44"Siz, insanlara iyiliği emredersiniz de kendinizi unutur musunuz? Halbuki siz kitabı (Tevrat'ı) okuyorsunuz. Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız?" . Birr Kelimesinin İzahı Bil ki, (......)nin başındaki hemze, takrîr, takrî ve taaccüb için olup yah'udi âlimlerinin durumlarını, başlarına kakmayı ve buna hayreti ifade etmekle beraber, anlatmak gayesine matufdur. "Birr", bütün hayırlı, iyi işlere şamil olan bir isimdir. Ana-babaya itaat manasına olan "birr'ul-valideyn" tabiri ile, Allah'ın razı olduğu amel manasına olan "amel-i mebrur" tabiri bu köktendir. Bu kelime bazan "sıdk" (doğruluk) manasına gelir. Nitekim (......) yani "yemini bozmadı, yemininde doğru oldu " denilir. Yine Doğru söyledin" manasına denilir. Cenâb-ı Allah da: "Fakat birr, ittika edenin (birridir) (Bakara, 189) buyurmuş, birrin takvaya ulaştırdığını haber vermiştir. Bil ki Cenab-ı Hak, onları has olarak verdiği nimetlerden dolayı onlara iman ve şeriata uymayı emredip bir başka yerde hesaba çekileceğine binaen onları bunlara teşvik etmiştir. O husus da şudur: Halkı iyi işlere teşvik ettiği halde, insanın o iyi işlerden gafil olması, bu güzel şeyleri ihmal etmesi aklen çirkin görülmüştür. Çünkü insanlara iyi işleri emretmek, ya nasihat (hayırhahlık) veya onlara şefkatten dolayıdır. Halbuki, insanın başkasına acıması, kendisini ihmal edip başkasına nasihat etmesi akla yakışan bir iş değildir. Durum böyle olunca Cenâb-ı Allah, başlarına kakarak onları bundan sakındırmak istemiştir. Birr (iyilik) Hakkında Yapılan Tefsirler Âlimler ayetteki "birr" (iyilik) lafzı ile ne murad edildiği hususunda bazı değişik görüşler belirterek ihtilaf etmişlerdir: a) Süddi'ye göre, onlar, insanlara Allah'a itaati emrediyor, Allah'a isyan etmemelerini söylüyorlardı. Kendileri ise Allah'a itaati bırakıyor günahlar işliyorlardı. b) İbn Cüreyc'e göre, o yahudi alimler kendileri namaz kılmadıkları ve zekat vermedikleri halde kavimlerine namazı ve zekatı emrediyorlardı. c) Onlara, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in durumunu öğrenmek için birisi gizlice gelse, ona, "O söylediklerinde sadık, peygamberliği haktır. Binaenaleyh O (sallallahü aleyhi ve sellem)'na uyunuz" derlerdi. Halbuki kendileri, yahudi kavimlerinden kendilerine gelen hediye ve atiyyelere olan arzularından dolayı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e tabi olmuyorlardı. d) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz peygamber olmadan önce, bir yahudi gurubu, müşrik Araplara "Sizden bir peygamber çıkacak ve Hakk'a davet edecek" diye haber verip o müşrikleri O'na uymaya teşvik ediyorlardı. Cenâb-ı Allah Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i peygamber olarak gönderince, onlar hased edip O'nun peygamberliğini inkâr ettiler. İşte bunun üzerine, onların Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zuhurundan önce O'na uymayı emretmeleri; o peygamber olunca O'nu bırakıp O'nun dininden yüz çevirmeleri sebebi ile Cenab-ı Allah bu ayetle onları susturdu. Bu Ebu Müslim'in de tercih ettiği görüştür. e) Zeccac'a göre, onlar, herkese çokça sadaka vermelerini emrediyor, kendileri ise bu hususta son derece cimri davranıyorlardı. Çünkü Cenâb-ı Allah, onları katı kalblilik, faiz ve rüşvet yeme ile tavsif etmiştir. f) Belki de yahudilerden münafık olanlar zahiren Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uymayı emrediyor, sonra da kendileri kalben O'nu inkâr ediyorlardı. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak onları kınamış ve azarlamıştır. g) Yahudiler, başkalarına Tevrat'a uymayı emrediyor, sonra kendileri Tevrat'ta Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in doğruluğuna delalet eden şeyleri görünce; bu emre muhalefet ediyor ve O'nun peygamberliğine iman etmiyorlardı. Cenâb-ı Hakk'ın: "Kendinizi unutuyor(musunuz?)" ifadesine gelince buradaki "nisyan" (unutma), ilim meydana geldikten sonra peydah olan yanılmadan İbarettir. Unutan, mükellef olmaz. Mükellef olmayan kimseyi, yaptığı fiillerden dolayı Cenâb-ı Allah'ın kınaması caiz olmaz. Buna göre, âyetinden maksad, "Siz bir hakk karşısında kendinizi unutuyor ve onda sizin için olan faydalardan vazgeçiyorsunuz " demektir. Cenâb-ı Hakk'ın "Kitabı (Tevrat'ı) okuduğunuz halde" ifadesine gelince bunun manası "Siz Tevrat'ı okuyor, onu öğreniyor ve onda iyi fiile teşvikî ve günahlardan yüz çevirmeyi ifade eden hükümleri biliyorsunuz." Akıllı Davranmak Ne Demektir? Allahü teâlâ'nın "Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız?" ifadesi ise, o yahudi âlimlerinin yaptıklarına insanları hayret etmeye bir davettir. Bunun bir benzeri size ve Allah'ı bırakıp taptıklarınıza! Akıllanmıyacak mısınız "(Enbiya, 67) âyetidir. Âyetteki taaccübün sebebi çok yönlüdür: 1) İyiliği emredip kötülükten sakındırmaktan maksad, başkasını menfaatine olan şeyi elde etmeye ve zararına olan şeye düşmekten sakındırmaya bir irşaddır. İnsanın kendisine iyiliği, başkasına iyilik yapmasından daha evlâdır. Bunun böyle olduğu aklî ve naklî deliller ile malumdur. Başkasına va'zedip, kendisi nasihat almayan kimse, sanki aklın kabul edemeyeceği aykırı bir işte bulunmuş olur. İşte bu sebebten ötürü Cenâb-ı Hak, buyurmuştur. 2) İnsanlara va'z-u nasihat edip, ilmini gösteren sonra da kendisi nasihat almayan kimsenin nasihati, insanların günaha rağbet etmelerine bir sebeb olur. Çünkü insanlar o zaman şöyle derler: "O, bu ilmi ile eğer bu korkutmaların bir aslı esası olmadığını anlamış olmasaydı, bu günahı işlemezdi." Onun bu günahı işlemesi böylece insanları dini konularda aldırmazlığa götürür ve günah işleme hususunda onlara cesaret verir. Vâ'zın maksadı, günahtan menetmek olup, kendisi günah işlemeye cesaret verecek bir fiili işlediği zaman, sanki o iki zıt şeyi birleştirmiş olur. Ki bu da akıl sahibi olanlara yakışan bir fiil değildir. İşte bu sebebten ötürü Hak teâlâ, "Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız?" buyurmuştur. 3) Va'z eden kimsenin, va'zının- kalblere tesirli olmasına gayret etmesi gerekir. Günah işlemek ise, kalbleri, günah işleyenin sözünü kabulden uzaklaştırır. Buna göre kim va'z ederse, onun maksadı va'zının kalblere tesir etmesidir. Kim de günah işlerse, sanki onun da maksadı va'zının kalblere tesir etmemesidir. İşte bu sebeble her ikisini beraber yapmak, akıllılara yakışmayan bir çelişkidir. Bundan dolayı Hazret-i Ali (k.v): "Belimi iki kişi kırar: Şerefinin zedelenmesine aldırmayan âlim ve zâhid olan câhil.." Bu âyet hakkında birkaç mesele daha vardır: Bir Günahı İşleyen Kimse Emr-i Bil Maruf Yapabilir mi? Bazı âlimler, "günahkar emr-i bil maruf neny-' ani'l-münker (iyt şeyleri emredip, kötü şeyleri yasaklama) yapamaz" demişler ve bu görüşlerine aklî, naklî deliller getirmişlerdir: Onların delilleri, "Cenâb-ı Hakk'ın "İnsanlara iyiliği emredip, kendinizi unutuyor musunuz" (Bakara, 44) âyetidir. Şüphesiz Allahü teâlâ bu ayeti onları zemmetme makamında zikretmiştir. Yine O : "Niçin kendiniz yapmadığınız şeyleri (başkalarına) söylüyor (tavsiye ediyor) sunuz? Yapmadığınız şeyleri söylemeniz Allah nezdinde çok büyük birgazab (vezilesi) oldu" (Saff, 2-3) buyurmuştur. Aklî bakımdan delilleri ise şöyledir: "Şayet günahkârın iyiliği emredip kötülükten nehyetmesi doğru olsaydı, zina eden bir erkeğin, zina esnasında kadının yüzünü açmasını günah görüp "bu yasaktır" demesi caiz olurdu. Halbuki böyle bir şeyin kabul edilemeyeceği açıktır." Buna cevabımız şudur: Mükellef olan iki şey ile emredilmiştir: Günahı terk ve başkasını günah işlemekten alıkoymak. Bu iki mükellefiyetten birini yapmamak, diğerin: de yapmamayı icâb ettirmez. Allah Tealânın: "İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?" ifadesine gelince bu, her ikisini aynı anda yapmayı yasaklamaktadır. İki şeyi beraber olarak yapmaktan nehyin, iki şekilde anlaşılması doğru olur: 1) Bundan maksad, insanın nefsini (kendisini) unutup ihmal etmesinin mutlak olarak yasaklanmasıdır. 2) Bundan maksad, insanın kendisini unuttuğu halde diğer insanları iyiliğe teşvik etmekten nehiydir. Bize göre ayetten murad, ikinci değil birinci şekildir. Bu açıklamaya göre hasmın görüşü düşer. Onların ileri sürdükleri aklî detil ise, kendilerinin aleyhine dönen bir delildir. Kulun Fiili Hakkında Mutezilenin Yanlış bir İstidlali Mu'tezile bu âyeti, kulun fiillerinin Allah'ın mahluku olmadığına delil getirerek, şöyle demişlerdir: "Allahü teâlâ'nın bu fiilin ancak insan tarafından yaratılmış olması halinde doğru ve yerinde olur. Ama insanlar için bu fiil mecburi olarak (cebren) yaratılmış olursa bu söz yerinde olmaz. Çünkü siyah olana, siyah olarak yaratıldığı için, "Niçin beyaz değilsin?" demek caiz değildir." Buna cevabımız şudur: Kulun kudreti iki zıt şeyi yapmaya elverişli olduğu zaman, şayet bu iki zıttan diğeri değil de beriki bir müreccih olmadan meydana gelirse bu, sırf tesadüf olur. Tesadüfi olan işleri kınamak ise mümkün değildir. Eğer bu, bir müreccih sebebiyle olur ve bu da kul olur ise, aynı mesele geri gelir. Eğer bu müreccih Allah ise, bu fiilin meydana gelmesi hususunda bu taraf racih (üstün gelen taraf), diğer taraf ise mercuh (üstün gelinen taraf) olmuş olur. Mercûh tarafın meydana gelmesi zaten imkansızdır. Çünkü, iki tarafın eşit olma durumunda bir tarafın meydana gelmesi imkansız olacağı için, mercûh tarafın meydana gelmemesi daha evlâdır. İki zıddan biri imkansız olunca, diğerinin meydana gelmesi vacib olur. İşte bu durumda sizin bize karşı delil getirdiğiniz herşey aleyhinize döner. Bütün bunlara gerçek manada verilecek cevab şudur: Hak teâlâ, yaptığı işlerden sorulamaz. İlminden Faydalanmayan Âlim Hakkında Hadis-i Şerifler a) Enes (radıyallahü anh)'den rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Miraç gecesi dudaktan ateşten makaslarla kesilen bir gunıb insana -astladım. Bunun üzerine "Ey kardeşim. Ey Cibril bunlar kimler?" dedim. O da: "Bunlar, dünya ahâlisinden hatib olan kimselerdir. Onlar insanlara iyiliği emrediyorlardı, fakat kendilerini unutuyorlardı." (55) b) Hazret-i Muhammet (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cehennemde, cehennem ehlinin, kokusundan bîzar oldukları bir adam vardır.' Denildi ki "O kimdir Ey Allah'ın Resulü?" Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da "timinden kendisi istifade etmeyen âlimdir" buyurdu. c) Yine O (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kendisi yapmadığı halde insanlara hayrı (iyiliği) öğreten kimse tıpkı insanları aydınlatırken kendisini yakıp tüketen bir kandil gibidir." d) Şa'bi'den rivayet edildiğine göre, cennetliklerden bir gurub, cehennemliklerden bir gurubun haline muttali olur ve onlara "Niçin cehenneme girdiniz? Halbuki biz sizin öğretmeniz sayesinde cennete girdik" derler. Onlar da: "Biz, iyiliği emrediyorduk ama onu kendimiz yapmıyorduk" dediler. "Nitekim "Kim sadece dili ile vaz'u nasihat ederse, sözü boşa gitmiştir. Kim de hal ve hareketi ile vaz'u nasihat ederse onun (söz) okları hedefini bulmuş ölür " denilmiştir. Şair de şöyle demiştir: "Ey başkasına öğreten adam. Keşke bu ta kendine olsa, kendin hasta olduğun halde, iyileşmeleri için, hasta ve yatalaklara Haçlar tavsiye ediyorsun. İlkönce kendinden başla ve nefsini zulmetmekten yasakla. Nefsin ondan vazgeçerse, sen hakimsin.. Bu durumda va'z edersen, va'zm makbul olur, senin görüşüne uyulur ve bu öğretme işi fayda sağlar. " "Bin adam içindeki bir adamın işi, bin adamın bininin de sözünden daha tesirlidir" denilmiştir. Ama va'z edip, kendisi de nasihatına uyan kimsenin değeri Allah katında büyüktür. Rivayet edildiğine göre Yezid İbn Harun ölür. Kendisi vaiz ve zahîd bir kimse idi. Rüyada görüldü de, kendisine, "Allah sana nasıl muamele etti?" diye sorulduğunda, o "Allah beni affetti; Münker ve Nekir'in bana ilk sualleri, Rabbin kimdir? oldu da, ben de bunun üzerine, şu kadar yıldır insanları Allah'a davet eden şeyhten utanmaz ve ona Rabbin kimdir mi, dersiniz? dedim" Can çekişirken Şiblî'ye, denildiğinde, o bunun üzerine şu beyti söyledi: "Senin oturmuş olduğun ev kandillere muhtaç değildir." |
﴾ 44 ﴿