50

"Hem hatırlayın o zamanı ki hani sizin (geçmeniz) için denizi yarmış, böylece sizi kurtarıp, Firavn'un hanedanını, sizin gözleriniz önünde (suda) boğmuştuk" .

Bu Cenab-ı Hakk'ın onlara ikinci nimetidir. Ayetteki "yardık" kelimesi şu manaya gelir: Biz denizi birbirinden ayırdık da deniz içinde sizin için yollar meydana geldi.Bir kıraate göre ise, bu kelime "ayırdık" manasında olmak üzere, (......) şeklinde okunmuştur. Arapçada, iki şeyin arasını ayırdı manasında ve birçok şeyin arasını ayırdı manasında olmak üzere de denilir. Çünkü denizde açılan yolların sayısı, Benî İsrail içindeki boyların sayısınca olmak üzere, oniki tane idi. Eğer manası nedir?" dersen, deriz ki: Bunun iki izahı vardır:

a) Benî İsrail, denize giriyor, o esnada su önlerinde yanlıyordu. Sanki Cenab-ı Hak, iki şeyin arasını aralarına soktuğu bir şey ile ayırdığı gibi İsrailoğulları ile denizi yarıyordu.

b) Yani, "sizin için, sizi kurtarmak için denizi yardık " manasıdır. Bu âyetle ilgili birkaç konu vardır.

Âyet-i Kerime İle İlgili Konulardan Birinci Konu: Denizden Geçiş

Rivayet olunduğuna göre, Cenâb-ı Allah, Firavn ve kiptîleri boğmak isteyip, onların durumu da, ilm-i İlahide hiçbirinin iman etmeyeceği şeklinde malum olunca, Musa (aleyhisselâm), İsrailoğullarına, kıptilerden, zinet eşyaları ödünç almalarını emretti. Bu, iki sebebten dolayı idi: Birincisi, bu malları için kiptiler peşlerine düşsünler diye. İkincisi, kıptilerin zinet eşyaları İsrailoğullarının elinde kalsın diye.. Sonra Cebrail (aleyhisselâm), akşam vakti gelerek, Hazret-i Musa'ya "Milletini, geceleyin yola çıkar" der. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın:

"Biz, Musa'ya, "kullarımı gece yola çıkart " diye vahyettik" (Şuara, 52) âyeti ile anlattığıdır. İsrailoğullarının sayısı altıyüzbin idi. Çünkü oniki boy idiler ve her boy ellibin kişiden meydana geliyordu. Musa (aleyhisselâm), İsrailoğullarını Mısır'dan çıkarınca, bu haber Firavn'a ulaştı. O, bunun üzerine "Horozlar ötmedikce onların peşine düşmeyiniz " dedi. Ravi şöyle devam etti. Allah'a yemin olsun ki o gece hiçbir horoz ötmedi.

Sabah olduğunda.Firavn bir koyun getirmelerini istedi ve getirilip kesildi. Sonra Firavn: "Yanıma aitıyüzbin kıptı toplanıncaya kadar, bu koyunun ciğerini yiyeceğim " dedi. Katade şöyle der: Firavn'un etrafında, herbiri aygır atlara binmiş birmilyon ikiyüzbin kişi toplanır ve gündüz İsrailoğullarının peşine düşerler. Cenâb-ı Hakk'ın: "Ve onlar, güneş doğduktan sonra, İsrailoğullarının arkalarına düştüler (Şuara. 60) ve:

"İki topluluk birbirini gördükleri zaman, Musa'nın ashabı, "Eyvah yakalandık" dediler" (Şuara, 61) âyetlerinde anlattığı hadise budur. Bunun üzerine Hazret-i Musa (aleyhisselâm) da: "Hayır, Rabbim benimledir ve beni (kurtuluşa) iletecektir" (Şuara, 62) dedi. Musa (aleyhisselâm) onları yürütüp, ontor denize utada, Yûşâ' b. Nûn, Musa (aleyhisselâm)'ya şöyle dedi: "Rabbin, sana nereye gitmeyi emretti?"Musa (aleyhisselâm) da ona, "ön tarafını emretti " diyerek, denizi gösterdi. Yûşâ' b. Nûn, bunun üzerine atını denize sürdü, denizde su boğazına kadar çıkıncaya kadar ilerledi. Derken kendisi üzerinde olduğu halde atı yüzmeye başladı ve geri kıyıya döndü. Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya tekrar, "Ey Musa, sana Rabbin hangi tarafa gitmeyi emretti?" dedi. Musa (aleyhisselâm) da: "Denizi emretti. Vallahi yalan söylemiyorum." dedi. O da bu işi üç kere yaptı, derken Cenâb-ı Hakk, Musa (aleyhisselâm)'ya şunu vahyetti:

"Asanı denize vur" diye vahyettik. (Vurunca) derhal deniz yarıldı, her parçası kocaman bir dağ gibi idi" (Şuara, 63) Bunun üzerine deniz, on iki dağ şekline girdi. Herbirinde bir yol vardı. Musa (aleyhisselâm), Yûşâ'ya "Haydi gir "dedi. Fakat açılan yol çamur idi. Derken, saba rüzgarı esip denizdeki yolların çamuru kurudu. Öyleki kupkuru birer yol haline geldiler. Nitekim Cenâb-ı Hakk, bu hususta şöyle buyurmuştur: "Onlara denizde kuru bir yol aç" (Taha, 77).Bunun üzerine her kabile bir yol seçip içine girdiler. Daha sonra Musa (aleyhisselâm)'ya "Biz, birbirimizi göremiyoruz" dediler. Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'da asasını yollar arasında kalan (duvar gibi olan) denize vurunca yollar arasında geçitler ve pencereler belirdi. Böylece her kabile, diğer kabileleri de gördüler.

Sonra ise peşlerine düşmüş olan Firavn deniz kıyısına varınca, İblisi orada bekler buldu. İblis, onu denize girmekten alıkoymak isteyince, o da denize girmemeye niyetlendi. Derken Cebrail (aleyhisselâm), bir kısrağa binmiş olarak geldi ve erkek bir ata binmiş olan Firavn'un önüne geçti. Firavn'un atı da onun peşine takılıp denize girdi. Firavn denize girince Mikail (aleyhisselâm) Firavn'un ordusundakilere "Arkadakiler, öndekilere yetişsin " diye seslendi. Hepsi denizdeki bu yollara girince, Cenâb-ı Hakk, suya emretti ve su onların üstüne kapandı. İşte bu Allahü teâlâ'nın; "Ve Firavn hanedanını, siz bakıp dururken (gözünüzün) önünde boğduk" âyetiyle anlattığı hadisedir. Rivayete göre o gün, aşure günü idi. Hazret-i Musa (aleyhisselâm), Cenâb-ı Hakk'a şükretmek amacıyla, o günü oruçlu geçirmiştir.

İkinci Konu: Onları Denizden Geçirmenin İhtiva Ettiği Nimetler

Bil ki bu olay, dinî ve dünyevi birçok nimetleri ihtiva etmektedir. Musa (aleyhisselâm) için olan dünyevi nimetlere gelince, bunlar birçok yöndendir:

Dünyevi Nimetler

a) İsrailoğulları, arkalarında Firavn ve ordusunun, önlerinde ise denizin bulunduğu; dursalar düşmanın kendilerine yetişip, en feci şekilde kendilerini yokedeceği, ileri gitseler boğulacakları, daha büyüğü olmayan böylesi korkulu bir duruma düştükleri bu zor zamanda, Allahü teâlâ, denizi yararak onları kurtarmıştır. Bundan daha büyük sevinç olmaz.

b) Allahü teâlâ, onlara hususi olarak böylesi büyük bir nimet, parlak bir mucize vermiştir. Bu, Allah katında onların kıymetlerinin bulunuşu sebebiyledir.

c) Onlar, Hak teâlâ'nın, düşmanları helak ettiğini gözleriyle gördüler. Malumdur ki böyle bir beladan kurtulmak nimetlerin en büyüğüdür. Bu kurtuluşla beraber, büyük bir lütuf ve düşmanın imha edilmesi nimeti bulunursa artık sevinçlerini var sen düşün!

d) Allah, onları Firavn'un vatanına ve toprağına, onların içinde yüzdükleri nimet ve mallara varis kılmıştır.

e) Hak teâlâ, Firavun'u ve avanesini boğmak suretiyle, İsrailoğullarını onlardan kurtarmış oldu. Bu büyük bir nimettir. Çünkü Musa (aleyhisselâm), onlardan çekiniyordu. Eğer, Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'yı ve kavmini bu tehlikeden kurtarsa ve fakat, Firavn ile kavmini helak etmeseydi, tekrar biraraya gelip, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya tuzak kurarak, ona ve kavmine eziyet verme ihtimali her zaman söz konusu olacağından, korku devam edip giderdi. Fakat Cenâb-ı Allah onları boğunca, korkuyu kökünden kesmiştir.

f) Bu boğma işi, İsrailoğullarının gözleri önünde olmuştur. Allahü teâlâ'nın "Çözleriniz önünde" sözünden kastettiği de budur.

Dinî Nimetler

Hazret-i Musa (aleyhisselâm) için olan dinî nimetler de birçok yöndendir:

a) Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın kavmi bu parlak mucizeyi gördüklerinde, kalblerindeki her türlü şek ve şüphe yok olmuştur. Çünkü böyle bir mucizenin, hakim bir yaratıcının varlığına ve Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın peygamberliğinin doğruluğuna delalet etmesi zaruri ilme yakın bir mertebededir. Sanki Cenâb-ı Hakk, onlardan ince düşünce ve zor istidlal meşakkatini kaldırmıştır.

b) Onlar, bu olayı gözleri ile gördüklerinde, bu onları Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'yı tasdik ve O'na inkiyad hususunda sebatlı olmaya davet etmiştir. Diğer yandan ise bu, Firavn kavmini de, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) 'yi yalanlamayı bırakıp, Firavn'u tekzibe yönelmeye teşvik etmiştir.

c) İsrailoğulları, bütün işlerin Cenâb-ı Allah'ın elinde olduğunu anladılar. Çünkü dünyada Firavn'un sahib olduğundan daha üstün bir izzet ve İsrailoğullarının düştükleri sıkıntıdan daha şiddetli bir sıkıntı yok idi. Sonra Allahü teâlâ, bir anda aziz görünenleri zelil, zelil olanları aziz yaptı. Bu durum, kalbi dünya meşgalelerinden çevirip, tamamen yaratıcının hizmetine yönelmeyi ve bütün işlerde O'na tevekkül etmeyi gerektirir.

Bu Kıssadan Ümmet-i Muhammed'in Çıkaracağı Dersler

Bu kıssanın anlatılışından Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmetini alakadar eden nimetler de çoktur:

1) Bu olay, Ehl-i Kitab'a karşı, Hazret-i Peygamber (s aleyhisselâm)'in bir delili gibidir. Çünkü Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in halinden, ümmi olduğu, okuyup yazması bulunmadığı ve Ehl-i kitapla beraber olmadığı biliniyordu. O, Ehl-i kitaba, ancak kitaplardan öğrenilecek olan, kendindeki mufassal (tafsilatlı, teferruatlı) haberleri anlatınca, onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vahiy yolu ile haber verdiğini ve doğru söylediğini anladılar. Bu durum ise, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için yahudilere karşı. O'nu doğrulama hususunda da bizim için bir hüccet olmuştur.

2) Biz onlar için cereyan eden ve başlarına gelen bu büyük olayları tasavvur ettiğimizde anlıyoruz ki Allah'a muhalefet eden hem dünyada hem de ahirette bedbaht olur. O'na itaat eden ise, dünyada da ahirette de mesud olur. Bu durum ise, bizi O'na itaate sevketmekte, günahtan sakındırmaktadır.

3) Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın ümmeti, kendilerine bu apaçık mucizeler ve gözalıcı deliller bilhassa verilmiş olduğu halde, yine de birçok hususta, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya muhalefet etmişlerdir. Hatta, "Onların tanrıları olduğu gibi, bize de bir tanrı yap" (Araf, 138) demişlerdir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmetine gelince, onlara verilen başlıca mucize, mucize oluşu ancak ince deliller ile bilinen Kur'an-ı Kerim olduğu halde, peygamberlerine boyun eğmişler ve O'na hiç karşı çıkmamışlardır. Bu da gösterir ki, ümmet-i Muhammed ümmet-i Musa'dan daha şereflidir. Geriye ayetle ilgili iki sual kalıyor.

Âyetle İlgili Birinci Sual

Denizin yarılması, Kadir bir Yaratıcının varlığına ve Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın doğruluğuna delalet hususunda adeta zaruri bir ilimdir. O halde bunu, mükellefiyet verirken yapmak nasıl caiz olur? Buna şöyle cevab verilir: Bizim görüşümüze göre, meseleye bakarsak, bu iş açıktır. Mu'tezile'ye gelince, Ka'bî, mükellefler içerisinde anlayış ve akıldan uzak ahmak kimselerin bulunduğunu, İsrailoğullarının ekserisinin de böyle olup, denizin yarılması, Tur dağının başlarının üstüne yükseltilmesi ve ölülerin diriltilmesi gibi büyük mucizeleri gözleri ile görerek uyarılmaya muhtaç olduklarını söyleyerek, bu soruya toplu bir cevap vermiştir. Görmüyor musun, onlar, kendilerine gösterilen bu mucizelerden sonra bile, putlara tapan bir kavme rastladıklarında: (......) (A'raf, 138) demişlerdir. Araplar ise böyle değildiler. Çünkü onlar, son derece akıllı idiler. Bu sebeble de, Hak Teâla, onlara ince deliller ve latif mucizeler göndermiştir.

İkinci Sual: Firavn denizin yarıldığını gördüğü zaman, akıllı bir kimse olduğu için, bunun Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın yapması ile değil de, kudret sahibi, varlıklardan başka olan bir Alîm, Kadir varlık tarafından yapılmış olması gerektiğini anlamalıydı. Öyle ise o, buna rağmen nasıl küfrünü sürdürmüş olabilir? Eğer sen, "Onun, Rabb'ini bildiğini, inadından ve azgınlığından inkâr ettiğini" söylersen, ben de derim ki: O, bunu kalbi ile bildiğinde, bu anda o, yaratıcının varlığını ve Musa (aleyhisselâm)'nın sıdkını bilmeye mecbur kalan bir kimse durumunda olduğu halde, kendisini bu tehlikeye atmayı ve denize girmeyi tercih etmiştir?" Bu soruya şöyle cevab verilir: Birşeye duyulan sevgi (arzu), insanı (o hususta) kör ve sağır yapar. Binaenaleyh, Firavn'ın makam sevgisi ve hakkı örtme arzusu, kendisini bu helak içine atmaya sevketmiştir.

Firavn Ordusunun, Onların "Gözleri Önünde" Boğulmasının Manası

Cenâb-ı Hakk'ın "Sizin gözleriniz önünde" hitabı ile ilgili birkaç vecih vardır:

1) "Siz, denizin dalgalarının, Firavn ile kavmini yuttuğunu görüyordunuz " demektir.

2) Musa (aleyhisselâm)'nın kavmi, Musa (aleyhisselâm)'dan, Cenâb-ı Allah'ın kendilerine Firavn hanedanının durumunu göstermesini istediler. Musa (aleyhisselâm) da Rabbine, onların halini İsrailoğullarına göstermesi için dua etti. Bunun üzerine deniz Firavn hanedanını birmilyonikiyüzbin kişi olarak, Firavn ile beraber kıyıya attı. İsrailoğulları da kıyıya vurmuş olan askerlere bakıyorlardı. Oeniz inkârlarının uğursuzluğundan dolayı onlardan hiçbirini kabul etmemişti. Bu Cenâb-ı Hakk'ın (Yûnus, 92) âyetinde ifâde ettiği husustur. Yani "seni, insanlar görsün de onlara ibret olsun diye denizin darlıklarından, fezanın genişliğine çıkarıyoruz " demektir.

3) Bu ayetten murad, her nekadar onları gözleri ile görmüyor iseler de, onlarla aynı hizada ve aynı yönde oldukları için, "sizler onlara yakın idiniz." denilmesidir. Ferra şöyle demiştir: "Bu ifade, senin "Andolsun ki seni, dövdüm, ailen de sana bakıyor ve hiçbir yardımda bulunamıyorlardı " demen gibidir. Sen bunu, dövülen kişinin ailesi, her nekadar dövüleni görmeseler de, ona yakın bulundukları zaman söylersin. Buradaki "görme" fiili, "bilme" manasında kullanılmıştır."

Hazret-i Musa'ya Tûr Dağında Yapılan Vahy

50 ﴿