45"Sabır ve namaz ile yardım isteyin. Bu, muhakkak ki, huşu içinde olanlar hariç, çetin birşeydir. " Bu âyette birkaç mesele vardır: Bu Emrin Muhatabı Kimlerdir? Âlimler, Cenâb-ı Hakk'ın ifadesiyle kimlere hitap edildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Âlimlerden bir gurup, bunların Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e iman etmiş olanlar olduğunu söylemiştir. Çünkü namazı asla kabul etmeyip, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in dininde sabrı inkâr eden kimselere hemen hemen namazla ve sabırla yardım isteyiniz!" denilmiş. Bu sebeple bu hitabı, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i kesinlikle tasdik eden kimselere yöneltmek gerekir. Hitabın önce İsrailoğulları hakkında olması, bundan sonra Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i tasdik eden kimselere yönelmiş olması da imkansız değildir. Doğruya en yakın olan görüş, bu ayetle kendilerine hitap edilenlerin, Benî İsrail olmasıdır. Çünkü hitabı onlardan başkasına tevcih etmek, ilahi nazmın ifade düzenini bozar. Şayet, "Onlar namazı ve sabrı tasdik etmedikleri halde, onlara namaz ve sabır nasıl emredilir?" denilirse, deriz ki, biz onların namazı ve sabrı inkâr ettiklerini kabul etmiyoruz. Çünkü, herkes, sabredilmesi gereken şeylere karşı sabretmenin güzel olduğunu; yaratanına karşı bir tevazu ve Allah'ın zikriyle meşguliyyet olan namazın da, dünya çile ve afetlerine karşı kendisine teselli verdiğini bilir. İhtilaf ancak keyfiyettedir. Çünkü yahudilerin namazı, bir şekilde; müslümanların namazı ise, başka bir şekildedir. Emrin taalluk ettiği husus müşterek nokta olan mahiyet olunca, zikredilen müşkil kendiliğinden kalkmış olur. İşte bundan dolayı biz diyoruz ki, Cenab-ı Hak onların iman etmelerini, idlali terketmelerini ve namaz ile zekat gibi dini uygulamalara sarılmalarını emredip; bu da, riyaseti terketmek ve mal ile makamdan yüz çevirmek gibi şeyleri ihtiva etmesi sebebiyle onlara güç gelince, şüphesiz Allah bu hastalığa müdahele ederek "Sabır ve namazla yardım isteyiniz" buyurmuştur. Sabır ve Salatın Hakikatine Dair Alimler, sabır ve namaz hakkında birtakım görüşler belirtmişlerdir. a) Ayette sanki şöyle denilmiştir: "Dünyaya dair sevdiklerinizi bırakmaya ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in dinini kabul etmeden dolayı kendisine dahil olmayı tabiatınızın zor ve güç göreceği şeylere mukabil sabır ile, yani nefsi lezzetlerden alıkoyma ile yardım isteyiniz. Çünkü nefislerinize bunu yüklediğinizde, nefisleriniz buna alışır ve bu onlara hafif gelir. Sonra siz buna namazı da ilave ettiğinizde, iş tamam olur. Çünkü namazla meşgul olanın Allah'ın celal ve kahrı, rahmet ve fadlı ile meşgul olması gerekir. Buna göre kişi Allah'ın rahmetini hatırladığı zaman O'na itaate yönelir; O'nun ikabını hatırladığı zaman da, O'na isyanı terkeder. b) Burada sabırdan murad, oruçtur. Çünkü oruçlu olan kimse, yemeye ve içmeye karşı sabırlıdır. Nefsini, midesinin ve avret mahallerinin şehvetinden koruyan kimseden, dünya sevgisinin bulanıklıkları gider. Buna bir de namaz eklenince, kalb Allah'ı bilme nûrlarıyla aydın'anır. Allah orucu namazdan önce zikretmiştir. Çünkü orucun tesiri, uygun olmayan şeyleri giderme; namazın tesiri ise, uygun olan şeylerin meydana gelmesi hususundadır. Çünkü kaide olarak: nefy isbattan önce gelir. Yani menfi ve olumsuz olanların meydana gelmemesini sağlamak, olumlu olanların meydana gelmesinden öncedir. Bir de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Oruç ateşten koruyan bir kalkandır" Buhari, Savm, 2; Müslim, Savm, 162-163 (2/906-807). buyurmuştur. Yine Allahü teâlâ; "Muhakkak ki namaz, hayasızlıklardan ve çirkin şeylerden insanı neftyeder"(Ankebût, 45) buyurmuştur. Çünkü namaz, dünya ile iştigale mani olur, kalbe huşu verir ve namaz sebebiyle Kur'an'ı okumak, ondaki va'd ve vaide, va'z u nasihatlere, güzel terbiyelere; âhirete isteklendirme ve dünyadan rağbeti kesmek için, mahlukatın kimilerinin cennete, kimilerinin de cehenneme gittiklerine dair, vukuf hasıl olur. Böylece insana, bu durumda riyaset işini bırakması ve yaratıklardan ilgisini keserek, Yaratanın hizmetinin kıblesine dönmesi kolay olur. Bu ayetin bir benzeri de, Cenab-ı Hakk'ın: "Ey iman edenler, sabır ve namaz ile yardım isteyiniz; muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir" (Bakara, 153) âyetidir. … daki Zamirin Mercii Hakkında İhtimaller Hak teâlâ'nın âyetteki, (......) ifâdesine gelince, bu zamirin mercii hususunda bazı görüşler ileri sürülmüştür: 1) Zamir, namaz (salât) lafzına râcidir. Buna göre mana, "namaz, huşu edenlerin dışındakilere ağırdır", olur. 2) Zamir, Hak teâlâ'nın emrinin delâlet ettiği "istiane" (yardım taleb etme) lafzına racidir. 3) Bu, İsraıloğullarının, "Size vermiş olduğum nimetlerimi hatırlayın" (Bakara, 140) âyetinden başlayıp, yine Cenâb-ı Hakk'ın "yardım taleb ediniz" âyetine kadar ki kısım da, emredilen ve yasaklanan şeylerin tamamına racidir. Araplar, kısaltmak için bazı şeyleri gizlerler veya muhatabın ilmine güvenildiği için, o sözde sadece ima ile yetinir. Buna göre mesela birisi, (O'nun üzerinde, falancadan daha faziletli birisi yoktur) der, bununla da 'yeryüzünü' kasteder. Yine Araplar, Medine'yi kastederek, "Medine'nin iki tepesi arasında falancadan daha şerefli bir kimse yoktur " derler. Yine Cenâb-ı Hak: "Eğer Allah, zulümleri yüzünden insanları cezalandırsaydu onun üzerinde hiçbir canlı bırakmazdı" (Nahl, 61) buyurmuş, fakat yeryüzünü zikretmemiştir. Hak teâlâ'nın âyetine gelince, yani, tunlara bu çok ağır ve güç gelir. Bu senin, "Bu iş bana zor geldi" sözünden iştikak etmiştir. Yine Allahü teâlâ: "Senin onları davet ettiğin şey, müşriklere zor ve ağır geldi" (Şura, 13) buyurmuştur. Şayet: "Namaz bunlara ağır, huşu duyanlara ise kolay olunca, bu durumda onların sevablarının daha çok, huşu duyanların sevablarının ise daha az olması gerekir; bu ise kabul edilemiyecek bir hükümdür" denilirse, deriz ki: Burada "Onlara gelen yorgunluk, huşu içindeki kimseye gelen yorgunluktan daha fazladır" denilmek istenmemiştir. Bu nasıl olabilir ki huşu sden kimse, namaz kılarken uzuvlarını, kalbini, kulağını, gözünü kullanır; kendisine ulaşan zikri, lezzeti ve huşuya tefekkürden gafil olmaz. Vaîdi hatırladığında, herhangi bir hasret ve kederden hali olamaz; va'di latırladığında da aynısı olur. Huşu duyan kimsenin fiili böyle olunca, namaz dolayısıyla ona gelen ağırlık daha fazla olur. Namazda Huşu Duyma Cenâb-ı Hakk'ın âyetinden rhurad-ı ilahi şudur: O namaz huşu etmeyen kimselere çok ağır gelir; çünkü bu kimse namazı, kıldığında herhangi bir sevaba; onu terkettiğinde de herhangi bir cezaya inanmadığı için, bu durumda namaz kılmak ona çok güç gelir. Netice olarak diyebiliriz ki, mülhid namaz kılmada herhangi bir faydanın bulunduğuna inanmadığından namaz kılmak ona ağır gelir. Çünkü fayda bulunmayan herhgangi bir şeyle iştigal etmek, kişinin tabiatına zor gelir. Ama muvahhid'e gelince, namaz kılmada çok büyük faydaların bulunduğuna; onu kılmamada en büyük zararların bulunduğuna inandığı için namaz ona güç gelmez. Zira namaz kılmada sevabın, ebedi, kalıcı nimetleri elde etmenin ve elim azabtan kurtulmanın bulunduğuna inanır. Allah'ın: "Kî onlar, Rablerine kavuşacaklarını bilirler" âyetine bakmaz mısın? Yani onlar, Allah'ın sevabını elde eder ve cezasından halas olurlar. Bunun misali, hasta olan kimseye, şu acı şeyi ye! denildiğinde, o, onda kendisi için şifa bulunduğuna inanırsa, bu ona çok kolay olur. Eğer buna inanmazsa, bu ilacı almak ona çok zor gelir. Hazret-i Peygamberin sözü de işte buna hamledilir. "Çözümün aydınlığı ve sûrûru da namazda bulunmaktadır. Nesai, Nisa, 1 (7/81). Namazı bu şekilde nitelendirmesi, zikretmiş olduğumuz görüşler sebebiyledir, yoksa o namazın ona ağır gelmerrfesi sebebiyle değil. Namaz, ona nasıl ağır gelmez ki! Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Huşu demek tezellül ve çok mütevazi olma (huzû') demektir. |
﴾ 45 ﴿