34

Meleklerin Hazret-i Adem'e Secde Etmeleri

"Hani meleklere "Adem'e (yani onun şahsında Allah'a)secde edin" buyurduk da iblisten başka bütün melekler secde ettiler. O ise dayatıp kibirlendi (Zaten) O kâfirlerden ".

Bu, bütün (......) şamil olan nimetlerin dördüncüsüdür. Bu da şudur: Cenab-ı Hak, babamız Adem'i meleklerin secdegâhı kılmıştır. Bu böyledir. Çünkü Cenab-ı Hak, ilkönce Hazret-i Adem'in hilafete tahsis edildiğini, peşinden ona çok ilim verildiğini, daha sonra da ? derecesine meleklerin yetişemediği bir ilim mertebesine ulaşmış olduğundan bahsetmiştir. Şu anda ise, Adem'in meleklerin secdegâhı olduğundan söz etmiştir. Burada birkaç mesele bulunmaktadır:

Secde Emri Hazret-i Adem'in Nihaî Yaratılışından Öncedir.

Cenâb-ı Hakk'ın secdeyi emretmesi; Ben topraktan bir beşer yaratacağım; onu tamamlayıp, içine ruhumdan üfürdüğüm zaman, onun için derhal secdeye kapanacaksınız"(Sâd, 70-71) ayetinin deliliyle, Hazret-i Adem'in yaratılışının tesviyesinden önce meydana gelmişti.

Bu ayetin zahiri, Hazret-i Adem diri iken meleklerin secdegâhı olouğunu gösterir. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın (......) sözündeki "fâ" harfi, takibiyyet ifade eder. Bu takdire göre, isimleri öğretme ve bu hususta meleklerle yapılan münazara, Hazret-i Adem'in meleklerin secdegah olmasından sonra meydana gelmiştir.

Secdeden Murad İbadet Değil Teşriftir

Bütün müslümanlar, bu secdenin ibadet olmadığında ittifak etmişlerdir. Çünkü başkasına ibadet secdesi küfürdür. Küfür de emredilmez. Sonra müslümanlar, üç görüş üzere, ihtilafa düştüler.

Âdem, Bir Nev'i Kıble Olabilir

1) Bu secde Allah için olmuştur. Hazret-i Adem ise, sanki bir kıble olmuştur. Alimlerden bazıları, bu görüşü iki yönden tenkit ederler:

a) "Kıble için namaz kıldım" denilmez, tam aksine "Kıbleye (müteveccihen) namaz kıldım" denilir. Şayet Hazret-i Adem, bu secdenin kıblesi olmuş olsaydı, o zaman denilmesi gerekirdi. Emir böyle değil de (......) şeklinde olunca, Hazret-i Adem'in kıble olmadığını anlamış oluruz.

b- İblis, "Benden şerefli kıldığın bu mahlûk kim oluyormuş bana söyle" (İsra, 62) demiştir.

Yani, Hazret-i Adem'in kendisine secde edilmesi O'nun secde edenden daha yüksek mertebede olduğunu gösterir. Eğer Hazret-i Adem kıble olsaydı, Hazret-i Muhammed'in Kabe'ye karşı namaz kılmış olması ve Kabe'ye karşı namaz kılmış olmasının da Kabe'nin Hazret-i Muhammed'den üstün olmasını gerektirmediği deliliyle, bu yüksek mertebe meydana gelmezdi. Birinciye şu şekilde cevap veririz. denilmesi caiz olduğu gibi, denilmesi de caizdir. Bunun delili Kur'an ve şiirdir. Kur'an'dan olan delili, Cenab-ı Hakk'ın "Güneşin kaymasından... namaz kıl" (İsra, 78) ifadesidir. Namaz, güneşin kayması için değil de, Allah içindir. Bu caiz olunca, namaz kıble için değil de Allah için olduğu halde, denilmesi niçin caiz olması? Şiirden delile gelince, bu Hassan'ın şu beytidir: "Ben, işin (hilafet)in Beni Haşim'den, onlardan da Hasan'ın babası (Hazret-i Ali)'nin elinden gideceğini hiç düşünmemiş aklınia getirmemiştim. O, (Hazret-i Ali) sizin kıblenize yönelerek namaz kılanların ilki ve insanların, Kur'an ve sünneti en iyi bileni değil mi, (miydi)?"

Şairin sözü, bizim maksadımıza bir delildir. İkinciye ise şu şekilde cevap veririz: İblis, Cenab-ı Hakk'ın Hazret-i Adem'i kendisinden üstün tutmasından şikayet etmiştir. Biz bu üstün tutmanın, sırf kendisine secde edilmiş olması sebebiyle olduğunu kabul etmiyoruz. Belki de, bu üstünlük başka sebeplerden dolayı olmuştur. Birinci görüş hakkında söylenenler bundan ibarettir.

Bu Secde Selam Mahiyetinde Olabilir

2) Bu secde, meleklerden O'na bir selam gibi Hazret-i Adem'i ta'zim ve tahiyye için olmak üzere, Hazret-i Adem'e yapılmıştır. Müslümanların birbirlerine selam vermesi gibi, geçmiş ümmetler de bunu yapıyorlardı. Katade, Cenab-ı Hakk'ın "Ve onun için secdelere kapandılar"(Yusuf, 100) ayeti hakkında, o zaman insanların birbirlerine selamı, secde etmek şeklindeydi" der.

Yine Suheyb'den rivayet edildiğine göre, Muaz Yemen'den geldiği zaman, Hazret-i Peygamber'e secdeye kapanmış, bunun üzerine Hazret-i Peygamber ona, bunun ne olduğunu sorunca, o şöyle cevap vermiştir. "Yahudiler büyüklerine ve alimlerine secde ediyorlar. Hristiyanların da papaz ye patriklerine secde ettiklerini gördüm. Onlara, bu nedir dediğimde bana, bu peygamberlerin selamıdır, diye cevap' verdiler." Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Onlar peygamberlerine iftira etmişler" buyurmuştur.

Süfyan es-Sevri, Semmak b. Hani'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Caselik, Hazret-i Ali'nin huzuruna girdi ve ona secde etmek istedi. Bunun üzerine Hazret-i Ali, "Bana secde etme, Allah'a secde et" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de

"Eğer bir kimseye Allah'dan başkasına secde etmesini emretseydim, üzerinde hakkı çok olduğu için kadına kocasına secde etmesini emrederdim" buyurmuştur.

Secdeden Maksat İnkiyad Olabilir

3) Secde, Arapça'da inkiyad ve boyun eğmek manasına gelir. Nitekim: Orada tepelerin atların ayaklarına secde ettiğini görürsün" yani bu küçük dağların atın ayaklarına boyun eğdiğini görürsün demiştir. Cenab-ı Hakk'ın: "Ot ve ağaç Allah'a secde ederler" (Rahman, 6) ayeti de bu manayadır.

Bil ki birinci görüş zayıftır. Çünkü bu kıssadan maksad, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in büyüklüğünün izahıdır. Onu sırf kıble kılmak, onun şanının büyüklüğünü ifade etmez. Üçüncü görüş de zayıftır.

Şüphesiz şeriat örfünde secde, alnı yere koymadan ibarettir. Bu sebeble dilin özünde de böyle olması gerekir. Çünkü aslolan, değişiklik olmamasıdır. Şayet "Secde ibadettir, Allah'dan başkasına ibadet de caiz değildir" denilirse, deriz ki: Biz secdenin ibadet olduğunu kabul etmiyoruz. Bunun izahı şudur: Bazan bir hareket, -ıstılah olan bir söz gibi- ona verilen mana itibarı ile anlam kazanır. Bunu şu durum açıklar: Birimizin başkasına ayağa kalkması, sözle ifade edilen saygıyı ifade eder. Bu ancak örf ile olur. Bunun böyle olduğu sabit olunca, bazı zamanlar insanın kapanıp alnını yere koyması, ibadet olmasa da, bir çeşit saygıyı ifade eder. Bu böyle olunca, meleklerin, Hazret-i Adem'in üstünlüğünü ve değerini ortaya koymak için Allah'a ubudiyette bulunmaları imkansız değildir.

İblis'in Melek Olup Olmadığı

Alimler iblisin meleklerden olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bir kısım kelamcılar ve bilhassa Mu'tezile, onun meleklerden olmadığını, çoğu fakihler ise iblisin onlardan olduğunu söylemişlerdir. Birinciler birçok bakımdan görüşlerine delil getirmişlerdir.

1) O, cinlerdendir. Bu sebeble meleklerden olamaz. Biz onun cinlerden olduğunu söylüyoruz, çünkü Cenab-ı Hak Kehf suresinde; "İblis müstesna (o secde etmedi). O zaten cinlerden idi" (Kehf, 50) buyurmuştur.

"İblis'in cinlerden olduğu sabit olunca meleklerden olmaması gerekir. Çünkü cin, meleklerden farklı bir cinstir" diyenler vardır. Bu görüş zayıftır. Zira "cin" lafzı örtünme, gizlenme manasına gelen "ietinan" lafzından alınmıştır. Bu sebebten ötürü, ana rahmindeki yavru da gizli olduğu için "cenin" diye adlandırılmıştır. Kalkana, koruyup gizleyici olduğu için "cünne bahçeye ağaçlarla kaplı olduğu için "cenne"; deliliğe, aklı örttüğü için "cünûn" denilmiştir. Bu sabit olduğuna göre, melekler de gözlerden gizli olduğu için, dilin gereği olarak onlara "cin" denilmiş olması gerekir. Bu kadar izahın, maksadı ortaya koyamayacağı sabit olduğu için biz deriz ki Allahü teâlâ'nın: "Hatırla o günü ki (Allah) onların hepsini mahşerde toplayacak, sonra meleklere: Bunlar size mi tapıyorlardı?" diyecek. (Melekler de) "Seni (ortakdan) tenzih ederiz. Bizim yârimiz onlar değil sensin. Doğrusu, onlar cinlere tapıyorlardı " diyecekler"(Sebe, 40-41) ayetinden dolayı iblisin cinlerden olduğu belli olunca meleklerden olmaması gerekir. Bu ayet cin ile melek arasındaki farkı açıkça göstermektedir.

Eğer "Biz, iblisin cinlerden olduğunu kabul etmiyoruz, Cenab-ı Hakk'ın "O cinlerden idi" ayetinden maksadın "O cennet ehlinden idi" şeklinde olması niçin caiz olmasın? Nitekim İbn Mes'ud (radıyallahü anh)'dan " âyetini "O cennetin bekçisi idi " şeklinde tefsir ettiği rivayet edilmiştir" denilirse, " deriz ki: "Biz bunu kabul ederiz. Ancak Allah'ın âyetinden maksadın, "cinlerden oldu " şeklinde olması niçin caiz olmasın. Nitekim âyeti de "o kâfirlerden oldu" şeklinde tefsir edilmiştir. Yine senin söylediğin şeylerin, iblisin cinlerden olduğuna delalet ettiğini kabul edelim. Ama, "İblisin cinlerden oluşunun, meleklerden biri olmasına aykırı olduğunu niçin söylüyorsun.p

Yine sizin ayetten getirdiğiniz deliliniz, bir diğer ayetle çatışmaktadır.

O da: "Onlar O'nunla (Allah ile) cinler arasında bir neseb (soy) uydurdular"(Saffat, 158) ayetidir. Bu, böyledir. Çünkü Kureyşliler: "Melekler Allah'ın kızlarıdır" dediler. Bu ay cin diye isimlendirileceğine delalet etmektedir.

Buna cevâbımız şudur: (......) ifâdesinden maksadın, (......) şeklinde olması mümkün değildir.Çünkü Cenab-ı Hakk'ın (......) âyeti, iblisin cinni olduğu için Adem'e secde etmediğini ihsas eder. Cennetin bekçisi olmasının, onun secdeyi terketmiş olmasının sebebi olması mümkün değildir. Bunu, Cenâb-ı Hakk'ın (......) sözü de geçersiz kılar. Ayrıca deriz ki, (......) ifâdesini (......) mânasında anlamak, ayetin zahirinin hilafınadır. Buna, ancak zuraret halinde başvurulur. (......) âyetine gelince, biz deriz ki, kâfirlerden bir kısmı, meleklerle Allah arasında bir neseb kurdukları gibi, cinler için de böyle bir yakınlık tesis etmişlerdir. Yine biz, meleğin, dilin gereği olarak, cin diye adlandırılacağını açıklamıştık. Ne varki, cin lafzı, örfte melekten başka olan bir varlık için kullanılmıştır. Nitekim (......) lafzı, kelimenin aslı itibariyle her hareket eden, kımıldayan canlıyı içine alır. O ancak ne varki bu kelime örfte, hareket eden canlılardan bir kısmına tahsis edilmiştir. Bu ayet, kelimenin aslına zikrettiğimiz ayet ise, hadis olan örfe hamledilir.

2) İblisin zürriyeti vardır, meleklerinse zürriyeti yoktur. Biz İblisin zürriyeti olduğunu söyledik; çünkü Cenab-ı Hak onun niteliği hakkında;

"Onu ve onun zürriyetinl benden başka dostlar mı ediniyorsunuz?"(Kehf, 50) buyurmuştur. Bu ayet iblisin bir zürriyeti olduğu hususunda sarih bir hüküm ifade eder.

Biz meleklerin zürriyeti olmadığını söyledik, çünkü zürriyet, ancak erkek ve dişiden meydana gelir. Melekler arasında ise, dişi yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak:"O müşrikler, Rahman'ın kulları olan melekleri kız addettiler. Onlar, meleklerin yaratılışına şahid mi oldular? Onların şehadetleri yazılacaktır"(Zuhruf, 19) buyurmuş, melekler hakkında dişilikle hükmedenleri yadırgamıştır. Dişilik ortadan kalkınca, şüphesiz üreyip çoğalma ortadan kalkar; bu ortadan kalkınca da, zürriyet olmamış olur.

3) Yukarda izahı geçtiği üzere, melekler masumdurlar, iblis ise böyle değildir. Bu sebeble meleklerden olmaması gerekir.

4) İblis, ateşten yaratılmıştır. Meleklerse böyle değildir. Biz iblisin ateşten yaratıldığını söyledik, zira Cenab-ı Hak iblisten onun; "Beni ateşten yarattın "(A'raf, 12) dediğini nakletmiştir.

Yine, o cinlerden idi, çünkü Cenab-ı Hak, " buyurmuştur. Cinler de ateşten yaratılmıştır, çünkü Cenab-ı Hak:

Cânnı da, daha önce çok zehirleyici bir ateşten yarattık" (Hicr, 27).

"O, İnsanı çömlekgibi kupkuru birbalçıktan yarattı. Cânnı da yalın bir ateşten yarattı"(Rahman, 14-15) buyurmuştur. Melekler ise, ateşten değil, nurdan yaratılmışlardır. Bir de Zühri'nin Urve'den, Urve'nin Hazret-i Aişe'den, O'nun da Hazret-i Peygamber'den rivayet ettiğine göre, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Melekler nurdan yaratıldı; "cann" ise dumansız bir yalımdan yaratılmıştır." Bir diğer husus da, meleklerin ruhani varlıklar olduğu reddolunmayacak kadar meşhur bir hakikattir.

"Meleklerin rûhânî varlıklar olarak adlandırılması, onlar rüzgardan veya ruhtan yaratıldığı içindir" denilmiştir.

5) Melekler elçilerdir. Çünkü Cenâb-ı Hak,

"Melekleri elçiler kılan..." (Fatır, 1) buyurmuştur. Allah'ın elçileri ise ma'sumdurlar. Çünkü Cenab-ı Hak;

"Allah, risalettni koyduğu yeri en iyi bilendir "(Enam. 124) buyurmuştur. İblis böyle olmadığı için, onun meleklerden olmaması gerekir.

İblisin Meleklerden Olduğunu Söyleyenler

İblisin meleklerden olduğunu söyleyenler iki şeyle ihticacda bulunmuşlardır:

1) Cenab-ı Hak iblisi meleklerden istisna etmiştir. İstisna ise, istisna olmasaydı hükme dahil olacak olan ya da olması doğru olan şeyin dışarda bırakılmasını ifade eder. Bu da, iblisin meleklerden olmasını gerektirir." İsitsnâ-i munkatı', Arabça'da meşhurdur denilmez. Nitekim Cenab-ı Hak:

"Hani İbrahim babasına ve kavmine şöyle demişti: Ben sizin taptıklarınızdan uzağım; beni yaratan Allah müstesna... "(Zuhruf, 26-27);

"Onlar orada ne boş söz, ne de günaha sokucu bir şey işitmez. Yalnız, "selam, selam" diye bir söz duyarlar"(vakıa, 25-26).

"Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyiniz.. Karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret olması müstesna "(Nisa, 29) ve: "Bir mümin diğer bir mümini, hataen olmadıkça, öldürmez"'(Nisa, 92) buyurmuştur.

Yine, iblis, binlerce, melek arasında tek bir cinni idi. Böylece Cenab-ı Hakk'ın ifadesinde, melekler iblise tağlib edilerek zikredilmiştir. Sonra o, onlardan, bir kimsenin istisna edilmesi gibi istisna edilmiştir.

Çünkü biz diyoruz ki, bu iki vecihten her biri aslın hilafınadır; buna ancak zaruret esnasında başvurulur.

İblisin meleklerden olmadığı hususunda zikrettiğiniz deliller, ancak umumi şeylere dayanır. Eğer biz onu meleklerden sayarsak, sizin umumi delillerinizin tahsis edilmesi gerekir. Eğer onun meleklerden olmadığını söylersek, o zaman istisnayı istisnay-ı munkatı'a hamletmemiz gerekir. Allah'ın kitabında umumi şeylerin tahsis edilmesinin, istisnayı istisna munkatı'a hamletmekten daha fazla olduğu bilinen bir geçektir. Buna göre, bizim görüşümüz daha evlâdır. İstisna: "es-sünâ" "es-sarfu" lâfızlarından iştikak etmiştir. Sarfın manası ise, ancak şu şekilde gerçekleşir: Şayet sarf (çevirme, men etme) olmasaydı, o şey hükme dahil olurdu. Bir şey başkasının cinsine dahil olamaz. Bu sebeple burada istisnanın manasının gerçekleşmesi imkansız olur.

"İblis, melekler içinde tek bir cinnî varlık idi" sözüne gelince, biz deriz ki: "Çoğun hükmünü aza vermek, ancak o az olan şey nazar-ı dikkate alınmayıp kendisine iltifat edilmediği zaman olur. Ama o az şey, olayın en büyük kısmını oluşturur da, olay da ancak o tek şey ile meydana gelirse, başkasının hükmünü ona vermek caiz olmaz.

2) Onlar şöyle demişlerdir: Şayet iblis meleklerden olmasaydı, Cenab-ı Hakk'ın Duyruğu o iblisi içine almamış olurdu. Eğer onu içine almamış olsaydı, onun secde etmemesinin bir diretme, büyüklenme ve günah olması imkansız olur, zemme ve ikaba müstehak olmazdı. Bu durumlar mevcut olduğuna göre, hitabın onu da içine aldığını anlamış oluruz. Bu hitap onu, o ancak meleklerden olduğu zaman içine alır.

Yine şöyle de denilemez:"O, her ne kadar meleklerden değil idiyse de, ancak o meleklerle beraber yaratılmış, onlarla çok uzun süre bulunmuş olduğu için, bu hitab onu da kapsamıştır" Yine, şöyle denilmesi niçin caiz olmasın? "Her ne kadar iblis, bu emre dahil olmasa dahi, Allah ona başka bir lafızla secde etmesini emretmiştir. Bu da, Cenab-ı Hakk'ın: "Sana emrettiğimde, secde etmekten seni alıkoyan neydf '(A'raf, 12)ayetinin deliliyle, Kur'an'da hikaye naklettiği şeydir.

Çünkü biz şöyle diyoruz: Birincinin cevabı: Uzun süre bir arada bulunmak, sizin zikrettiğiniz şeyi gerektirmez. Bu sebepten ötürü, biz usul-i fıkıhta, "İki sınıf arasında şiddetli bir birlikte bulunma olmakla beraber, o erkeklere hitab dişileri içine almaz; bunun aksi de böyledir" dedik. Yine, meleklerle iblisin bir arada bulunmalarının şiddetli oluşu da böyledir. Bu lanetin sadece İblise hasredilmiş olması imkansız olmayınca, bunun meleklere hasredilmesi nasıl imkansız olur?

İkincinin cevabı şudur: Hükmün bir vasfa dayanması, o vasfın o hükmün illeti olduğunu gösterir. Cenab-ı Hak, "Diretti ve büyüklendi" ifadesini; ifadesinin peşinden getirince (Bakara, 34) bu takib işi bu diretmenin ancak emre muhalefet sebebiyle olduğunu, başka bir emre muhalefet sebebiyle olmadığını hisseutm. İter iki taraf hakkında söyleyeceklerim bundan ibarettir. Allah, işlerin hakikatlerini en iyi bilendir.

Meleklerle İnsanlardan Hangisi Efdaldir?

Bizim Ehl-i Sünnet âlimlerimizden bir cemaat Allah'ın meleklere, Hazret-i Adem'e secde etmelerini emretmiş olmasını, Hazret-i Adem'in meleklerden daha üstün olduğuna delil getirmişlerdir. Biz, bu meseleyi burada zikretmeyi uygun görerek, şöyle diyoruz:

Ehl-i sünnet alimlerinin çoğu "Peygamberler meleklerden üstündür" demişlerdir. Mu'tezile de, tam aksine meleklerin peygamberlerden üstün olduğunu söylemiştir ki, Şîa'nın çoğunluğunun görüşü de budur. Bu görüş sünnî kelamcılardan Kadî Ebu Bekr el-Bakıllânî ile, bizim fakirlerimizden olan Ebu Abdillah el Halimi'nin de tercihidir. Biz her iki tarafın sözlerinin özetini zikredeceğiz.

Meleklerin insanlardan üstün olduğunu söyleyenlere gelince, onlar birçok şeyi delil getirmişlerdir:

1) Cenab-ı Hakk'ın: "Onun huzurundaki varlıklar, (melekler) O'na ibadet etmekten kaçınmazlar, yorulmazlar da. Onlar, usanmaksızın gece gündüz Allah'ı tesbih ve takdis ederler "(Enbiya, 19-20) ayetidir. Bu ayetle iki yönden istidlal edilir:

a- Buradaki "indiyyet" (katında, huzurunda bulunma)'den maksat, yer ve cihet bakımından bir indiyyet değildir; çünkü bu, Allah için imkansızdır. Bu indiyyet, yakınlık ve şeref indiyyetidir. Bu ayet, meleklerin sıfatı hakkında varid olunca, biz bu tür yakınlaşma ve şerefin, başkaları için değil, melekler için olduğunu anlamış olduk.

Birisi şöyle diyebilir: "Cenab-ı Hak, bu indiyyeti, ahirette müminlerin her bir ferdi için de bildirmiştir. O da, "Hak meclisinde, muktedir ve kudreti yüce olanın katındadırlar" (Kâmer.55) ayetidir. Dünya hususunda ise, Hazret-i Peygamber, Cenab-ı Hak'tan şunu nakletmiştir. "Ben, benim için kalbleri mahzun ve mükedder olan kullarımın yanındayım." Bu daha fazla tazimi gerektirir. Çünkü bu hadis, Cenab-ı Hakk'ın, kalbleri mahzun ve mükedder olanların yanında olduğunu gösteriyor. Halbuki, onların ayetten getirdikleri delil ise, meleklerin Allah yanında olduğunu gösterir. Şüphesiz, Allah'ın kulun yanında olması, kulun Allah yanında olmasından daha fazla ta'zimi ifade eder.

b- Ayette, Cenab-ı Hak, meleklerin kibirlenmemesi ile meleklerden başkalarının da kibirlenmemesi gerektiğine hüccet zikretmiştir; şayet beşer meleklerden daha üstün olsaydı, bu delil getirme işi tam olmazdı. Çünkü padişah, etbaının kendisine itaatlerinin vacib olduğunu ikrar etmelerini istediğinde, "Melikler bile bana itaat etmekten kibirlenmezler. Bu miskinler de kim oluyor ki bana itaat etmiyorlar" der.

Özet olarak diyebiliriz ki bu istidlalin, ancak en güçlünün en zayıfa delil getirilmesi ile tamamlandığı malumdur.

Birisi şöyle diyebilir: Meleklerin, insandan daha güçlü kuvvetli olduğunda münakaşa edilemez. Bu istidlalin tamamlanması için bu kadar farklılık yeter Çünkü Cenab-ı Hak sanki "Melekler çok güçlü gök ve yer cisimlerine hakirr ihtiyarlık ile hastalıktan emin ve çok uzun ömürlü olmalarına rağmen, bir an olsun Allah'a kulluğu bırakmıyorlar. Halbuki insanoğlu son derece güçsüz olmasına, hastalık, ihtiyarlık ve çeşitli afetlere hemen düşmesine karşılık Allah'a baş kaldırmaması daha uygundur. İşte bu kadar farklılık istidlalin doğru olmasında yeterlidir. Böyle bir farklılığın varlığında da şüphe yoktur. Ancak münakaşa, sevabın çokluğu manasına olan üstünlük meselesindedir. O halde daha niçin "Bu istidlal, ancak meleklerin sevabı insanınkinden daha fazla olursa doğru olur. Akla ilk gelen bizim söylediğimiz olduğu için sizin söylediğinize bir delil gerekir" dediniz?

2) Meleklerin insandan üstün olduğunu söyleyen bu kimseler şöyle demişlerdir: Meleklerin ibadetleri insanlarınkinden daha zordur. Bu sebeble onların ibadetleri, insanın ibadetinden daha sevablı olur. Biz meleklerin ibadetlerinin daha zor olduğunu birkaç hususa binaen söyledik.

a- Meleklerin isyana temayülleri daha güçlüdür. Bundan dolayı onların itaatleri daha zordur. Biz, meleklerin isyana temayüllerinin daha güçlü olduğunu söyledik. Çünkü afetlerden selim ve her türlü ihtiyaçtan müstağni olan bir kul, nimetlere ve onların lezzetine, ihtiyaçlar içinde kıvranandan daha meyyal olur. Çünkü o Mevlasına ibadete yönelmeye ve O'na sığınma hususunda daha kararsız gibidir. İşte bu sebebten ötürü Cenab-ı Hak:

"Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah'a has kılarak ve muhlisler olarak Allah'a dua ederler. Fakat biz onları selametle karaya çık men Allah'a şirk koşanlardan olurlar"(Ankebut, 65) buyurmuştur.

Herkesin malumudur ki melekler göklerde otururlar. Gökler ise, bahçeler, bostanlar, gezinti ve istirahat yerleridir. Onlar hastalıktan ve fakirlikten emindirler. Sonra, yaratıldıklarından beri onlar için hertürlü nimet sebeblerı tastamam bulunmasına rağmen ibadetle meşguldürler, huşu içindedirler. Allah'dan korkarlar, onlar bir nevi mahbus durumunda, cennetlerin nimet ve lezzetlerine iltifat etmeyen, aksine Allah için çok meşakkatli taatlere yönelmiş, çok şiddetli korku ve dehşet içinde olmakla nitelenmiştirler. Sanki insanoğlundan hiç kimse, uzun asırlar şöyle dursun, bir gün dahi bu şekilde durmaya güç yetiremez. Bunu Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in kıssası teyid eder. Çünkü Cenab-ı Hk, Hazret-i Adem'i: "Siz O (cennetten) dilediğiniz gibi bol bol yiyiniz "(Bakara, 35) buyurarak onu, cennetin her tarafında serbest bırakmış, sonra bir tek ağacı ona yasak etmiştir. Fakat o nefsine hakim olamamış şerre düşüvermiştir. İşte bu, meleklerin itaatinin insanınkinden daha güç olduğuna delalet eder.

b- Mükellefin bir ibadet çeşidinden, başka bir çeşide geçmesi adeta bir bahçeden diğer bir bahçeye geçmek gibidir. Aynı ibadet çeşidine devam etmek ise meşakkati ve bıkkınlığı doğurur. İşte bu sebebten dolayı, yazılan kitablar bölümlere ve kısımlara ayrılmıştır. Yine aynı sebebten Allah'ın kitab da sûrelere, hiziblere, aşırlara ve ahmaslara (beş cüzlük kısımlara) ayrılmıştır. Sonra meleklerin herbiri de: "Usanmaksızın gece gündüz Allah'ı tesbih ve takdis ederler" (Enbiya, 20) ve: "Biziz o saf saf dizilenler mutlaka biz. Biziz o tesbih edenler de mutlak biz" (Saffat, 165-166) ayetlerinde olduğu gibi tek bir ibadete devam ediyor, başka çeşide geçmiyorlar. Bu böyle olunca onların ibadetleri de son derece güç olur. İbadetlerinin güçlüğü ortaya çıkınca, o ibadetlerin de en üstün sayılması gerekir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Amellerin en faziletlisi en zor "yani en meşakkatli" olanıdır" buyurmuştur. Hazret-i Aişe (radıyallahü anh) de "Senin sevabın, yorgunluğuna göredir" demiştir. Kıyas da bu neticeyi verir. Çünkü kul, Mevlasının rızasını daha çok elde etmek için ne zaman güç şeyleri yüklenirse bu ta'zime ve takdime daha layık olur.

Bu iki izaha göre birisi şöyle diyebilir: Farzet ki meleklerin meşakkatleri daha çok. Buna dayanarak, onların sevablarının daha çok olmasının gerektiğini niçin söylüyorsunuz? Çünkü biz, bu zamanda bazı sufiler görüyoruz ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bile yüklenmediği güçlük ve zorluklan mücahede (nefsi ıslah) yolunda yükleniyorlar. Yine biliyoruz ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bunları yapanlardan ve benzerlerinden daha üstündür. Hatta Hint abit, zahit ve ruhbanlarından, Allah için tevazu etme hususunda, benzeri hiçbir peygamber veya veliden nakledilmeyen meşakkatli ve yorucu şeyleri yüklenenlerin olduğu anlatılmıştır. Anlatılmıştır. Ama biz yine de onların kâfir olduklarına hükmediyoruz. Böylece biz ibadette meşakkatin çokluğunun sevabın çok olmasını gerektirmediğini anlamış olduk.

Bunun hakikati şudur: Mükafaatın çok olması ancak sebeblere ve niyyetlere dayanır. Belki de zahiren görülen fiillerden iki mükellefin eşit olarak yaptıkları bir fiilden ötürü biri daha çok sevab alırken diğeri ona göre daha az sevab alıyor. Çünkü onlardan birinin ihlas: diğerininkinden daha güçlü ve daha fazladır. Bu durumda ibadetin çok ve güç olması, sevab bakımından bir farklılığı gerektirmez.

Ayrıca biz meleklerin ibadetlerinin daha meşakkatli olduğunu kabul etmiyoruz. Sonra, onun birinci maddede iddia ettiği, göklerin temiz bahçeler olmasına gelince, biz deriz ki: Bunu kabul ediyoruz, ancak temiz yerlerde ibadet etmenin, aynı ibadeti daha düşük yerlerde yapmaktan daha zor olduğunu niçin söylüyorsunuz? Bu hususta en çok söylenebilecek şey şudur: İnsan için bazan nimet sebebleri âmâde olur ve buna rağmen onun bu nimetlerden geri durması çok güçtür. Ancak bu husus, insanoğlunun başında belâ (imtihan) sebeblerinin toplanmış olması durumu ile tezad teşkil eder. Sonra o insanlar, bu belâ sebebleri başlarında olmasına rağmen, Allah'ın hükmüne razı olurlar ve bu belâ ve âfetler onları Allah'a boyun'eğmekten ve O'na kulluğa devamdan alıkoymaz. Bu ise kullukta daha ileri bir derecedir. Bu böyledir, çünkü hizmetçi ve kölelerin kalbleri, hizmetlerine karşılık elde ettikleri nimet ve refaha göre hoşnud olur. Onlardan İhlasın zirvesinde olanlar hariç hiçbiri, bu güçlükler karşısında hizmette sabırlı olamaz. Bu görüşte olanların söylediklerinin aksı, daha evlâdır. Onun, "bir çeşit ibâdete devam etmek zordur" sözüne gelince, biz deriz ki, bu başka bir vecihle çatışır ki, o da şudur: Onlar bir çeşit ibâdeti alışkanlık haline getirdiklerinde, âdet beşinci bir huydur.denildiği üzere, aksini yapmaya muktedir olamayacakları şeye mecbur edilmiş gibi olurlar. Böylece ibadetin bu nevi, onlara son derece kolay olur. İşte bundan ötürü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), oruçta visalden (iftar etmeden birbiri ardınca oruç tutmaktan nehyederek, "Orucun en faziletlisi Dâvud (aleyhisselâm)'un urucudur" Tirmizi, Savm 57 (3/141). ki, bu bir gün oruç tutup bir gün yemektir.

3. Onlar şöyle demişlerdir: Meleklerin ibadetleri daha devamlıdır, bu sebeple onların daha üstün olmaları gerekir. Meleklerin ibadetlerinin daha devamlı olduğunu ise, Cenab-ı Hakk'ın :

"Usanmaksızm, gece ve gündüz Allah'ı tesbih ve takdisler" (Enbiya. 20) ayetidir. Buna göre, şayet onların ömürleri insanların ömürlerine eşit olsaydı, onların taatları daha devamlı ve daha fazla olurdu. Nasıl böyle olmasın ki, meleklerin sıfatları konusunda açıklandığı gibi, her beşerin ömrü meleklerin ömrüne nisbetle bir hiç mesabesindedir.

Melekler Gece Gündüz Tesbih ve takdis Ederken Elçilik Görevini Nasıl Yaparlar?

Bu ayet hakkında birkaç sual bulunmaktadır: Şuabu'l-İman'da Abdullah ibn el-Haris İbn Nevfel'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ka'b'a, "Cenab-ı Hakk'ın:

"Usanmaksızın, gece ve gündüz Allah'ı tesbih ve takdisler" (Enbiya. 20) ve: "Melekleri elçileri kılan..."(Fatır, 1) ayetleri hakkında ne dersin? Bu risalet, onların tesbihatta bulunmalarına mani olmaz mı? Yine:

"İşte, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti ancak bunlar üzerinedir "(Bakara, 161) ayeti hakkında ne dersin? Onlar, tesbihatla meşgul olurlarken, lanetle nasıl meşgul olacaklar?" dedim de, Ka'bu'l-Ahbar cevap vererek şöyle dedi:

"Onların tesbihat yapmaları bizim için nefes almak gibidir. Nasıl ki bizim nefes almamız konuşmamızı engellemiyorsa, onların tesbihatla meşgul olmaları da diğer amellerine mani olmaz" Ben de derim ki, birisi şöyle diyebilir: Nefes alıp vermek, konuşmaya mani olmaz. Çünkü nefes alıp verme aletiyle konuşma aleti aynı değildir. Ama, lanetle, tesbih konuşma nevindendirler. bu sebeple aynı alette birleşmeleri imkansızdır.

Birinci Cevap: Allah'ın melekler için, bir kısmıyla tesbihatta bulunacakları, diğer bir kısmıyla da Allah'ın düşmanlarına lanette bulunacakları birçok dil yaratmasında uzak görülecek ne var ki?

İkinci Cevap: Lanet etmek, kovmak ve uzaklaştırmaktır. Tesbihat ise, Allah'ı övgüye dalmaktır. Şüphesiz, Allah'ı övmek, Allah hakkında Allah'a yakışmayacak şeylere inanan kimseleri uzaklaştırmayı gerektirir. Bu sebeple de lanet, tesbihatın levazımından olmuş olur.

Üçüncü Cevap: Cenab-ı Hakk'ın 'Usanmazlar" sözüdür. Bunun manası, "onlar tesbihatta bulunmayı, Allah'a yakışan vakitlerde eda etmeye azmetmekten usanmazlar" demektir. Nitekim, falanca cemaate çok müdavimdir, ondan ayrılmaz" denilir. Bununla, onun devamlı cemaate devam etmesi kastedilmez. Bununla ancak, onun devamlı olarak, namazını, vaktinde cemaatle eda etmeye sürekli bir azim içinde olduğu murad edilmiştir. Onların ibadetlerinin daha devamlı olduğu sabit olunca, onların daha üstün olmaları gerekir. Birinci gerekçeye gelince, bu da, daha devamlı olan, meşakkatli olur; meşakkatli olan da, ikinci hüccette izah edildiği gibi, daha üstün olur.

İkinci Gerekçe: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); "Kullarımın en üstünü, ömrü uzun ameli güzel olanıdır" buyurmuştur. Melekler (aleyhisselâm) kulların en uzun ömürlüsü ve en güzel amel işleyenleridir; bu sebeple onların, kulların en üstünü olmaları gerekir. Bir de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem). "Kavminin içinde bulunan şeyh (pir-i fani), ümmetinin arasındaki peygamber gibidir" buyurmuştur. Bu ifade, meleklerin beşer arasındaki dukumlarının, ümmetleri içindeki peygamberlerin durumuna benzediğini gösterir. Bu da meleklerin insanlardan üstün olmasını gerektirir. Birisi, şöyle diyebilir: Hazret-i Nuh (aleyhisselâm), Lokman (aleyhisselâm), Hızır (aleyhisselâm), Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den daha uzun ömürlü idiler. Bu sebeple onların, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den daha üstün olmaları gerekir ki, bu ise ittifakla yanlıştır. Bu sebeple, bu iddiada bulunanların iddiaları da batıl olur. Yine ümmet içerisinde, peygamberden daha uzun ömürlü ve ondan daha gayretli kimseler olduğunu görüyoruz. Halbuki o, derece bakımından peygamberden, Arş ile yer arasındaki uzaklık kadar aşağı mertebededir.

Bu husustaki sözün özü, açıkladığımız şu husustur: Sevabın çokluğu ancak sebeplere ve niyetlere raci olan işlerden ileri gelir. Bu sebeple, az bir taatın çok sevab kazandıracak bir tarzda insandan vuku bulması; çok taatın da, az sevaba müstehak olacak bir biçimde meydana gelmesi mümkündür.

Meleklerin İbadette İleri Derecede Olmaları

Melekler, ibadetin her çeşidinde yarışanların en önde gelenleridir; Dini hasletlerden hiçbir haslet bulunmaz ki onda imam ve onun öncüsü olmasınlar. Bundan da öte onlar, dini yolları inşa eden ve onaranlardır. İbadette öncelik bir nevi üstünlük ve bir nevi tazimdir. Birisi, icma sebebiyledir. İkincisi, Cenab-ı Hakk'ın: "Hayır yarışında en önde olanlar, (orada da) en öndedirler. İşte onlar, Allah'a ençok yaklaştırılmış olanlardır "(Vakıa 10-11) ayetidir. Üçüncüsü ise, Hazret-i Peygamberin "Kim güzel bir adet ihdas ederse, o şahıs kendine ait sevabı aldığı gibi kıyamet gününe kadar onunla amel edecek olanların ecirlerinden bir mislini de alır" hadisidir. İbn Mace. Mukaddime, 14, (1/74). İşte bunlar, beşer yaratılmadan önce işlemiş oldukları fiiller sebebiyle hak kazandıkları sevabla birlikte, Peygamberler için hasıl olan her türlü sevabın melekler için hasıl olmasını gerektirir.

Birisi şöyle diyebilir: Bu, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den daha üstün olmasını gerektirir. Çünkü Hazret-i Adem (aleyhisselâm) beşer içinde, Allah'a ibadet etmeyi ve kâfirleri Allah'ın yoluna davet etmeyi ilk defa koyandır. Bu, husus icma ile batıl olunca onların meleklerin üstünlüğüne dair sözleri de batıl olur. Yine, bu husustaki sözün özü, yukarda açıkladığımızda. O da şudur: Sevabın çokluğu niyete raci olan bir işe göredir. Bu sebeple, sonra olanın niyetinin daha temiz olması, böylece de öncekinin hak kazandığından daha fazla sevaba hak kazanmış olması mümkündür.

Meleklerin Elçiliği

Resul ümmetten daha üstündür. O halde melekler, peygamberlerden de üstündür. Meleklerin Peygamberlerin elçisi olmasına gelince bu, Cenab-ı Hakk'ın: "Onu, kuvveti pek çetin olan öğretmiştir "(Necm, 5);ve: "Onu senin kalbine ruhu'l-emin indirmiştir" (Şuara, 193-194) ayetlerinde bahsettiği husustur. Resullerin ümmetlerinden daha üstün olmasına gelince, bu, beşerden olan nebilerin ümmetlerinden daha üstün olmalarına kıyas iledir. Burada da böyledir. Gerçi örfte, hükümdar, halkın işleri hakkında hükmetsin ve işlerini yürütsün diye büyük bir topluluğa birisini gönderdiğinde, bu elçi o topluluktan daha kiymetli olabilir. Ama, birisini birisine gönderdiğinde bu elçi, kendisine gönderildiği kimseden daha kıymetli olmayabilir. "Nitekim hükümdar tebasından birini mühim bir iş için vezirine gönderdiğinde, bu tebanın vezirden daha şerefli olması gerekmez." denilirse biz deriz ki:

Cibril (aleyhisselâm) bütün peygamberler ve beşerden elçilerin hepsine elçi olarak gönderilmiştir. Soru soranın zikrettiği bu kanuna göre, Cibril'in onlardan daha üstün olması gerekir. Bil ki, bu delilin başka bir biçimde de ifâde edilmesi mümkündür ki, o da şudur: Melekler, Allah'ın "Melekleri elçileri kılan..." (Fatır, 1) âyetinin gösterdiği gibi, elçidirler. Sonra durum, şu iki şeyden birisi olur: Melek, ya başka bir meleğe elçi olarak gönderilmiştir veya beşerden olan bir nebiye gönderilmiştir. Bu iki duruma göre de melek resul, onun ümmeti ise beşer resullerdir.Beşerden olan resullere gelince, bunlar resuldür, ancak onun ümmeti olan insanlar ise, elçi, resul değildirler. Ümmeti resul olan resul, ümmeti böyle olmayan resulden daha efdaldir. Bu nedenle, meleğin, bu cihetten beşere üstünlüğü ortaya çıkmış olur. Bir de, İbrahim (aleyhisselâm), Lût (aleyhisselâm)'agönderilmiş birpeygamberdir. Bu sebeple İbrahim (aleyhisselâm) Lût (aleyhisselâm)den daha şerefli olmuş olur. Mûsâ (aleyhisselâm) kavmi içerisinde bulunan peygamberlerin resulü idi. Dolayısıyla O da onlardan üstün oldu. Burada da böyledir. Birisi şöyle diyebilir. Kıral elçisini bazı mıntıkalara yolladığında, bu gönderme işi bazan. o elçinin onlara hâkim olması, ontârın işlerini deruhte etmesi ve onlar hakkında tasarrufta bulunması için olmuş olur. Çazen de böyle olmaz. Çünkü hükümdar elçiyi onlara bu işleri yapması için değil de, bazı şeyleri onlara haber vermesi için yollamış olur. Birinci kısımdaki elçinin, kendisine gönderildiği kimselerden daha üstün olması gerekir. İkinci kısma gelince, meselenin dış görünüşüne göre, elçinin kendisine gönderildiği kimselerden daha üstün olmaması gerekir. Buna göre, birinci kısımdan hareketle, ümmetlerine gönderilen peygamberler şüphesiz ümmetlerinden daha üstündürler. Buna göre, o halde niçin, meleklerin peygamberlere gönderilmesi birinci kısma dahildir? dediniz de, böylece peygamberlere elçi olarak gönderilen meleklerin peygamberlerden daha üstün olması meselesi ortaya çıkmış oldu?...

6) Melekler, beşerden daha muttakidirler. Bu sebeple onların beşerden daha üstün olmaları gerekir. Meleklerin daha muttaki olmalarına gelince bu onların hatalardan olduğu gibi, hatalara meyletmekten de uzak olmaları sebebiyledir. Çünkü onların korkuları ve hatadan çekinmeleri daimidir. Zira Cenab-ı Hakk; "Üstlerinde olan Rablerinden korkarlar"(Nahl, 50) ve : "Onlar, Allah'ın haşyetinden titrerler "(Enbiya, 28) buyurmuştur.

Korku ve tir tir titreme, günaha azmetmeye mâni olur.Peygamberlere gelince, onlar beşerin en üstünü olmalarına rağmen, onların her biri bir tür zelleden kurtulamamıştır, ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Biz peygamberlerden hiç kimse yoktur ki, Yahya İbn Zekeriyya hariç, bir zetîe işlemiş veya bir hataya yeltenmiş olmasın" buyurmuştur. Böylece meleklerin takvasının daha kuvvetli olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sebeple de, onların beşerden daha üstün olmaları gerekir.

Zira Cenâb-ı Hak "Allah katında en şerefliniz, en çok müttakî olanımızdır" (Hucurat, 13) buyurmuştur. Şayet: Bu âyeti, insan oğullarına hitaptır; dolayısıyla metekleri içine almaz ve yine takva, "vikaye" kelimesinden türemiştir. Melekler hakkında şehvet düşünülemez, o halde takvanın melekler hakkında tahakkuk etmesi imkânsızdır" denilirse, birinciye cevabımız şu olur. Üstünlüğün takvaya dayanması, takvanın, üstünlüğün illeti olduğunu gösterir. Her ne zaman takva çok olursa, üstünlük de o nisbette çok olur. İkincisine cevabımız ise şudur: Melekler hakkında şehvetin olmadığını kabul edemeyiz. Ancak, onların yemeğe ve cinsi münâsebete dair şehvetleri yoktur. Ama muayyen bir şehvetin yokluğundan, mutlak şehvetin yokluğu gerekmez. Onların, tam aksine yükselmek ve derece almak arzuları vardır. İşte bu sebepten ötürü de onlar; "Orada, bozgunculuk edip kan dökecek kimseler mi yaratacaksın? Oysa ki, biz seni hamdinle tesbih ve takdis ediyoruz" (Bakara, 30) Cenâb-ı Allah da: "Onlardan her kim, "Bende Allah'dan başka tanrıyım"dersa, işte onun cehennemle cezalandırırız " (Enbiya, 29) buyurmuştur.

Birisi şöyle diyebilir: Sizin zikretmiş olduğunuz hadis, Yahya (aleyhisselâm)'nın diğer peygamberlerden daha muttaki olduğunu gösteri;. Bu sebeple de O'nun Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den c!-ha üstün olması gerekir ki, bu ise icmâ ile batıldır. Bu sebeple de biz, takvanın fazla olması, .dan üstünlüğün de fazla olmasının gerekmediğini anlamış olduk. Bunun hakikati de, bizim yukarda açıkladığımız husustur ki, o da şudur: İki insan düşünelim. Birisi, hiç günah işlemediği gibi yüz sevap kazanacağı taatte bulunmuş olsun. Diğeri ise, bir tek günah işledikten sonra bin sevap kazandıracak taat yapsın. İkinci adam yüz sevabıyla yüz ikâbı karşılar, geriye de dokuz yüz sevabı kalır. Böylece, günah işlediği halde bu ikinci adam, hiç günaha girmeyen birinci adamdan daha efdal olur.

Keza meleklerin takvasının daha çok olduğunu da kabul etmiyoruz. Çünkü takva, "vikaye" kelimesinden müştakdır. İnsanoğlu hakkında isyan etmesini gerektiren sebepler daha çoktur. Bu nedenle, insanoğullarından müttakî olanların takvası, meleklerinkinden daha çok olur.

Onun, meleklerin reis olma arzusu vardır" sözüne gelince, biz deriz ki, bu bize zarar vermez. Çünkü bu tür şehvet beşer için de söz konusudur. Ayrıca insanların, bu şehvetten başka, diğer şehvetleri de vardır; bunlar da, mideye olan düşkünlük ile cinsî münasebete olan düşkünlüktür. Bu böyle olunca, Allah'a itaat etmeye mâni olan şehvetler, insanoğlu için daha fazla olmuş olur. Bu sebeple de, insanlardan müttakî olanların takvasının daha güçlü olması gerekir.

Meleklerin Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'dan Efdal Olup Olmadığı

7) Cenâb-ı Hakk'ın "Ne Mesih, ne de Allah'a en yakın melekler, Allah'a kul olmaktan asla kaçınamazlar" (Nisa. 172) âyetidir. Bu âyetle şu şekilde istidlal edilmiştir. Onun, ifadesi, birinciyi tekid etmek için getirilmiştir. Bu tür tekidler de, ancak, en üstün olanı zikrederek olur. Nitekim, "şu odunu taşımaya, on kişinin gücü yetmez; yüz kişinin de..." şeklinde söylenir, ama, "şu odunu on kişi taşıyamaz; bir kişi del.." denilmez. Yine, bu alime hizmet etmekten vezir kaçınmaz, hükümdar bile!.." denilir, ama, "bu alime hizmet etmekten vezir kaçınmaz; kapıcılar bile!" denilmez, birisi şöyle diyebilir: "Bu ayet, eğer birşeye delalet ettiyse, bu da mukarreb meleklerin Mesih'e üstün olduğudur." Ancak bundan, mukarreb meleklerin, -Hazret-i Muhammed, Hazret-i Musa Hazret-i İbrahim gibi- Meşinden daha efdal olan zatlardan üstün olması gerekmez. Özet olarak: Eğer iddiacılar için Hazret-i Mesih'in bütün peygamberlerden daha üstün olduğu sabit olsaydı, onların maksatları hasıl olurdu. Ama onlar bu hususa delil getiremeyince. onların maksatları gerçekleşmez, hele hele bütün müslümanlar, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Hazret-i İsa'dan daha üstün olduğunda ittifak etmişlerdir. Müslümanlardan hiç kimsenin de, Hazret-i İsa'nın, Hazret-i Musa ve Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'den üstün olduklarına dair hüküm verdiğini görmedik.

Sonra, biz deriz ki, Cenab-ı Hakkın (......) ifâdesindeki vav harfi ancak atıf vavıdır. Atıf vavı ise, mutlak cem'i ifade eder. Bu sebeple ayet ne Mesih'in ne de meleklerin kul olmaktan istinkaf etmediklerine delalet eder.

Ama, meleklerin Mesih'ten daha üstün olmasına gelince, ayet buna da delalet etmez. Onların zikrettikleri ınisa'lere gelince, biz deriz ki misal getirmek, külli ve umumi iddiaları isbat etmede yeterli değildir. Sonra bu misal, başka bir misalle çatışır. O da, birisinin şöyle demesidir: "Bu işte bana, ne Zeyd ne de Amr yardımcı olmadı!' Bu ifade, Amr'ın Zeyd'den daha üstün olduğuna delalet etmez. Yine Cenab-ı Hakk'in:

"Kurbanlıklara gerdanlık takılmış hayvanlara ve Beyt-i Haramı kasbtedenlere..."(Maide, 2) ayeti de böyledir. Misaller değişik olunca, bu misallere istinad etmek imkansızlaşır. Sonra işin hakikati şudur: O adam, "o odunu taşımaya ne bir kişi ne de on kişi muktedir olamaz!" dediği zaman, biz aklen on kişinin bir kişiden daha güçlü olduğunu biliriz.

Ve şüphesiz olarak biliriz ki, ikinci ifadeden (yani "ne de on kişi" ifadesinden) maksad mübalağadır. İşte böyle bir mübalağa bulunduğunu, ancak bu yolla anlarız, yoksa mücerred lafızdan değil.

İşte burada, ayette (......) ifâdesinden mübalağa bildirildiğini anlamamız, daha önce, meleklerin Meşinden efdal olduğunu bilmemiz şartına bağlıdır. Bu durumda, bu ayetle geçerli istidlal, bu delilden önce, matlubun sübutuna bağlı olur. Matlubun sübutu ise, bu ayetin ona delaletine bağlı olur. Böylece devr gerekir. Devr ise batıldır.

Biz, ifadenin bir farklıhk ifade ettiğini kabul etsek bile, onun bütün derecelerde farklılık ifade ettiğini kabul edemeyiz. Tam aksine, bu ifade bazı derecelerde bir farklılık ifade eder. Bunun izahı şudur: "Şu alime hizmet etmekten, ne kadı ne de hükümdar istinkâf eder!..." denildiğinde, bu, hükümdarın bazı hususlarda kadıdan daha mükemmel olduğunu ifade eder ki, bu da kudret, kuvvet, isti'la ve saltanat gibi sıfatlardır. Bu onun, kadıdan ilim, zühd ve Allah'a itaat bakımından üsttin olduğuna delalet etme? Bunun böyle olduğu sabit olunca, bunun gereği ile hükmederiz. Çünkü melek kudret ve güç bakımından, insandan daha üstündür. Çünkü Cibril (aleyhisselâm) Lût kavminin şehirlerini yerlerinden söküp atmıştı. İnsan ise, buna güç yetiremez. O halde, daha ne diye meleğin, Allah'a kulluğu, itaatinin fazlalığı sebebiyle, sevab bakımından beşerden daha üstün olduğunu söylediniz?

Bu hakikatin tamamı şudur: Bu meselede hakkında ihtilaf edilen üstünlük, sevabın çokluğudur. Sevabın çokluğu ise, ancak kulluk ile meydana gelir. Kulluk da son derece tevazu ve boyun eğmeden ibarettir. Kulun, Allah'a son derece muti olmakla nitelendirilmiş olması, onun Allah'a kul olmaktan istinkâf etmesine kesinlikle uygun ve de münasib olmaz; aksine ona zıt ve münafi olur. Bu söz acık seçik olunca, Allah'ın sözünü yukardaki manaya, yani her yönden üstün olduğu anlamına hamletmek, o ayeti gayesinin dışına çıkarmak olur. Kişinin üstün bir güçle büyük bir hükümranlıkta vasıflandırılması, onun isyanına ve kulluğu terketmesine uygun bir haldir. Mesela hristiyanlar, Hazret-i İsa'nın ölüleri dirilttiğini, anadan doğma körleri ve alaca hastalığını iyileştirdiğini görünce, Onu, bu denli kudretinden dolayı kulluk vasfından tecrid ettiler. İşte bundan dolayı da Cenab-ı Hak: "Şüphesiz İsa, bu kudretinden dolayı bana kulluktan kaçınmaz; bundan da öte kuvvet, kudret, güç ve göklerle yerler alemine hükümran olma bakımından ondan daha üstün olan mukarreb melekler dejbana ibadetten, istinkâf etmezler." buyurmuştur.

İşte bu izaha göre, ayetin delalet vechi şu şekilde sıralanır. Melek, kuvvet ve güç bakımından beşerden üstündür, fakat bu meleğin sevabın çokluğu bakımından da beşerden daha üstün olduğuna kesinlikle delalet etmez.

Veya şöyle denilebilir: Hristiyanlar, Hazret-i İsa'nın ilah olduğunu iddia ettiler, çünkü o, babasız meydana gelmişti. Bunun üzerine hristiyanlara, "Melek ne baba ne de anneden meydana gelmiştir. Bu sebeple onlar, Hazret-i İsa'dan daha enteresandırlar. Ne var ki onlar bile, Allah'a kulluk etmekten istinkâf etmezler" denilmiştir.

Eğer, "ayette kastedilenin, İsa (aleyhisselâm) ile melekler arasında, güç ve kuvvet bakımından değil, kulluk bakımından bir farklılığın bulunduğuna delalet eden bir husus bulunmaktadır. Bu böyledir, çünkü Cenab-ı Allah onları "mukarreb" diye nitelemiştir. Allah'a yakınlık ise, ne mekan ne de cihet itibariyledir, aksine derece ve mertebe bakımındandır. Cenab-ı Hak, onları burada "mukarreb" olarak vasfettiğinde, burada kastedilenin güç ve kudret bakımından değil de, üstünlük dereceleri bakımından Mesih ile melekler arasında bir üstünlüğün bulunduğunu anlamış oluyoruz" denilirse, cevaben deriz ki: Senin bu sualden maksadın, "Allahü Teâla'nın melekleri mukarreb olarak vasfetmesi, Mesih'in böyle olmamasını gerektirir" demek ise, bu batıldır. Çünkü bir şeyi, hususen zikretmek, başkası dışında sadece ona delalet etmez. (Hükmün başkasına da şamil olmasına mani değildir).

Eğer senin maksadın, "Allahü Teâlâ onları mukarreb olarak vasıflandırdığında, burada bir farklılığın bulunması gerekir" demek ise, bu da batıldır; çünkü, başka hususlardan birbirlerinden farklı olmakla beraber, taat hususunda Allah'a yakın olma vasfında her ikisinin de müşterek olması ihtimal dahilindedir. Ki bu durumda maksat, bu başka hususlardaki farklılığı açıklamak olmuş olur. Bir başka sual: Diyoruz ki, biz, ayetin gerektirdiğine göre, Hazret-i İsa'nın, üstünlük bakımından melekler cemaatinden aşağı mertebede olduğunu kabul ediyoruz;siz, üstünlük bakımından O'nun herbir melekten aşağı mertebede olduğunu niye söylediniz?

Bir başka soru daha: Belki de Cenab-ı Hak bu hitabı, meleklerin beşerden daha üstün olduğuna inanan bir kavme yöneltip de, sözü onların inançlarına göre getirmiş olabilir. Nitekim; "Sonradan tekrar yaratmak O'na daha kolaydır (Rum, 27)ayetinde olduğu gibi..

Hazret-i Âdem ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Meleklerden Efdal Olup Olmadığı

8) Cenab-ı Hakkın, İblis'ten naklederek söylediği şu ayet:

"Rabbiniz sizi bu ağaçtan, ancak iki melek veya ebedi yaşayanlardan olacağınız için, men etti" (A'raf, 20).Şayet Hazret-i Adem ve Havva, meleklerin insandan daha üstün olduğunu bitmemiş olsaydı, ne İblisin onları bu sözle, kandırması mümkün olurdu, ne de onların buna aldanmaları..

Bir kimse, çıkıp da: "İblis'in bu sözü hüccet olmaz ve şu da denilemez. Hazret-i Adem bu sözün doğruluğuna inanmıştı; aksi halde aldanmazdı. O halde Hazret-i Adem'in inanması bir hüccettir..." diyebilir. Buna karşı biz deriz ki; belki Hazret-i Adem, ya Peygamberler hakkında caiz olan bir zelleden dolayı veya o zaman henüz Peygamber olmadığından, bu hususta hata etmiştir. Ve yine farzet ki, İblisin sözü hüccet olsun!.. Fakat Hazret-i Adem, bu zellesinden önce Peygamber değildi. Bu durum, o zamanda meleklerin ondan üstün olmuş olmasından, Peygamber olmuş olduğu zamanda da üstün olmasını gerektirmez.

Yine farzet ki ayet, bazı arzu edilen hususlarda meleklerin insanlardan üstün olduğuna delalet ediyor. Öyleyse sen niçin, "Bu ayet meleklerin sevab bakımından insanlardan üstün olduğuna delalet eder" dedin? Çünkü, meleklerin kudret ve güç, güzellik ve cemal, yaratılış bakımından mevcut olan bulanıklıklardan ari, saf ve temiz olma bakımından insanlardan üstün olduğunda bir anlaşmazlık söz konusu değildir. Zira melekler nurlardan, Hazret-i Adem de topraktan yaratılmıştı. Belki Adem (aleyhisselâm) o meleklerden sevabının çokluğu bakımından üstün ise de, o bu saydığımız hususlarda meleklere denk olmayı arzuladı. İşte İblisin aldatması da bu yönden oldu. Aynı şekilde, "Ancak, iki melek olacağınız için" ayetinden maksadın, "ancak iki melek şekline dönüşeceğiniz için" demek olması da muhtemeldir. O zaman sizin istidlaliniz doğru olur.

Yine ayetten maksadın, buradaki nehyin meleklerle Hazret-i Adem ile Havva'nın dışında ebedi yaşayacak kimselere has olmasını ifade etmek olması muhtemeldir. Bu, içimizden birisinin bir başkasına "Seni şu işten ancak falanca olman durumunda nehyediyorum " demesi gibidir. Bu ifadeden anlaşılan mana şudur: "Burada nehyedilen kimse sen değil de başkasıdır." Dolayısıyla bunu söyleyen kimse o şahsın, değişerek falanca şahıs haline gelmesini kastetmemiştir. İblisin maksadı, Hazret-i Adem ile Havva'ya şüphe vermek olduğu için, en kuvvetli şüphe verme şekli de onlara o ağaçtan nehyolunmadıkları, ne hyol un anların onlardan başkaları olduğu vehmini vermek olmuştur.

Yine farzet ki ayet meleğin Hazret-i Adem'den daha üstün olduğuna delalet ediyor. O halde sen niçin bu ayetin, meleğin Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den de daha üstün olduğuna delalet ettiğini söyledin? Onlar Hazret-i Muhammed'den üstün olamaz, çünkü müslümanlar Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'den daha üstün olduğu hususunda icmâ' etmişlerdir. Meleğin kendisinden üstün oldukları Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'den üstünlükleri Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'den üstün (efdal) olan Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den efdal olmalarını gerektirmez.

Meleklerin Üstünlüğü Mutlak Olmayıp Kayıtlıdır

9) Cenab-ı Hakk'ın

"De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımda" demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size melek olduğumu da söylemiyorum "(Enam, 50) buyurmuştur. Biri çıkıp şöyle diyebilir: Bu ayetten muradın, Ben size "ilmin çokluğu ve kudretin fazlalığı hususunda bir melek olduğumu söylemiyorum " şeklinde olması muhtemeldir. Bu ihtimalin doğruluğuna birçok şey delalet eder:

a- Kâfirler, Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'den göğe yükselme, dağları yerinden oynatma ve büyük servetler yığma gibi ağır işler istemişlerdi. Bunları yapmak se ancak çok ilim ve fazla güçle mümkün olur.

b- Allah'ın "De ki: Ben size Allah'ın hazineleri benim yanımda "demiyorum" ayeti. Bu ayet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kendisinin herşeye kadir olmadığını itiraf etmesini gösterir. "Ben gaybı da bilmiyorum" sözü, onun herşeyi bilmediğini itiraf ettiğine de delalet eder. "Size, melek olduğumu da söylemiyorum ayetinin manası ise, Allah daha iyi bilir; "Ben herşeye gücümün yettiğini ve herşeyi bildiğimi iddia etmediğim gibi, meleklerin kudreti gibi bir kudrete ve onların ilmi gibi bir ilme sahib olduğumu da iddia etmiyorum."

c- Allahü teâlâ Size, melek olduğumu da söylemiyorum ayeti ile Cenab-ı Hak, şeklî bir benzerliği nefyetmeyi murad etmemiştir. Zira maksad bu değildir. Burada Cenab-ı Allah sadece, Hazret-i Peygamberin, meleklerin sahib olduğu sıfatlara malik olmasını nefyetmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onların sahib olduğu vasıflara sahib olmaması ve kendi sıfatlarının hiçbir bakımdan meleklerin sıf atianna denk olmaması onun bir delildir. Bu ayette bütün sıfatlar bakımından bir farklılığın bulunduğuna bir delil de yoktur. Çünkü bütün sıfatlarda denkliğin olmaması başka, farklılığın bulunması başka birşeydir.

Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm)'un Meleğe Benzetilmesinin İzahı

10) Cenab-ı Allah'ın: "Bu bir insan değil bu ancak şerefli bir melektir "(Yusuf, 31) ayeti. Eğer "ayetten murad, şekil ve güzellikte teşbihin bulunmasıdır " demek neden mümkün olmasın?" denilirse deriz ki: Evlâ olan, benzerliğin şekilde değil de huy bakımından olmasıdır. Çünkü Hak teâlâ : "Bu ancak şerefli bir melektir " buyurmuş, Yusuf (aleyhisselâm) şerefli bir meleğe benzetilmiştir. Melekse, sırf şekli itibarıyla değil de, asıl hoşa gidecek huyu sebebiyle şerefli olur. Böylece ayetten kastedilenin, şehvet ve arzu olunan şeye karşı hırs gibi beşeri hallerin bulunmaması ve melektik halini gösteren gözü sakındırma ve nefsi haramlara karşı gemleme gibi şeylerin varlığını gösterme hususunde Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm)'u meleklere benzetme olduğu ortaya çıkmış olur. Buna göre bu ayet, kadın -erkek, mümin- kâfir akıllı olan herkesin, meleklerin insanlardan daha üstün bir mertebede bulunduklarında ittifak ettiklerine delalet etmektedir. Bir kimse diyebilir ki: "Aziz'in hanımının

"İşte beni kendisi sebebi ile kınadığınız (delikanli)"(Yusuf. 32) sözü, kadınların "Bu ancak şerefli bir melektir " sözlerinden maksadlarının, ahlak itibarı ile değil de güzellik ve cemal bakımından Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm)'un durumunun yüceliğini ifade olduğu hususunda, sarihe yakın bir hüküm ifade eder. Çünkü o kadının aşkının çok şiddetli olmasında mazur görülmesi, Yusuf (aleyhisselâm)'un zühd ve takvasının çokluğu ile değil de, sadece son derece güzel olması ile mümkündür. Çünkü zühd ve takvası, o kadının onu aşırı sevmesine uygun değildir."

Biz, ayetten muradın, Yusuf (aleyhisselâm)'u şehevi arzulardan yüz çevirme bakımından meleklere benzetme olduğunu kabul ediyoruz. Fakat sen niçin, "Yusuf (aleyhisselâm)un sevab bakımından meleklerden daha geride olması gerekir" diyorsun? Çünkü insanın yemeye ve içmeye iltifat etmesinin meleklerin bu şeylere iltifat etmesinden daha çok olduğunda ihtilaf yoktur. Fakat niçin: "Bu, sevabın çokluğu manasında fazilette üstünlüğü ifade eder." diyorsunuz? Eğer onlar, "günahı az olanın daha üstün olması gerekir" diye delil getirirlerse bu husustaki sözümüz daha önce geçmişti.

Isra 70 Ayetine Göre İnsanların Üstünlüğünün Sınırlı Olması

11) Cenab-ı Hakk'ın: Biz onları yarattıklarımızdan çoğuna cidden üstün kıldık. "(Şuara, 70) ayeti. Allah'ın mahlukatı ya mükellef olan varlıklardır veya onların dışındaki varlıklardır. Şüphesiz ki mükellef olanlar, mükellef tutulmayan varlıklardan daha faziletlidirler. Mükellefler dört çeşiddir; Melekler, insanlar, cinler ve şeytanlar...Şüphesiz, insanlar hem cinlerden hem de şeytanlardan daha üstündür. Eğer insanlar meleklerden de üstün olsalardı, bu durumda her türlü mahulakattan üstün olmaları gerekirdi. Böylece de Cenab-ı Hakk'ın âyetinin bir manası kalmazdı.Tam aksine bunun şöyle söylenilmesi gerekirdi: "Biz onları yarattıklarımızın hepsine üstün kıldık." Cenab-ı Allah böyle buyurmadığına göre, meleklerin insanlardan daha üstün olduğunu anlamış olduk."

Birisi buna karşı şöyle diyebilir: "Bu sözün neticesi, hitabın delalet ettiği şeye tutunmaktır. Çünkü insanların, mahlukatın çoğundan üstün olduğunu açıkça ifade etmek, onların geri kalan mahlukattan daha üstün olmadığına delalet etmez. Bu ancak hitabın delaleti vasıtasıyla olur. Yine farzet ki melek cinsi, insan cinsinden daha üstündür. Ancak bu iki toplumdan birisinin, diğerinden daha üstün olması, birinci toplumun fertlerinin herbirinin fert olarak, diğer toplumun fertlerinin herbirinden üstün olmasını gerektirmez. Farzedelim ki iki topluluk bulunsun: Birincide her biri yüz dinar değerinde on köle olan, İkincide ise on köleden biri ikiyüz dinar, diğer dokuzu ise her biri bir dinar değerinde olsun. Bu durumda grup itibariyle birinci cemaat ikinciden efdaldir. Fakat;îkinci cemaatte öyle bir fert vardır ki o, fert itibariyle birinci grup mensuplarının herbirinden efdaldir. İşte burada da aynı durum sözkon usudur.

Yine Cenâb-ı Allah'ın "Onları üstün kıldık" ifadesinden maksadı, âyetin evvelinde zikrettiğimiz, "şeref hususunda biz onları üstün kıldık" manası olması caizdir. Ayetin evvelinde bahsedilen husus da Cenab-ı Hakk'ın-,

"Biz ademoğlunu şerefli kıldık'(İsra, 70) ayetidir.

Ayetteki "şereften"murad, şekil güzelliği, zeka fazlalığı, harikulade işleri yapabilme gücü, son derece temiz ve nezih olmadır. Bu böyle olunca, bu işlerde meleğin insandan daha üstün olduğunu kabul ederiz. Amma, "meleklerin insanlardan daha fazla sevabı vardır" hükmünü nereden çıkarıyorsun? Yine Cenab-ı Allah'ın:

"(Allah) gökleri gördüğünüz direkler olmaksızın yarattı "(Lokman, 10) ayeti, görülmeyen direklerin bulunmasını gerektirmez ve:

"Allah'ın yanısıra diğer bir tanrıya kim, buna bir delili olmamasına rağmen taparsa..."(Müminun, 117)ayeti, kendisi için deliller bulunan bir başka ilahın olmasını gerektirmez. Burada da böyledir.

Peygamberler Kendileri İçin İstiğfar Ettikleri Halde Melekler Etmezler

12) Hiçbir peygamber, önce kendileri için istiğfar etmeden, başkası için istiğfar etmemiştir. Kendileri için istiğfar ettikten sonradır ki öteki mü'minler için istiğfar etmişlerdir. Mesela Hazret-i Adem (aleyhisselâm): "Rabbimiz, biz kendimize zulmettik"(Araf, 23); Hazret-i Nuh (aleyhisselâm): 'ya Rabbi, beni ana-babamı ve evime mü'min, olarak giren herkesi bağışla"(Nuh. 28); Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm): "Ya Rabbi, beni ve ana-babamı bağışla"; ve; "Rabbim, bana hüküm (hikmet) ihsan et beni salihlere kat"(Şuara. 83); Hazret-i Musa (aleyhisselâm) "Rabbim! beni ve kardeşimi bağışla"(Araf. 151) demişlerdir.

Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) "Günahına, mü'min ve mü'minlere istiğfar ef"(Muhammed. 19) ve : "Bu, geçmiş ve gelecek günahını Allah'ın bağışlaması içindir "(Feth, 2) buyurmuştur. Meleklere gelince, onlar kendileri için istiğfarda bulunmazlar. Onlar, ancak müm'min kimseler için mağfiret dilerler. Buna, Cenab-ı Hakk'ın onlardan naklederek, buyurmuş olduğu şu ayetler delalet eder:

"Tevbe eden ve senin yoluna tabi olanları bağışla ve onları cehennemin azabından koru"(Gafir, 7) ve:

"Ve iman edenler için mağfiret talebinde bulunurlar'"(Gafir, 7). Eğer melekler istiğfar etmeye muhtaç olsalardı, bu hususta ilk defa kendilerinden başlarlardı. Çünkü nefsin kendisinden zararı savuşturması, başkasından savuşturmasından önce gelir. Yine Hazret-i Peygamber: "Önce kendinden başla, sonra da bakımını üstlendiklerine yönel"' Benzeri hadis için bkz. Müslim, zekat, 41 (2/633); Nesat, zekat, 80 (5/70) buyurmuştur. Bu, meleğin beşerden daha üstün olduğunu gösterir.

Birisi buna karşı şöyle diyebilir: Bu izah tarzı, meleklerde asla zellenin sudur etmediğine, beşerden ise zellelerin sudur ettiğine delalet etmez. Ancak biz, daha önce beş husustaki farklılığın faziletteki farklılığı gerektirmediğini izah etmiştik. Alimlerden, "meleklerin insan için mağfiret talebinde bulunmasını, onların "Orada, bozgunculuk edecek kimseleri mi yaratacaksın?" sözünü söylemiş olmaları sebebiyle, insanlar için yaptıkları tenkitten bir özür dileme gibi olduğunu söyleyenler vardır.

Melekler, İnsanlar Üzerinde Murakıbdırlar

13) Cenab-ı Hakk'ın: "Muhakkak ki üzerinizde bekçiler bulunmaktadır. Şerefli katibler"(lnfitar, 10-11) ayetidir. Bu ayet, insanlardan olan bütün mükellefler hakkında umumidir. Bu ayetin hükmüne hem peygamberler, hem de başkaları girer. Bu da meleklerin iki bakımdan insanlardan daha üstün olmasını gösterir.

a- Cenab-ı Hak, melekleri insanoğlunun bekçileri kılmıştır. Mükellef olanları günahtan koruyanın, mutlaka, hata ve zelleden korunandan daha uzak olması gerekir. Bu ise meleklerin beşere nisbetle günahlardan daha uzak olup, taatlara da daha yakın olmasını gerektirir ki, bu da fazla bir faziletin varlığını gerektirir.

b- Cenab-ı Hak, meleklerin yazmalarını taatlar hususunda beşerin lehine, günahlar hususunda da aleyhine bir hüccet kabul etmiştir. Bu ise, meleklerin sözünün, beşerin'sözünden kabule daha yakın ve daha evla olduğunu gösterir. Eğer insanoğlu, hal bakımından meleklerden daha üstün ve daha yüce olsaydı durumun aksine olması gerekirdi. Birisi buna karşı şöyle diyebilir: Onun, "Koruyanın korunandan daha iyi ve faziletli olması gerekir" şeklindeki sözüne gelince, bu cidden uzak bir görüştür. Çünkü hükümdar, tebaasından bazılarını kendi çocukları üzerine görevlendirir. Burada koruyanın yani vekilin korunandan daha şerefli olması gerekmez. Yine onun, "Cenab-ı Hak, meleklerin şehadetini insanlar için geçerli kılmıştır" şeklindeki sözü de zayıftır. Çünkü şahid olan kimse, durum bakımından, kendisine şehadette bulunulandan daha aşağıda olabilir.

İlahi Saltanatın Azameti Meleklerle Tecelli Eder

14) Cenab-ı Hakk'ın:

O gün ruh ve melekler saf halinde ayakta duracaklar. Rahman olan Allah 'in kendisine izin verdiği kimse hariç, hiç kimse konuşamayacaktır. O da, doğruyu söylemiştir"(Nebe. 38) ayetidir. Burada, meleklerin durumunun zikredilmesinden maksat, Allah'ın celalini ve azametini beyan etme hususunda mübalağa etmektir. Eğer, Allah'ın yaratıkları içinde, kıyam ve tazarruları, Allah'ın azametini ve kibriyasını haber verme hususunda meleklerinkinden daha kuvvetli ve fazla olan bir gurup olmuş olsaydı, elbette bu makamda onların zikredilmeleri daha evla olurdu. Sonra Cenab-ı Hak, melekleri zikretmekle ahirette zatının azametini beyan etmiş olduğu gibi, yine onları zikretmek suretiyle dünyadaki azametini de beyan etmiştir ki, bu da Cenab-ı Hakk'ın;

"Melekleri, Rablerini hamdile tesbih ve takdis ederek, Arş'ın etrafını kuşatmış görürsün" (zumer, 75) ayetidir.

Bir kimse buna karşı şöyle diyebilir: Bütün bunlar meleklerin bazı bakımlardan, durumca, beşerden daha üstün bir durumda olduğunu gösterir. Bu "durum"un onların kuvveti, gücü ve kudretleriyle ilgili olması niçin caiz olmasın? Bu tıpkı, şöyle demek gibidir. Hükümdar tahtının etrafında, alemin dörtbir tarafından gelmiş olan melikler huşu ve itaat içinde boyun eğerek dururlar. Çünkü sultanın büyüklüğü, böylece ifade olunur. Sonra bu, o meliklerin hükümdar nezdinde onun çocuğundan daha kerim ve şerefli olduğuna delalet etmez. Burada da böyledir.

Bir Çok Ayette Melekler Resullerden Önce Zikredilir

15) Cenâb-ı Hakk'ın "Müminlerin hepsi de Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine iman etmiştir" (Bakara. 285) ayetidir. Böylece Cenab-ı Hak, imanın sahih olabilmesi için bu şeylere mutlaka iman etmenin gerekli olduğunu açıklamış, Önce kendisinden başlayarak, ikinci olarak melekleri, üçüncü olarak kitabları ve dördüncü olarak da peygamberleri zikretmiştir. Yine: "Allah, kendisinden başka bir ilah olmadığına şehadet etti; melekler ve iman sahipleri de."(Âl-i İmran. 18) ve: "Muhakkak ki Allah ve melekleri, peygambere selam ederler "(Ahzab, 56) ayetlerinde de böyledir.

İfadede önce zikredilmek, derece bakımından da önceliğe delalet eder. Keza daha aşağı olanın, daha şerefli olandan önce zikredilmesinin örf bakımından çirkin oluşu da buna delalet eder. Böylece bunun, şer'an da çirkin olması gerekir. Onun örf bakımından çirkin olmasına gelince, bu hususta

Şair şöyle demiştir:

"Sabahleyin yola çıkmak üzere hazırlanmış bile olsa, Umeyre'yi terket! Çünkü kişiyi men edici olarak yaşlılık ve İslam kafidir." Çünkü şaire Hazret-i Ömer, "Şayet İslam'ı önce zikretseydin, seni mükâfatlandırdım" demiştir. Bir de sahabe-i kiram, Hazret-i Peygamberle müşrikler arasındaki musalaha metnini yazarlarken ismi başa yazma hususunda ihtilaf çıkmıştı. Keza Hazret-i Ali'yle Hazret-i Muaviye arasında sulh akdi yazılırken de böyle olmuştu. Bunlar, önce zikredilenin daha şerefli ve kıymetli olduğuna delalet eder. Örfte bu şekilde sabit olunca, şeriatta da böyle olması gerekir. Çünkü Hazret-i Peygamber "Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir" Müsned, 1/379. buyurmuştur. Böylece ifadede meleklerin peygamberlerden önce zikredilmiş olması onların fazilet bakımından da önde olduklarına delalet eder. Birisi buna karşı şöyle diyebilir: Bu delil zayıftır. Çünkü eğer "vav" harfine dayan ılıyorsa, "vav" harfi tertib (sıralama) ifade etmez. Eğer ifadedeki önce zikredilmeye dayanılıyor ise bu da, Tebbet sûresinin, İhlas sûresinden önce zikredilmiş olması ile çürütülebilir.

Salat Etmekle Melekler Peygamberlerden Üstün Olmazlar

16) Cenab-ı Allah'ın: "Hiç şüphesiz Allah ve Allah'ın melekleri peygambere selam ederler" (Ahzab, 56) ayeti. Allahü teâlâ, bu ayetle meleklerin selamını, peygamberi için bir şeref vesilesi saymıştır. Bu da meleklerin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'tden daha şerefli olduklarına delalet eder.

Amma buna karsı sövie denilebilir: "Bu görüş aynı ayetle: "Ey iman edenler o Peygambere salat-ü selam ediniz "(Ahzab, 56) çürütülür. Çünkü bu ayette Cenab-ı Hak, mü'minlere Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e salavat getirmelerini emretmiştir. Bu müminlerin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den daha üstün olmalarını gerektirmez.

Melekler için de durum aynıdır.

Cebrail (aleyhisselâm)'in Tekvîr Süresindeki Vasıfları

17) Cebrail (aleyhisselâm) ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında söylediğimiz şu şeyler: Cebrail (aleyhisselâm), Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den daha üstündür. Bunun delili Cenab-ı Hakk'ın şu ayetidir;

"Şüphesiz, muhakkak o (Kur'an), çok şerefli bir elçinin (getirdiği) kelamdır. O çetin bir kudrete maliktir. Arşın sahibi (olan Allah) katında çok itibarlıdır. Orada kendisine itaat olunur, o bir emindir. Sizin arkadışmız (Muhammed) bir deli değildir'" (Tekvir. 19-22).

Allahü teâlâ, burada Cebrail (aleyhisselâm)'ı altı kemâl sıfatı ile zikretmiştir:

a- Allah'ın elçisi olması,

b- Allah nezdinde şerefli olması,

c- Allah katında kuvvetli olması. Onun Allah katındaki kuvveti, başkalarının güç yetiremeyeceği bir şekilde taatlara kadir olmasıdır.

d- Allah yanında itibarlı olması,

e- Gökler aleminde itaat olunması ve,

f- Bütün taatlarda güvenilir, her türlü hainliklerden de uzak olmasıdır. Cenab-ı Hak, onu bu yüce sıfatlarla vasfettikten sonra da "Sizin arkadaşınız (Muhammed) bir deli değildir" buyurarak Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i vasfetmiştir. Şayet Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) üstünlük sıfatlarında Cebrail (aleyhisselâm)'e denk veya yakın olsaydı, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Cebrail (aleyhisselâm)'in bu sıfatlarla vasfedilişinden sonra, bu tek sıfatla vasfedilmesi, Hazret-i Peygamber (aleyhisselâm)'ın mertebesi için bir eksiklik, şanı için bir küçültme ve hakkını yeme olurdu ki bu Allah'a yakışmaz. Bu ayet, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Allah nezdindeki derecesinin, sadece "O bir mecnun, deli değildir" sözü kadar olduğuna delalet eder. Bu da, Cebrail ile Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında, fazilet ve mertebe bakımından bir nisbet olmadığını gösterir. Eğer, "Cenab-ı Allah'ın "Şüphesiz muhakkak o (Kuran) çok şerefli bir elçinin (getirdiği) kelamdır" ayetinin Cebrail (aleyhisselâm)'în değil de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sıfatı olması niçin caiz olmasın?" denirse, Deriz ki: Çünkü:

"Andolsun ki o (Muhammed) onu (Cebrail'i) apaçık ufukta görmüştür" (Tekvir. 23) ayeti bu görüşü iptal eder.

Amma pekala şöyle de denilebilir: Biz hepimiz, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mecnun olmayışının dışında başka faziletleri olduğunda hem fikiriz. Cenab-ı Allah, bu ayette o faziletlerden herhangi birini zikretmemiştir. O faziletlerin zikredil memesi onların olmadığına delalet etmediğine ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in burada zikredilen hususların dışında da faziletler bulunduğu sabit olduğuna göre, öyle ise, "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in burada bahsedilmeyen o faziletleri sebebi ile Cebrail (aleyhisselâm)'den daha faziletli olduğu niçin söylen ile meşin? Çünkü Cenab-ı Hak, Cebrail (aleyhisselâm)'i bu ayette bu altı sıfat ile tavsif ettiği gibi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i de şu ayette altı sıfat ile nitelemiştir: "Ey Peygamber, biz seni hakikaten bir şahid, bir müjdeleyici, bir korkutucu, Allah'a, Onun izni ile, bir davetci ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik" (Ahzab. 45-46). Bu vasıfların birincisi onun nebi, ikincisi resul, üçüncüsü şahid, dördüncüsü mübeşşir (müjdeleyici), beşincisi nezir (korkutucu), altıncısı Allah'ın izni ile Allah'a davet edici, yedincisi sirac (kandil), sekizincisi de münir (nur saçan, aydınlatan) olmasıdır. Hulasa, iki şahıstan birisinin vasıflar ile zikredilmesi, o vasıfların ikinci şahısta olmadığına kesinlikle delalet etmez.

Meleklerin İlmi İnsanlarınkinden Daha Fazla Değildir

18) Melek, insandan daha bilgilidir. Bilgili olan ise daha üstündür. O halde melek, insandan efdaldir. Biz meleğin daha bilgili olduğunu söylüyoruz.

Çünkü Cebrail (aleyhisselâm), Allahü teâlâ'nın: "O (Kur'an'ı) O'na (Hazret-i Peygamber'e) kuvvetleri şiddetli olan" ögretti"(Necm, 5) ayetinin delalet ettiği gibi, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in öğreticisi idi. Öğretenin mutlaka öğrenenden daha bilgili olması gerekir.

İlimler iki kısımdır.

a- Akıl ile ulaşılan ilimler. Mesela, Allah'ın zatını ve sıfatlarını bilmek gibi. Bu ilimlerde Cebrail (aleyhisselâm)'in ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bilgilerinin eksik olması caiz değildir. Çünkü bunda eksiklik cehalettir. Cehalet ise marifetullaha zarar verir. Ama Allah'ın mahlukatının keyfiyetini, bunlardaki harikuladelikleri, Arş'ın, Kürsinin, Levh'in, Kalemin, cennetin ve cehennemin çeşitti durumlarını, gök tabakalarını, meleklerin sınıflarını, mağaralarda, dağlarda ve denizlerdeki çeşit çeşit hayvanları bilmeye gelince şüphesiz ki Cebrail (aleyhisselâm) bunları daha iyi bilir. Çünkü Cebrail (aleyhisselâm)'in ömrü daha uzundur ve bu varlıktan daha çok görmüştür. Bu sebeble de onun bunları bilmesi daha ileri ve daha mükemmeldir.

b- Ancak vahiy ile ulaşılan ilimler. Bunları elde etmek ne Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ne de diğer peygamberler için söz konusu olmaz. Bu ancak Cebrail (aleyhisselâm) vasıtası ile olmuştur. Dolayısı ile, bu ilimlerde Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hazret-i Cebrail'den üstün olması imkansızdır. Ama Cebrail (aleyhisselâm), Allah ile bütün peygamberler arasında bir vasıtadır. Dolayısıyla o, eski ve yeni, bütün şeriatları bilir. Yine o, meleklerin şeriatini ve mükellefiyetlerini de bilir. Halbuki Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu bilemez. Bu sebeble de Hazret-i Cebrail'in, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den daha bilgili olduğu ortaya çıkmış olur. Bu husus böylece sabit olunca, Hazret-i Cebrail'in Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den daha üstün sayılması gerekir. Çünkü Cenab-ı Hak;

"De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"(Zümer, 9) buyurmuştur. Fakat buna karşı şöyle denilebilir: Biz meleklerin, insanoğlundan daha bilgili olduğunu kabul etmiyoruz. Bunun delili ise, Allah'ın:

"Ey Âdem, o meleklere (o eşyayı) isimleri ile bildir."(Bakara. 33) ayetinin de gösterdiği gibi, onların Hazret-i Adem'in kendilerinden daha bilgili olduğunu itiraf etmeleridir. Sonra biz, meleklerin ilminin fazlalığını kabul etsek bile, bu onların sevablarının daha çok olmasını gerektirmez. Çünkü biz, bidatci bir insanın, ilmin birçok inceliklerini kuşatmış olsa bile, daha çok sevab almak şöyle dursun, hiç sevab alamadığını görüyoruz. Bunun sebebi ise, dikkat çektiğimiz şu husustur: Sevabın çokluğu ancak fiillerdeki ihlasa göre meydana gelir. Halbuki biz, meleklerin ihlasının daha çok olduğunu bilmiyoruz.

Varlık Âleminde Ulûhiyyete En Yakın Olanla" Meleklerdir

19) Allahü teâlâ: "O (meleklerden) kim: "Ben de O'ndan başka bir tanrıyım" derse onu cehennemle cezalandırırım "(Enbiya, 29) buyurmuştur. Bu ayet, onların yükseklik ve mertebe itibarı ile şöyle bir dereceye ulaştıklarına delalet eder. Eğer onlar Allah'ın emrine muhalefet edecek olsalardı, ancak Hanlıklarını iddia ederek, Cenab-ı Allah'a karşı çıkarlardı, yoksa şehvetle ilgili herhangi bir hususta değil. Bu da onların son derece yüce olduklarını gösterir. Amma buna karşı şöyle denilebilir: Onların çok yüce olduklarında bir anlaşmazlık söz konusu değildir. Ama onun "Onlar yükseklik ve mertebe itibarı ile öyle bir dereceye ulaşmışlardır ki eğer Allah'ın emrine muhalefet edecek olsalardı, ancak Hanlıklarını iddia ederek Cenab-ı Allah'a karşı çıkarlardı" sözü de kabule şayandır. Çünkü meleklerin bilgisi çok, kuvveti fazla, yeme içme ve cinsi münasebet ihtiyacından uzaktırlar. Böyle olan kimse, Allah'ın emrine muhalefet edecek olsa, ancak bahsedilen manada muhalefet eder. Fakat siz niçin "Bu onların, insandan daha fazla sevab aldıklarını gösterir" diyorsunuz? Çünkü münakaşa noktası sadece budur.

Melâike Cemaatinin Beşer Cemaatinden Daha Hayırlı Olduğuna Dair Hadis

20) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cenab-ı Hak'tan naklederek şöyle buyurmuştur. "Kulum beni bir toplulukta anarsa, ben de onu, onun topluluğundan daha hayırlı bir topluluk içinde ananm." Müslim, Zikir, 2 (4/2061). Bu, daha yüce topluluğun daha faziletli olduğunu gösterir.

Birisi buna karşı şöyle diyebilir: Bu, haberi vahiddir. Yine bu, meleklerin topluluğunun, insanların topluluğundan daha üstün olduğunu gösterir. İnsanların topluluğu ise avamdan ibarettir. Peygamberlerden değil. Bu sebeble meleklerin insanların topundan üstün olmaları, peygamberlerden de üstün olmalarını gerektirmez. Nakli delillerle ilgili sözün sonu budur.

Felsefecilerin Melâike Anlayışları

Bil ki felsefeciler de melek diye adlandırılan bu semavi ruhların, beşeri nüfûs-i natıkadan (konuşan ruhlardan) daha üstün olduklarında ittifak etmişlerdir. Onlar bu konuda, inşaallah az sonra zikredeceğimiz bir takım akli izahlara dayanmışlardır.

Birinci Delilleri ve Cevabı: Sırf Nüzanilik Kemal Değildir

Onlar şöyle demişlerdir: Meleklerin yapıları basit (birleşik olmayan) dir, kesretten (çokluktan) uzaktır. İnsan ise nefis (ruh) ve bedenden mürekkebtir. Nefis bir çok kuvvetten meydana gelmiştir. Beden de birçok parçadan meydana gelmiştir. Basit olan mürekkeb olandan daha hayırlıdır. Çünkü mürekkeb varlık için, yokluk sebebleri, basit varlığın yokluk sebeblerinden daha çoktur. İşte bu sebebten ötürü, Cenab-ı Hakk'ın tek oluşu, O'nun celal ve kibriya sıfatlarındandır.

Buna itiraz: Biz basit varlığın mürekkeb varlıktan daha kıymetli olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü ruhani taraf için tek bir şey vardır. Cismani taraf için ise hem ruh hem cisim olmak üzere iki şey vardır. Buna göre, cismani olan (yani insan), ruhu bakımından ruhani ve nurani alemden; bedeni bakımından ise maddî alemdendir. Bu sebeble o, hem ruhani hem cismani olmayı bir arada bulundurduğu için, sırf ruhani veya sırf cismani olan varlıklardan daha üstün olması gerekir. İşte Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in meleklerin secdegâhıolmasındaki sır da budur.

Bir başka yönden de şöyle diyebiliriz: Melekî ruhlar, cismani kayıtlardan uzak, mücerred varlıklardır. Bu sebeble bunların, nuranî makamlara dalmış olmaları, sanki onların bu cisimler alemini idare etmelerine mani olmuştur. Ama peygamberlere ait beşeri ruhlara gelince, bunların her iki alemi bir arada bulundurmaya güçleri yeter. Çünkü onların marifetullah merdiveninde ve kudsiyyet alemlerinde devamlı yükselmeleri, süfli alemi (dünyayı) idare etmelerine; cisimler aleminin intizamına iltifat etmeleri de ruhlar aleminde olgunlaşmalarına mani olmaz. Bundan dolayı onların güçleri her iki alemi idare etmeye ve her iki cinsi de zapt-u rapt altına afmaya yeterli olmuştur. Bu sebeble onların daha şerefli ve daha büyük olmaları gerekir.

İkinci Delilleri ve Cevabı: Melalkenin Şehvetten Uzak Olmaları

Ruhani cevherler, (melekler) kan akıtmanın kaynağı olan şehvetten uzaktırlar. Beşeri ruhlar ise bu vasfı taşırlar. Şer kaynağından uzak olan, onunla imtihan edilenden daha şereflidir.

Buna itiraz: Şüphesiz engel ve maniaların çok olmasına rağmen hizmete devam etmek, ihlası herhangi bir engel olmadan hizmete devam etmekten daha çok gösterir. Bu da muhabbet hususunda, insanın mertebesinin daha yüce ve daha mükemmel olduğuna delalet eder. Yine ruhani varlıklar (melekler) Yaratıcılarına itaat ettiklerinde, onların bu itaatleri, Allah'ındüşmanları olan şeytanların kahrolmalarını gerektirmez. Ama beşeri ruhlar (insanlar) Yaratıcılarına itaat ettiklerinde, onların bu itaati şehvet ve gazab güçlerini kahreder. Bu güçler de insan şeytanlarıdır. Bu sebeble, insanların itaatleri daha mükemmel olmuş olur.

Yine şurası da açıktır Ki, meleklerin dizim, senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yok" dedikleri zamanki dereceleri, "Orada fesat çıkaracak kimseler mi yaratacaksın?"(Bakara, 30) dedikleri zamanki derecelerinden daha üstündür. Bu ancak, hata yapmadan meydana gelen bir üzüntü sebebiyle olmuştur. Bu hal.insanda daha ileridir.Çünkü Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Allahü teâlâ'dan naklederek "Günahkârların iniltileri Bana, tesbih edenler gurubunun nağmelerinden daha sevimlidir" buyurmuştur.

Üçüncü Delilleri ve Cevabı: Meleklerde Kuvve Yok, Herşey Fiil Halindedir İddiası

Melekler, kuvve mahiyyetinden uzaktırlar. Çünkü o meleklerin karakterlerindeki çeşitlere göre, onlar için mümkin olan her kuvvet, fiil haline gelmiştir. Halbuki peygamberler ise böyle değildirler. İşte bundan ötürü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben, her gece ve gündüz, Allah'a yüz kere istiğfar ederim. Bana ve size ne yapılacağım bilemem buyurmuştur. Nitekim Allahü teâlâ, Hazret-i Peygambere hitaben: "Sen daha önce kitab nedir, iman nedir " bilmezdin" (Şura, 52) buyurmuştur. Şüphesiz tam bîr fiil ile olan; kuvvetle olandan daha şereflidir.

Buna itiraz: Onun tam fiil ile olduğunu kabul etmiyoruz. Belki de o, bazı işlerde kuvve iledir. İşte bundan ötürü şöyle denmiştir: Meleklerin, felekleri hareket ettirmesi düşünceleri, kuvveden fiile çıkarmasından dolayı olmuştur. Bu hareket ettirme, meleklere nisbette; tefekkür ve muhayyile kuvvetine sahib olan ruhların, bilkuvve olan düşünceleri bilfiil yapmaya gayret etmeleri esnasında meydana gelen hareket ettirme gibidir.

Dördüncü Delilleri ve Cevabı: Ruhların Muhdes Olup Olmadığı

Melekler, varlığın eli kolu durumundadırlar. Onlar değişme ve kuvve tabiatından uzaktırlar. İnsanlar ise böyle değildir.

Buna itiraz: Her iki tez de imkansızdır. Melekler, zatları gereği varlıkları mümkin, maddeleri gereği ise varlıkları vacib olan varlıklar değil midir? O halde melekler sonradan yaratılmışlardır. Tamam, bunu kabul ediyoruz. Lakin beşeri ruhların hâdıs (sonradan) olduklarını kabul etmiyoruz. Aksine bazılarınca, bu ruhlar ezelidirler. Bu görüşte olanlar şöyle demişlerdir: Bu ruhlar, Rablerini hamd ile tesbih eden Arş'ın altındaki gölgeler gibi, ebediyyen maddi mekanlarına ininceye kadarki durumlarıdır. Onlar bu cisimlerle alaka kurduklarında, bunlara pşık olurlar ve bunlarla olan Cinsiyetleri kuvvet kazanır. Böylece, 'Arştaki gölgelerden en mükemmelleri ve en şereflileri, bu ruhları o maddi yerlerinden kurtarmak için çare arasınlar diye bu aleme gönderilir. İşte Kelile ve Dimne kitabında anlatılan, "gerdanlık" güvercinden maksad da budur.

Beşinci Delil ve Cevabı: Önemli Olan Mahiyet Değil, Allah'a Taattir

Melekler, nurani, ulvi ve latif varlıklardır. İnsanlar ise zulmani, süfli ve kesif (yoğun) varlıklardır. Akıllar, nurun zulmetten daha üstün; ulvi varlıkların süfli varlıklardan daha hayırlı ve latif olanların kesif varlıklardan daha mükemmel olducuna şehadet eder.

Buna itiraz: Bütün bunlar madde ile alakalıdır. Halbuki bize göre kıymetli olmanın sebebi, Cenab-ı Hakk'ın da: "De ki: Ruh Rabbimin emri (cümlesinden)'dir" (İsra, 85) buyurduğu gibi, Alemlerin Rabbinin emrine boyun eğmektir. Halbuki maddesi kıymetli diye bir varlığın şerefli olduğunu, iddia etmek, İblis aleyhülla'ne'nin ilk delil getiriş şeklidir. Ama onun layık olduğu cevap Cenab-ı Allah tarafından verilmiştir.

Altıncı Delil ve Cevabı: Melekler İlim, Kuvvet ve Amelde Daha İleridirler

Semavi, ruhani varlıklar (melekler), ilim ve amelleri kuvvetli olduğu için, cismani varlıklara (insanlara) üstün kılınmışlardır. İlim bakımından üstünlükleri şundan dolayıdır. Feylesoflar, meleklerin gaybı badiklerinde, istikbale art işlere muttaki olduklarında ittifak etmişlerdir. Yine meleklerin ilimleri, fiili, fıtri, külli ve daimidir. Halbuki İnsanların ilimleri, bütün bu hususlarda bunun aksinedir. Meleklerin amel bakımından üstün oluşları, onların devamlı hizmet etmeleri, gece-gündüz tesbihatta bulunmaları, gözlerini uyku tutmaması, akıllarının hata etmemesi, bedenlerinin gafil olmaması, yiyeceklerinin tesbih, içeceklerinin takdis, tahmid ve tehlil olması, nefeslerinin zikrullah ile, sevinçlerinin Allah'a hizmetle olması, bedeni ala! 'ardan tecrid edilmiş olmaları, şehevi ve gazabi kuvvelerden herhangi biri ile perdelenmemiş olmaları sebebiyledir. Bu iki taraftan biri nerede, diğeri nerede?

Buna itiraz: Bütün bu anlattığınız hususlarda, herhangi bir ihtilaf yoktur. Ancak burada bir incelik vardır. O da şudur: Devamlı hoş gıdalar yiyen kimse günlerce aç kalmış kimsenin bunlardan duyacağı tad gibi, lezzet alamaz. Bu sebeble melekler, devamlı bu yüksek derecelerde bulundukları için çoğu zaman cismani engeller ve zulmani perdelerle, mani olunmuş olan insanların duyduğu tadı duyamazlar. Lezzet hususundaki bu üstünlük sadece insanlara hastır. Belki de Allahü teâlâ'nın:

"Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsan bunu yücendir"(Ahzab, 72) ayetinden murad budur. Muhakkak ki, mahrumiyetlerle sınandıktan sonra, arzu olunan şeylere ulaşmak, bu arzu edilen şeyleri devamlı elde etmekten daha lezzetlidir. Bundan dolayıdır ki, doktorlar demişlerdir ki: "Kısa süreli bir sıtma nöbetinin ateşi, devamlı olan sıtma hastalığının ateşinden daha fazladır. Fakat, kısa süreli bir sıtmanın ateşi devam eder ve iyice yerleşirse, bu ateş artık hissolunmaz. Bu durum, meleklerde bulunmaz. Çünkü meleklerin olgunlukları devamlıdır. Bu hal diğer cisimler için de söz konusu değildir. Çünkü, onlar mücerret şeyleri idrak etmeye kaabiliyetli olan kuvveye sahip değildirler. Bundan dolayı, bu emaneti insanlardan başka yüklenmeye gücü yeten hiç bir varlık yoktur.

Yedinci Delilleri ve Cevabı

Meleklerin cisimleri idare edebilecek ve kütleleri evirip çevirebilecek kuvvetleri bulunmaktadır. Onların bu kuvveti, mizaca bağlı olmadığı için, onlara bir yorgunluk ve bir bıkkınlık arız olmaz. Sonra sen, daha henüz yeni büyümekte olan yeşil taze ekinin taşları yardığını, kayaları ayırdığını görürsün. Bu, ancak, semavi kuvvetler cevherinden ona bol bol verilmiş olan nebatî kuvvet ile olmaktadır. Süfli cisimleri evirip çeviren ve idare eden, ağır yükleri yüklenebilen, dağlan yerinden oynatabilen, kendilerinin hareketiyle rüzgarların esip, kendilerine yönetilmesiyle bulutların ortaya çıkıp kaybolduğu ve aynı şekilde, onlardan sadır olan bir sebeble, dağlarda zelzelelerin meydana geldiği bu semavi ve ruhani güçleri ne zannediyorsun sen! Cenab-ı Hakk'ın ; "Ve işleri taksim eden (melek)lere kasem olsun"(zariyat, 4) buyurduğu gibi, şeriatlar bu hususu anlatır, akıllar da bunu gösterir. Halbuki süfli ruhlar böyle değildir. Bu iki taraftan birisi nerede, diğeri nerede?

Kötü ruhlar olan şeytanların buna muktedir olduklarına dair söylenen söze gelince, bu mümkün değildir. Şayet bunu kabul etsek dahi meleklerin buna güçlerinin yetmesinin daha yerinde ve daha mükemmel olduğu hususunda anlaşmazlık yoktur. Ve bir de, meleki latif ruhlar kuvvelerini bu süfli alemin düzeni ve faydası için; kötü ruhlar ise güçlerini şer fiiller için kullanırlar; birisi nerede, diğeri nerede?

Buna itiraz: Nüfus-i natıka-i beşeriyede yani düşünen beşeri varlıklar arasında kamil kuvvet sahibi, taklib (mahiyyet değiştirme) ve tasarruf suretiyle cisimlere hakim bir nefsin bulunması uzak bir ihtimal değildir. Böylesi bir nefsin bulunmasının imkansızlığına nereden delil bulunabilir ki?

Sekizinci Delil ve Cevabı: İnsanları İyiye İletenler Meleklerdir

Meleklerin, Cenab-ı Allah'ın hayırlı varlıklara yönelik celal nurlarından feyezan eden, irade ve ihtiyarları vardır. Onların iradeleri, alemin nizamını tösise hasredilmiş olup, insanların iradelerinin aksine, kesinlikle o şer ve fesad şaibesinden bendirler. Çünkü insanların iradeleri, yücelik ve alçaklık cihetleri ve hayrın iki ucu arasında mütereddittirler. Onların hayırlara meyilleri ancak, haberde varid olduğu gibi, meleklerin yardımıyla hasıl olur. Bu habere göre, her insanın, onu doğrultan ve hidayete ileten bir meleği vardır.

Buna itiraz: Bu, meleklerin taatlerinde mecbur olan varlıklar, peygamberlerin ise hayır ve şer arasında mütereddit olan varlıklar olduğuna delalet eder. İrade sahibi olan ise, bir işi mecburen yapandan daha üstündür. Bu görüş zayıftır, çünkü tereddüt devam ettiği müddetçe, bir fiilin yapılmasının imkansızlığı da devam eder. Tercih tahakkuk edince, iş bir mucibe (gerektirene) iltihak eder, Buna göre de peygamberlerin bilkuvve ihtiyarları olup. melekler vasıtasıyla bu hayırlar kuvveden fiile geçer. Meleklere gelince onlar, bilfiil hayırdan ibarettirler; binaenaleyh o nerde, bu nerde!

Dokuzuncu Delil ve Cevabı: Ruhani Varlıklar Cismani Olanlara Kıyas Edilemez

Ruhanilerin kendilerine ait birer cisimleri vardır. Bunlar da beden durumunda olan yedi gezegen, diğer sabit yıldızlar ve felekler; kalbler gibi olan yıldızlardır. Melekler de onların ruhları mesabesindedir. Ruhların, ruhlara nisbeti, bedenlerin bedenlere nisbeti gibidir. Sonra biz biliyoruz ki, feleklerin durumlarındaki değişiklikler bu alemdeki değişikliklerin meydana gelmesinin sebepleridir. Çünkü, yıldızların hareketlerinden tesdis (altılı), teslis (üçlü), terbi (dörtlü), mukabele (karşılıklı olma) ve mukarebe (birbirine yakın olma) gibi çeşitli alakalar ortaya çıkar. Aynı şekilde feleklerin yerleri, bazan birbirine mutabık olur. İşte bu, birleşme halidir. O zaman da, alemin düzeni ortadan kalkar; bazan da onlar birbirinden ayrılır, böylece alemin mamurluğu, süfli alemin cisimlerine başka gelecek biçimde bu ulvi alem cihetinden, tekrar geri gelir. Aynı şekilde süfli alemin ruhları da böyledir; bilhassa hikmetle ilgili konular ve felsefi ilimlere, bu alemin ruhlarının ulvi alemin ruhlarına bağlı ve yine bu alemin ruhlarının mükemmellikleri o ruhların mükemmelliklerine dayalı, bu ruhların o ruhlara nisbetinin, büyük bir deryaya, bir katrenin nisbetiyle güneşin yuvarlağına küçük bir parıltının nisbeti gibi olduğuna delalet etmişken! İşte eserler bunlardır, burada bir başlangıç ve netice söz konusudur. Öyleyse, üstünlük bir tarafa, eşitliği iddia etmek bile nasıl uygun olabilir?

Buna itiraz: Sizin bütün söyledikleriniz tartışmalıdır. Fakat, onları kabul etmemiz durumunda bile, konu yine ortada kalır. Çünkü biz, mahrumiyetten sonra leziz bir şeye ulaşmanın, devamlı olarak onu elde etmekten daha çok lezzetli olduğunu beyan etmiştik. Bu durum da sadece insanlar için mevzu bahistir.

Onuncu Delil ve Cevabı: Ruhaniler, Beşeri Varlıkların Menseldirler

Onlar şöyle dediler: Felekî, ruhani varlıklar, bu alemin ruhani varlıklarının menşe'len ve eşleridir. Menşe, kendisinden neşet edenden daha şereflidir. Çünkü o neşet edende -hasıl olan bütün üstünlükler, menşe'den istifade ile olmuştur. İstifade eden, kendisinden istifade edilenden daha düşük bir haldedir. Aynı şekilde neticenin de daha şerefli olması gerekir. Buna göre ruhani varlıklar âlemi kemalât alemidir. Öyleyse başlangıç ondandır, dönüş onadır, sudur ondandır ve nihayet, varış ona olacaktır.

Aynı şekilde ruhlar da kendi alemlerinden inerek bedenlerle birleşirler, neticede cisimlerin kirleriyle kirlenirler. Sonra o kirlerden güzel ahlak ve hoş amellerle temizlenirler. Öyle ki, o cisimlerden ayrılır, kendi ilk alemlerine çıkarlar. Ruhların inmesi birinci neş'et, yükselmesi ise diğer bir neş'ettir. Bununla anlaşılıyor ki, ruhani varlıklar beşeri varlıklardan daha şereflidir.

Buna itiraz: Bu sözleri siz, ahiretin ve bedenlerin haşrinin inkarı üzerine kurdunuz; oysa ki bunları inkar etmek çok zordur.

Onbirinci Delil: Peygamberlerin Meleklere Muhtaç Olmaları

Peygamberler (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hepsi, bilgi ve marifet hususunda bildirdiklerini ancak vahiy yolu ile öğrendiklerini söylemişlerdir. Bu, onların bilgilerini ruhani varlıklardan aldıklarının bir itirafıdır. Onlar, Lût kavminin şehirlerini yerinden sökmede ve Bedir gününde olduğu gibi, düşmanlarına karşı kendilerine yardım eden ve Nûh (aleyhisselâm)'un gemi yapma kıssasında olduğu gibi, faydalarına olacak şeyleri onlara öğretenlerin ancak melekler olduğunda ittifak etmemişler midir? Bunda ittifak ettiklerine göre, peygamberlerin bütün işlerde meleklere muhtaç olduklarını açıkça beyan etmelerin rağmen, daha neye dayanarak siz onları meleklerden üstün tutuyorsunuz?

Onikinci Delil ve Cevabı

Akli taksimat, canlıların ya tamamen hayırlı veya tamamen şerli, veyahutta bir cihetten hayırlı bir diğer cihetten şerli olduklarını göstermiştir. Sırf hayırlı olanlar melek nevinden olan varlıklardır. Sırf şerli olanlar, şeytan nevinden olan varlıklardır. Bu iki hal arasıdan olanlar da insanlardır. Ve yine insan, ölümlü bir varlık olup, onun iki yanında da iki kısım bulunmaktadır.

a- Ölümlü olmayan nâtık varlık ki, bu meleklerdir.

b- Bu İse, ölümlü olan ve nâtık olmayan varlıklardır ki, bunlar da hayvanlardır. Aklın yaptığı bu taksim, insanın kemalin orta derecesinde; meleğinse kemalin en üst noktasında olduğuna delalet eder. İnsanın daha üstün olduğunu söylemek, aklın yapmış olduğu taksimi ters çevirmek ve mevcudatın sıralamasını bozmaktır.

Buna itiraz: İnsanın üstünlüğünden muradımız, sevabının çokluğudur. Öyleyse, siz meleklerin sevabının daha çok olduğunu neye dayanarak söyleyebiliyorsunuz? Bu konuda söylenen akli görüşlerin özeti işte budur.

Muvaffakıyyet Allah'tandır.

Resullerin Meleklerden Efdal Oluşunun Delilleri

Peygamberlerin meleklerden üstün olduğunu söyleyenler, buna birçok şeyi delil getirmişlerdir.

Birinci Delil: Meleklerin Hazret-i Adem'e Secde Etmeleri

Cenab-ı Allah meleklere, Hazret-i Adem'e secde etmelerini emretti. Ve Adem (aleyhisselâm)'in kıble olmadığı, aksine secdenin gerçekte O'na yapıldığı sabit olmuştur. Bu husus sabit olunca, Hazret-i Adem'in meleklerden üstün olması gerekir. Çünkü secde boyun eğmenin en ileri derecesidir. Daha şerefli olanın, kendisinden daha aşağıda olana, en ileri derecede boyun eğmekle mükellef tutulması aklen hoş görülmez. Çünkü mesela Ebu Hanife'nin, fıkıhtaki bilgisi kendisininkinden daha az olan birine hizmet etmesinin emredilmesi, hoş görülmez! Bu durum, Adem (aleyhisselâm)'in, meleklerden daha üstün olduğuna delalet eder.

İkinci Delil: Hazret-i Adem'in Halife Olarak Yaratılması

Cenab-ı Hak, Hazret-i Adem'i kendisinin halifesi yapmıştı. Bundan murad, velayet (hükmetmeyi üstlenme) hilafetidir. Çünkü Cenab-ı Hak; "Ey Dâvud, seni biz yeryüzünde halife yaptık. Öyleyse, insanlar arasında hak ile hükmet! "(Sad, 26) buyurmuştur. İnsanların, makamca padişah yanında en üstün olanları velayet ve tasarruf bakımından onun yerini tutan kimse olduğu malum bir şeydir. Bu da onun halifesidir.Bu durum, Âdem (aleyhisselâm)'in mahlukatın en şereflisi olduğuna delalet eder. Bunu Cenâb-ı Allah'ın :

"Yerde olan herşeyi sizlerin emrinize vermiştir" (Hac, 65) âyeti tekid etmektedir. Sonra bu umumi ifade, şu âyetle de te'kid edilmiştir: O yerde olan herşeyi sizin için yarattı "(Bakara, 29).

Buna göre Hazret-i Adem hilafet makamında en yüksek dereceye ulaşmıştır. Dünya, onun hayatta kalabilmesi bir meta; âhiret de, onun mükâfaatı için bir ülke olarak yaratılmıştır. Ve şeytanlar, ona karşı büyüklenmeleri sebebiyle, Rahmet-i İlaheden kovulmuşlardır.Cinler onun emrindedir; melekler ona itaat ederek, secde eder, ona boyun eğerler; sonraysa bazı melekler, onun ve onun zürriyetinin bekçisi; bazıları rızkının İndiricisi, bazıları onun hataları için istiğfar edeni olmuşlardır. Hem sonra Cenab-ı Allah, bu yüce makamlara rağmen, "Ve yanımızda fazlası da var" (Kaf, 35). Öyleyse bu kemâl ve celâlin bir sınırı yoktur. Üçüncü Delil: Hazret-i Âdem ilimde daha ileri idi. Hazret-i Adem daha bilgiliydi. Daha bilgili ise, daha üstündür. O daha bilgiliydi, çünkü Cenâb-ı Allah meleklerden isimlerin bilgisini sorduğu zaman: "Dediler ki, serti tenzih ederiz. Bizim, senin bize öğrettiklerinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Muhakkak ki sen, alîmsin, hakimsin "(Bakara, 32) dediler. O zaman da Cenab-ı Allah: "Ey Adem, onlara eşyanın isimlerini bildir. Adem meleklere eşyanın İsimlerini bildirince, Allah (meleklere), "Ben size demedim mi ki... "(Bakara, 33) buyurmuştur. Bu, Âdem (aleyhisselâm)in meleklerin bilmediği şeyleri bildiğini gösterir. Daha bilgili olanın üstünlüğüne gelince, bu Cenab-ı Allah'ın:

"De ki, bilenlerle bilmeyenler bir olurlar mı?"(Zümer, 9) ayetinden dolayıdır.

Dördüncü Delil: Allahü teâlâ Peygamberleri Bütün Alem İçinden Seçmiştir

Cenab-ı Hak; "Muhakkak ki Allah Âdem'i, Nûh'u, İbrahim ailesini ve İmran'ın ailesini bütün alemlere üstün kıldı"(Al-i imran.33) buyurmuştur. Alem, Allah'ın dışındaki bütün şeylerden ibarettir. Bu böyledir, çünkü âlem kelimesi, daha önce geçtiği gibi, âlem kelimesinden türemiştir. Cenab-ı Hakk'a işaret ve O'na delalet eden her şey bir âlemdir. Şüphe yok ki sonradan meydana gelen her varlık Cenab-ı Allah'ın varlığına delalet eder. Öyleyse, sonradan olan herşey, âlem lafzına dahildir. Cenab-ı Allah'ın: (Âl-i İmran, 33) ayetinin anlamı buna göre şöyledir: Allahü teâlâ onları bütün mahlukata üstün kılmıştır. Meleklerin de mahlukat zümresinden olduğunda şüphe yoktur. Bu sebeple ayet, Allahü teâlâ'nın peygamberleri meleklere de üstün kılmış olmasını gerektirir. Eğer, denilirse ki: "Bu, Cenab-ı Hakk'ın: "Ey İsrailoğulları, size inam ettiğim nimeti ve sizi bütün alemlere üstün tutuşumuzu hatırlayınız"(Bakara, 47) ayetiyle bir müşkitlik arzeder. Çünkü onların, meleklerden ve Hazret-i Muhammed'den daha üstün olmaları gerekmez. Burada da böyledir. Cenab-ı Hak Hazret-i Meryem hakkında: "Allah seni seçti ve temizledi; seni alemlerin kadınlarına üstün kıldı. (Al-i İmran, 42) buyurmuştur. Hazret-i Meryem'in Hazret-i Fatıma'dan daha üstün olması gerekmez. Burada da böyledir; buna cevabımız şudur:

Müşkillik bertaraf edilmiştir. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın sözü, yahudilerin selefleri olan peygamberlere hitaptır. Onlar o zaman mevcutken Hazret-i Muhammed o zaman mevcut değildi. Hazret-i Muhammed mevcut olmayınca da, "alemler" lafzının şümulüne girmez. Çünkü yok olan şey, âlemlerden olmaz. Durum böyle olunca, Allahu Teala'nın onları, o zamandaki alemlere üstün kılmasından ibaret olup onların Hazret-i Muhammed'den daha üstün olmaları gerekmez. Cebrail (aleyhisselâm)'e gelince O, Cenab-ı Hak: "Muhakkak ki Allah, Adem'i Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemlere seçtik" (Âl-i İmran, 33) buyurduğunda mevcut idi. Bu sebeple Allah'ın onlan Cibril'e üstün kılmış olması gerekir. Yine farzet ki delilin mevcut olmamasından dolayı ayet tahsis edilmiştir. Burada ise, ayetin zahirini terkettirecek bir delil yoktur. Bu sebeple ayeti umumi yönden zahirine hamletmek gerekir.

Beşinci Delil: Resulullah'ın "Âlemlere Rahmet" Olması

Cenab-ı Hakkın "Seni, ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiya, 107) ayetidir. Melekler de alemin cümlesindendir. Bu sebeple Hazret-i Muhammed, melekler için de rahmet olmuştur. Bu nedenle Hazret-i Muhammed'in onlardan daha üstün olması gerekir.

Altıncı Delil: Beşerin Kulluğunun Zorluğu

Beşerin ibadeti daha zordur. Bu sebeple, onların daha üstün olmaları gerekir. Biz birkaç sebepten ötürü beşerin ibadetinin daha zor olduğunu söyledik. Şöyle ki:

a- İnsanoğlunu, günah işlemeye davet eden şehveti vardır. Meleklerinse, bu şehveti yoktur. Karşı koyan bir gücün bulunmasıyla beraber bir şeyi yapmak, o şeyi, karşı koyucu bir güç olmadan yapmaktan daha zordur. Şayet: "Meleklerin de, kendilerini isyana sevkedecek şehveti vardır ki bu da, Önderlik arzulandır" denilirse deriz ki; "Farzedelim ki durum böyledir, ancak beşerin çok çeşitli şehvetleri bulunmaktadır. Meselâ, yeme içme şehveti, cinsi münasebette bulunma şehveti ve reislik şehveti gibi... Melekler ise, bu şehvetlerden ancak birisine sahiptir ki, o da lider olma şehvet ve arzusudur. Şehvetin birçok nev'i ile imtihan olunan kimsenin itaat etmesi, şehvetin bir çeşidine mübtela olanın itaat etmesinden daha zordur.

b- Melekler, ancak "nas" ile amel ederler. Çünkü Cenab-ı Hak: "Bizim, senin bize öğrettiğinden başka ilmimiz yoktur "(Bakara, 32) ve: "Bunlar, sözle O'nun önüne geçmezler! Onlar Allah'ın emriyle amel ederler" (Enbiya, 27) buyurmuştur. Beşerin ise, istinbatta bulunma ve kıyas yapma gücü vardır. Nitekim Cenab-ı Hak; "Öyleyse ibret alınız, ey akıl sahipleri"(Haşr. 2) buyurmuştur. Keza Muaz (radıyallahü anh) "Re'yimle içtihad ettim " buyurmuş, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de onu, bu hususta tasvib etmiştir. İstinbatla amel etmenin, nas ile amel etmekten daha güç olduğu bilinen bir gerçektir.

c- Beşerin şüpheleri meleklerin şüphelerinden daha çoktur. Feleklerin ve gezegenlerin bu alemin hadiselerinin sebepleri olması, çok müessir şüpheler cümlesindendir. Bu sebeple insanlar, bu şüpheleri defetmeye muhtaçtırlar. Meleklerse, muhtaç değildirler; çünkü onlar gökler aleminin sakinleridirler. Bu sebeple melekler, bu alemin yaratıcı bir Müdebbir'e nasıl muhtaç olduğunu bizzat müşahede ederler.

d- Şeytanlar meleklere vesvese veremezler. Halbuki, şeytanlar, vesvese vermek için insaoğluna musallat olmuşlardır. Bu ise, büyük bir farktır. İnsanların itaat etmelerinin daha zor olduğu kesinlik kazanınca, onların "nass"a göre daha çok sevap almaları gerekir. Çünkü Hazret-i Peygamber "ibadetlerin en üstün olanı, en meşakkatli olanıdır " buyurmuştur. Kıyasen de bu böyledir; çünkü biz, kadınlara hiçbir meyli bulunmayan bir pir-i faninin zinadan kaçındığı zaman olan, buna aşırı arzu duyan, ama ondan kaçınan kimsenin fazileti gibi olmadığını biliyoruz.

Yedinci Delil: İnsanların Şehvetin Cazibesinde Bulunmaları

Cenab-ı Hak, melekleri şehvetsiz fakat akıllı olarak; hayvanları ise, akılsız; fakat şehvetli olarak; ademoğlunu ise, bu iki hususu kendisinde cemetmiş olarak yaratmıştır. Bu nedenle insanoğlu, aklı sebebiyle sınırsız denecek derecede hayvanların üzerinde bulunmaktadır. Şehveti sebebiyleyse, meleklerin aşağı mertebesinde bulunmaktadır. Sonra biz insanoğlunu, arzusu aklına üstün gelip, aklı ile değil de hevesleri ile amel edince, Cenab-ı Hakk'ın da: "Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler; hatta onlardan da şaşkın! " buyurduğu gibi, hayvanların aşağısında olur. Bu sebeple hayvanların değil de onların var olacağı yer, ateş olur. Böylece onların aklı nevalarına baskın çıkar, hatta nefsinin arzusuyla hiçbir şey yapmayıp aklına göre hareket ederse, iki taraftan birisini diğerine mukayese ederek, onların meleklerin üstünde bulunduklarını söylemek gerekir.

Sekizinci Delil

Melekler, muhafızdırlar; Âdem evladı ise himaye edilenler. Korunmuş olan ise, koruyandan daha kıymetlidir. Bu sebeple, insanoğlunun Allah katında meleklerden daha kıymetli olmaları gerekir.

Dokuzuncu Delil: Miracda Cebrail (aleyhisselâm)'in Geri Kalması

Rivayet edildiğine göre Cebrail (aleyhisselâm), Miraç gecesi Hazret-i Muhammed'in bineğinin üzengisinden tutup, O'nu Burak'a bindirdi. Bu, Hazret-i Muhammed'in Cebrail (aleyhisselâm)'den daha üstün olduğunu gösterir. Hazret-i Muhammed bazı makamlara varınca, Hazret-i Cebrail O'ndan ayrılarak şöyle dedi: "Ben, artık bir parmak ucu kadar daha yaklaşsam, yanıp kül olurum!"

Onuncu Delil: En Büyük Melekler Peygamberimizin Vezirleridir

Hazret-i Peygamberin şu sözüdür: "Muhakkak ki benim, gökte iki vezirim; yerde de iki vezirim vardır. Gökteki vezirlerime gelince, bunlar Cebrail ile Mikail 'dir. Yerdekilere gelince, Ebu Bekr ile Ömer'dir." Bu haber, Hazret-i Muhammed'in bir melik gibi, Hazret-i Cebrail ve Mikail'in ise, O'nun vezirleri gibi olduğuna delalet eder. Melik, vezirden daha üstündür. Bu sebeple Hazret-i Muhammed'in melekten daha üstün olması gerekir. Beşerin meleklerden daha üstün olduğuna dair söylenebilecek sözün tamamı budur.

Melâikenin Efdaliyetini Söyleyenlerin Cevapları

Meleğin daha üstün olduğunu söyleyenler, insanın melekten üstün olduğunu söyleyenlerin birinci deliline cevap vererek şöyle demişlerdir:

Birinci Delile Cevap

Daha önce alimlerden bir kısmının, "secdeden maksat, alnı yere koymak değil, tevazu göstermektir" dediği açıklanmıştı. Yine onlardan "secdenin, alnı yere koymaktan ibaret olduğunu kabul ederek, secdenin Allah için yapıldığını, Hazret-i Adem'in ise secdenin kıblesi olduğunu" söyleyenler vardı. Bu iki görüşe göre de, bir müşkil durum söz konusu değildir. Ama secdenin Hazret-i Adem için yapıldığını kabul ettiğimizde, "Niçin daha şerefli olanın şerefli olana secde etmesi caiz değildir" dediniz ?

Çok şerefli olan da şerefli olana secde edebilir; çünkü hikmet-i ilahi çoğu kez daha şerefli olanın sevgi göstermesini, son derece itaat ile inkiyad içinde olmasını gerektirir. Çünkü hükümdar, yaşça küçük olan kölelerini yanı başına oturtarak, büyüklere de onların hizmette bulunmalarını emreder. Hükümdarın bundan maksadı, o hizmet edenlerin her işte kendisine itaat ettiklerini ve her durumda kendisine inkiyat ettiklerini ortaya koymaktır. Durumun, aynen burada da böyle olması niçin caiz olmasın? Ve yine Cenab-ı Hakk'ın, dilediğini yapması ve dilediğine hükmetmesi, yine O'nun fiillerinde bir illet aranamıyacağı hususu bizim mezhebimiz değil midir? İşte bu sebepten dolayı biz, Allah insanda küfrü yaratıp, sonra onu nihayetsiz olarak azaplandırdığında, O'na itiraz edilemez dedik. Durum böyle olunca, O'na, en üstün olanın en düşük olana secde etmesini emretmesi hususunda nasıl itiraz edilebilir?

İkinci Delile Cevap

İkinci delillerinin cevabı ise şudur:

Hazret-i Adem yeryüzünün halifesi kılınmıştır. Bu ise, Hazret-i Adem'in yeryüzündekilerden daha şerefli olmasını gerektirir. Bu, O'nun semadaki meleklerden daha şerefli olduğunu göstermez. Şayet Cenab-ı Hak gökteki meleklerden birisini, niçin yeryüzünde, kendine halife yapmadı?" denilirse, deriz ki, bunun birkaç sebebi vardır:

a- İnsanlar melekleri göremezler.

b- Cins, kendi cinsine daha çok meyleder.

c- Melekler, son derece temiz ve ismet sahibidirler. İşte, Cenab-ı Hakk'ın: "Eğer biz o peygamberi bir melek yapmış olsaydık, onu da bir insan kılığına sokardık "(Enam, 9) ayetinden murad edilen de budur.

Üçüncü Delile Cevap

Üçüncü delillerine gelince, biz ona şöyle cevap veririz: Biz Hazret-i Adem'in meleklerden daha bilgili olduğunu kabul etmiyoruz. Bu konuda en fazla şöyle denilebilir: Hazret-i Adem, isimleri biliyordu; melekler ise onları bilmiyorlardı. Ne var ki melekler, Hazret-i Adem'in bilemediği başka şeyleri biliyorlardı. Bu meseleyi iyice ortaya koyacak olan husus şudur: Biz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu dillerin hepsini bilmemesine rağmen, Hazret-i Adem'den daha üstün olduğunda anlaşmıştık. Yine İblis Hazret-i Adem'in cennetten çıkarılmasına sebep olan ağaca yaklaşma hususunu biliyordu. Halbuki Hazret-i Adem bunu bilmiyordu. Bundan, iblisin Hazret-i Adem'den daha üstün olması gerekmez. Hüdhüd, Hazret-i Süleyman'a "Senin ihata edemediğin şeyi ben ihate ederim" demişti. Bundan, Hüdhüd'ün Hazret-i Süleyman'dan daha üstün olması gerekmez. Biz Hazret-i Adem'in meleklerden daha bilgili olduğunu kabul etsek bile, ancak niçin meleklerin taatleri, ihlas bakımından Hazret-i Adem'in taatl'nden daha çok; böylece de onların sevapları da daha fazladır" dememiz niye caiz olmasın?

Dördüncü Delile Cevap

Dördüncü delillerine cevaba gelince, bu zikredilen hususların en güçlüsüdür.

Beşinci Delile Cevap

Beşinci delillerine gelince ki, bu Cenab-ı Hakk'ın: (Enbiya, 107) ayetidir, buna şöyle cevap veririz. Hazret-i Muhammed'in alemlere rahmet olmasından, (......) nun meleklerden daha üstün olması gerekmez.

Nitekim Cenab-ı Hakk'ın: "Allah'ın rahmetinin eserlerine bak! Allah ölmüş arzı nasıl diriltiyor!"(Rum, 50) ayetinde de böyledir. Hazret-i Muhammed'in alemler için bir yönden rahmet, onların da bir başka yönden alemler için rahmet olmaları imkansız değildir.

Altıncı Delile Cevap

Altıncı delillerine cevaba gelince ki, bu delil beşerin ibadeti daha zordur şeklinde idi, bu şu durumla çelişir. Biz, mücahede yolunda bir sûtinin, Hazret-i Peygamberin herkesten daha üstün olduğunu bilmemize rağmen, O'nun bile kesinlikle tahammül edemiyeceği zor ve çileli şeylere tahammül ettiğini görüyoruz. Bu ancak, niyette ihlasa bina edilmiş olan bir sevab çokluğudur. İşin daha kolay olması da caizdir; ancak onu yapanın ihlası daha fazla olabilir. Bu sebeple onun mükafaatı daha fazla olur.

Yedinci Delile Cevap

Yedinci delillerine cevaba gelince, bu birleştirici bir nokta olmadan, iki tarafı cem' etmektir.

Sekizinci Delile Cevap

Sekizinci delillerine gelince ki, bu "korunan koruyandan daha şereflidir" şeklinde idi, bu mutlak manada kabul edilemez; tam aksine bazan, koruyan korunandan daha şerefli olur. Mesela, ordudaki suçlu askerler için tayin edilen üst rütbeli subay gibi. Son iki açıklamalarına gelince, bunlar ahad hadislerdir. Bunlar, Hazret-i Peygamberin çok mütevazı olduğuna dair rivayet ettiğimiz hadislerle çatışırlar. İşte meselenin sonu budur. Muvaffak kılmak, ancak Allah'ın elindedir.

Secde Etmemekte İblis Mazur Olabilir mi?

Bil ki, Cenab-ı Hak, İblis'i secde edenlerden istisna edince, onun secdeyi terketme hususunda mazur olduğunun zannedilmesi caiz oldu. Bu sebeple Cenab-ı Hak diretti" diyerek, İblis'in gücü yettiği ve mazur olmadığı halde secde etmediğini beyan buyurmuştur. Çünkü diretmek iradi olarak kaçınmaktır. Ama, iş yapmaya kadir olamayan kimseye gelince, onun için, "diretti" denmez. Sonra bunun bu şekilde olması caiz olsa bile, ona bir büyüklenme eklenmez. Böylece Cenab-ı Hak, "büyüklendi" diyerek, bu diretmenin büyüklenme biçiminde olduğunu beyan etmiştir. Sonra bu söz konusu diretme ve büyüklenmenin, küfür olmaksızın da bulunması caizdir. İşte bunun için Cenab-ı Hak, "Ve, kâfirlerden oldu" ifadesiyle, onun kafir olduğunu beyan etti.

Kadî "Bu ayet birkaç bakımdan Cebriyye'nin görüşünün batıl olduğuna delalet eder", demiştir:

a- Cebriyye, İblis secde etmediğinde, secdeye kadir olamadığını iddia etmişlerdir. Çünkü onlara göre bir şeyi yapabilmek mümkün değildir. Bir şeye güç yetiremiyene de, "O, o şeyden imtina etti" denilmez.

b- Birşeye güç yetiremiyene o şeyi yapmamak suretiyle büyüktendi, denilmez. Çünkü o, bir fiile güç yetiremediği zaman, o fiilden kaçındı, büyüklendi denmez. O kimse ancak, isteseydi yapabileceği şeyi yapmadığında, büyüklenmiş olmakla vasıflanır.

c) Cenâb-ı Hak buyurmuştur. Gücü yetmeyeceği bir şeyi yapmadığı için kişinin kâfir olması caiz değildir.

d- Onun büyüklenmesi ve o işi yapmaması, Allah'ın onda bu işi yaratmasından dolayıdır. Bu ise, onun kınanmaktan ziyade, mazur addedilmesinin daha uygun olduğunu gösterir. Kadî sözüne devamla, "İblisin mazur olduğunu söyleyen bir mezhebe inanan bir kimse, peşinen ziyana uğramıştır" der.

Buna şu şekilde cevap verebiliriz: Kadî bu vecih'eri çoğaltarak, sözü uzatmıştır. Bu vecihlerin neticesi emre, nehye, sevab ve ikaba dayanır. Biz, ona yine şu şekilde cevab veririz: İblisten bu işlerin çıkması ya bir maksad ve sebebe dayanır veya herhangi bir maksad ve sebebten dolayı değildir. Eğer onlar bir maksad ve sebebten dolayı meydana gelmiş ise, bu maksad neredendir? Bu, bir fail olmadan mı meydana gelmiştir veya bir kul olan failden mi meydana gelmiştir veyahutta Allah'ın fail olduğu bir fiil midir? Eğer, bunlar bir fail olmaksızın meydana gelmiş ise, Yaratıcı nasıl isbat olunur? Eğer kuldan meydana gelmiş ise, ve bunun kuldan meydana gelmesi eğer bir başka maksaddan doğmuş ise bu takdirde teselsül gerekir. Eğer o fiiller herhangi maksaddan dolayı meydana gelmemişse, bu, onun maksadsız meydana geldiğini ifade çeler ki biz o zaman onu "geçersiz" kılarız. Eğer onun faili Allah İse, bu durumda, bize karşı ileri sürdüğün bütün deliller, aleyhine döner.

Eğer "Bu fiil, iblisten, herhangi bir maksad ve sebeb olmadan meydana geldi" dersen, bu durumda bir müreccih bulunmaksızın, mümkün olan bir işin tereccühü (kendiliğinden meydana gelmesi) gerekir ki bu da Yaratıcıyı isbat etme kapısını kapatır. Yine de eğer, "Bu, bu şekilde olmuştur " dersen, bu fiillerin meydana gelişi tesadüfi sayılmış olur. Tesadüfi olan fiiller ise, kulun güç ve iradesi dahilinde değildirler. Buna göre bu gibi fiiller kula nasıl emr veya nehyedilebilir? Ey Kâdî, emir ve nehiy işinf delil getirmenin faydası nedir? Böyle aklî bir delilin yanında, neticesi tek bir noktaya dayanan bu izah tarzlarını çoğaltman dayanağını söker atar, sözünün yollarını keser, şayet evvelkiler ve sonrakiler bu delil üzerinde ittifak etmiş olsalardı bile bundan ancak "mümkün" varlığın bir müreccihe dayanmadan meydana geldiğini kabul ederek kurtulabilirlerdi. Bu durumda da Yaratıcıyı isbat etme kapısı kapanmış olurdu. Veya bundan, Cenab-ı Hakk'ın istediğini yapacağını ve istediğine hükmedeceğini söyleyerek kurtulabilirlerdi ki bu da zaten bizim cevabımızdır.

İblis Esasen Kâfir İdi

İnsanların "O (İblis) kafirlerden id!" âyeti hakkında iki görüşleri vardır:

a- İblis, Allah'a ibadetle meşgul olduğu esnada da münafık ve kâfir idi. Bu görüşün izahında iki şekil vardır:

1) Muhammed b. Abdulkerim eş-Şehristani, el-Milel ve'n-Nihal kitabının evvelinde, dört İncil'in şerhedicisi olan Mârî'den bu meselenin Tevrat'ta da, iblisin, secde ile emredildikten sonra meleklerle arasında geçen bir münazara biçiminde, dağınık bir şekilde zikredildiğini rivayet etmiştir. Buna göre İblis meleklere, "Ben, benim yaratanım, mucidim ve mahlukatın yaratıcısı olan bir ilahım olduğunu kabul ediyorum. Ancak size Allah'ın hikmeti ile ilgili yedi sorum var:

Birincisi: Allah'ın yaratmadaki hikmeti nedir? Hele hele, kâfiri yaratırken, onun ancak sonunda elemlere düçâr olacağını bildiği halde onu yaratmasındaki hikmet nedir?

İkincisi: Mükellefiyetin kendisine herhangi bir fayda ve zararı olmadığı, mükelleflerin lehine olan herşeyi, mükellefiyeti vasıta kılmadan da yaratmaya kadir olduğu halde, insanları mükellef kılmada ne mana vardır?

Üçüncüsü: Farzedin ki Allah, beni kendisini tanıyıp O'na itaat etmekle mükellef tutmuştur. Öyleyse daha niçin bana, Adem'e secde etmemi emretmiştir?

Dördüncüsü: Adem'e secde etmemden dolayı kendisine isyan ettiğimde beni niçin lanetlemiştir? Ne kendisi için, ne de başkası için bir fayda olmadığı ve fakat benim için zararların en büyüğü olduğu halde niçin beni cezalandırmayı gerekli görmüştür?

Beşincisi: Sonra Allah bunu yaparken, niçin cennete girmeme ve Âdem'e vesvese vermeme imkan tanıdı?

Altıncısı: Ayrıca, ben bunu yaparken, niçin beni Adem'in çocuklarına musallat kılıp, benim onları azdırmama ve yoldan çıkarmama müsaade etti?

Yedincisi: Sonra ben, bu hususta O'ndan uzun bir mühlet istediğimde, bana bu mühleti niçin verdi? Malumdur ki eğer dünya serlerden uzak olsaydı, bu daha hayırlı olurdu.

İndilerin şerhedicisi şöyle dedi: Cenab-ı Allah, celal ve kibriya perdelerinin gerisinden ona vahyederek: "Ey iblis, sen beni tanıdın şayet sen beni hakkıyla tanısaydın, işlerimde bana itiraz etmemen gerektiğini bilirdin. Çünkü, ben, kendisinden başka ilah olmayan Allah'ım. Yaptığım şeylerden sorulmam".

Bil ki mahlukatın evvelkileri de sonrakileri de bir araya gelseler, güzel görme ve çirkin görme işinin akla ait olduğuna hükmetseler, onlar bu şüphelerden bir kurtuluş yeri bulamazlar ve bütün bu şüphelerden sıynlamazlar. Ama Cenab-ı Hakk'ın söylediği cevab ile cevab verdiğimizde bütün bu şüpheler bertaraf olur ve itirazlar sona erer. Nasıl böyle olmasın ki Cenab-ı Hak zatında vacib'l-vücud ve sıfatlarında vacibu'l-vücud olduğu gibi, fail oluşunda her türlü müessir ve müreccihlerden (tercih ettirici etkilerden) müstağnidir. Eğer Allahü teâlâ bunlardan müstağni olmasa idi, onlara muhtaç olmuş olurdu. Halbuki Cenab-ı Hak, bütün ihtiyaçların istendiği, bütün arzuların talebedildiği ve bütün arzulara kumda ulaşılan bir varlıktır. Cenab-ı Allah böyle olunca, O'nun fiilleri için "niçinlik" söz konusu olamaz; O'nun yaratmasına itiraz edilemez. Birisi şöyle diyerek ne güzel söylemiş: "Allah'ın celâli Mu'tezile terazisi ile tartılmaktan çok yücedir." Bunları söyleyen kimse, Allah'ın "O (iblis) kâfirlerden idi" âyetini zahiri manası ile anlayarak, iblisin yaratılışından beri kâfir ve münafık olduğunu söylemiştir.

2) İblis ebedî olarak kâfirdir. Bu, muvâfât ashabının görüşüdür. Çünkü iman devamlı bir mükafaata hak kazanmayı, inkâr ise devamlı bir cezayı haketmeyi gerektirir. Devamlı mükâfaat ile devamlı cezanın aynı anda bulunması imkansızdır. Mükellef bir zaman iman eder, sonra da -Allah muhafaza- küfre düşerse, o kul için, ya ebedi sevabı haketme ile ebedi cezayı haketme beraber bulunur ki yukarıda açıkladığımız gibi bunun olması imkansızdır, veyahut daha sonra olan öncekini yok eder ki bu da imkansızdır.

Eksik 384-385

Yedinci Mesele

Ekseri alimler, bütün meleklerin, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'esecde etmekle emrolunduklarını söylemişler ve buna iki bakımdan delil getirmişlerdir:

a- "Melâike" lafzı çoğul bir isimdir. Çoğul sigası umumi mana ifade eder.

Hele hele bu lafız, Cenab-ı Hakk'ın :

"Meleklerin hepsi tamamı secde ettiler"(Hıcr, 30) ayetinde, en mükemmel te'kıd ile getirilmiş ise...

b- Cenab-ı Hak iblisi meleklerden istisna etmiştir. Bir şahsın onlardan istisna edilmesi, onun dışındakilerin o hükme dahil olduğuna delalet eder. Alimlerden, bunu kabul etmeyerek bu secde ile emredilenlerin yeryüzü melekleri olduğunu söyleyerek, meleklerin büyüklerinin böyle bir secde ile emredilmesini uzak ihtimal görenler vardır. Feylesoflara gelince, onlar melekler lafzını ruhani cevherlere hamlederek şöyle demişlerdir: Semavi ruhların, düşünen beşeri nefislere (nüfus-ı natıkaya) boyun eğmeleri imkansızdır. Secde etmeleri emredilen meleklerden maksad, sadece bu beşeri nefislere itaat eden, beşeri.cismani kuvvetlerdir. Bu meseleye dair söz akliyyata dair kitaplarda yer almıştır.

Hazret-i Âdem'in Cennete Yerleştirilmesi

34 ﴿