37"Derken Adem Rabbinden (birtakım) kelimeler öğrenip aldı ve (O'na yalvardı) O da tevbesini kabul etti. Çünkü tevbeyi çok kabul eden ve keremi bol olan O'dur. ". Bu ayette birçok mesele vardır: Telâkki Tabirinin Manası Kaffal şöyle demiştir. (......) kelimesinin aslı, "birisi ile karşılaşmaya yönelmek" demektir. Sonra bu kelime, "gelecek olan şeyi karşılama" manasında kullanılmıştır. Sonra da "kabul etme, alma" manasında kullanılmıştır. Nitekim Cenab-ı Hak: "Sana, Hakim ve Alîm olan (Allah) nezdinden Kuran veriliyor "(Neml, 6) yani "osana telkin ediliyor" buyurmuştur. Yine "Biz hacıları karşıladık" ve Bu sözü falancadan aldım, öğrendim." denilir. Kelimenin aslı bu olunca ve dediğimizden her iki adamın diğeri ile karşılaştığı anlaşılıp, karşılaşma da her ikisine birden nisbet edilince, onların "karşılaşma" masdarı ile vasfedilmeleri yerinde olmuştur. Bundan ötürü "Karşılaştığın herkes de seninle karşılaşmış olur" denilebilir. Bu sebeble de ibaresinin, "Adem o kelimeleri aldı, belledi ve onları kabul etti" manasına alınması caiz olduğu gibi, "Allah'dan bazı kelimeler geldi " manasında olmak üzere, iuir merfu olarak okumak da caizdir. Bunun bir benzeri de Allah'ın: "Ahdim zalimlere ulaşmaz "(Bakara. 124) ayetidir. İbn Mes'ud (radıyallahü anh)'un kıraatinde (......) kelimesi (......) şeklinde okunmuştur. (Yani "zalimler ahdime ulaşamaz " manasında.) Ayetteki Ne Demektir? Bilki âyette geçen (......)'den muradın, "Allah'ın Adem (aleyhisselâm)'e tevbenin hakikatini öğretmesi" olması caiz değildir. Çünkü mükellefin, tevbenin mahiyetini bilmesi, tevbe ederek günahlarından kurtulabilmesi ve tevbeyi başka şeylerden ayırdedebilmesi gerekir. Peygamberler ise bunu haydi haydi bilir. Daha doğrusu ayetten muradı, şu şeylerden birisine hamletmek gerekir; 1) Bu, günah işlediği esnada tevbe edenlerden ve Allah'a dönenlerden olacak bir biçimde Hazret-i Âdem'den sadır olan günaha dikkat çekmedir. 2) Allahü teâlâ tevbenin gerektiğine ve mutlaka kabul edileceğine dikkat çekmektedir.Şu manada ki; "Bir kimse küçük veya büyük günah işler, sonra da yaptığına pişman olarak bir daha günah işlememeye azmederse, muhakkak ki ben onun tevbesini kabul ederim." Allahü teâlâ, (......) demiş, yani "O kelimeleri aldı, kabul etti ve onları kullandı." 3) Hak teâlâ, Hazret-i Âdem'e verdiği büyük nimetlerini hatırlatmıştır. Bu da tevbeye götüren etkili sebeblerden olmuştur. Hazret-i Âdem'in Öğrendiği Sözler Alimler "kelimelerin" ne olduğu hususunda ihtilaf ettiler. 1) Sa'id b. Cübeyr'in İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet ettiğine göre, Hazret-i Adem (aleyhisselâm) şöyle demiştir: "Ya Rabbi, bir vasıta olmadan beni kendi ellerinle yaratmadın mı?" Cenab-ı Allah "Evet"diye cevab vermiş. Hazret-i Âdem, "Ya Rabbi bana ruhundan üflemedin mi?" dedi. Allahü teâlâ, "Evet" diye cevab verdi. Hazret-i Adem, "Beni cennetinde yerleştirmedin mi?" dedi. Hak teâlâ "Evet, iskan ettim " dedi. Hazret-i Adem, "Ya Rabbi, rahmetin gazabını geçmiş değilmi idi?" dedi. Allahü teâlâ, "Evet, geçti " dedi. Hazret-i Adem" Ya Rabbi, eğer ben tevbe eder ve halimi düzeltirsem beni cennete geri döndürür müsün?" dedi. Cenab-ı Allah da "Evet döndürürüm" cevabını verdi, işte Cenab-ı Hakk'ın ayetinin manası budur. Süddi bu rivayette şunu ilave etmiştir: O, "Ya Rabbi, bana bir günah takdir etmiş mi idin?" dedi, Allahü teâlâ "Evet " buyurdu. 2) Nehai şöyle demiştir: İbn Abbas'a geldim ve ona "Adem'in Rabbinden aldığı kelimeler ne idi?" diye sordum. O da bana şu cevabı verdi. Allahü teâlâ, Hazret-i Adem ve Havva'ya hacc ibadetini öğretti, onlar da haccettiler. İşte bu kelimeler, hac esnasında söylenen dua ve zikirlerdir. Onlar Haccı tamamlayınca, Allah onlara "Ben sizin tevbenizi kabul ettim " diye vahyetti. 3) Mücahid ve Katade, iki rivayetlerinden birine göre şöyle demişlerdir: Bu "kelimeler", Cenab-ı Hakk'ın; "Ey Rabb'imiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, muhakkak ki hüsrana uğramış kimselerden oluruz" (A'raf, 23) ayetidir. 4) Sa'id b. Cübeyr'in İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayetine göre bu kelimeler, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in şu sözleridir: "(Ey Allah'ım!) Senden başka ilah yoktur, seni tesbih ve takdis ederiim ve sana hamdederim. Ben kötülük işledim ve kendime zulmettim. Beni bağışla. Çünkü sen, bağışlayanların en hayırlısısın. Senden başka ilah yoktur, seni tesbih ve takdis ederim ve sana hamdederim. Ben bir kötülük işledim ve kendime zulmettim, bana rahmet et. Çünkü sen, rahmet edenlerin en hayırlısısın. Senden başka ilah yoktur. Seni tesbih ve takdis ederim ve sana hamdederim. Ben kötülük (günah) işledim ve kendime zulmettim. Tövbemi kabul et. Çünkü sen tevbeleri çok kabul eden ve rahmeti çok olansın." 5) Hazret-i Aişe şöyle demiştir: Cenab-ı Hak, Adem'in tevbesini kabul etmeği dilediği zaman, Hazret-i Adem, yedi defa Kâ'be'yi tavaf etti. Kabe o zaman kırmızı bir tepecik idi. İki rekat namaz kıldığında Kabe'ye yöneldi ve şöyle dedi: "Allah'ım! Sen benim sırrımı da biliyorsun, gizli olan şeylerimi de... Benim özrümü kabul eyle! Sen benim ihtiyacımı da biliyorsun, bana istediğimi ver! Sen benim içimde olanı biliyorsun, onun için günahlarımı bağışla! Allah'ım, senden kalbimi dolduran bir iman ve doğru bir yakîn istiyorum. Ki böylece bana, ancak senin yazdıklarının isabet edeceğini bileyim ve bana ayırdığın nasibe razı olayım." Cenab-ı Allah da, Adem (aleyhisselâm)'e bunun üzerine şöyle vahyetti. Ey Adem, günahını bağışladım, senin soyundan kim senin bana yaptığın bu duayı yaparsa, onun günahını da mutlaka bağışlarım; gam ve kederini gideririm, fakirliği gözünün önünden söker alırım ve o istemese bile, dünya ona akıp gelir. Tevbenin Hakikati Hakkında Gazzâli'nin Sözleri Gazzali (r.h.) şöyle demiştir. Tevbe, şu üç şeyin sırayla meydana gelmesiyle tahakkuk eder: İlim, hal ve amel.. İlim, ilk sıradadır, hal ikinci, amelse üçüncü sıradadır. Birincisi ikincisini, ikincisi de üçüncüsünü gerektirir. Allah'ın adeti mülk ve melekût aleminde bunu icab ettirir. İlme gelince, ilim günahta bulunan zararı ve günahın kul ile Allah'ın rahmeti arasında perde olduğunu bilmektir. Bu husus gerçek anlamda bilinince, bu bilgiden, arzu edilen şeyin elden kaçması sebebiyle, kalbte bir üzüntü meydana gelir. Çünkü kalb, ne zaman sevdiği bir şeyi elden kaçırdığını hissederse elem duyar. Eğer o şeyin elden kaçması, kendisi tarafından o yapılan bir fiil sebebiyle olursa, bu arzu ettiği şeyin elden kaçması sebebiyle, o şeyin elden kaçmasına sebep olan şeye üzülür; işte bu tür üzüntüye pişmanlık denilir. Sonra bu üzüntü kuvvetlenince, bundan kararlı bir irade meydana gelir. Bu irade hem geçmişe, hem hale hem geleceğe taalluk eder. Onun şimdiki zamana taalluku, içine girdiği günahı terketmek ile olur. Gelecekle olan alakası arzu ettiği şeyi elden kaçırmasına sebep olan bu fiili, ömrünün sonuna kadar yapmamaya azmetmesidir. İradenin mazi ile olan alakası ise, elden kaçırdığı şeyleri, şayet tamiri mümkün ise, bu yolla ve onararak onları telafi etmesiyledir. Bundan dolayı ilim ilk önce gefir ve o bu hayırların kaynağıdır. Ben ilim ile, yakfnî olan eksiksiz ilmi kastediyorum. Çünkü günahlar, zehirli ve helak edicidirler. Bu yakfnî ilim ise, bir nurdur. Bu nur, pişmanlık ateşini doğurur. Bununla kalb, tıpkı üzerine, daha önce karanlık içinde iken üzerine güneş doğan, bulutların çekilip gitmesiyle üzerine ışıklar doğarak sevdiği şeyin nerdeyse helak olmak üzere olduğunu görüp de, kalbinde aşk ateşi tutuşarak bu ataşlerden onu kurtarmak için ileri atılma iradesi doğan kimse gibi, iman nurunun onu aydınlatmasıyla sevdiği kendisi arasında bir perdenin bulunduğunu görerek üzülür. İlim, pişmanlık ve halde olsun istikbalde olsun günah fiilini terketmekle alakalı azim; mazide elden kaçanları telafi tevbenin meydana gelmesinde birbirini izleyen üç safhadır. Tevbe ismi, bunların hepsine birden ıtlak edilirse de, daha çok, tek başına pişmanlık anlamında kullanılır ve o zaman .ondan önceki ilim bir mukaddime; o fiili terk tevbenin bir meyvesi ve onun peşi sıra gelen bir netice olarak kabul edilir. Bundan dolayı Hazret-i Peygamber: "Pişmanlık tevbedir" Ibn Mâce. Zühd, (3012/1470). buyurmuştur. Çünkü pişmanlık, bu pişmanlığı gerektiren ilimden ve onun peşi sıra gelen azimden ayrı düşünülemez. Bundan dolayı da pişmanlık, iki ucundan, yani onu meydana getirenle (müsmir), ondan meydana gelen (semere) ilekorunmuştur.İşte, tevbenin hakikati konusunda.Şeyh Gazzali'nin özetleyerek söyledikleri bunlardır. Bu güzel bir sözdür. Kaffal şöyle demiştir: Tevbede. günahı terketmek, daha önce yapılanlara pişman olmak, onun bir benzerini bir daha yapmamaya azmetmek ve bütün bunlar hususunda korkmak gerekir. Günahı terketmenin gerekliliğine gelince, bu şundan dolayıdır; Eğer insan günahı terketmezse. onu yapmaya devam eder, böylece de tevbe etmiş olmaz. Pişmanlığın gerekliliğine gelince, bu şundan dolayıdır: Eğer insan pişman olmazsa, o günahın faili olmaya razı olur. Bîr şeyden razı olan da, onu yapmaya devam eder. Bir şeyi yapan da, ondan tevbe etmiş olmaz. O günahı tekrar işlememeye azmetmeye gelince, bu şundandır: Çünkü onun fiili günahtır; günaha azmetmek de günahtır. Korkuya gelince, bu şundan dolayıdır. İnsan, tevbe ile emredilmiştir; gerektiği gibi tevbe etmiş olduğunu da kesin olarak söyleyemez, böylece de korkuya düşer. Bu sebepten Cenab-ı Allah: "Ahiretten korkuyor ve Rabbinfn rahmetini umuyor "(Zümer, 9) Peygamberimizde "Eğer mü'minin korkusuyla ümidi tartılsaydı, ikisi de denk gelirdi " Keşfü'l-Hâfâ. Beyhaki'den, 2/166. buyurmuşlardır. Bil ki Gazzali (radıyallahü anh)'nin sözü daha açık ve daha derinlemesinedir. Ancak, şu kadar varki onda bir müşkil sözkonusu olabilir. O da şudur: Falanca fiilin kendisinden sudur ettiğini bilerek onun zararlı olduğunun farkında olmak, kalbe bir üzüntü verir. Bu üzüntü, o fiili şimdi ve daha sonra terketme iradesi ve mazideki şeyleri de telafi etme iradesi kazandırır. Bütün bu şeyler zaruri olarak, sırayla birbirine bağlı olursa, bununla emrolunmak imkansız olacağı için, bu kulun kudreti dahilinde olmamış olur. Netice olarak, kulun gücü dahilinde olan şey, ancak ilmi elde etmektir; onun dışındakileri ise, seçmeye bir imkan yoktur. Fakat birisi şöyle diyebilir: İlmi elde etmek de kulun gücü dahilinde değildir. Çünkü bazı meçhullerin bilgisine ulaşmak, ancak bu meçhullerden önce bilinen-şeyler vasıtasıyla mümkündür. Bu meçhulü öğrenmeye vesile olan mevcut ilimler, ya bu meçhulü bilmeyi gerektirir veya gerektirmez. Eğer birinci ihtimali göz önüne alırsak, kendisine ulaşılanın (gayenin) kendisiyle ulaşılana (vasıtaya) terettüb etmesi zaruri olur, o zaman da bu ilim, kulun kudret ve ihtiyarı dahilinde olmaz. Eğer ikinci ihtimal söz konusu olursa, bilmeyi arzuladığımız bu meçhulü bu mevcut bilgiler vasıtasiyla elde etmemiz mümkün olmaz. Çünkü yakın mukaddimelerin, zihinde kabul edilmesi halinde, istenilen neticenin de kabulü gerekecek olan bir halde bulunmaları gerekir. Böyle olmadıkları için, bu mukaddimeler istenilen neticeyi vermez. Eğer, "Bu mukaddimeler, her ne kadar zihinde mevcut iseler de, bunlar ile o neticeye ulaşmanın keyfiyyeti, henüz zihinde mevcut değildir. Bundan dolayı bu mukaddimeleri bilmek, kesinlikle o neticeyi bilmeyi gerektirmez "denilmesi niçin caiz olmasın? denilirse, biz de deriz ki: Bu mukaddimelerle o neticeye nasıl ulaşılacağını bilmek, ya bedihi, apaçık hususlardan veyahutta kesbi, kazanılan bilgilerdendir. Eğer bedihi şeylerden ise, o zaman kulun gücü dahilinde değildir. Eğer sonradan efde edilen şeylerden ise, bunun elde edilmesinin keyfiyyeti hakkından söylenecek söz, önceki hakkında söylenen söz gibidir. Yahutta, bu bizi teselsüle götürür, teselsülse imkansızdır; ya da onun ayrılmaz niteliklerinden olmaya götürür ki, o zaman yukarda zikredilen mahzur tekrar ortaya çıkmış olur. Allah en iyi bilendir. Küçük Günah İçin Tevbe Hakkında Kadı Abdulcebbar kendi kendisine şunu sordu: Bu günah, küçük günah ise, ona nasıl tevbe gerekir? Buna da, Ebu Ali'nin şöyle dediğini söyleyerek cevap verdi: Ona tevbe gerekir, çünkü mükellef, ne zaman, günah işlediğini, daha sonra günahtan dönmediğini, irade ve ihtiyar sahibi olduğunu, pişman olması ya da ısrar etmesi için bir manianın bulunmadığını, ama ısrar etmenin çirkin olduğunu bilirse, onun bu çirkin fiili terketmesi ancak tevbe ile tamamlanır. İşte o zaman günah ister büyük ister küçük, isterse kendisinden tevbe ettiğini ya da etmediğini hatırladığı bir günah olsun, kula tevbe etmesi şarttır. Ebu Haşim ise, asi olanın israr etmemekle beraber tevbe etmemesinin caiz olacağını ileri sürerek şöyle der: Bu bakımdan peygamberlere tevbe etmenin vacib olduğunu söylemek doğru değildir. Bilakis, iki sebepten dolayı tevbe vacib olur. Ya, küçük günah ile(peygamberlerin sevabları azaldığı, bu eksiklik de tevbe ile tamamlandığı için, tevbe etmeleri gerekir veyahutta tevbe, o işi hiç yapmamak (terk) manasına olduğu için vacib olur. Bir işi yapmanın mümkün olduğu sırada, onu terketmek vacib olunca, imkan olmadığı zaman da tevbenin vacib olması gerekir. O bazan, "onlara sem'i olarak (yani aklen değil de naklen) tevbe etmek vacibtir " demiştir. Bu, onun görüşüne göre daha doğrudur; çünkü ona göre tevbenin, sırf menfaatlerden ibaret olan sevabın yeniden elde edilmesi için vacib olması caiz değildir; zira fiilin, bir fayda temini için vacib sayılması caiz değildir; aynı şekilde nafileler de vacib değildir. Daha doğrusu, peygamberleri Cenab-ı Hak muhafaza ettiği için, her ne kadar kusurları küçük olsa da, peşpeşe ve çok tevbe etmelerinin istenmesi, onların ismet özelliklerinin gereği olmuştur. Tevbenin Lisandaki Manası Kaffal şöyle demiştir: Tevbenin asıl manası (......) kelimesinde olduğu gibi, "dönmek" dir. diye kullanıldığı gibi diye de kullanılır. Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "O, tevbeyi kabul edendir."( Gafir, 3) Arapların: demeleri demeleri gibidir. Buna göre "tevbe" lafzı, hem Rab hem kul için kullanılan bir lafızdır. Kul, tevbe ile vasfedildiğinde bunun manası: "Rabbine döndü." şeklinde anlaşılır. Çünkü günah işleyen her ferd, Rabbinden kaçan kimse durumundadır. Tevbe ettiğinde ise, bu kaçışından Rahbisine dönmüş olur da onun için "Rabbisine tevbe etti, döndü denilir. Bu durumda Allah ise, kulundan yüz çevirmiş gibidir. Allah "tevbe" ile vasfedildiğinde ise, bunun manası, "onun, kuluna rahmeti ve lutfu ile dönmesi " olur. Bu sebeble, "tevbe" fiili ile kullanılan harficerde bir farklılık olmuş, kul için kullanıldığında "Rabbine tevbe etti, döndü, " Allah için kullanıldığında da "Allah kulunun tevbesini kabul etti." denilir. Bu şuna benzer: Bir adam, başkanının hizmetinden ayrılır, başkanı da ona yaptığı ihsanlara son verir. Sonra o adam, başkanının hizmetine tekrar döndüğü zaman "Falanca reisinin hizmetine tekrar döndü, reisi de ona tekrar ihsan ve lutufta bulundu " denilir. Bunu iyice anladığın zaman deriz ki: Tevbenin kabul edilmesi iki şekilde olur; Birincisi: Taatın kabulünden anlaşıldığı manada, tevbeleri kabul eden Yüce Allah'ın tevbelere karşılık sevab vermesi. İkincisi: Cenab-ı Hakk'ın tevbe sebebiyle kulun günahlarını bağışlamasıdır. Allahü teâlâ'nın Tevvab Vasfı Hak teâlâ'nın "Tevvab" ismi ile vasıflanmasından murad, O'nun tevbeleri çokça kabul edici olmasıdır Bu, iki bakımdan böyledir: 1) Bir hükümdara karşı bir insan suç işlese, sonra da ondan özür dilese, hükümdar onun özür dilemesini kabul edebilir. Daha sonra o adam tekrar suç işleyip yeniden özür dilese, hükümdar onun özrünü kabul etmez. Çünkü hükümdarın tabiatı, onu bu özrü kabul etmekten alıkor. Cenab-ı Hakk'a gelince, O böyle değildir. Çünkü Allah tevbeyi ne rikkatten (yufka yüreklilikten), ne fayda te'mini veya zarar savma gibi bir saikten dolayı kabul etmez. Bilakis O, sırf ihsan ve lütfundan dolayı tevbeleri kabul eder. Eğer mükellef olan kul, her an günah işlese, sonra da tevbe edip ömrü boyunca bu hali üzere kalsa, Cenab-ı Allah onun önceki günahlarını bağışlayıp, tevbesini kabul edebilir. Böylece Cenab-ı Hak, tevbeleri çok kabul etme vasfına müstehak olarak "Tevvab" diye isimlendirilmiştir. 2) Allah'a tevbe edenlerin sayısı çoktur. Allahü teâlâ, bunların hepsinin tevbesini kabul ettiği için, tevbeleri kabulde mübalağa ile nitelenmeye müstehak olmuştur. İşte ikabı kaldırarak, tevbeyi kabul etmesi sevabı gerektirdiği için ve sevab da Allah'ın bir nimeti ve rahmeti olduğu için, Hak teâlâ kendisini, "Tevvab" vasfının yanında "Rahim" olarak vasfetmiştir. Ayetin İhtiva Ettiği Önemli Hususlar Bu ayette birçok faydalar vardır; 1) Kulun, her an ve her dakika tevbe ile meşgul olması gerekir. Çünkü bu hususta birçok hadis ve haber varid olmuştur. Tevbenin Sık Yapılması Hakkında Hadisler Hadislere gelince: a- Rivayet edildiğine göre bir adam, mü'minlerin başkanı Hazret-i Ali'ye, günah işleyip sonra istiğfar eden, daha sonra yine günah işleyip peşinden istiğfar eden, sonra tekrar günah işleyip istiğfar eden bir adamın durumunu sorunca, Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Şeytan kaybedinceye ve "artık ona gücüm yetmiyor " deyinceye kadar o kişi istiğfara devam etsin. Hazret-i Ali bir de şöyle demiştir: "Bir tehlike anında o şeytanı kovmaya ve tehlikeden kurtulmaya ne zaman gücün yeterse bunu yap (onu defet). b- Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hergün yetmiş kere istiğfarından dönmüş olsa bile, istiğfar eden, günahında ısrar etmiş sayılmaz." c- İbn Ömer, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir. "Rabbinize tevbe ediniz. Çünkü ben (bile) hergün yüz defa Allah'a tevbe ediyorum." Müslim, Zikir, 42 (4/2076). d- Ebu Hureyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)' ın “yakın akrabalarını Inzar et'.” (Şuarâ, 214) ayeti nazil olduğu zaman, şöyle dediğini söyledi: "Ey Kureyş topluluğu, Allah'dan nefislerinizi satın alınız. Allah'dan gelecek cezaya karşılık size hiç bir faydam olmaz. Ey Abbas İbn Abdulmuttalib, Allah'dan gelecek cezaya karşılık sana hiç bir faydam dokunmaz. Ey Allah Resulünün halası Safiyye, Allah'dan gelecek cezaya karşılık sana hiç bir faydam dokunmaz. Ey Muhammed'in kızı Fatıma, benden ne istersen iste, ama sana Allah'dan gelecek cezaya karşılık hiç bir faydam olmaz." Bu hadisi Müslim ile Buhari, Sahihlerinde tahriç etmişlerdir. Hazret-i Peygamberin: "Kalbim Bulutlanır, Günde Yüz Defa İstiğfar Dilerim" Hadisinin İzahı e- Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki benim kalbim de dumanlanır. Bundan dolayı günde yüz defa Allah'a istiğfar ederim. Müslüm, Zikir, 41 (4/2075). Bil ki "Gayn" kalbi bürüyerek, onu kısmen örten birşeydir. O tıpkı, havada belirip de güneşi tamamen örtmeyen fakat, ışığının tam olarak gelmesine mani olan ince bir bulut gibidir. İmdi alimler bu hadisi çeşitli şekillerde tevil ettiler: 1) Allahu Teala peygamberini kendisinden sonra ümmeti içinde ortaya çıkacak ihtilaf ve belalara muttali kılmış.o da bunu hatırladığı zaman kalbinde ince bir hüzün tabakası bularak ümmeti için istiğfar etmiştir. 2) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) daima bir halden, daha üstün olan başka bir hale geçiyordu. İstiğfar edişi de bundan ötürü idi. 3) Gayn: Muhabbet merhalelerinde ilerlerken Hazret-i Resulullah'ın kendinden geçecek derecede muhabbet şarabından mest olması halidir. Efendimiz yakaza (uyanıklık, sahv) alemine geldiğinde, bu sahvdan ötürü "istiğfar ederdi. Bu, .hakikat erbabının (tasavvuf ehlinin) izahıdır. 4) Bu, zahir alimlerinin te'vilidir ki buna göre kalb, düşünceye ve akla gelen vesveselerden, şehevi arzulardan, çeşitli temayüllerden ve isteklerden hali olamaz. Bundan dolayı, bu şeyleri savuşturmak için Rabbinden yardım ister. f- Ebu Hureyre (radıyallahü anh), Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'ın: "Allah'a nasuh bir tevbe ile tevbe ediniz" ayeti hakkında şöyle dediğini söylemiştir: Böyle tevbe yapan kimse, günah işleyip tevbe eden ve ne o günahı işlemeyi ne de ona geri dönmeyi istemeyen kimsedir. İbn Mes'ud (radıyallahü anh) ise bu kimsenin, günahı terkedip de asla ona dönmemeye azmeden kimse olduğunu söylemiştir. g- Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlâ'nın meleklerine şöyle dediğini nakletmiştir: "Kulum bir iyilik yapmaya niyet ederse, ona bir iyilik yazın. Eğer niyet ettiği o işi yapar ise ona on misli sevab yazın. Eğer bir kötülüğe niyet eder ve o kötülüğü yaparsa onu bir kötülük olarak yazın. Eğer onu yapmaz ise, o kuluma bu terkine karşılık bir iyilik yazın" Bu hadisi Müslim Sahihinde rivayet etmiştir. h- Rivayet edildiğine göre, Cebrail (aleyhisselâm), Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'în "Ey affı kerîm ve çok olan'biye dua ettiğini duyar ve ona "Affın kerîm ve çok olması" ne demektir, biliyor musun?" diye sorar. Bunun üzerine, İbrahim (aleyhisselâm): "Hayır Ey Cibril" deyince, Cebrail, "Bu, kötülüğü affedip, onun yerine bir hasene (iyiliği) yazmaktır " der. ı- Ebu Hureyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şu hadisi nakletmiştir: 'Her kim gününü hayır ile açar ve hayır ile tamamlarsa, Allahü teâlâ meleklerine şöyle der: "Şu hayırlarının arasında işlediği günahları kuluma yazmayınız." k- Ebu Said el-Hudri, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Sizden öncekiler içinde doksandokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bu adam yeryüzündeki en akıllı insanın kim olduğunu sorunca, onu bir rahibe yolladılar. Hemen rahibin yanına giden bu adam ona, doksandokuz kişi öldürdüğünü, katil bir kimsenin tevbesinin olup olmadığını sordu. Rahib "Hayır" deyince onu da öldürüp sayıyı yüze tamamladı. Sonra yine yeryüzünün en bilgilisinin kim olduğunu sorunca, onu âlim bir zata yolladılar. Alim zata gelince, yüz kişi öldürdüğünüzü durumda tevbe edip edemiyeceğini sordu. O da "Evet senin ile tevben arasına kim girebilir? Falanca yere git, orada Allah'a ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla beraber Allah'a ibadet et ve sakın kendi yurduna dönme, çünkü senin memleketin kötülükler yurdudur " dedi. Adam bu söz üzerine oraya doğru yola çıktı. Yolu yarıladığında kendisine ölüm erişti. Rahmet melekleri ile azab melekleri onun hakkında çekişerek, rahmet melekleri "O tevbe etmiş ve kalbiyle Allah'a yönelmiş olarak geldi "; azab melekleri de "o, henüz hiçbir hayır işlemedi " dediler. Derken onların yanına, insan şekline girmiş bir melek gelerek, aralarına katıldı ve onlara, "(Geldiği ve gittiği) iki yer arasındaki uzaklığı ölçün. Adam hangi yere daha yakın ise oraya aittir " dedi. Bunun üzerine melekler mesafeleri ölçtüklerinde, adamı arzu ettiği beldeye bir karış daha yakın buldular ve onun ruhunu Rahmet melekleri aldı. "Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. I) Sabit el-Benani şöyle demiştir: Bize ulaştığına göre iblis, Ya Rabbi, sen Âdem'i yarattın, benimle onun arasına bir düşmanlık koydun. Öyleyse beni ona ve soyuna musallat et (onlara karşı bana imkan ver).Bunun üzerine Cenab-ı Hak: "Onların sinelerini senin meskenin yaptım " deyince, iblis: "Rabbim bunu arttır " demiştir. Cenab-ı Hak da: "Doğan her insana karşılık senin on çocuğun doğacak " buyurur, iblis: "Daha da artır ey Rabbim " deyince, Cenab-ı Hak, "Sen, onun (insanoğlunun) damarlarında, kanının dolaştığı gibi dolaşabileceksin" der. Bunun üzerine iblis: "Rabbim daha da artır " deyince, Cenab-ı Hak: "Onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkar, mallarına ve evladlarına ortak ol "(isra, 64) buyurur. Sabit el-Benani sözüne devamla şöyle der: "O zaman Adem (aleyhisselâm) İblisi Rabbine şikayet ederek, "Ey Rabbim, İblisi yaratıp benimle onun arasına bir düşmanlık ve kin soktun, onu bana ve soyuma musallat ettin; senin yardımın olmadan ben onunla başedemem " dedi. Cenab-ı Hak'da şöyle buyurdu: "Senin, doğan her çocuğuna, onu kötü arkadaşlarından (şeytanlardan) koruyacak iki melek görevlendirdim " dedi. Adem (aleyhisselâm), "Rabbim bunu arttır " deyince, Cenab-ı Hak, "Bir iyiliğe on iyilik (sevab) ile karşılık verilecek, " buyurdu. Hazret-i Adem (aleyhisselâm) "Daha da artır Ya Rabbi:" deyince Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Canları çıkmadıkça, senin soyunun tevbesini kabul edeceğim." m- Ebu Musa el-Eş'ari (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'în şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Allahü teâlâ, gündüz günah işleyen tevbe etsin diye geceleyin, gece günah işleyen tevbe etsin diye gündüzün (rahmet) elini uzatır. Bu, güneş batıdan doğana (kıyamete) kadar böyle sürecektir." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. n- Ali b. Ebi Talib (radıyallahü anh)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan bir söz duyduğum zaman, Allah beni ondan dilediği kadar faydalandırdı. Ashabdan birisi bana bir hadis rivayet ettiğinde, ondan yemin etmesini ister, yemin edince söylediği hadisi doğru kabul ederim. Hazret-i Ebu Bekir bana bir hadis rivayet etti, doğru da söyledi. Buna göre o, "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini duydum demiştir: "Herhangi günah işleyen bir kul, güzelce abdest alıp sonra kalkarak iki rekat namaz kilse ve Allahü teâlâ 'ya istiğfar etse, mutlaka günahı bağışlanır. Bundan sonra Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Bir çirkin günah işledikleri veya kendilerine zulmettikleri zaman onlar, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler (istiğfar ederler)"(Al-i İmran. 135) ayetini okudu. o- Ebu Ümame şöyle dedi: Bir gün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında oturuyordum, bir adam çıkgeldi ve "Ey Allah'ın resulü ben, cezayı gerektiren bir suç işledim, o cezayı (haddi) bana uygula" dedi. Ebu Umame (radıyallahü anh) sözüne şöyle devam etti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buna aldırmadı. Adam sonra döndü yine aynı şeyi söyledi. Namaz kılındı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri gitti, namaz kıldı ve sonra tekrar cemaatın yanına çıktı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında yürüyordum, adam da peşinden geliyordu ve "Ya Resulullah, ben haddi (cezayı) gerektiren bir suç işledim, o haddi bana uygula" diyordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen evinden çıkarken abdest alıp, onu güzelce almadın mı?" deyince, adam: "Evet, Ya Resulullah" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen bizim ile birlikte şu namazda bulunmadın mı?" diye sordu. O, "Evet, Ya Resulullah" dedi. Hazret-i Peygamber bunun üzerine: "Şüphesiz Allah senin cezanı (günahını) atfetmiştir" buyurdu. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. ö) Abdullah İbn Mesûd şöyle dedi: Bir adam, Hazret-i Peygambere gelerek şöyle dedi, Ya Resulullah, ben şehrin çok uzak yerinden olan bir kadınla birlikte oldum, ona dokunmaksızın benden bir su geldi. İşte ben geldim, hakkımda dilediğini yap! Bunun üzerine Hazret-i Ömer ona şayet sen bunu açığa vurmasaydın, andolsun ki, Allah da senin bu kusurunu saklardı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, herhangi bir şey söylemedi. Böylece adam, kalkıp gitti. Bunu müteakiben Hazret-i peygamber adamı çağırarak ona: "Gündüzün iki ucunda ve geceye yakın birvakitte namaz kıl! Muhakkak ki iyilikler, kötülükleri götürür" (Hud, 114) âyetini okudu. Bunun üzerine, orada bulunanlardan birisi kalkarak: Ya Resulullah, bu âyet sadece ona mı mahsus? deyince, Hazret-i Peygamber; "Hayır, bilakis herkes içindir" buyurdular. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. p) Ebu Hüreyre'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir kul günah işledi de, bunun üzerine "Ya Rabbi! ben bir günah işledim, beni bağışla" dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Allah: "Kulum, kendisini bağışlayan ve onu sorumlu tutan bir Rabbinin olduğunu ikrar etti" dedi ve onu bağışladı. Sonra, Allah'ın dilediği bir süre geçtikten sonra, tekrar bir günah işledi. Bunun üzerine, "Ey Rabbim, ben başka bir günah işledim, beni bağışla!" dedi Allah da, "Kulum, kendisini bağışlayan ve onu sorumlu tutan Rabbinin olduğunu ikrar etti" dedi ve onu bağışladı. Yine, Allah'ın dilediği kadar bir zaman geçtikten sonra, tekrar bir günah işledi. Bunun üzerine, "Ya Rabbi, ben yine başka bir günah işledim" deyince Rabbi "Kulum, günahlarını bağışlayan ve onu sorumlu tutan bir Rabbinin bulunduğunu ikrar etti" dedi. onra da, Rabbi ona, "Kulumu bağışladım, dilediğini yapsın!" dedi. Bu hadisi Buhari ve Müslim, Sahihlerinde rivayet etmişlerdir. r- Hazret-i Ebu Bekr, Hazret-i Peygamberin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Günde yetmiş defa bile tekrar günah işlese, istiğfar eden kimse, günahta ısrar etmiş olmaz" s- Ebu Eyyüb, "Allah'ın Resulünden duyduğum bir şeyi sizden saklamıştım. O, şöyle buyurmuştu: "Eğer siz günah işleyip de Allah'dan mağfiret taleb etmemiş olsaydınız, Allahü teâlâ, günah isleyip de kendisinden mağfiret isteyen, Allah'ın da hemen kendilerini bağışlayacağı varlıklar yaratırdı. El-Camiu's-Sağır, 2/132(Benzeri bir hadis). t- Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anh) şöyle dedi: "Biz bir ara Resulullah'ın yanında idik. Tam o sırada, üzerinde bir elbise ve elinde üzerine yumulduğu bir şey bulunan bir adam geldi ve "Ya Resulallah.oen bir koruluğa uğradım. Orada kuş yavrusu sesleri duydum ve onları yakalayıp elbisemin, içine koydum. Tam bu sırada onların anneleri gelip, başımın üstünde dönmeye başladı. Bu sırada ben onları annelerine gösterdim. Derken anneleri gelip o'nlahn üstüne kondu. Ben de onu da yakalayıp hepsini elbisemin içine koydum. İşte onlar" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: 'Bırak onları" dedi. Adam da bıraktı ama anneleri onlardan ayrılmadı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun üzerine "Kuş yavrularının annelerinin, yavrularına olan şefkatine şaşıyor musunuz.?" dedi, sahabe de "Evet" diye cevab verdiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Muhammed'in camkudretelinde olan Allah'a yemin ederim ki (veya şöyle dedi: Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki) Cenab-ı Hak kesinlikte, bu yavruların anasının yavrularına şefkatinden, kullarına daha merhametlidir. Onları götür, anneleri ile birlikte aldığın yere götür" dedi. Böylece adam da onları götürdü." u- Ebu Müslim el-Havlani Ebu Zer (radıyallahü anh)'in Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den O'nun da Cebrail (aleyhisselâm) vasıtası ile Cenab-ı Allah'dan şu hadisi kutsiyi naklettiğini söylemiştir: "Ey kullarım, ben zulmü kendime haram kıldım, onu aranızda da haram kıldım. Binaenaleyh birbirinize zulmetmeyiniz. Ey kullarım siz gece gündüz hata İşliyorsunuz. Ben ise sizi bağışlıyorum. Buna aldırmıyorum, önemi yok. Ey kullarım, benim doyurduklarım dışında hepiniz açsınız. Binaenaleyh benden sizi doyurmamı isteyin ki sizi doyurayım. Ey kullarım benim giydirdiklerim hariç hepiniz çıplaksınız. Binaenaleyh benden sizi giydirmemi isteyin ki sizi giydireyim. Ey kullarım öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz hepiniz, en müttakinizin kalbi üzere bulunsanız, bu hâl benim mülküme hiçbirşey katmaz. Ey kullarım, öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz hepiniz, en günahkârınızın kalbi üzere bulunsanız, bu hâl benim mülkümden herhangi bir şey eksiltmez. Ey kullarım öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz hepiniz yüksek bir yerde toplansa ve benden dilekte bulunsalar, ben de herbirinize istediğini versem, bu benim mülkümden ancak, bir denize, bir defa daldırılan iğnenin denizden eksilteceği su kadar bir şey eksiltir. Ey kullarım bunlar ancak sizin amellerinizdir. Onları sizin için muhafaza ediyorum. Kime bir hayır ulaşırsa Allah'a hamdetsin. Kim de bir şerre uğrarsa, o kendinden başka kimseyi kınamasın. Müslim, Birr, 55 (4/1944-1945). Ebu İdris bu hadisi rivayet ettiği zaman buna saygısından dolayı diz çöktü. Tevbenin Sık Yapılması Hakkında Büyük Zatların Sözleri Bu husustaki, büyüklerin sözlerine gelince; Zü'n-Nun'a tevbenin manası sorulunca şöyle dedi: Tevbe altı şeyi ihtiva eder. a- Geçmişte yaptığına pişmanlık duymak. b- Gelecekte günah yapmamaya kesinkes azmetmek. c- Allah ile kendi arasında olan yapmadığı farzları eda etmek. d- İnsanların malları ve ırzları ile ilgili olarak yaptığı haksızlıklar sahiblerine telafi etmek, e- Haram yiyerek elde ettiği her damla kanı ve eti eritmek. f- Bedene, günahların tatlılığını tattığı gibi, itaatlerin acısını da tattırmak. Ahmed b. Haris şöyle demiştir: "Ey günahkâr tevbe etme zamanın gelmedi mi? Ey günahkâr, şüphesiz ki günahlar amel defterlerine yazılmıştır. Ey günahkâr, sen günahların yüzünden kabirde sıkıntı çekeceksin ve yarın günahlarından dolayı hesaba çekileceksin." Ayetin İhtiva Ettiği Diğer Önemli Hususlar 2) Ayetin faydalarından birisi de şudur: Adem (aleyhisselâm), şanı yüce olduğu halde tevbe etmekten kendisini müstağni saymayınca, içimizden birinin bunu yapması haydi haydi gereklidir. 3) Zellesinden dolayı Hazret-i Adem'den zuhur eden göz yaşları, bizim için de bir uyarıdır. Çünkü biz, ağlamaya Hazret-i Adem'den daha çok muhtacız. Hazret-i Peygamber'den rivayet olunduğuna göre o, şöyle buyurmuştur: "Eğer, bütün dünya insanlarının ağlamasıyla Davud (aleyhisselâm)'un ağlaması yanyana getirilseydi Davud (aleyhisselâm) un ağlaması daha çok olurdu. Eğer, bütün dünya insanlarının ağlaması ve Davud (aleyhisselâm)'un ağlaması, Nûh (aleyhisselâm)'un ağlamasıyla yanyana getirilseydi, Nûh (aleyhisselâm)'un ağlaması daha çok olurdu. Şayet bütün dünya insanlarının, Davud (aleyhisselâm)'un ve Nûh (aleyhisselâm)'un ağlamaları, günahından dolayı Hazret-i Adem'in ağlamasıyla yan yana getirilseydi, Hazret-i Adem'ınağlaması daha fazla olurdu." Kadınlar, Erkeklere Ait Hitaplara Dahildirler Cenab-ı Hak, sadece, Havva'nın tevbesiyle değil de, Adem (aleyhisselâm)'ın tevbesini zikretmekle yetindi. Çünkü Havva, Hazret-i Adem'e tabi idi. Bu sebeple, Kur'an-ı Kerim'de ve sünnette, kadınlar zikredilmeksizin, erkeklerin zikriyle yetinilmiştir. Cenab-ı Hak, bu meyanda olmak üzere: “Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik” (Araf, 23) ayetinde zikretmiştir. Yeryüzü Serencamı: |
﴾ 37 ﴿