35"Ve demiştik ki: "Ey 'Adem, sen eşinle birlikte Cennette yerleş. Ondan, neresinden isterseniz, bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa (kendine) zulmedenlerden olursunuz " . Emri Teklif mi, İbahe mi Bildirir? Müfessirler, (Yerleş) sözündeki emrin, mükellefiyet (farziyet) ifâde eden bir emir mip mübahlık ifade eden bir emir mi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Katade'den, şöyle dediğirivayet edijmişto "Cenâb-ı Allah, melekleri Hazret-i Adem'e secde ile imtihan ettiği gibi, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'i de cennette yerleşmekle imtihan etmeştir. Bu böyledir, çünkü, Hak Teâla, onu cennette oturmak, ondan gibi yemekle mükellef kılmış ve bir ağaçtan yemesini yasaklamıştır. Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in o ağaçtan yemekten menedilmesi en zor mükellefiyetlerden biri olmakla beraber, o, nehyedildiği şeyi yapıp bu sebeble avret mahalli açılıncaya ve cennetten indirilip, arzu ettiği şeylerin bulunduğu bir yerde iskan edilinceye kadar bu imtihan devam etti." Diğer müfessirler de şöyle demişlerdir: "Bu mübahlığı ifade eden bir emirdir. Çünkü kendisinden istifade editen hoş, güzel ve temiz yerlerde . rleşmek kulluk kapsamına girmez. Nitekim hoş, temiz şeylerden yemek kulluk şümulüne girmemekte ve: Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin en temizlerinden yeyiniz"(Tahâ, 81) ayetindeki emir, farziyeti ve mükellefiyeti ifade eden bir emir olmamakta, aksine mübahlığı ifade eden bir emir olmaktadır." Doğrusu bu (Yerleş) emri hem mübahlığı hem de mükellefiyeti ifade eden bir emirdir. Buradaki mübahlık, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in cennetteki bütün nimetlerden istifade etmeye izinli olmasıdır. Mükellefiyete gelince, o da şudur: Yasaklanan şey orada idi ve Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in ondan yemesi yasaklanmış. Bazıları şöyle demişlerdir: Eğer bir adam diğer birine (seni evimde iskan ettim, yerleştirdim) derse, ev diğer adamın mülkü olmaz. Şurada da Cenab-ı Allah, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'e "Cenneti sana bağışladım " demiyor, aksine "seni cennete yerleştirdim" diyor. Cenab-ı Allah, onu yüzünde halife olması için yarattığından dolayı öyle söylemedi. Cennette eleştirilmesi, yeryüzü halifeliği için bir mukaddime kabilinden idi. Hazret-i Havva Ne Zaman Yaratıldı? Hak teâlâ herkesin Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'e secde etmesini emrettiğinde, iblis secde etmemekte dayatınca, onu mel"un (lanetli) yaptı ve sonra Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'e eşi ile beraber cennette yerleşeşmesini emretti. Müfessirler, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in eşi (Hazret-i Havva)'nın ne zaman yaratıldığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Süddi, İbn-Abbas, İbn Mes'ud ve bazı sahabeden şunu rivayet etmiştir: Cenab-ı Allah, iblisi cennetten çıkarıp, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'i cennete yerleştirince, H.z. Adem (aleyhisselâm) orada tek başına kaldı. Onunla beraber yalnızlığını giderecek kimse yoktu. Bu sebeble Cenab-ı Allah, ona bir uyku verdi, sonra sol tarafının kaburga kemiklerinden birini alıp yerine et koydu ve o kaburgadan Havva validemizi yarattı. Hazret-i Adem (aleyhisselâm) uykudan uyanınca başucunda oturan bir kadın buldu ve ona "Sen kimsin?" diye sordu. O, "Bir kadın" cevabını verdi. Hazret-i Adem, "Niçin yaratıldın?" dedi. O, "Sen bana ısınasın diye yaratıldım dedi. Melekler: "Onun ismi ne?" diye sordular. "İsmi Havva" dediler. "Niçin Havva diye isimlendirildi" dediler. (Birisi) "Çünkü o canlı bir şeyden yaratıldı dedi. Hazret-i Ömer ve İbn Abbas (radıyallahü anha)'dan şöyle dedikleri rivayet edilmiştir. Cenab-ı Allah meleklerden bir ordu gönderdi. Onlar Hazret-i Adem ile Havva'yı padişahların taşındığı gibi, altından bir taht üzerinde taşıdılar. Onların elbiseleri nurdan idi. Herbirinin başında yakut ve incilerle bezenmiş altın birer taç vardı. Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in belinde inci ve yakutlarla süslenmiş bir kemer vardı. Böylece o ikisi cennete girdiler." Bu haber, Hazret-i Havva'nın, Aden (aleyhisselâm)'in cennete girmesinden önce yaratıldığına delalet eder. İlk haber de onun cennette yaratıldığını gösterir: Gerçeği Cenab-ı Allah bilir. Zevce "Eş'"den Maksat Havva'dır Müfessirler, ayetteki "zevce (eş)" ten kastedilenin her ne kadar bu surede ve Kur'an'ın başka yerlerinde bahsedılmese de, Hazret-i Havva olduğunda ittifak etmişlerdir. Buna ve Hazret-i Havva'nın, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'den yaratıldığına Cenab-ı Allah'ın Nisa süresindeki: "O (Allah) sizi bir tek candan yarattı ve ondan yine onun zevcesini vücuda getirdi" (Nisa, 1) ayeti ile, A'raf süresindeki: "Ve bundan da, (gönlü) kendisine (meyledip) ısınsın diyer eşini yapan (Allah)dır" (Araf, 189) ayeti delalet eder. Hasan (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hiç şüphesiz kadın, erkeğin, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Eğer onu doğrultmak istersen kırarsın. Eğer onu kendi haline bırakırsan, ondan, istifade edersin, o da düzelir." Benzer bir hadîs, Müslim, Ridâ; 59 (2/1091). Bu şekli ile bulamadık. Cennetin Yerde Veya Gökte Olması Müfessirler bu ayette geçen cennet hususunda "O yeryüzünde midir, yoksa gökyüzünde midir?" diye ihtilaf etmişlerdir. Cennetin gökyüzünde olduğunun kabul edilmesi halinde, "O cennet, sevab yurdu olan cennet midir, ebedilik cenneti midir, yoksa başka bir cennetmidir?" diye ihtilaf etmişlerdir. Ebu'l-Kasım el-Belhi ve Ebu Müslim el-İsfahani: "Bu cennet yeryüzünde O " demişler ve Hazret-i Adem'in cennetten indirilmesini bir bölgeden diğer bir bölgeye geçmek manasına hamletmişlerdir, Cenab-ı Allah öyleyse bir şehre inin "(Bakara, 61) ayetinde olduğu gibi... Bu iki zat görüşlerine çeşitli yönlerden deliller getirmişlerdir: Birincisi: Bu cennet, eğer sevab yurdu olan cennet olsa idi, ebedilik cenneti olurdu. Eğer Hazret-i Adem (aleyhisselâm), ebedilik cennetinde bulunuyor olsa idi, İblis'in: (Ey Âdem) sana ebedilik ağacına ve zeval bulmayacak bir devlete ulaşmanın yolunu) göstereyim mi?"(Taha, 120) sözüne aldanmazdı. Cenab-ı Allah'ın : Rabbiniz size şu ağacı, iki melek olursunuz veya (cennette) devamlı kabalardan olursunuz diye yasak etti". (Araf, 20) ayeti doğru olmazdı. İkincisi: Kim bu cennete girerse, Allahü teâlâ'nın: Onlar oradan (cennetten) çıkarılacak değiller" (Hicr, 48) ayetinden dolayı, adan bir daha çıkarılmaz. Üçüncüsü: İblis, Hazret-i Adem'e secde etmekten imtina edince lanetlendi Allah'ın gazabından dolayı ebedilik cennetine ulaşamadı. Dördüncüsü: Mükafaat dünyası olan cennetin nimetleri tükenmez. Çünkü Cenab-ı Hak: "Onun yemişleri ve gölgesi devamlıdır"'(Rad, 35) ve : Ama bahtiyar olanlar, gökler ve yer durdukça cennette ebedi olarak takadırlar. Ancak Rabbinin dilediği müddet müstesna. Bu bitmez tükenmez bir lütuftur" (Hicr, 108) buyurmuştur. Eğer bu, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in girdiği cennet olsaydı sona ermezdi. Fakat Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in girdiği cennet, Cenab-ı Allah'ın: "Allah'ın zatından başki herşey yok olacaktır"(Kasas, 88) ayetinden dolayı yok olacaktır. Eğer bu Hazret-i Adem'in girdiği cennet olsaydı, oradan tekrar çıkmazdı, fakat o oradar çıktı ve bu rahatlıklar kesildi, sona erdi. Beşincisi: Allahü teâlâ'nın hikmetine, insanoğlunu ilk başta, ebed kalacakları ve mükellef olmayacakları cennette yaratması uygun düşmez Çünkü O, amel işleyenlere ait olan mükafaatı, amel işlememiş olan kimseye vermez ve kullarını başıboş bırakmaz. Aksine o kulları teşvik etmek ve sakındırmak, onlara va'd ve va'idde bulunmak gerekir. Altıncısı: Cenab-ı Hakk'ın, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'i yeryüzünde yarattığ hususunda ve bu kıssada onu gökyüzüne naklettiğine dair bir bahis bulunmadığı hususunda bir ihtilaf yoktur. Eğer Allahü teâlâ, onu gökyüzüne nakletmiş olsaydı bunun öncelikle zikredilmesi gerekirdi. Çünkü onun yerden göğe nakledilmesi en büyük nimetlerdendir. Bunun zıkredilmemesi, böyle bir naklin olmadığını gösterir. Bu da, Allahü teâlâ'nın: "Sen eşinle birlikte cennette yerleş "(Bakara, 35) ayetinde bahsettiği cennetten muradın, ebedilik cennetinden başka bir cennet olmasını gerektirir. İkinci görüş Cübbai'nin görüşüdür ve şöyledir: Bu cennet yedinci semada idi. Bunun delili, Allahü teâlâ'nın "Oradan ininiz "(Bakara, 38) ayetidir. Sonra ilk iniş yedinci semadan birinci semaya olmuştu. İkinci iniş de gökten yeryüzüne olmuştu. O Cennet, Sevab Yurdu Olan Cennettir Üçüncü görüş, alimlerimizin çoğuna ait olan şu görüştür: Bu cennet, sevab yurdu olan cennettir. Bunun delili, "cennet" lafzındaki umum ifade etmeyen elif ve lam (lam-ı tarif) dir. Çünkü bütün cennetlerde birden yerleşmek imkansızdır. Bundan dolayı bu cennetin, daha önce zikredilmiş olan belli bir cennet olarak anlaşılması gerekir. Müslümanlarca bilinen, belli olan cennet ise sevab yurdu olan cennettir. Binaenaleyh ayetteki "cennet"i bu manada anlamak gerekir. Tevakkuf Eden (Karar Vermeyen) Görüş Dördüncü görüş de şudur: Bütün bu görüşler mümkündür. Bu hususlardaki nakli deliller de zayıf ve birbirine terstir. Bundan dolayı bu hususta bir şey söylememek ve kesin konuşmayı bırakmak gerekir. En iyi Allah bilir. Bazı Lisanı Meseleler ve Cennetteki Geniş Nimet Keşşaf sahibi şöyle demiştir: "Sukna" (yerleşmek) masdarı sukün masdanndandır. Çünkü o bir yerde kalma ve ikrar bulmanın bir çeşididir. Ayette geçen yerleşmesi istenen fail üzerine atıf yapılabilsin diye, o faili te'kid için getirilmiştir (bol bol) kelimesi, mahzuf bir masdarın sıfatıdır. Yani "Bol bol, geniş geniş, rahat rahat yemek" lafzı, belirsiz mekan ifade etmek için kullanılmıştır. Yani "cennet'in neresini dilersiniz" manasınadır. Âyetten murad, Hazret-i Âdem ile Havva'ya cennetin bazı yiyecekleri ve bazı yerleri mahzurlu olmayacak şekilde son derece geniş, mutlak manada bir yeme müsaadesidir. Böylece, onların, cennetin çok olan ağaçlarından bir tanesinden yemeleri, onlar için bir özür olmamaktadır. Cennet Nimetlerinden İstifade Emrinin, Kıssanın Tekerrüründe Gösterdiği Farklılık Bir kimse şöyle diyebilir: Hak Teâla "Ondan bolca yeyiniz" A'raf sûresinde ise: "Dilediğiniz yerden yeyiniz" (A'raf, 19) buyurarak, Bakara sûresinde lafzına vav harf ile, A'raf sûresinde ise "fâ" harfiyle atfetmiştir. Bunun hikmeti nedir? Kendisine bir şey atfedilen fiil şart durumunda olur. Atfedilen şey de ceza menzilesinde bulunursa bu durumda ceza, birincisine (şarta) vav ile değil de fa ile atfedilir. Nitekim Cenâb-ı Hakk: "Hani (onlar): Şu beldeye giriniz ve onun dilediğiniz yerinde, bolca yeyiniz, demiştik.(Bakara, 58) ayetinde, beldeden yemek oraya girmeye bağlı olduğu için, lafzını lafzına fâ harfiyle atfederek, sanki O şöyle buyurmuştur: Eğer oraya girerseniz, oradan yiyiniz... Buna göre, girmek işi yemeye götürür. Yemenin varlığı da, girmenin bulunmasına bağlıdır. Bu husus, A'raf süresindeki şu ayetde de ayni şekilde izah olunur: "Hani onlara şu beldede oturunuz ve onun dilediğiniz yerinden yeyiniz denilmişti "(A'raf, 161).Cenab-ı Hak, burada lafzını lafzı üzerine fâ ile değil de vâv ile atfetmiştir. Çünkü oturunuz, lafzı, "süknâ" (oturmak, meskun olmak) lafzından alınmıştır ki, sükna uzun süre İkamet etmek demektir. Yemenin varlığı süknanın varlığına bağlı değildir. Çünkü bir bahçeye giren kimse, oradan geçiyorken bile, o bahçeden meyve yiyebilir. İkincisi birincisine, cezanın şarta taalluk etmesi gibi taalluk etmediğinden fa ile değil de vav ile atfetmek vacib olmuştur. Bu sabit olunca biz deriz ki, şüphesiz "otur" lafzı, bir yere giren kimseye söylenerek, bundan, "Girdiğin bu yerde kal ve buradan bir yere ayrılma!" manası kasdedilir. Yine, bu lafız, bir yere girmeyen kimseye de, "Buraya gir ve orada kal!" anlamında da söylenilir. Bakara süresindeki bu emir, Hazret-i Adem cennete girdikten sonra verilmiştir; buna göre bu emirden maksat orada kalıp, iyice yerleşmektir. Biz, yeme işinin girmek işine taalluk etmediğini açıklamıştık. Dolayısıyla, vav harfiyle atfedil mistir. A'raf suresinde ise bu emir, Hazret-i Adem cennete girmeden önce varid olmuştur. Dolayısıyla bundan maksat, Hazret-i Adem'in cennete girmesidir. Yemenin girmeye bağlı olduğunu izah etmiştik. Bu sebeple, şüphesiz fa lafzıyla gelmiştir. Allah en iyi bilendir. Cenab-ı Hakkın; "Ve bu ağaca yaklaşmayın" ayetidir. Bunun, bir nehiy olduğunda herhangi bir şüphe yoktur. Ancak bunda iki bahis vardır. a- Bu, tahrim ifade eden bir nehiy yoksa tenzih ifade eden bir nehiy midir? Bu hususta ihtilaf vardır. Alimlerden bir kısmı, bu sığanın tenzihi bir nehiy ifade ettiğini söylemişlerdir. Bu böyledir, çünkü bu sîga bazan tenzih, bazan da tahrim için varid olur. Aslolan, müşterekliğin olmamasıdır. Bu sebeple lafzı bu iki kısım arasında müşterek bir mikdarda, hakiki manaya almak gerekir. Bu da ancak, fiilden men etmeye veya fiilde mutlaklığa herhangi bir delalet olmaksızın, yapılmama tarafını yapma tarafına tercih hususunda nehyi hakiki manada almakla olur. Fakat bu fiildeki mutlak oluş, aslın hükmüyle sabit olmuştur. Çünkü kendisinden faydalanılacak şeylerde aslolan, mubah olmadır. Biz, lafzın manasını bu asla eklediğimizde, ikisinin toplamı nehyin tenzih ifade ettiğinin delili olur. Bu görüşte olan alimler, bu görüşün buraya daha uygun olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu takdire göre, Hazret-i Adem'in günahı, evla olanı terketme hususuna dayanır. Peygamberlerin ismetine götüren her yolun, kabul edilmeye daha evla olduğu herkesin malumudur. Nehy Tahrim İçindir Görüşü ve Tenkidi Diğer bazı alimler de bu nehyin tahrim'ifade eden nehyi olduğunu söyleyerek buna çeşitli deliller getirmişlerdir: 1) Cenab-ı Hakk'ın âyeti yine Allah'ın: Temizlenmedikleri müddetçe, onlara yaklaşmayın " (Bakara. 222) ve ; "Yetimlerin malına, ancak en güzel bir biçimde yaklaşın' (isra, 34) ayetleri gibidir. Bu ikisi nasıl haramlık ifade ediyorlarsa, önceki de böyledir. 2) Cenâb-ı Hak, "Sonra, zalimlerden olursunuz" buyurmuştur ki, bunun manası "Eğer siz o ağaçtan yerseniz, siz muhakkak ki nefsinize zulmetmiş olursunuz" demektir. Onlar o ağaçtan yediklerinde "Dediler ki, Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik" dediklerini görmez misin? 3) Bu nehiy şayet tenzih ifade eden nehiy olsaydı, yaptığından dolayı Hazret-i Adem cennetten çıkarılmaya müstehak olmaz ve kendisine de, tevbe etmesi vacib olmazdı. Biz şöyle diyerek, bu ikinci görüştekilerin birinci deliline cevap veririz: Nehy, aslında her ne kadar tenzih ifade etse de ayrı bir delilden ötürü bazan fahrime hamledilebilir. İkinci görüşlerine de şöyle cevap veririz: Cenab-ı Hakk'ın "Sonra zalimlerden olursunuz "ayetinin manası "terketmek evla olan bir şeyi yapmanızdan ötürü, nefsinize zulmedenlerden olursunuz" demektir. Çünkü siz, bunu yaptığınızda, susatmayacağınız, acıkmayacağınız, güneşin ısısıyla yanıp kavrulmayacağınız ve üryan olmayacağınız cennetten, sizin için bunların hiçbirisi bulunmayan air yare çıkarılırsınız. Üçüncü delillerine de şöyle diyerek cevap veririz: Cennetten çıkmanın bu sebeple olduğunu kabul etmiyoruz. Bunun açıklaması inşaallah gelecektir. b- Bunlar şöyle demiştir: Cenab-ı Hakk'ın âyeti zimnî manasıyla yememeyi ifade eder. Bu görüş zayıftır. Çünkü yaklaşmadan nehyetmek, yemeden nehyi 'ide etmez. Çünkü çoğu kez, nehyedilen şeye yaklaşmamada kurtuluş vardır, adar var ki, şayet bu nehiy yaklaşmaya hamledilirse, onu yemesi ona caiz olur. Tam aksine bunun zahiri, yaklaşmaktan nehyi içine alır. Yemeden nehyetmeye gelince, bu diğer delillerle bilinir ki, o da Cenab-ı Hakk'ın bu yerin dışındaki bir başka yerde: "Ağaçtan taddıklarında, onların avret mahalleli göründü" (Araf, 22) buyruğudur. Bir de sözün baş tarafı yemenin mubah olduğu hususundadır. Çünkü Cenab-ı Hak: "Ve, onun dilediğiniz yerinde, bolca yeyiniz" (Bakara, 35) buyurmuştur. Böylece Cenab-ı Hakk'ın bu ifadesi, onları o ağacın meyvesinden yemeden nehy hususunda bir delalet gibi olmuştur. Ancak bu sözle yem. ien nehyetmek, hem yemeği hem de diğer faydaları içine alır. Eğer Cenab-ı Hak, açıkça yemeden nehyetseydi, bu diğer faydalara şamil olamazdı. (......) ifadesindeki fayda daha çoktur. Alimler burdaki mezkûr "ağaç"ın ne olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Buna göre Mücahid ve Said İbn Cübeyr, İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, o ağacın buğday ve başak olduğunu nakletmişlerdir. Yine Hazret-i Ebu Bekr'in, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ağaç hakkında sorduğu, bunun üzerine O'nun da, bunun mübarek başak ağacı olduğunu söylediği rivayet edilmiştir. Yine Süddi, İbn Abbas ve İbn Mesûd'dan bu ihtiyaç yoktur. Çünkü bu sözden maksat, o ağacın bizzat kendisini bize tanıtmak değildir. Sözün maksadı ve gayesi olmayan şey, beyan etmek, Hâkîm olan Allah'a vacib olmaz. Çoğu kez, onu beyan etmekse abes olur. Çünkü bizden birisi, başkasına, geciktiği için özür beyan etmek istediğinde, edepte kusur ettikleri için kölelerimi dövmekle meşgul idim" dediğinde, bu kadarcık ifadesi onun köleleri, bizzat kendisini, isimlerini ve sıfatlarını zikretmesinin yerini tutar. Hiç kimse, burada beyan hususunda kusur edildiğini zannedemez. Sonra bazı âlimler lafzındaki en yakın mana "gövdesi ve dalları olan bir bitki"ye şamil olmasıdır, demişlerdir. Buna gerek olmadığı da söylenmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak: "Onun üzerine gövdesi olmayan bir bitki bitirdik"(Saffat, 146) buyurmuştur; oysaki bu bitki, tıpkı bir ekin ve karpuz gibi olmasına rağmen, onun yeryüzüne sarılıp yayılması onu ağaçlıktan çıkarmamıştır. Müberred ise, "Arabların her dalı ve gövdesi olan şeyi, meyveleriyle kendilerini doyurduğu zaman, ağaç olarak isimlendirdiklerini sanıyorum" demiştir. ağaç lafzının aslı, sağa sola yayılan, dal budak salan her şeydir. Meselâ "Falancayı, mızraklar onu delik deşik olmuş olarak gördüm" denilir. Yine Cenab-ı Hak, "Aralarında dallanıp budaklanan hususlarda seni hakem tutmadıkları sürece... "(Nisa, 65) buyurmuştur. Yine şöyle denilir: "İki adam falanca meselede tartıştılar, meseleyi dallandırıp budaklandırdılar." Alimler, Cenab-ı Hakk beyanından muradın, " Sizler eğer yerseniz, nefislerinize zulmetmiş olursunuz " olduğunu söylemişlerdir. Çünkü ağaçtan yemek, başkasına zulmetmeyi gerektirmez. İnsan bazan kendi nefsine, bazan da başkasına zulmetmekle zalim olur. Ama nefsine zulmü, daha şümullü ve daha büyüktür. Sonra insanlar burada, üç görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir. a- Hazret-i Adem'in büyük günah işlemiş olduğunu söyleyen Haşeviyye'nin görüşüdür. Buna göre, Hazret-i Adem'in bu fiili zulüm olmuş olur. b- Hazret-i Adem, küçük günah işlemiştir diyen Mu'tezile'nin görüşüdür. Mu'tezile'nin de İki görüşü vardır: 1) Ebu Ali el-Cübbaî'nin görüşüdür ki, buna göre Hazret-i Adem, kendisine, . çok zor olan tevbe ve telafiyi gerektirdiği için nefsine zulmetmiştir. 2) Ebu Haşim'in görüşüdür ki, buna göre Hazret-i Adem, sevabtarının bir kısmını boşa çıkarmış, yakmış olması sebebiyle kendisine zulmetmiştir. Bu sebeple, Hazret-i Adem'in hak etmiş olduğu sevabda bir eksilme olur ki, bu da zulüm olur. c- Mutlak anlamda Hazret-i Adem ile Havva'dan günahın sadır olmasını kabul etmeyenler ve bu zulmü yapılmaması gereken şeyi yapmış olmaya (terk-i evla) hamledenlerin görüşüdür. Bunun misali şudur: Vezirlik isteyen bir kimse, onu bırakıp da dokumacılıkla meşgul olursa, o kimseye, "Ey kendisine zulmeden kimse, niçin böyle yaptın?" denilir. Şayet "Peygamberlerin zalim olmakla veya nefislerine zulmedici olmakla nitelendirilmeleri caiz midir?" denilirse cevaben deriz ki, böyle denilmesi bir nevi zemmi vehmettirdiği için, onlara bu ismin verilmemesi daha uygundur.36 |
﴾ 35 ﴿