36

"Bunun üzerine şeytan onları oradan kaydırıp, onları bulundukları yerden çıkardı. Biz de: Birbirinize düşman olarak ininiz! Yeryüzünde sizin için, belli bir vakte kadar durak ve faydalanma vardır " dedik.

Keşşaf sahibi (......) ifadesinin hakikatinin, şeytan, onları orada hataya düşürdü" mânâsı olduğunu ve buradaki (......) lafzının aynen, "Ben bunu kendiliğimden yapmadım "(Kehf, 82) ayetindeki lafzı gibi olduğunu söylemiştir. Kaffâl (r.h) ise buradaki fiilinin kökünden olduğunu, buna göre bunun insanın ayağının bir yerde olup da oradan kayması ve başka yere geçmesi manasından alınmış olduğunu söylemiştir. Kim bu âyeti (......) şeklinde okursa, o zaman bunun manası bir yerden ayrılmak şeklinde olur. Ebu Mu'az'ın şöyle dediği nakledilmiştir: (......) denilir, ki bu iki ifâdenin de manası bir olup, "Seni ondan çevirdim" demektir. Bazı alimler de şöyle dediler: (......) ifadesinin manası yani "Onların hata yapmasını istedi " demek olup hata eden bir kimse hakkında senin demenden alınmıştır. Nitekim bu şahsın din veya dünyası hususunda ayağının kaymasına sebebiyet veren kimsenin bu fiili de (......) diye ifade edilir. Bil ki bu ayette bir kaç mesele vardır:

Nebilerin İsmeti, Yani Günahsızlığı

Alimler, peygamberlerin ismeti (günah işlemekten masum olmaları) hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Bu rnesele de söylenecek sözün özü şudur: Alim lerin bu konudaki ihtilafları dört kısma ayrılır:

a- Itikadi olanlar,

b- Tebliğ ile ilgili olanlar,

c- Ahkâm ve fetva ile ilgili olanlar,

d- Peygamberlerin fiil ve hareketleri ile ilgili hususlar.

a- Peygamberlerin, küfrü ve dalaleti gerektirecek şeylere inanmaları, ümmet-i Muhammed'in çoğuna göre caiz değildir. Haricilerden Fudayliyye gurubu "Peygamberlerden de günahlar sadır olmuştur" demiştir. Bu fırkaya göre günah işlemek küfür ve şirktir. Buna göre onlar, kesinlikle peygamberlerin küfre düştüğünü söylemişlerdir. İmamiye fırkası da peygamberlerin takiyye yaparak küfür izhar etmelerinin (yani inkâr ediyormuş gibi görünmelerinin) caiz olacağını söylemişlerdir.

b- Tebliğ ile ilgili olan hususlara gelince, bütün müslümanlar peygamberlerin tebliğ ile ilgili hususlarda yalan söylemekten ve tahrifat yapmaktan masum olduklarında ittifak etmişlerdi. Aksi halde onların, Allah'ın tebliğini yerine getirmiş olduklarına dair güven ortadan kalkmış olur. Yine alimler, peygamberlerden, yanılarak yalan söylemenin caiz olmadığı gibi kasden yalanın caiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Bazı alimler, "sakınılması mümkin değil" gerekçesi ile, onların sehven yalan söyleyebileceklerini söylemişlerdir.

c- Fetvalar ile ilgili olanlara gelince, alimler, peygamberlerin bilerek hata yapmalarının caiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Bu hususlarda sehven hata etmelerini ise bir kısım alimler caiz görmüş, diğerleri mümkün görmemişlerdir.

d- Peygamberlerin fiil ve hareketleri ile ilgili ismetleri hususunda ümmet-i Muhammed beş görüş belirtmişlerdir:

1) Peygamberlere günahı kebâiri kasden işlemelerini uygun görenler. Bunlar Haşeviyye'dir.

2) Onların büyük günahı işlemelerini caiz görmeyen, fakat yalan söylemek ve tartıda hile yapmak gibi herkesin nefret ettiği şeyler dışında kasıtlı olarak küçük günah işleyebileceklerini söyleyenler. Bu Mu'tezile'nin çoğunun görüşüdür.

3) Peygamberlerin kesinlikle kasden ne büyük, ne küçük günah işlemelerinin caiz olmadığını, ancak içtihadları sebebiyle hataya düşebileceklerini söyleyenler. Bu, Cübbai'nin görüşüdür.

4) Peygamberlerden, ancak sehven ve hataen günah sadır olacağını, ne var ki bundan ümmetlerinin değil de kendilerinin sorumlu olacağını söyleyenler. Bu böyledir, çünkü peygamberlerin bilgileri daha kuvvetli, delilleri de daha çoktur. Bir de peygamberler, başkalarının korunamayacağı günahlardan kendilerini koruyabilirler.

5) Peygamberlerden, ne kasden, ne sehven ve ne de ictihad ve yanılma yolu ile, ne büyük ne de küçük günahın sadır olmayacağını söyleyenler. Bu Rafızîlerin görüşüdür.

İsmetin Vakti

"İsmet"in vakti konusunda da alimler üç görüşe ayrılmışlardır:

1) Peygamberlerin doğumlarından itibaren masum olduklarını söyleyenler. Bu, Rafizîlerin görüşüdür.

2) Peygamberlerin buluğa girmelerinden itibaren masum olduklarını söyleyip, onların peygamber olmadan önce ne küfrü ne de büyük günahı işlemelerini caiz görmeyenler. Bu, Mu'tezile'den pek çok kimsenin görüşüdür.

3) Bu vaktin sadece peygamberlik geldikten sonraki vakit olduğunu, peygamberlikten önce onlardan günahın çıkmasının caiz olduğunu söyleyenlerdir ki bu ehl-i sünnet alimlerinin ekserisi ile Mûtezile'den Ebu Huzeyl ve Ebu Ali'nin görüşüdür.

Nübüvvetten Sonra Günah İşlemediklerinin Delilleri

Bize göre tercih edilen görüş, peygamberlerden, peygamber olduktan sonra ne büyük, ne de küçük günahın kesinlikle sadır olmamasıdır. Bunun doğruluğuna birçok husus delalet eder:

1) Eğer onlardan günah sadır olsaydı, o zaman onlar ümmetlerin asilerinin en aşağı derecelileri olmuş olurlardı. Bu ise caiz değildir. Onların günah işlemelerinin, en aşağı asiler olmalarını gerektirmesinin izahı şudur: Peygamberler son derece yüce ve şerefli bir mertebededirler. Bu durumda olan kimseden günahın sadır olması daha çirkin bir iştir. Cenab-ı Allah'ın: "Ey Peygamberin hanımları, sizden kim apaçık bir terbiyesizlik ederse, onun cezası (azabı) iki kat artırılacaktır"(Ahzab, 30) ayetine, evli kadının zina edince recmedilmesine karşılık böyle olmayana had vurulması gerektiğine ve kölelerin cezasının hür insanların cezasının yarısı kadar oluşuna baksana. Peygamberin, ümmetinin en aşağı derecesinde olması ise icma ile caiz değildir.

2) Onların fasık olabileceklerinin kabul edilmesi durumunda şahidliklerinin kabul edilmemesi gerekir. Çünkü Hak teâlâ: "Bir fasık size bir haber getirir ise onun (aslının olup olmadığını) araştırınız"(Hucurat, 6) buyurmuştur. Ne var ki peygamberlerin şahadetleri kabul edilmiştir. Böyle olmasa idi, onların ümmetin adillerinden daha aşağı mertebede olmaları gerekirdi. Halbuki biz böyle birşey diyemeyiz. Yine, peygamberliğin ve nübüvvetin mana?!, peygamberin, "şu hükmü meşru kıldı" diye Allah'a şahid olmasıdır. Yine onlar, Allah'ın: "Siz insanlara. Peygamber de size şahid olsun diye..."(Bakara, 143) ayetinden ötürü, kıyamet günü bütün ümmet için şahidlik edeceklerdir.

3) Onların büyük günah işleyebilecekleri kabul edilirse; onları o günahı işlemekten menetmek ve bunun için onlara eziyet etmek haram olmaz. Ne var ki onlara eza cefa vermek, Allah'ın:

"Allah'a ve Resulüne eza edenleri Allah, dünyada da ahirette de lanetlemiş (rahmetinden koğmuştur)"(Ahzab, 57) ayetinden dolayı haram kılınmıştır.

4) Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) eğer bir günah işleseydi, onda ona uymak bize vacib olurdu. Çünkü Allahü teâlâ, O'nun hakkında "(De ki) bana uyun" (Âl-i İmran, 31) buyurmuştur. Bu ise haram ile vacibi birleştirmeye götürür ki bu imkansızdır. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında bu durum böyle sabit olunca, diğer peygamberler hakkında da mecburen sabit olur. Çünkü hiç kimse, peygamberler arasında fark olduğunu söylememiştir.

5) Biz aklın açıkça göstermesi ile, Allah'ın mertebece yükselttiği, vahyini güvendiği, kullarına ve beldelerine halife kıldığı ve Rabbisinin kendisine “Şöyle yapma?” nidasını duyurduğu, buna rağmen kendi keyfini tercih ederek Rabbisinin nehyine ve va'idinin menediciliğine aldırmaksızın onu yapan peygamberin fiilinden daha çirkin hiçbirşey bilmiyoruz. Bu, çirkinliği apaçık bilinen bir husustur.

6) Şayet peygamberler günah işlemiş olsalardı Allah'ın azabına müstehak olurlardı. Çünkü Allahü teâlâ:

"Kim Allah'a ve O'nun Peygamberine asî olursa, onun için ebedi kalıcı olacağı cehennem ateşi vardır" (cin, 23) buyurmuştur. Ve onlar o zaman Allah'ın lanetine de müstehak olurlardı. Çünkü Allahü teâlâ:

"Dikkat edin, Allah'ın laneti zalimler üzerinedir" (Hud, 18) buyurmuştur. Ümmet, hiçbir peygamberin ne lanete ne de azaba müstehak olmadıklarında ittifak etmişlerdir. Böylece, peygamberlerden günahın sadır olmadığı ortaya çıkmış olur.

7) Onlar, insanlara, Allah'a itaati emrediyorlar. Eğer kendileri Allah'a itaat etmiş olsalardı, Allahü teâlâ'nın :

"Siz, Kitabı okuduğunuz halde, kendinizi unutup başkalarına mı iyiliği emrediyorsunuz. Siz akletmiyor musunuz?" (Bakara, 44) ve:

"Ben, sizi nehyettiğim şeyde size muhalif hareket etmek istemem" (Hud, 88) ayetlerinin şümulüne girmiş olurlardı. Ümmetin herhangi bir vaizine bile uygun olmayan şeyin, peygamberlere nisbet edilmesi nasıl caiz olur?

8) Allahü teâlâ:

"Onlar, hayırlarda yarışırlardı" (Enbiya, 90) buyurmuştur. "Hayırlar” umumi bir ifadedir, her türlü hayrı içine alır. Buna yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenler dahildir. Bu sebeple peygamberlerin yapılması uygun olan her şeyi yaptıkları, yapılmaması gereken herşeyi de terkettikleri ortaya çıkmış olur ki bu durum onların günah işlemiş olmalarına münafidir.

9) Allahü teâlâ:

"Onlar bizim indîmizde cidden seçkin ve hayırlı kîmselerdendir" (sad, 47) buyurmuştur: Bu, kendisinden istisna yapılabilecek bir ifade olmasının delaletiyle, bütün yapılan ve terkedilen fiilleri içine alır. Buna göre "Falanca, falan işi dışında, seçkin ve hayırlı kimselerdendir” denilir. İstisna, istisna yapılmaması durumunda sözün hükmüne dahil olacak şeyleri sözün hükmünün dışında bırakır. Böylece, peygamberlerin her işte hayırlılar oldukları ortaya çıkmış olur. Bu da, onların günah işlemiş olmasına terstir.

10) Yine Cenab-ı Hak:

Allah meleklerden ve insanlardan elçiler (Peygamberler) seçer" (Hacc, 75), "Hiç şüphesiz Allah, Adem'i Nuh'u, İbrahim'in soyunu ve İmran ailesini bütün alemlere üstün kılmış (seçmiş)tir" (Al-i İmran, 33); Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) hakkında: Yemin olsun ki biz onu dünyada seçtik" (Bakara, 130); Hazret-i Musa (aleyhisselâm) hakkında:

"Ben, seni peygamberliğin ve kelamım için bütün insanlara üstün kıldım" buyurmuştur.

11) Cenab-ı Hakk'ın:

"Andolsun ki iblis onlar hakkındaki zannını gerçekleştirdi de, müminlerden bir gurup hariç, tamamı ona uydu " (Sebe, 20) ayetidir. Bu peygamber, iblise uymayanlar olunca, onlardan bir günah sadır olmamıştır denilmesi vacip olur; aksi halde, peygamberler (aleyhisselâm) de o iblise uyanlardan olurlar. İblise uymayan bu fırka içinde peygamberlerin günah işlemedikleri ortaya çıkınca o zaman denilir ki bu fırka ya peygamberlerdir veya peygamber olmayanlardır. Eğer bu fırka peygamberler fırkası ise, bu durumda Hazret-i Peygamber'in de günahsız olduğu ortaya çıkar. Eğer onlar peygamberlerin dışındaki kimseler iseler ve eğer peygamberlerin günah işlediği ortaya çıkarsa, o zaman peygamberler bu guruptan daha aşağı derecede olmuş olurlar. O zaman da, peygamber olmayan, peygamberden daha üstün olmuş olur ki, bu da ittifakla batıldır. Böylece, peygamberlerden günah sadır olmadığı sabit olmuştur.

12) Cenab-ı Allah mahlukatı iki kısma ayırmış ve:

"İşte bunlar şeytanın hizbidir, iyi biliniz ki, şeytanın hizbi (taraftarları) hüsrana uğramışların ta kendileridir" (Mücadele, 19); diğer kısım hakkında da: "İşte bunlar, Allah'ın cemaatıdır; iyi biliniz ki Allah'ın cemaat gurubu, kurtulmuşların ta kendileridir." (Mücadele, 22) buyurmuştur. Muhakkak ki, şeytanın yandaşları, şeytanın razı olacağı şeyleri yapanlardır. Şeytanın razı olacağı şey ise günahdır. Buna göre Allah'a karşı günah işleyip isyan eden herkes şeytanın gurubundan olmuş olur. Eğer peygamberden günah sadır olmuş olsa, o zaman peygamberin şeytanın yandaşlarından ve hüsrana uğrayanlardan; ümmetinin muttakilerinin ise Allah'ın cemaatinden ve kurtuluşa erenlerden olduklarını söylemek doğru olurdu. Bu durumda da ümmetinden herhangi biri Allah indinde, o peygamberden daha faziletli olurdu. Bunu da hiçbir müslüman söylemez.

13) Peygamber meleklerden daha üstündür. Bu sebeble onun günah işlememiş olması gerekir. Çünkü Hak teâlâ;

"Hiç şüphesiz Allah, Adem'i Nuh'u, İbrahim'in soyunu ve İmran'ın ailesini bütün alemlere üstün kılmıştır" (Al-i imran, 33) buyurmuştur. Bu ayetle istidlal şekli, meleklerin insanlardan üstün olması meselesinde geçmişti. Biz, "Hal böyle olunca, peygamberden günahın sadır olmaması gerekir" demiştik. Çünkü Allah, melekleri "günahı terkedenler" diye nitelemiş ve:

"Söz ile O (Allah'ın) önüne geçmezler "(Enbiya. 27)

"Onlar Allah'a kendilerine emrettiği şeylerde asi olmazlar emrolunduklan herşeyi yaparlar" (Tahrim, 6) buyurmuştur. Şayet peygamberlerden günah sadır olsaydı, onların meleklerden üstün olmaları imkansız olurdu. Çünkü Cenab-ı Hak:

"Yahut biz iman edip güzel ameller işleyen kimseleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahud muttakileri doğru yoldan sapanlar gibi mi sayacağız"(Sad, 28) buyurmuştur.

14) Rivayet edildiğine göre Huzeyme b. Sabit (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in davetine uyarak, onun lehinde şahidlik etti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana niçin şehadet ettin?" deyince de, O: "Ey Mlah'ın Resulü, ben sana, yedi kat gökten inen vahiy hususunda şehadet adip tasdik ettim. Bu hususta seni tasdik etmeyeyim mi?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun bu sözünü doğru bulup, onu "iki şahidlik sahibi" (......) isimlendirdi. Eğer peygamberler için günah caiz olsaydı, Huzeyme'nin şehadeti caiz olmazdı.

15) Cenab-ı Hak, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) hakkında:

"Ben, seni insanlara imam yaptım "(Bakara, 124)buyurmuştur. İmam, kendisine uyulan kimsedir. Bu ayetle Cenab-ı Hak, bütün insanlara Hazret-i İbrahim'e uymalarını vacib kılmıştır. Eğer, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'den günah sadır olmuş olsaydı, bu günahta da insanların ona uyması gerekirdi ki bu tenakuza götürür.

16) Allahü teâlâ:

"Zalimler ahdime eremez "(Bakara, 124) buyurmuştur. Buradaki "ahid" den murad, ya peygamberlik, ya imamet ahdidir. Eğer bu, peygamberlik ahdi ise o zaman peygamberliğin zalimler için söz konusu olmaması gerekir. Eğer bu ahidden murad, imamet (önder olma) ahdi ise, imametin de zalimler için söz konusu olmaması gerekir. İmamet zalimler için olmayınca, zalimler için nübüvvetin de sabit olmaması gerekir. Çünkü her peygamber, mutlaka kendisine uyulan ve ihtida edilen bir imam (önder)dir. Ayet her halükârda peygamberlerin günahkâr olamayacağını gösterir.

Peygamberlerin Günah İşlediğini İddia Edenler ve Onlara Karşı Tenkidler

Bunun aksini savunanlara gelince, onlar zikrettiğimiz şu dört hususun herbiri hakkında ayetleri delil getirmişlerdir. Biz, onların getirdiği ayetlerin, delaleti en kuvvetli olan noktalarına işaret edip, onların geniş izahını inşallah bu tefsirde gelecek yerlere havale edeceğiz. İtikad hususunda delil getirdikleri ayetler üçtür:

1) Onlar Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in itikadını tenkid etmek için, Allah'ın: "O (Allah), sizi bir candan yaratan, bunun da (gönlü) kendine (yatıp) ısınsın diye, eşini yapandır. Ne zamanki o, eşini örtüp bürüdü, o da hafif bir yük yüklendi (hamile oldu) da (bir müddet) bununla gidip geldi. Nihayet (gebeliği) ağırlaşınca ikisi de Rablerine şöyle dua ettiler: "Eğer bize (hilkati) tam bir çocuk verirsen, yemin olsun ki şükredenlerden olacağız"(Araf, 189) ayetine tutunmuşlar ve şöyle demişlerdir; "Buradaki tek bir candan murad, Hazret-i Adem; ondan yaratılmış olan ise eşi Hazret-i Havva'dır. Bu kinayeler tamamıyla ikisine aittir. Buna göre Cenab-ı Hakk'ın:

"O ikisi, Allah'ın kendilerine verdiği bu (çocuk) hakkında O'na eşler tutmaya başladılar. Allah onların eş tuttukları şeylerden münezzehtir" (Araf 190) ayeti, onların şirke düşmüş olduklarını gösterir."

Buna cevabımız şudur: Ayetteki "tek bir can"ın Hazret-i Adem olduğunu kabul etmiyoruz. Ayette bunu gösteren herhangi birşey yoktur. Biz deriz ki: Burada hitab Kureyş müşriklerinedir. Kureyş kabilesi ise Kusayy'ın soyudur. Buna göre ayet, "Allah sizi Kusayy'ın kendisinden yaratıp, onun cinsinden, kendisine ısınsın diye, Arap olan bir eş yapmıştır. Cenab-ı Hak, o ikisine arzuladıkları tam hilkatli bir çocuk verince onlar, bu dört çocuğu Abd-u Menaf, Abdu'l-uzza, Abdu'd-dar ve Abd-u Kusayy diye isimlendirmişlerdi, deki cemi zamiri bu ikisine ve onlardan sonra gelenlere aittir. İşte bu sağlam bir cevabtır.

2) "Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) başlangıçta ne Allah'ı, ne de ahiret gününü tanımıyordu" dediler. Birincisine gelince, o, yıldızlar hakkında "Bu benim Rabbimdir" (Enam, 76) dedi. İkincisi hususunda da O, "Ya Rabbim ölüleri nasıl dirilteceksin, bana gösterir misin?" dedi. (Allah: Buna) inanmadın mı yoksa?" dedi. O da inandım, fakat kalbimin iyice mutmain olması için (istiyorum) dedi" (Bakara, 260).

Bunun cevabı şöyledir ifadesi "Rabbim bu (olacakmış ha!)" manasına, inkâr sadedinde söylenmiş bir sorudur. ifadesinden murad ise "haber, gözle görme gibi değildir" manasıdır.

3) Bunlar Allah'ın: "Eğer senfsana indirdiğimizden şüphe içindeysen, senden önce Kitabı okuyanlara sor! Andolsun ki sana, Rabbinden Hak gelmiştir; binaenaleyh, şüpheye düşenlerden olma"(Yunus, 94) ayetini delil getirmişlerdir. Buna göre ayet, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kendisine vahyedilenler hakkında bir şüphe içinde bulunduğuna delalet etmektedir. Buna cevabımız şudur: Dünyada kalb, şüphe peşinde olan birtakım düşüncelerden halî olmaz. Ne var ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu şüpheleri delillerle izale ediyordu.

Resullerin Tebliğlerinde Şüphe Edenler ve İddialarının Tenkidi

Peygamberleri tebliğ konusundaki ismetleri hakkında tutundukları ayetlere gelince, bunlar da üç tanedir;

a- Hak teâlâ'nın

"Biz sana okuyacağız, sen de unutmayacaksın. Allah'ın dilediği müstesna"(A'la, 6-7) ayeti. Buna göre bu istisna, vahiyde unutmanın bulunduğuna delalet eder. Buna cevabımız şudur: Nehy, hatırlamanın zıddı olan unutmaya dair değildir. Çünkü bu kişinin kudretine dahil değildir. Tam aksine nehy, terketme manasına gelen unutma hakkındadır. Bu sebeple biz buradaki nisyanı, evla olanı terke hamlediyoruz.

b- Cenab-ı Hakk'ın:

"Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermemiş olalım ki, o bir şey temenni ettiğinde, şeytan onun dileği hakkında bir fitne atmamış olsun"(Hac. 52) ayetidir. Buna dair. Hac suresinin tefsirinde, derinlemesine izah gelecektir.

c- Cenab-ı Hakk'ın:

"Gaybı bilen O'dur. O, gaybına kimseyi muttali kılmaz. Seçip aldığı bir Peygamber müstesna... Çünkü Allah, o bunun önünden ve ardından gözetleyiciler dizer. Ta ki, o peygamberlerin Rablerinin risalelerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin diye. (Cin 26-28) ayetidir. Muhalifler sözlerine şöyle devam ettiler. Vahyin tebliğinde, peygamberler tarafından bir karıştırmanın olabileceğine dair korkuları olmasaydı, kendileriyle beraber gönderilen bir gözcüden yardım taleb etmelerinin bir manası olmazdı. Buna cevabımız şudur: Faydanın, bu gözcünün şeytanları vesvese vermekten men etmesi şeklinde olması niçin caiz olmasın?

Resullerin Fetva ve Fiillerinde İsmeti Kabul Etmeyenler

Peygamberlerin fetvalarındaki ismetleri hususunda, muhaliflerin tutundukları ayetlere gelince, bunlar da üç tanedir;

a- "Davud'u ve Süleyman'ıda hatırla...Hani onlar ekin hakkında hüküm veriyorlardı"(Enbiya. 78) ayetidir. Biz bu hususu Enbiya suresinde etraflıca anlattık.

b- Cenab-ı Hakk'ın, Hazret-i Peygamber fidye karşılığı onları bıraktığı zaman, Bedir esirleri hakkındaki ayetidir;

"Hiç bir peygamber, yeryüzünde ağır basıp zaferler kazanmadıkça, esir alması vaki olmamıştır"(Enam, 67).Hazret-i Peygamber, hükmünde hata etmemiş olsaydı kesinlikle azarlanmazdı.

c- Cenab-ı Hakk'ın:

"Allah iyiliğini versin, niçin onlara izin verdin? "(Tevbe, 43) ayetidir. Bütün bu hususlara cevabımız şudur:

Biz bunu, terk-i evla (evlayı terketme) anlamına hamlediyoruz.

Peygamberlerin fiillerindeki ismetleri hususunda, muhaliflerin tutundukları delillere gelince, bunlar pekçoktur:

Hazret-i Âdem'in Kıssası ile İstidlalleri

a- Hazret-i Adem'in kıssasıdır. Bu hususla ilgili olarak onlar yedi delil getirdiler.

1) Hazret-i Adem asi oldu. Asi olanın da mutlaka büyük günah işlemiş olması gerekir. Biz onun asi olduğunu söyledik, çünkü Cenab-ı Hak:

"Adem Rabbine asi oldu ve azdı"(Taha. 121) buyurmuştur. Biz asinin, iki sebepten dolayı büyük günah sahibi olduğunu söyledik. Birincisi: Nas, asi olanın cezalandırılmasını gerektirir. Çünkü Cenab-ı Hak, "Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse, muhakkak ki onun için cehennem ateşi vardır"(Cuma, 23) buyurmuştur. Büyük günah sahibinin anlamı ancak budur. İkincisi: Asi lafzı, bir kınama ismidir. Bu sebeple ancak büyük günah sahiplerini içine alması gerekir.

2) Hazret-i Âdem kıssasına sarılarak, O'nun azmış olduğunu söylemeleridir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "...azdı" (Taha, 121) buyurmuştur. Azmak (gayy) ise, doğruyu bulmanın (rüşd) zıddıdır. Çünkü Cenab-ı Hak;

"Doğruluk azgınlıktan ayrılıp seçilmiştir"(Bakara, 256) buyurmuş, böylece "gayy" lafzını "rüşd"ün zıddı yapmıştır.

3) Hazret-i Âdem tevbe etmiştir. Tevbe edense, günahkâr olduğu için tevbe etmiştir. Biz Hazret-i Adem'in tevbe ettiğini söyledik, çünkü Cenab-ı Hak "Derken Âdem, Rabbinden bazı kelimeler öğrendi de bunlarla Allah'a tevbe ettf "(Bakara, 37) ve;

"Sonra Rabbi onu seçti de tevbesini kabul etti"(Taha, 122) buyurmuştur. Tevbe eden günahkârdır dedik. Çünkü, tevbe eden, "işlediği günaha pişman olan" demektir. İşlediği günaha pişman olan, kendisinin o günahı işlemiş olduğunu haber veriyor demektir. Eğer o, bu haber vermesinde yalancı ise, o bu esnada yalan söylediği için günah işlemiştir. Eğer doğru söylüyor ise, zaten matlub da (istenen de) budur.

4) Hazret-i Âdem, Cenab-ı Hakk'ın;

"Ben sizleri şu ağaçtan men etmedim mi?"(A'raf, 22) ve "Ve, bu ağaca yaklaşmayın"(Bakara, 35) ayetlerinde belirttiği gibi, kendisine yasaklanılmış olan şeyi işlemiştir. Yasak olan şeyi irtikab etmekse, günahın bizzat kendisidir.

5) Cenab-ı Hak, Hazret-i Adem'i; "Sonra zalimlerden olursunuz" (Bakara. 35) ifadesinde; Hazret-i Âdem de kendi kendini ; "Ey Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik"(Araf, 23) ayetinde zalim olarak adlandırmıştır. Zalime ise lanet edilmiştir; çünkü Cenab-ı Hak, "İyi bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir"(Hud, 18) buyurmuştur. Lanete müstehak olan ise büyük günah sahibi olandır.

6) Hazret-i Adem (aleyhisselâm), Allah'ın kendisini bağışlaması olmasaydı hüsrana uğrayanlardan olacağını şu ayette itiraf etmiştir:

"Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen her halde hüsrana uğrayanlardan oluruz"(A'raf, 23). Bu ise onun büyük günah işlemiş, olduğunu gösterir.

7) Şeytana uymasına karşılık bir ceza olarak şeytanın vesvesesi ve ayağını kaydırması sebebi ile Adem'in cennetten çıkarılmasıdır. Bu ise, Hazret-i Adem'in büyük günah sahibi olduğunu gösterir.

Sonra onlar sözlerine devam ederek şöyle demişlerdir: Bu sayılan vecih ve izahlardan herbirinin ayrı ayrı onun büyük günah işlediğine delalet etmediğini farzet. Ancak bunların hepsinin birden onun büyük günah işlediğine, kati bir şekilde delalet ettiğinde şüphe yoktur. Yine bu izahlardan herbirinin herhangi bir şeye delalet etmese bile, toplamlarının bir şeye delalet etmesi mümkündür.

Hazret-i Âdem Kıssası İle İstidlallerine Razi'nin Cevabı

Bize göre bu yedi hususa verilecek en güçlü cevabımız şöyle dememizdir: Sizin sözleriniz ancak, büyük günah işleme halinin peygamberlik zamanında olduğunu gösteren deliller getirmenizle tamam olur. Bu ise imkansızdır. O halde, "Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'den zelle (küçük günah) sadır olduğunda, o peygamber değildi, daha sona peygamber olmuştur" denilmesi niçin mümkün olmasın? Biz bu hususta herhangi bir delilin bulunmadığını açıklamıştık. Bunların herbirine, açık bir şekilde cevab verme inşallah bu ayetlerin tefsirinde gelecektir.

Biz burada, Allahü teâlânın "Şeytan onların ayağını kaydırdı" ayetinden, muradının ne olduğunu ortaya koymak için bu zellenin (günahın) keyfiyetinden bahsederek şöyle diyoruz:

Farzedelim ki bu fiil, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'den, o peygamber olduktan sonra sadır olmuştur. Buna göre, Hazret-i Adem'in o fiili yapması ya unuttuğu bir sırada veya farkında olduğu bir sırada olmuştur. İlki yani o günahı, unutarak işlemesi görüşü kelamcıların bir kısmının görüşüdür. Onlar bu hususa, Hak teâlâ'nın "Biz onda bir azim bulamadık" (Taha, 115) ayetini delil olarak getirmişler ve Hazret-i Adem'in durumunu, bir işe iyice dalıp da o iş kendisini iyice sardığı için orucunu unutan ve bilerek değil de unutarak bir şeyler yiyen bir oruçlu insanın haline benzetmişlerdir. Bu görüşün şu iki bakımdan batıl olduğu söylenmesin.

a- Cenab-ı Hakk'ın: "Rabbiniz sizi bu ağaçtan, ancak iki melek olursunuz diye nehyetmiştir"(Araf, 20) ve:

"(Şeytan) onlara, "Muhakkak ki Ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim" diye yemin etti" (Araf, 21) ayetleri, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in bu fiili işlerken, yasağı unutmuş olmadığını gösterir.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in bu fiili kasten yaptığını gösteren rivayet gelmiştir. Çünkü İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir. Onlar o ağaçtan yiyip, edep yerleri açılınca, Hazret-i Adem cennetten çıkmak istedi de onu cennet ağaçlarından bir ağaç tuttu ve bırakmadı. Cenab-ı Allah ona, "Benden mi kaçıyorsun?'" diye nida etti. Bunun üzerine Hazret-i Adem (aleyhisselâm) "Hayır ya Rabbi, senden utanıyorum" dedi. Cenab-ı Hak da "Cennetten sana verdiklerim arasında, haram kıldıklarımdan daha fazlası yok muydu?" buyurunca, O: "Evet ya Rabbi! Fakat, ben senin izzetine yemin ederim ki sana yalan yere yemin eden hiç kimse görmemiştim." (Onun için şeytanın yeminine kandım) dedi. Cenab-ı Allah da: "İzzetime yemin ederim ki seni o cennetten indireceğim, sonra sen ancak sıkıntı ile yaşayacaksın" dedi.

b- Hazret-i Adem (aleyhisselâm) bunu unutarak yapmış olsaydı, bundan dolayı O azarlanmazdı. Aklî bakımdan da, unutan kimse, bir fiili işlemeye mukdetir sayılmaz. Dolayısıyla da onunla mükellef tutulamaz. Çünkü Cenab-ı Hak:

"Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez "(Bakara. 286) buyurmuştur. Bu naklî bakımdan da böyledir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.- "Üç kişiden kalem çaldırılmıştır (yani onların amelleri yazılmaz)." Hazret-i Adem (aleyhisselâm) bu fiilinden dolayı kınandığına göre, onun bunu unutarak yapmadığı anlaşılır."

Çünkü biz diyoruz ki: Bizim birinci şıkka cevabımız şudur: Biz, Hazret-i Adem ile Havva'nın iblisin bu sözüne inanıp onu tasdik etmiş olduklarını kabul etmiyoruz. Çünkü onlar, İblisi tasdik etmiş olsalardı, onların bu husustaki günahları, o ağaçtan yemeleri günahından daha büyük olurdu. Zira şeytan, onlara "Rabbiniz sizi ağaçtan ancak iki melek olursunuz veya ebedi kimselerden olursunuz diye nehyetmiştir"(Araf, 20) diyerek, onlara Allah hakkında sû-i zannı telkin etti ve onları emr-i ilahiye uymamaya, hükmüne razı olmamaya, kendisinin o hususta onların iyiliğini istediğine inanmalarına ve Allahü teâlâ'nın ise onları -haşa- aldattığına inanmaya teşvik etti. Şüphe yok ki bütün bunlar, ağaçtan yemeden daha büyük günahlardır. Bu sebeble, bu husustaki kınamanın daha şiddetli olması gerekir.

Keza Hazret-i Adem (aleyhisselâm), iblisin secde etme hususunda isyanını, kendisine buğzunu, Allah'ın verdiği nimetlerden dolayı kendisine haset ettiğini biliyordu. Akıllı olan kimse için, bütün bu karinelere rağmen, düşmanının sözünü kabul etmesi nasıl düşünülebilir? Ayette, Hazret-i Adem ile Havva'nın, şeytanın sözü esnasında veya daha sonra o fitli yaptıklarına dair bir şey yer almamıştır. Yine Hazret-i Adem'in, iblisin kendisine düşman olduğunu bildiğini şu ayet de gösterir: "Hiç şüphesiz ki bu (İblis) senin de, eşinin de düşmanıdır. Binaenaleyh sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra zahmete düşersiniz"(Taha, 117).

İbn Abbas'tan rivayet edilen habere gelince bu, ahad olarak rivayet edilmiş bir haberdir. O halde o, Kur'an'a nasıl muaraza edebilir?

İkinci şıkka cevabımız ise şöyledir: Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in azarlanması ancak, unutma sebeblerinden korunmadığından dolayı olmuştur. Unutmanın bu çeşidinin mesuliyeti, bütün müslümanlardan kaldırılmıştır. Ancak bununla onların mesul tutulmaları da mümkündü. Fakat şereflerinin yüceliğinden dolayı bu mesuliyet peygamberlerden kaldırılmamıştır. Alimler, buna misal olarak şu ayetleri zikretmişlerdir:

"Ey Peygamberin hanımları, siz diğer kadınlardan herhangi birisi gibi değilsiniz" (Ahzab, 32): "Sizden kim apaçık bir terbiyesizlik yaparsa, ona iki kat azab verilir"(Ahzab, 30)

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)de: "İnsanların en şiddetli imtihan edilenleri Peygamberlerdir. Daha sonra veliler, sonra da sırasıyla onlara daha yakın olanların imtihanları gelir. İbn Mace, Filen. 23 (2/1334). "Ben, sizden İki kişinin çektiği ızdırabm toplamı kadar ızdırap (elem) çekiyorum." Müslim, Bırr, 4, 5 (4/1991). buyurmuştur. Eğer, "Peygamberlerin hallerinin yüceliği ve mertebelerinin yüksekliğinin başkalarının mükellef tutulmadıkları şeylerle mükellef tutulmaları için yeterli sebep sayılabilir mi?" denilirse, deriz ki: Sen iyilerin hasenatının mukarreb (Allah'a çok yakın) kullarının seyyiatı sayıldığını duymadın mı? Yemin olsun ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sırtında, başkalarında bulunmayan çok zor mükellefiyetler vardı. Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'den günahın sehven sadır olmuş olduğunun izahı hakkında söylenecek şeyler bundan ibarettir.

Bazı tefsir kitablarında şunu gördüm: Hazret-i Havva, Hazret-i Adem'e içki sundu. Hazret-i Adem (aleyhisselâm) bunu içip sarhoş olunca, bu işi yaptı. Alimler bunun uzak bir ihtimal olmadığını, çünkü Hazret-i Adem'in, o ağaç dışında herşeyden yemeye izinli olduğunu; biz ağacı "buğday" manasına hamlettiğimiz takdirde, içki içmeye de izinli olduğunu söylemişlerdir. Bir kimse, Cenab-ı Hakk'ın, cennet içkilerinin niteliği hakkında söylediği: "Onlarda sarhoşluk (verme özelliği) yoktur"(Saffat, 47) ayetinden dolayı, cennet içkilerinin sarhoş etmediğini söyleyebilir.

Hazret-i Adem'in Yasak Ağaca Bilerek Yaklaştığı Görüşü ve Tenkidi

Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'ın yasak ağaçtan yeme günahını bilerek işlediğini söyleyen görüşe gelince, burada dört çeşit görüş vardır:

1) Bu nehy, haramlık ifade eden değil, tenzihi (tenzihen mekruhtuk) ifade eden bir nehiydir. Bu görüşle ilgili açıklamalar daha önce geçmişti.

2) Bu fiil, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'den kasıtlı olarak sadır olmuştur. Hazret-i Adem, o esnada peygamber olduğu için, bunu yapması büyük günah olmuştur. Sen bu görüşün yanlış olduğunu daha önce kavramıştın.

3) Hazret-i Adem (aleyhisselâm), bunu kasıtlı olarak, bilerek yaptı ama, o esnada o fiili küçük günah mertebesine indirecek bir korku ve ürperti içinde idi. Bu görüş de daha önce zikrettiğimiz deliller sebebiyle batıldır.Çünkü vacibi terke yönelen, veyahut da, nehyedilmiş bir fiili kasıtlı olarak yapan kimse, onu korkarak işlemiş bile olsa, bu fiili ile o, laneti;kınanmayı ve ateşte ebedi kalışı haketmiş olan bir asi olur. Peygamberleri ise, bununla nitelemek doğru olmaz.

Bir de Cenab-ı Hak, onu "Unuttu da, biz onda bir azim bulamadık" (Taha, 115) ayetinde unutmakla nitelemiştir. Bu da kastiliğe ters düşer.

4) Bu Mu'tezile'nin ekserisinin görüşüdür. Bu görüşe göre Hazret-i Adem (aleyhisselâm) yanlış bir içtihad sebebiyle yemeye yönelmiştir. Bu ise, günahın büyük günah olmasını gerektirmez. Yanlış içtihadın izahı şudur: Hazret-i Adem'e "Fakat, bu ağaca yaklaşmayınız" denilince, ayette geçen bu lafzıyla bazan şahsa, bazan da nev'e işaret edilir.

Rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber, eline bir ipek ve bir altın alarak,

"Bunlar, ümmetimin kadınlarına Helal, erkeklerineyse haramdır, " ibn Mace, libas 19 (2/1189). buyurur, bununla da iki şeyin nev'ini murad eder. Yine rivayet edildiğine göre

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) birçok kere abdest alarak "İşte Allah'ın namazı kabul için şart koştuğu abdest budur" buyurur; Hazret-i Peygamber burada abdestin nevini murad etmiştir.

Âdem (aleyhisselâm) Cenâb-ı Hakk'ın "Buağaca yaklaşmayınız" sözünü işitince, bu nehyin muayyen bir ağacı içine aldığını zannederek, o ağaçtan yemedi, ama ayni türden bir başka ağaçtan yedi; ancak ne var ki o, bu içtihadında hata etti. Çünkü Allahü teâlâ'nın lafzıyla kastettiği, belli bir ağaç olmayıp, nevi idi. Fürûdaki içtihad hatalı olursa, şeriatımıza göre bağışlanmış küçük günah olması ihtimalinden dolayı; ceza ve lanete müstehak olmayı gerektirmez.

Eğer, denilirse ki: "Bu görüşe dair söz bir kaç vecih itibariyledir;

a) kelimesi, dilin aslında, hazır olan şeye işaret içindir. Hazır olan şeyse, ancak muayyen bir şey olabilir. Öyleyse, (......) kelimesi aslında muayyen bir şeye işaret içindir. Buna göre, ile nev'e işaretin kastedilmesine gelince, bu aslolanın hilafınadır. Yine, Cenab-ı Hakk'a, işarette bulunmak caiz olmaz. Bundan ötürü Cenab-ı Hakk'ın bazı meleklerine, bu muayyen ağaca işarette bulunmalarını emretmiş olması gerekir. Bu takdirde onun dışındakiler muhakkak olarak, nehiy dışı katmış olurlar. İşte bu sabit olunca, deriz ki; "müçtehid lafzı hakikatine hamletmekte mükelleftir; Hazret-i Adem lafzını muayyen bir şeye hamledince, yapılması gerekeni yapmış oldu. Binaenaleyh lafzı nev'e hamletmesi caiz olmazdı. Bil ki bu söz, şu iki durumla da kuvvetlenmektedir;

Birincisi: Cenab-ı Hakk'ın: "O cennetin dilediğiniz yerinden bolca yeyiniz"(Bakara, 35) ayeti, delilin tahsis ettiği hariç, cennette bulunan şeylerden istifadeye mezun olduğuna delalet eder.

İkincisi: Akıl, delilin tahsis ettiği şey hariç, bütün faydalı şeylerden istifade etmenin helal olmasını gerektirir. Tahsis edici delil, ancak bu muayyen kısma delalet eder. Böylece Adem (aleyhisselâm)'in cennetin diğer ağaçlarından faydalanmaya mezun olduğu sabit olur. Bu sabit olunca, bu sebepten dolayı Adem (aleyhisselâm)'in kınanmayı hak etmesi ve hatalı olduğuna hükmedilmesi imkansız olur. Böylece, kıssayı bu manaya hamletmenin, Hazret-i Adem'in hatalı değil de isabet etmiş olmasına hükmetmeyi gerektirmiş olduğu sabit olur. Bu böyle olunca da öteki tarz tevilin yanlışlığı ortaya çıkmış ulur.

b- Bu tevile itiraz hususundadır. Farzet ki lafzı, hem şahsa hem de nev'e işaret içindir. Fakat, Cenab-ı Allah bu lafza, bundan muradının şahıs değil de tür olduğuna delalet edecek veya bunun yerini tutacak herhangi bir şey birleştirmiş midir? Eğer birinci ihtimal söz konusu ise, ya Adem (aleyhisselâm)'ın bu açıklamayı anlamadan kusurlu olduğunu söylemek gerekir (ki bu takdirde de günah işlemiş sayılır) veya, onu anlamada kusurlu olmayıp onu iyice anladıysa o zaman da bundan maksadın "nev'i" olduğunu anlamıştır. O zaman da, onun bu türden olan herhangi bir ağaçtan yemeğe yönelmesi, bilerek günaha yönelmek olur.

c- Peygamberlerin içtihad yapmaları caiz değildir; çünkü içtihad zan üzere bir işe yönelmektir. Bu ise, ancak ilim elde etme imkanına sahip olmayan kimse için caizdir. Halbuki peygamberler, yakînî ilim elde etmeye kadirdirler. Binaenaleyh, onların içtihatta bulunmaları caiz değildir, çünkü yakînî ilim elde etme gücü olduğu halde zan ile yetinmek, aklen de dinen de caiz değildir. Bu sabit olunca içtihada yeltenmenin günah olduğu da sabit olmuş olur.

d- Bu mesele ya katî ya da zanni meselelerdendir. Eğer kati meselelerden ise, bunda hata etmek büyük bir hata sayılır, o zaman da problem geri döner. Eğer bu zanni meselelrden ise, ve biz de: "Her müctehid isabet eder" dersek, o zaman içtihadı meselelerden, hiçbir zaman yanılma bulunmaz. Yok eğer, "Bu meselede bir kişi isabet eder, yanılansa ittifakla mazurdur" dersek, o zaman bu kadarcık hata Adem (aleyhisselâm)'in elbisesinin soyulmasına, cennetten çıkarılmasına ve yeryüzüne indirilmesine nasıl sebep olur?

Birincinin cevabı şöyledir: lafzı, aslında her ne kadar muayyen bir şahsa işaret etmek için ise de, bazan izahı yukarda geçtiği gibi, nev'e işaret etmek için de kullanılır. Cenab-ı Allah, ondan muradın tür olduğuna delalet edecek şeyi ona bitiştirmiştir.

İkinciye şöyle cevap verilir: Adem (aleyhisselâm), belki bu delili anlamada hata etmiştir. Çünkü O, bunun Ona, o anda gerekmediğini zannetti. Veya, şöyle denilir: O, Cenab-ı Allah'ın kendisini, bizzat o ağaçtan nehyettiği zaman, bu delili anlamıştı. Aradan uzun müddet geçince, bunu unuttu. Zira haberde, Adem (aleyhisselâm)'ın cennette uzun bir müddet kaldığı ve sonra cennetten çıkarıldığı tzikretilmiştir.

Üçüncüye şöyle cevap verilir: Burada, peygamberlerin içtihada tutunmuş olduklarını isbata gerek yoktur. Çünkü biz, Hazret-i Adem'in bu delili anlamak konusunda hata ettiğini veya bu delili anladığını, fakat sonradan unuttuğunu açıklamıştık. Allahü teâlâ'nın:

"Derken anuttu da, biz onda bir azim bulamadık "(Taha, 115) ayetinden muradı da budur.

Dördüncünün Cevabı Şöyledir:

Bu nehyin delaleti kati idi, fakat Adem (aleyhisselâm) onu unutunca, bu unutma, günahın büyük sayılmaması hususunda bir özür oldu" demek veya "Bu delalet zanni idi; fakat ne varki buna, diğer müçtehidterin hatalarına terettüp etmeyen şiddetli cezalar tereddüp ediyordu. Çünkü o müçtehidlerin ictihadlarının, şahısların değişmesine göre değişmesi caizdir. Nitekim şiddetli cezalar ve cezaların hafifletilmesi hususlarında, ümmeti hakkında mevzubahis olmayan birçok şey Hazret-i Peygambere has olmuştur. Burada da böyledir"dentlebilir.Bil ki mesele hakkında başka bir izah tarzının olduğunu söylemek de mümkündür. O da şudur: Cenab-ı Hak "Siz İkiniz şu ağaca yaklaşmayın" buyurup, ikisine birden yasak koyunca, Hazret-i Adem (aleyhisselâm), herbirinin tek tek ağaca yaklaşıp ondan yemesinin caiz olduğunu sanmıştır. Çünkü Allah'ın Siz ikiniz şu ağaca yaklaşmayın" ifadesi ikisine birden nehiydir. Bundan, tek başlarına oldukları zaman da nehyedilmiş oldukları anlaşılmaz. Belki de bu içtihadı hata ancak bu yönden meydana gelmiştir. Bu konuda söyleneceklerin tamamı işte budur. Allah en iyi bilendir.

İblis, Cennetin Dışından Nasıl Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'i Kandırabildi?

Alimler, Hazret-i Adem cennette, iblis ise, Cennetin dışında olduğu için iblisir, Hazret-i Adem'e nasıl vesvese verdiği hususunda ihtilaf ederek, bu hususa dair bir çok izahlar yapmışlardır:

1) Bu, kıssacılaran görüşüdür. Bu da Vehb b. Münebbih el-Yemani ve Süddi'den, onlarında İbn

Abbas (radıyallahü anh) ve onun dışında başkalarından kıssacıların rivayet ettiği şu haberdir. İblis cennete girmek istediği zaman cennetin bekçileri ona mani oldular. Derken yılana geldi. O, dört ayağı olan bir hayvan idi, bir Horasan devesine benzerdi. O adeta hayvanların en güzeli idi. Şeytan bütün diğer hayvanlara başvurdu, fakat kimse onu kabul etmedi, ama yılan onu kabul etti ve yuttu. Cennet bekçilerine göstermeden onu cennete soktu. Yılan cennete girince, iblis onun ağzından çıkıp vesveseye başladı. İşte böylece yılan lanetlendi, ayakları yok oldu ve karnının üstünde sürünmeye başladı. Onun rızkı toprakta kılındı ve bundan dolayı da insanoğluna düşman oldu. Bil ki bu ve benzeri hikayeler, değer verilmemesi gereken şeylerdendir. Çünkü iblis, eğer yılanın ağzına girmeye kadir olduysa, niçin kendisini yılan şekline koyup da cennete giremedi. Bir de, yılana bu oyunu oynayan iblis olduğu ve yılan akıllı ve mükellef olmadığı halde, yılan cezalandırılmıştır.

2) İblis, hayvan şekline girerek cennete girmiştir. Bu söz birincisinden daha az bozuktur.

3) Usulcü alimlerin bazısı şöyle demişlerdir: Hazret-i Adem ve Havva belki de cennetin kapısına kadar gelmişler, iblis de kapıya dıştan yaklaşmış ve onlara vesvesesini vermiştir.

4) Bu görüş Hasan Basri'nin görüşüdür. Buna göre, iblis yeryüzünde olduğu halde, vesvesesini cennetteki Hazret-i Adem ile Havva'ya ulaştırmıştır. Bazı alimler ise bunun uzak bir ihtimal olduğunu, çünkü vesvese gizli söylenen bir söz olduğu için bunun yerden semaya ulaştırılmasının mümkün olmadığını söylemişlerdir.

Alimler bir başka bakımdan da ihtilaf etmişlerdir ki o da şudur: "İblis ya bizzat Hazret-i Adem ile Havva'ya hitab edebilmiştir; veya" O vesvesesini, kendisine uyan bazılarının ağzı ile onlara ulaştırmıştır. Birinci görüşün delili Cenab-ı Hakk'ın : "İblis onlara, ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim " diye yemin etmişti" (A'raf, 21) ayetidir. Bu ayet, karşılıklı konuşmuş olmayı ifade eder. Şu ayet de böyledir: "Şeytan onların ikisini de aldatarak derecelerini düşürdü "(Araf, 22).

İkinci görüşün delili şudur: Hazret-i Adem ile Havva annemiz iblisi, iblisin hased ve düşmanlığını biliyorlardı. Bundan dolayı örfen onun sözünü kabul etmeleri ve ona iltifat etmeleri imkansızdır. Bu sebeble, iblisin bu vesvesesini onlara ulaştıracak, iblise tâbi birisinin bulunması gerekir. Burada geriye iki soru kalır.

Birincisi: Cenab-ı Hak, bu ayak kaydırmayı iblise nisbet etmiştir. O halde, niçin bu fiilden ötürü Hazret-i Adem ile Havva'yı kınamıştır.?

Biz deriz ki, Cenab-ı Hakk'ın "Derken onların ayağını kaydırdı" (Bakara, 36) ayetinin manası, şeytan onlara vesvese verirken bu fiili işlediler de, böylece bu fiil iblise nisbet edilmiş oldu, şeklindedir. Nitekim bu, Cenab-ı Hakkın "Benim onları hakka çağırmam onların ancak nefretini arttırdı "(Nuh, 6) ayetinde de böyledir, buna göre Cenab-ı Hak iblisten naklederek;

"Benim sizler üzerinde hiçbir gücüm yoktu; ancak ben sizleri çağırdım, sizler de bana uydunuz "(ibrahim, 22) buyurmuştur.Mü'tezile'nin söylediği bundan ibarettir. Bu nisbet hususundaki sözün gerçeği, bizim defaatle açıkladığımız şeydir. Bu da şudur: İnsan, hem yapmaya hem de yapmamaya muktedir bir varlıktır. Yapmanın ve yapmamanın eşit olması durumunda, insanın bu iki şeyden birinin kaynağı olması, ona götüren bir sebep olmaksızın, imkansız olur. Ona götüren sebep ise, kulun hakkında, onun fiilinin bir maslahatı kapsamasını bilmesi veya sanması yahutta öyle inanmasından ibarettir. Bu ilim veya zan, uyarıcı bir sebeple meydana geldiğinde, bu fiil ona izafe ve nisbet edilmiş olur. Çünkü ondan ötürü, bilkuvve fail olan bilfiil fail olma durumuna geçmiş olur. İşte bu manadan ötürü, bu fiil burada vesveseye nisbet edilmiştir. Bazı arifler ne güzel söylemiştir. "Farzet ki Adem (aleyhisselâm)'ın zellesi, iblisin vesvesese sebebiyle meydana gelmiştir. Peki, iblisin isyanı, kimin vesvesesi ile meydana gelmiştir?" Bu, sana sebep olmadığı müddetçe fiilin meydana gelmiyeceği sebepler zinciri birbirine dayansa bile, onların, başlangıçta onları, yaratana mutlaka varıp dayanacağı hususunda tenbihatta bulunur. İşte bu husus Hazret-i Musa'nın;

"Bu ancak senin imtihanındır; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete erdirirsin" (Araf, 155) ayetinde açıklamış olduğu husustur.

İkincisi: Bu vesvese nasıl olmuştur? Buna cevabımız şudur; Bu Cenab-ı Hakk'ın, şu ayette bahsettiği durumdur:

"Rabbiniz bu ağaçtan sizi ancak iki melek olacağınız için veya iki ebedi kimse olacağınız için nehyetmiştir"(Araf. 20) Onlarsa bunu kabul etmemişlerdir. Şeytan bundan ümidini kesince, Hak teâlâ'nın:

"Onlara yeminle, "Muhakkak ki ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim" dedi" (A'raf, 21) buyurduğuna göre, yemin etmeye yöneldi. Ama onlar iblisi yine tasdik etmediler. Ortaya çıkan durum şudur: İblis bundan sonra diğer bir şeye başvurmuştur, ki bu da onun onları, mubah olan leziz şeylerden istifade etmekle oyalamasıdır. Öyleki onlar bu şeylere iyice dalmışlar ve bu dalışları sebebiyle nehyi unutmuşlar, o zaman da olan olmuş... İşlerin gerçekte nasıl olduğunu en iyi Allah bilir.

Hazret-i Âdem İle Havva'nın Cennetten Çıkarılmaları

Cenâb-ı Allah'ın "Biz de onlara "ininiz" dedik." ayetiyle ilgili birkaç mesele vardır:

Âyetteki (ininiz) Ne Demektir?

BİRİNCİ MESELE

Hazret-i Adem (aleyhisselâm)’in bulunduğu cennetin gökte olduğunu söyleyen kimse, “hubutu” (inişi), yüksek bir yerden aşağı bir yere inmek olarak; bu cennetin yeryüzünde olduğunu söyleyen kimse, bunu, bir yerden bir başka yere gidiş olarak tefsir etmiştir. Nitekim Allah bu ikinci manada "Mısra ininiz (gidiniz ) (Bakara, 61) demiştir.

(......) Hitabına Dahil Olanlar Kimlerdir?

İKİNCİ MESELE

Âlimler, Hazret-i Adem ve Havva’nın bununla hitap olunduklarına ittifak ettikten sonra, (ayet cemi olduğu için) bu hitapla daha başka kimlerin kastedildiği hususunda ihtilaf ederek, bu hususta görüş beyan etmişlerdir.

1) Bu ekseriyetin görüşüdür. Buna göre, iblis de bu hitaba dahildir; çünkü iblisin bahsi de, Cenab-ı Hakk’ın: (......) (Bakara, 36) ayetinde geçmiştir. Yani, bunun üzerine şeytan onların ayağını kaydırdı da, biz de onlara "ininiz” dedik!

"Birbirinize Düşman Olarak”dan Murad

"Birbirinize düşman olarak" âyetine gelince bu, Hazret-i Adem ile Havva’ya, iblisin kendilerine ve soylarına düşman olduğunu, o ağaçtan yemelerinden önce de: "Biz de dedik ki, ey Âdem, muhakkak ki bu iblis senin ve senin zevcen için bir düşmandır; sakın sizleri cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun" (Taha, 117) anlattığı gibi bir tarif ve anlatmadır. Şayet denilse ki: “İblis secde etmekten kaçındığı zaman kâfir oldu, cennetten çıkarıldı, ve kendisine "Artık cennetten in; senin orada büyüklenip kafa tutman yakışık olmaz, gerekmez" (A’raf, 13) ve yine "Oradan in, muhakkak ki sen kovulmuşsun" (Sad, 77) denildi; ancak tekebbüründen dolayı cennetten indirildi. Buna göre Hazret-i Adem'in zellesi bundan uzun bir müddet sonra meydana gelmiş ve bu zelleden dolayı cennetten inmesi emredilmişti. İblisin cennetten inmesi bundan önce olduğuna göre, Allah’ın (......) emri nasıl ona da şamil olur?” denilirse deriz ki:

Cenab-ı Allah iblisi yeryüzüne indirdikten sonra belki, Adem ve Havvaya vesvese vermek için tekrar göğe döndü, Hazret-i Adem ile Havva cennette iken Allah onlara “siz ikiniz ininiz" dedi, onlar cennetten çıkıp İblis cennetin dışında onlarla biraraya geldiği zaman da üçüne birden "Yeryüzüne İniniz" diye emretti. Bazı insanlar, Allah’ın "ininiz." Sözünün Allah’ın bunu onlara bir defada söylediğini göstermediğini, bilakis bunu onlardan herbirine ayrı vakitlerde söylediğini gösterdiğini iddia etmişlerdir.

2) Hitabdan murad Hazret-i Adem, Hazret-i Havva ve yılandır. Bu görüş zayıftır. Çünkü icma ile sabit olmuştur ki mükellef olan varlıklar: Melek, cin ve insandır. Birisi bu icmayı kabul etmeyebilir. Çünkü bazı insanlar şöyle demişlerdir: Bu varlıkların dışında olanlar için de mükelleflerden bir topluluk vardır. Nitekim Cenab-ı Allah: "Herbiri namazını ve tesbihi bilir" (Nur, 41) buyurmuş, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm) Hüdhüd kuşu hakkında: "Yemin olsun ki ben onu şiddetli bir şekilde cezalandıracağım" (Neml, 21) demiştir:

3) Bu hitaptan maksat, Hazret-i Adem, Havva ve zürriyetleridir. Çünkü Hazret-i Adem ve Havva insanlığın aslı olunca, bu ikisi sanki insanlığın tamamı gibi sayılmıştır. Bunun delili ise, Cenab-ı Hakk’ın : "Oradan hepiniz, birbirlerinize düşman olarak ininiz"(Bakara. 36) ayetidir. Yine buna:

"Artık kim hidayetime tâbi olursa, onlara ne bir korku vardır, ne de onlar hüzünleneceklerdir. İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayanlar ise, işte onlar ateş yâranıdırlar; orada da ebedi kalacaklardı? (Bakara, 38-39) ayetleri delalet eder. Bu, bütün insanları içine alan bir hükümdür. Hak teâlâ’nın (......) ifadesinin manası, insanların içine düştüğü, birbirlerine karşı düşmanlıkları, buğzları ve birbirlerini saptırmalarıdır. Bil ki bu görüş, zayıftır; çünkü Hazret-i Adem’in zürriyeti o vakit mevcut değildi; dolayısıyla hitap nasıl onlara şamil olabilir? Ama, cem’in (çoğulun) en az iki kişiyi içine aldığını iddia edenlere göreyse, böyle bir sual kendiliğinden kalkar.

(......) Emri, Emir midir, İbahe midir?

ÜÇÜNCÜ MESELE

Alimler Allah’ın (......) lafzının ifade ettiğinin vücub mu veya ibaha mı olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Gerçeğe en yakın görünen, bu emrin vücub ifade etmesidir. Çünkü, bu emirde çok çetin meşakkatler vardır. Zira, Hazret-i Adem ile Havva'nın cennetteki durumlarından ayrılarak, ancak zorluk ve sıkıntılarla geçim vasıtalarının elde edildiği bir yere, dünyaya geçmeleri tekliflerin en meşakkatlilerindendir.

Bunun böyle olduğu sabit olunca, onların cennetten çıkarılmalarının bir ceza olduğu zannı, batıl olmuş olur. Çünkü teklifi zorlaştırmak, o nisbette sevabın artmasına sebeptir. Kendisinde böylesine büyük bir fayda olduğu halde, bu nasıl bir azab olabilir? Şayet: "Hadlerin ve keffaretlerin birçoğunda, teklif babından bile olsalar, cezanın bulunduğunu söyleyen siz değil misiniz?" denilirse deriz ki: "Hadler (cezalar) ceza görene (mahdud)a başkasının fiilinden dolayı tatbik edilir; buna göre, eğer adam o suçta İsrarlı biri ise, bunun bir ikab olması caizdir. Keffaretlere gelince, bunların bir kısmında hadlerin ukubatlar yerine geçeceği, çünkü ukubatların ancak günah ile sabit olacağı söylenebilir. Büyük bir sevaba nail etmeleriyle beraber, keffaretlerin ukubet olmalarına gelince, hayır... Bu olmaz.

Bu Ayet İnmelerini Emretmektedir, Düşmanlık Etmelerini Değil

Cenab-ı Hakk'ın (Bakara, 36) ayeti, inmeyi emretmektedir. Düşmanlıkla ilgili bir emir değildir, çünkü iblisin Hazret-i Adem ve Havva'ya düşmanlığı, onlara haset edip, Hazret-i Adem'e secde etmemesi, Hazret-i Adem ile Havva'yı cennetten çıkarmak için hile yapması; zürriyetlerine düşmanlığı ise, onlara vesvese vererek, onları küfre ve günaha davet etmesi sebebiyledir. Bunlardan herhangi birinin emredilmiş olması caiz değildir.

Hazret-i Adem'in iblise düşmanlığı ise, emredilmiş bir husustur. Çünkü Cenab-ı Hak, "Muhakkak ki şeytan sizin için bir düşmandır; binaenaleyh siz de onu düşman edininiz" (Fatır, 6) ve: "Ey Adem oğulları, ebeveyninizi cennetten çıkarmış olduğu gibi, şeytan sizi de fitneye düşürmesin (Araf, 27) buyurmuştur. Bunun böyle olduğu sabit olunca, ayetten kastedilen mana, "bazınız bazınıza düşman olarak gökten ininiz.!" olur.

Beşinci Mesele

Ayette geçen lafzı bazan istikrar manasına gelir. Nitekim Cenab-ı Hak; "O zaman, Rabbinedir varış ve istikrar"(Kıyame, 12) buyurmuştur. Bazan da, "içinde karar kılınan mekan" manasını ifade eder. Nitekim Allahü teâlâ;

"Cennet ehli o zaman, en hayırlı bir yerdedirler" (Furkan, 24) ve: "Sonra da bir karar kılma ve emanet yeri.." (En'am, 98) buyurmaktadır. Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki, ekseri alimler:

"Sizin için yeryüzünde karar kılınacak bir yer vardır "(Bakara. 36) âyetindeki lafzını yer ve mekan anlamına hamletmişlerdir. Buna göre âyetin manası "o yer, hem hayatınızda hem de öldüğünüzde içinde olacağınız, karar kılacağınız yerdir" olur.

Sûddi'nin Abdullah İbn Abbas (radıyallahü anh)'den rivayet ettiğine göre İbn Abbas, Müstakarr kabirdir" demiştir; yani, içinde bulunacağınız kabirleriniz... Birincisi daha evladır, çünkü Cenâb-ı Hak, âyette metaı takdir ve zamanla takyit etmiştir; bu ise ancak, kişinin yaşamasıyla uygunluk arzeder. Diğer oır hususda Cenâb-ı Hakk onlara, onlar cennetten inerken bu şekilde hitap etmiştir ki, bu da yaşama halini gerektirir (ölümden sonrayı değil).

Bil ki Cenab-ı Hak bu kıssa hakkında A'raf sûresinde;

"Dedi ki: "Birbirinize düşman olarak ininiz! Sizin için orada karar Sınacak bir yer ve belli bir zamana kadar bir geçimlik vardır. Sizler orada yaşar, orada ölür ve oradan çıkarılırsınız" (Araf, 24-25) buyurmuştur. Buna göre: Cenâb-ı Hakk'ın sözünün, yine onun sözü için bir beyan olması caizdir. Yine kısmının birinci kısma bir ilave olması da caizdir.

(......) Zarfı Hakkındadır

Alimler, bir zaman ismi olduğunda ittifak ettikleri halde (......) kelimesinin bundaki anlamı üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Evla olanın, bununla:"Devam edip, giden" bir zamanın kastedilmiş olmasıdır. Çünkü birisi arkadaşına, onu uzun zaman görmeyince, "Seni çoktandır görmedim" der. Ama bu söz pek yakında görülmüş olan bir kimseye söylenilmez. Buna göre insanların ömürleri uzun, ecelleri de meydana gelişlerinden çok sonra ve uzak olunca, Cenab-ı Hakk'ın buyurmuş olması caiz olmuştur.

Ayetten Dersler: Günahlardan Sakındırma

Bil ki bu ayette, birçok bakımdan, her türlü günahtan büyük bir sakındırma vardır,

a- Hazret-i Adem'in bu küçük zelleyi işlemesinden ötürü başına gelenleri düşünen kimse, günah işlemekten son derece korkar. Şair de şöyle demiştir:

"Ey uyuyan kimsenin gözüyle bakan; hakkıyla müşahede etmeksizin işi müşahede eden kimse! Günahlara günahlar katıyorsun; buna rağmen cennete ulaşmayı ve ibadet edenin mükafaatına, nail olmayı umuyorsun! Allah'ın bir tek günah sebebiyle Adem'i cennetten çıkardığını unuttun mu?"

Feth El-Mevsilî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz insanlar cennet ahalisi idik. Ama iblis bizi dünyaya sürükledi. Çıkarıldığımız o yurda dönmedikçe bizim için gam, keder ve sıkıntıdan başka birşey yoktur.

b- Bu, büyüklenmek, hased etmek ve hırstan sakındırmaktır. Cenab-ı Allah'ın "İblis diretti ve kibirlendi " ayeti hakkında Katade'den şu izah nakledilmiştir; "Allah'ın düşmanı iblis, O'nun Hazret-i Adem'e O'nun verdiği lutuflara hased edip, "Ben ateştenim, o ise çamurdandır!" dedi. 'Sonra Ademoğlunun kalbine, yasaklanan şeyi yaptırıncaya kadar hırs verdi. Sonra da Kabil'in kalbine hased verdi de Kabil Habil'i öldürdü."

c- Cenab-ı Hak, Hazret-i Adem ile iblis arasında çok güçlü bir düşmanlık olduğunu bildirdi. Bu da, şeytandan kaçınmanın şart olduğuna büyük bir tenbihdir.

Âdem'in Tövbeyi öğrenmesi

36 ﴿