehsin, muhakkak ki ben, zulmedenlerdenen "(Enbiya. 87). Eğer Allah'ın rızasını istiyorsan, tesbih et! "Gecenin bir kısmında ve gündüzün iki tarafında Rabbini tesbih et! Umulur ki, razı olursun "(Taha, 130). Eğer ateşten kurtulmayı İstersen, tesbih et! "Sem' noksan sıfatlardan tenzih ederiz, bizi ateşten koru!, "(al-i imran, 191). Ey kul, devamlı beni tesbih et. Allah'ın şanı ne yücedir. Öyleyse sen tesbih et, sizler tesbih ediniz. Çünkü sen, beni tesbih etmezsen, bunun sana zararı olur. Çünkü beni tesbih edenler var: Arşı taşıyan melekler bunlardandır. "Eğer onlar büyüklenirlerse, bilsinler ki Rabbinin katında olanlar O'nu tesbih etmektedirler" (Fussilet, 38). Mukarreb melekler de bunlardandır. "Onlar, Ey Rabbimiz seni tesbih ve takdis ederiz. Sen bizim velimizsin" (Sebe, 41). Diğer melekler de bunlardandır: "Onlar, Ey Rabbimiz seni tesbih ve takdis iz. Bize., yakışmaz"(Furkan, 18). Peygamberler de bu tesbih edenlerdendir. Nitekim Hazret-i Yunus (Zü'n-nûn (aleyhisselâm):"Senden başka ilah yoktur. Sen ne yücesin"(Enbiya, 87) demiştir. Hazret-i Musa (aleyhisselâm) da "Seni tesbih ve takdis im. Ben sana tevbe ettim "(Araf, 143) demiştir. Sahabe de Allah'ı tesbih edenlerdendir. Nitekim onlar "Ey Rabbimiz seni tesbih ve takdis iz, Öyle ise bizi cehennem azabından koru "(Al-i imran, 191) demişlerdir. Her şey, haşerat, hayvanlar ve zerreler Allah'ı tesbih ve takdis . "Allah'ı hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur"(İsra, 44) Hatta taş, çamur, kum, dağ, gece, gündüz, karanlık, aydınlık, cennet-cehennem, zaman, mekan, bütün elementler, rükunlar, ruhlar ve cisimler, Cenab-ı Hakk'ın: "Göklerde ve yerde olan herşey Allah'ı tesbih ve takdis "(Haşr, 1) ayetinde belirttiği gibi, O'nu tesbih ve takdis ler. Sonra O şöyle buyurur: "Ey kutum, benim bu eşyaların tesbihine ihtiyacım yok. Bunlar canlı değiller. Dolayısı ile bunların, tesbihin mükâfaatına ihtiyaçları yoktur. Onların tesbihatının mükâfaatı zayi olur. Bu İse bana yakışmaz. "Biz göğü, yeri ve ikisi arasında olanları boşuboşuna yaratmadık"(Sad, 27). Fakat ben, bana hizmet için çalışan kimseye bütün alemi hizmetçi kıldığımı herkes bilsin diye bu varlıkların mükafaatını sana veriyorum." Diğer bir incelik şudur: "Beni kulluğumu göstererek yâdet. Çünkü bundan ben değil, sen istifade edeceksin. "Galebe sahibi Rabbinin şanı ne yücedir"(Saffat, 180). Sen beni, tesbih ve takdis ek anarsan, ben de seni günahlarından temizlerim. "Öyleyse O (Allah'ı) sabah akşam tesbih ediniz" (Ahzab, 42). Bana borç verin (Benim rızam için borç verin). "Allah'a güzel bir borç verirler" (Hadid. 18). Eğer ben, sana bire karşılık on misli sevab verecek bir gani (zengin) de olsam bana borç verin. "Kim Allah (rızası için) güzel bir borç verirse, işte O (Allah) bunu kat kat artıracaktır"(Hadid, 11) Her nekadar senin yardımına ihtiyacım yok ise de, sen benim yardımcım ol. "Göklerin ve yerin orduları Allah'a aittir"(Feth, 7). Keza benim orduya da ihtiyacım yok. "Cenab-ı Allah dilese, onlardan intikam alır"(Muhammed, 4). Fakat sen bana yardım edersen, ben de sana yardım ederim. "Eğer Allah(ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder "(Muhammed, 7). Beni zikretmeye devam et. "Allah'ı belli günlerde anınız "(Bakara. 203). Benim, senin zikrine ihtiyacım yok. Çünkü herkes beni zikreder. "Sen onlara "Gökleri ve yeri kim yarattı" diye sorarsan, "Allah" diyecekler"(Lokman, 25). Ancak eğer sen beni zikredersen (anarsan), ben de seni anarım. "Beni zikrediniz ki ben de sizi zikredeyim "(Bakara, 152), Bana (benim dinime) hizmet et. "Ey insanlar Rabbinize ibadet ediniz "(Bakara, 21). Ben senin hizmetine (ibadetine) muhtaç olduğum için değil... Çünkü ben melikim. "Göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir"(Casiye, 27). "Göktekiler ve yerdekiler sadece, Allah'a secde ederler"(Ra'd, 15). Fakat, çok rahat elde etmen için şu sayılı günlerinde benim hizmetime yönel. "Allah" de ve onları bırak "(En'am, 91). Ayetteki "(senin hamdin ile) lafzı ile ilgilidir. Keşşaf sahibi, bunun "hal" olduğunu söylemiştir. Yani "Sanahamdedici ve senin hamdine bürünmüş olduğumuz halde seni tesbih ve takdis iz " demektir. Bunun manasına gelince, bunda iki vecih vardır. 1) Biz seni tesbih ettiğimiz zaman sana hamdeder, seni tahdis ederiz. Yani bizim tesbihlerimiz haksız bir tesbih değildir. Aksine bu, senin hamdine ve celaline yakışan bir tesbihdir. 2) Biz, seni hamdinle tesbih ve takdis iz. Çünkü senin bize muvaffak kılma nimetin olmasaydı, biz bunu yapamazdık. Nitekim Dâvûd (aleyhisselâm): "Yâ Rabbi! sana şükretmeye nasıl kadir olabilirim. Çünkü ben, senin verdiğin nimetlere şükrü, yine ancak senin nimetinle yapabilirim" demişti. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, ona, "Herşeyin benden olduğunu bildiğinden dolayı, şu anda Dana şükretmiş oldun" diye variyetti. Alimler ayetteki "tesbih"den ne murad edildiği hususunda ihtilaf etmiştir. Rivayet olunduğuna göre Ebu Zerr (radıyallahü anh) kuşluk vakti Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına, veya Hazret-i Peygamber, Ebu Zerr'in yanına girdi ve "Ey Allah'ın Resulü, anam babam sana feda olsun, söyle bana hangi söz Allah'a daha sevimli gelir?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Allah'ın melekleri için seçtiği söz olan tesbihidir" buyurdu. Bunu Müslim rivayet etmiştir. Sa'id b. Cübeyr de şunu rivayet etmiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılıyordu. Tam o sırada, bir müslüman münafıklardan birine uğradı da ona "Allah'ın peygamberi namaz kılıyor, sen ise namaz kılmadan oturuyorsun" dedi. Bunun üzerine münafık ona: "İşin yok mu senin, işine git " dedi. Adam da: Mutlaka senin bu halini yadırgayacak birisi sana uğrayacak" dedi. Biraz sonra Hazret-i Ömer, bu münafığa rastladı da "Ey fülan, Allah'ın Resulü namaz kılıyor, sen ise oturuyorsun" dedi. Münafık ona da aynısını söyleyince, Hazret-i Ömer üzerine atılıp onu dövdü ve "İşte ben böyle yaparım" dedi. Sonra -ıescide girdi ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le namaz kıldı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazını bitirince, Hazret-i Ömer onun yanına vardı ve "Ey Allah'ın peygamberi, Diraz önce sen namaz kılarken oturan falancaya rastladım da ona Resûlullah namaz kılıyor sen ise oturuyorsun" dedim. O da bana "İşine git" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun üzerine, "Onun boynunu vursaydın ya.." buyurdu. Hemen Hazret-i Ömer, onu yakalayıp öldürmek için yerinden fırladı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Ya Ömer dön, çünkü senin (Allah için olan bu) gazabın şeref ve rızan ise hükümdür (bunu yapmış sayılırsın). Zira Allah'ın göklerde melekleri vardır. Allah'ın, bu meleklerin namazlarından ötürü, falancanın namazına ihtiyacı yoktur" buyurdu. Hazret-i Ömer de: "Yâ Resûlallah meleklerin namazı nedir?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz cevab vermemişti ki Cebrail (aleyhisselâm), ona gelerek "Ey Allah'ın nebisi, sana Ömer, göktekilerin namazını sordu değil mi?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Evet" cevabını verdi. Cebrail (aleyhisselâm) "Benden Ömer'e selam söyle ve ona dünya semasındaki meleklerin, "Mülk ve melekût sahibi Allah'ı tesbih ve takdis ederiz" diyerek kıyamete kadar secdede olduklarını; ikinci semadaki meleklerin İzzet ve galebe sahibi Allah'ı tesbih ve takdis ederiz" diyerek kıyamete kadar kıyamda olduklarını; üçüncü semâdakilerin "Ölmeyen Hayy Allah'ı tesbih ve takdis ederiz " diyerek kıyamete kadar rukuda bulunduklarını, işte meleklerin tesbihinin bunlar olduğunu haber ver" dedi. İkinci Görüş: Âyetteki lafzından murad, namaz kılıyoruz. demektir. Buna göre "tesbih" namazdır. Bu İbn Abbas ve İbn Mes'ud (radıyallahü anh)'un görüşüdür. "Takdis" temizlemek manası hakkındadır. "Arz-ı mukaddese" de bu köktendir. Sonra alimler bu hususta değişik görüşler söyleyerek ihtilaf etmişlerdir. 1) "Biz seni takdis ediyoruz, temizliyoruz" demek "Seni, sana yakışan yüksek ve şerefli sıfatlarla niteliyoruz " demektir. 2) Bu Mücahid'in görüşüdür. Bu, "Senin rızanı kazanmak için nefislerimizi, günah ve hatalarımızdan temizliyoruz" demektir. 3) Ebu Müslim'in görüşüdür: Bu, "Sırf senin için olsun diye, fiillerimizi günahlarımızdan temizliyoruz " demektir. 4) "Senin marifetinin nurlarına dalıncaya kadar, kalblerimizi senden başkasına dönmekten temizliyoruz" Mu'tezile bu ayetin birçok bakımdan "adl"e delalet ettiğini söylemiştir: a) Melekler "Biz, seni hamdinle tesbih ve takdis ve seni takdis ederiz" derken bu fiilleri kendilerine izafe etmişlerdir. Eğer bunlar Allah'ın fiilleri olsaydı, bunlarla övünmek yerinde olmazdı ve bunların kan dökmeye üstünlüğü olmazdı. Çünkü bunların hepsi Allah'ın fiilidir. b) Eğer fesat ve katillik, Allah'ın fiili olsaydı, "Ben malikim, istediğimi yaparım" diyerek Allah'ın cevab vermesi gerekirdi. c) Cenâb-ı Hakk'ın "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" sözü, Allah'ın fesad ve katiden bert olmasını gerektirir. Ancak, Cenab-ı Allah'ın kendi fiilinden beri olması imkansızdır. d) Fuhuş, kubh (çirkin fiil), cevr (haksızlık), zulüm ve fesad ancak Cenab-ı Hakk'ın yapması, yaratması ve dilemesiyle olursa, o halde Allah'ı tenzih ve takdis nasıl doğru olur? e) Allahü teâlâ'nın "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" ifadesi "Adl" görüşüne delalet eder. Çünkü, Cenab-ı Hak eğer küfrün yaratıcısı olsaydı, o insanları kâfir olsunlar diye yaratmış olurdu. Bu durumda da cevabın "Evet, Allah onları fesat çıkarıp kan akıtmaları için yaratmıştır" şeklinde olması gerekirdi. Allah böyle bir cevab vermediğine göre, bu mezheb düşer. f) Şayet fesat ve katillik Allah'ın fiillerinden olsaydı, bu onların renkleri ve bedenleri mesabesinde olurdu. İnsanların renkleri ve bedenlerinden dolayı onlara taaccüb etmek (hayret etmek) doğru olmadığı gibi, fesat çıkarıp kan akıtmalarına da taaccüb etmek (şaşmak) doğru olmazdı. Ehli sünnetin görüşüne karşı olan bu vecihlere "ilim ve dâî meselesi ile"cevab verilir. Vallahu a'lem. Meleklerin Bilmedikleri Hikmet Eğer "Hak Teâla'nın ifadesi, meleklerin sorusuna nasıl cevab olabiliyor? denirse deriz ki: Meleklerin sorusunun çeşitli şekillerde düşünülebileceği ihtimalini zikretmiştik: a) Bu, taaccübden dolayıdır. Buna göre âyeti, Allahü teâlâ'nın "O insanların arasında fesat çıkarıp adam öldürecek kimselerin bulunmasına bakarak bu işe şaşmayın. Çünkü bununla beraber onlar içerisinde salih ve muttakilerden bir topluluğun olacağını siz bilmiyorsunuz ama ben biliyorum" demiş olması bakımından bir cevabtır. b) Bu, bir üzüntüden dolayı sorulmuştur. Bu durumda cevab, "İnsanlar içinde müfsidlerin bulunması sebebiyle üzülmeyin. Çünkü onların içinde muttaki olan bir cemaatin bulunacağını ben biliyorum. O muttakilerden biri bana yemin etse, onu yemininde doğru çıkarırım" manasında olur. c) Bu soru, bir hikmeti öğrenmek için sorulmuştur. Bu durumda, cevab, "Sizin menfaatinize olan, bundaki hikmeti detaylı olarak değil, kısaca bilmenizdir. Dahası bu tafsilatı bilmek sizin için bir mefsedet (zarar) olur" manasını ifade etmiş olur. d) Bu soru, meleklerin kendilerini yeryüzünde halife kılması için Allah'tar bir talebleridir. Bu durumda bunun cevabı: "Ben sizin menfaatinizin yerde bulunmanızda değil, gökte bulunmanızda olduğunu biliyorum" manasına olur. Burada bir beşinci vecih daha vardır ki o da: Onların dil (Biz Seni hamd ile tesbih ve takdis ederiz.) dediklerinde Cenâb-ı Hakk "Ben muhakkak ki sizin bilmediğiniz şeyi biliyorum.' O da: Iblis'in sizinle beraber olması ve kalbinde hased, kibir ile nifakır bulunmasıdır. Altıncı vecih ise şudur: Bu, "Ben sizin bilmediğiniz şu durumu biliyorum Siz, kendinizi bu övgülerle medhettiğiniz için kendinizi büyük görmel istediniz. Böylece de siz sözlerinizle, sanki beni değil de kendinizi tesbif ettiniz. İnsanlar ortaya çıkıncaya kadar sabredin. Onlar, ortaya çıktıklar zaman, Allah'a: "Ey Rabbimiz biz kendimize zulmettik" (Araf, 23); "Kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O (Allah)dır. (Şuara, 82) ve "Ve rahmetinle beni sâlih kulların arasına sok " (Neml, 19) diye Allah'a yakaracaklardır. |
﴾ 30 ﴿