38

"Cennetten hepiniz inin, dedik. Eğer size benden bir hidâyet geldiği zaman, İşte benim hidayetime kim tabi olursa, onlara hiçbir korku yoktur; onlar hüzünlenmiyecekler de"

Bu ayette birçok mesele bulunmaktadır:

"İniniz" Emri Neden Tekrarlandı?

Âlimler, inmeyle ilgili emrin tekrar edilmesinin faydası hususunda iki şey zikretmişlerdir.

a) Cübbaî, birinci inişin, ikinci inişin aynısı olmadığını söylemiştir. Buna göre ilk iniş, cennetten dünya semasına; ikinci iniş de dünya semasından yeryüzüne inişttir. Bu görüş iki bakımdan zayıftır.

1) Cenab-ı Hak birinci iniş hakkında:

"Sizin için yeıyüzünde karar kılacaksınız bir yer vardır." (Bakara, 36) buyurmuştur. Eğer, yeryüzündeki istikrar ikinci iniş ile meydana gelmiş olsaydı, Cenab-ı Hakk'ın: ayetinin ikinci inişin peşinden zikredilmesi daha evla olurdu.

2) Cenâb-ı Hak, ikinci iniş hakkında buyurmuştur. daki zamir, cennete aıittir. Bu da, ikinci inişin cennetten olduğunu gösterir.

b) Bu tekrar, tekid için yapılmıştır. Bana göre bu hususta, bu iki izahtan daha kuvvetli olan bir üçüncü izah tarzı vardır ki, o da şudur: Hazret-i Adem ve Havva, zelleyi işleyince inme emri verildi. Onlar da inme emrinden sonra tevbe ettiler ve kîilblerine, inişlerinin sebebinin zelle olduğu; tevbe ettikten sonra bu emrin hükmünün kalkacağı gibi düşünceler geldi. Böylece Cenab-ı Hak, onların cennetten inmeleriyle alakalı emrin yaptıkları zelleye mukabil bir eza olmadığı için zellenin yok olmasıyla emrin de yok olmayacağını, daha doğrusu inmeyle ilgili emrin tevbeden sonra da devam edeceğini bilsinler diye, bu inmeyle ilgili emri tekrar etmiştir. Çünkü inmeyi emir, Cenab-ı Hakk'ın

"Muhakkak ki ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım "(Bakara. 30) ayetinde geçen va'di gerçekleştirmek için vuku bulmuştur.Buna göre şayet, "Birinci şartın cevabı nedir?"denilirse deriz ki, ikinci şart cümlesi cevabıyla birlikte birinci şartın cevabıdır. Tıpkı senin Eğer bana gelirsen, ve gücüm de yeterse, sana ihsanda bulunurum" demen gibi.

İnilen Yerlerin Adları

Haberlerde rivayet olunduğuna göre Hazret-i Adem Hindistan'a, Havva Cidde'ye, iblis Basra'ya birkaç mil uzak olan bir yere ve yılan da İsfehan'a İndirilmişlerdir.

Üçüncü Mesele

(......) kelimesi hakkında birkaç vecih bulunmaktadır.

1) Bundan maksat, her türlü delalet ve beyandır. Buna göre lafzının şümulüne hem akli deliller, hem de Hazret-i Peygambere indirilen her türlü söz dahildir. Hidayet lafzının zikredilmiş olmasında, Allah'ın Hazret-i Adem'le Havva'ya çok büyük nimetler vermiş olduğuna bir tenbih bulunmaktadır. Sanki Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur. "Şayet sizi cennetten yeryüzüne indirdiysem, devamlı olacak bir şekilde sizi tekrar cennete ileteceğimden ötürü, size in'amda bulundum."

Hasan el-Basri şöyle demiştir. Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) yeryüzüne indirilince, Cenab-ı Hak kendisine vahyederek, "Ey Adem, dört haslet vardır ki, senin ve zürriyetinle ilgili bütün hususlar bunlarda mevcuttur:

a- Benimle ilgili olan,

b- Seninle ilgili olan,

c- Benimle senin aramızda olan ve,

d- Seninle insanlar arasında olan hususlar. Benim için olana gelince, bu senin bana ibadet edip, hiçbir şeyi bana ortak koşmamandır. Senin için olana gelince bu, çatıştığında ücretine nail olmandır. Benimle senin aramızda olana gelince, bu, senin dua, benim de duayı kabul etmemdir. Seninle insanlar arasında olana gelince, onların sana nasıl dost olmalarını istiyorsan, senin de onlara o şekilde dost olmandır.

2) Ebu Aliye'den rivayet olunduğuna göre, ayette geçen (......) lafzından maksat, Peygamberlerdir. Bu mana ancak, Cenâb-ı Hakk'ın âyetiyle hitab edilenler, Hazret-i Adem'den başkaları olursa, tamam olur. Hazret-i Adem'den başkası ise, O'nun zürriyetidir. Netice olarak diyebiliriz ki, böyle bir açıklama, delil olmaksızın ayete muhatab olanların, Adem'in zürriyeti, Huda kelimesinin de muayyen bir nevi yani peygamberler olarak tahsis edilmesini gerektirir.

Dördüncü Mesele

Cenab-ı Hak, emredilene yönelmek, haram kılınandan da kaçınmakla amel edip, bilerek ve tam hakkım vererek hidayetine tabi olan herkesin, herhangi bir korku ve keder bulunmayan bir hale intikal edeceğini beyan buyurmuştur. Bu cümle kısa olmasına rağmen, birçok manayı içine almaktadır. Bütün akli ve şer'i deliller, keza ilave açıklamalarla olan nimetler ve keza bu nimetleri nimet yapan akıl ve nimetlerden istifade imkanları (temekkün) gibi bütün hususlar buyruğundaki "hidayet" mefhumuna dahildir. Cenab-ı Hakk'ın "Herkim hidâyetime tâbi olursa" ayeti, delilleri bî hakkın düşünmeye, onları tefekkür etmeye, onlardan bigiler istihraç etmeye ve onlarla amel etmeye şamildir. Yine bu, bütün terüifleri İhtiva eder. Keza Cenab-ı Hakk'ın "Onlara ne bir korku vardır, ne de onlar mahzun olacaklardır" buyruğu, Allah'ın kullarına hazırlamış olduğu şeylerin tamamını içine alır. Çünkü korkunun kalkması afetlerin tamamından emin olmayı içerir. Hüznün kalkması ise, oûtün lezzetlere ve maksatlara ulaşmayı gerektirir. Allah, korkunun üulunmamasını, hüznün bulunmamasından önce söyledi. Çünkü olmaması tereken şeyin bulunmaması ve gitmesi, olması gereken şeyi istemekden gelir. Bu da, Allah'a itaat eden mükellefe kabirde, yeniden diriliş anında, mahşer yerinde duruşta, sahifeler (amel defterleri) uçuştuğunda, teraziler konulduğunda, Sırat köprüsünde hiçbir korkunun olmayacağını gösterir. Çünkü Hak teâlâ, "Onlan en büyük korku hüzünlendirmez. Ve onları melekler karşılayarak, işte va'dolunduğunuz gün budur, (derler)" (Enbiya, 103) buyurmuştur.

Kelamcılardan bir kısmı "kıyametin dehşetinin kâfir ve fasıklara yetiştiği gibi, müminlere de erişeceğini söylemişlerdirrçünkü Cenab-ı Hak; "O günde, çocuğunu emziren her kadının, emzirdiği çocuğunu unuttuğunu görürsün "(Hac. 2) buyurmuştur. Yine bu haller ortadan kalkıp, müminler cennete ve Allah'ın rızasına nail olunca, daha önce geçmiş olanlar sanki olmamış gibi olur. Belki de çoğu kez, nimetlerden taddığı lezzete bir ilave olur. Bu görüş zayıftır. Çünkü Cenab-ı Allah'ın âyeti ayetinden daha hususidir. Hususi olan ise, umumi olandan önce gelir.

İbn Zeyd ise şöyle demiştir: "Onlar için, önlerinde herhangi bir korku yoktur. İnsana ölürken en büyük gelen korku ölümden sonrasıdır. Allah işte böylece onları bu korkudan emin kıldı ve sonra dünyadan dolayı onları teselli etti de, ölüp dünyadan ayrıldıktan sonra geride bıraktıkları hakkında "Onlar hüzünlenmeyeceklerdir de"(Bakara, 38) buyurmuştur. Eğer, denilirse ki: "Allahü teâlâ'nın "Kîm benim hidayetime tabi olursa, işte onlara ne bir korku vardır, ne de hüzünleneceklerdir" ayeti, hem dünyada hem de ahirette onlar için hiç bir korkunun olmamasını gerektirir. Oysaki durum böyle değildir. Çünkü hem korku, hem de hüzün dünyada mü'minler için, kâfirlere nazaran daha çok bulunmaktadır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. "Belalar peygamberlere, sonra velilere, sonra da derece itibarı ile onlara yakın olanlara has kılınmıştır." Yine mü'min, ibadetlerini hakkıyla yaptığına dair kesin hükmedemez. Binaenaleyh her halükârda kusurlu olma korkusu vardır. Yine aynı şekilde kötü akıbet (imansız ölme) korkusu da söz konusudur. Cevaben deriz ki:

"Sözün karineleri, korku ve hüznün olmayışından maksadın, bunların dünyada değil ahirette olmayacağı manası olduğunu gösterir" İşte bu sebebten ötürü, cennetliklerin, cennete girerken şöyle diyeceklerini Cenab-ı Allah nakletmiştir:

"Bizden hüznümüzü gideren Allah'a hamdolsun. Hiç şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayıcı ve çok nimet vericidir"(Fatır, 34). Yani, Allah, bizden, içine düştüğümüz korkuyu ve dünyada iken, şu anda elde ettiğimiz ikramını elde edemeyeceğimize dair korkumuzu bizden kaldırdı.

Buyruğundan Çıkarılan Dört Kaide

Kadı şu birçok şeye delil olduğunu söylemiştir:

a-" Hidayete erme olmadığı halde hidayet mevcut olabilir. İşte bu sebeble Cenab-ı Hak "Kim benim hidayetime uyarsa..." buyurmuştur,

b- Bu ayet, bilgilerin zaruri olduğunu söyleyen görüşün yanlışlığına delildir.

c- Hidayete tabi olmak, cennete hak kazandırır.

d- Taklid, geçersizdir. Çünkü mukallid, hidayete tabi olmuş olmaz.

İnkarcılara Gelince

38 ﴿