54"Hani Musa kavmine, "ey kavmim, buzağıyı (ilah) edinmekle, kendinize zulmettiniz. Öyleyse yaratanınıza tevbe edin ve nefislerinizi öldürün; bilin ki bu, yaratanınız yanında sizin için daha hayırlıdır" demişti de, Allah da sizlerin tevbesini kabul etmişti... Çünkü O, tevbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır" (Bakara, 54). Bil ki bu, Cenâb-ı Hakk'ın onlara verdiği beşinci nimettir. Müfessirlerden bazıları, "Bu ve bundan sonra gefen ayetler, nimetleri hatırlatmaya dair ayetlerden ayrılmıştır, çünkü bu âyet öldürmeyi emreder; öldürme ise nimet olmaz" demişlerdir. Ki bu görüş birkaç bakımdan zayıftır. a) Şüphesiz Cenâb-ı Hakk onların günahlarının büyük olduğuna dikkati çekmiş, sonra onlara bu büyük günahtan, sayesinde kurtulacakları şeye dikkati çekmiştir. Bu da dinî bakımdan, nimetlerin en büyüklerindendir. Allahü Teâla İsrailoğullarına olan dünyevi nimetten tadâd edince, onlara nimetleri sayıp dökmesi daha evla olur. Sonra tevbenin keyfiyyetini ortaya koyan bu nimeti vasfetmek ancak, ma'siyeti dile getiren bir mukaddime ile olunca, onun zikri de nimetin tamamlayıcısı mahiyetinde olur. İşte bu sebeple, bu âyetin ihtiva ettiği her şey Allah'ın onlara olan nimetleri olarak sayılmıştır. Bundan ötürü, bunları hatırlatmak caizdir, b) Allahü Teâlâ onlara katli emredince, o emri onlardan, onların hepsi yok olmadan önce, kaldırmıştır. Bu sebeple bu, geriye kalanlar ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bulunanlar hakkında bir nimet olmuş olur. Çünkü Cenâb-ı Hak bu öldürmeyi onların ecdadından kaldırmamış olmasaydı, o oğullar mevcut olmazlardı. Bu sebeple, bunun, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında mevcut olanlara minnet etme sadedinde getirilmiş olması güzel olmuştur. c) Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara, şu andatevbenizin kabul edilmesi için birbirinizi öldürmeye ihtiyaç yoktur; küfrünüzden döner, Allah'a iman ederseniz, Allah imanınızı kabul eder, dediği halde;Allahü Teâlâ onların tevbelerinin ancak kati ile tamamlanabileceğini açıklayınca, o tevbe konusundaki bu şiddetli açıklama, onların dikkatini böylesi bir kolay tevbenin kabulüyle hasıl olan o büyük nimete çekmek olmuştur. d) Bunda Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmetini, tevbeye çok teşvik bulunmaktadır. Çünkü Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın ümmeti, kendilerine çok zor gelmesine rağmen, tevbeye isteklendirilince, bizden birimizin, sırf pişmanlık demek olan tevbe hususunda teşviki daha evla olur. İnsanın önemli bir faydası hususunda isteklendirilmiş olmasının, nimetlerin büyüklerinden olduğu malumdur. Hak teâlânın âyetine gelince, bu, Hazret-i Musa, buzağıyı ilâh edinmiş olarak gördüğü zaman, sözleşme yerinden döndükten sonra, onlara Ey kavmim, "Siz gerçekten kendinize zulmettiniz" (Bakara, 54) dediği vakti hatırlayınız " demektir. "Zulüm" hakkında müfessirlerin iki görüşü vardır: a) Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya verdiğiniz sözde durmak sureti ile mutlaka hakedeceğiniz sevabı, kendt uoksanlaştırdınız. b) Zulüm, yerinde olmayan, kendisinde ne ilmen ne de tıbben herhangi bir fayda bulunmayan, hiçbir zararı defetmeye vesile olmayan ısrar demektir. Buna göre onlar buzağıya tapmak suretiyle kendi nefislerine zarar vermiş oldular. Çünkü ebedi zarara götüren şey, en büyük bir zulümdür. İşte bu sebebten ötürü Hak teâlâ: "Hiç şüphesiz şirk, büyük bir zulümdür" (Lokman, 13) buyurmuştur. Ancak bu zulmün, mutlak manada bir zulüm olduğu sanılmaması için, kayıdlanması gerekir. Zira zulümde asıl olan, başkasına yapılandır. İşte bu sebebten ötürü Cenâb-ı Hak, "Siz, kendinize zulmettiniz" buyurmuştur. Allahü teâlâ'nın, "Buzağıyı ittihaz ettiğiniz için " âyetinde bir hazif vardır. Çünkü onlar, bu kadarcık bir işle nefislerine zulmetmiş olmazlar. Zira onlar o buzağıyı edinip de onu ilah saymasaydılar, bu işleri zulüm olmazdı. Buna göre ayetten maksad, siz buzağıyı ilah ittihaz ettiğiniz için..." demek olur. Ancak ayetin başı, bu hazfedilene delalet ettiği için, burada "ilah" kelimesini hazfetmek yerinde olmuştur. Hak teâlâ'nin, "Öyle ise Yaratanınıza tevbe edin ve nefislerinizi (kendinizi) öldürün" ayetine gelince, bununla İlgili birkaç sual vardır: Tevbe İle Nefsi Öldürme Arasındaki Münasebet Birinci Sual: Allahü teâlâ'nın âyeti, tevbenin "nefsi öldürmek" şeklinde tefsir edilmiş olmasını gerektirir. Nitekim, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Allah, temiz suyu yerli yerine koyarak yüzünü ve ellerini yıkamadıkca hiçbirinizin namazını kabul etmez" hadisinde, temiz suyu yerli yerine koyma, ifadesi, "yüzü ve elleri yıkama"yı (yani kısmının daha önceki kısmı tefsir etmesini) gerektirir. Ancak tevbenin böyle anlaşılması batıldır. Çünkü tevbe, geçen çirkin fiilden dolayı pişmanlık duyup, bundan sonra onu tekrar yapmamaya azmetmekten ibarettir. Bu ise, nefsi öldürmeden farklı ve nefsi öldürmeyi gerektirmeyen bir şeydir. O halde, tevbenin nefsi öldürmek şeklinde tefsir edilmesi nasıl caiz olur? Buna şöyle cevab verilir: Maksad, tevbenin "nefsi öldürmek" şeklinde açıklanması olmayıp, aksine, "onların tevbelerinin ancak nefsi öldürmekle olacağını ve tamamlanacağını" izah etmektir. Bu tevbe ancak böyle olmuştur. Çünkü Hak teâlâ, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya, kasten adam öldüren kimsenin tevbesinin ancak, kendisini teslim etmesi ile tamamlandığı, böylece de öldürülenin yakın akrabaları ya onun kısasından vazgeçtikleri veya onu öldürdükleri gibi, Benî İsrail'in tevbesinin kabul edilmesinin şartının da kendilerini öldürmek olduğunu vahyetmiştir. Bu sebeble, mürtedin tevbesinin ancak öldürülmesi ile tamamlanmasının, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın şeriatinden olması imkansız değildir. Bunun böyle olduğu sabit olunca biz deriz ki: Birşeyin şartına, mecazen, bazen o şeyin ismi verilebilir. Nitekim tevbeye niyetlenen gâsıb (bir mal gasbetmiş) kimseye "Senin tevben, gasbettiğin şeyi geri vermendir" denilir. Yani "senin tevben ancak bununla tamamlanır" demektir. Burada da böyledir. İkinci Sual: Tevbe ancak Hak teâlâ için yapıldığı halde "Yaratıcınıza tevbe edin" demenin ne anlamı vardır? Buna şu şekilde cevab verilir: Bundan maksad, tevbe ederken riyakârlık yapmaktan insanları nehyetmektir. Sanki Cenab-ı Allah onlara şöyle demektedir; "Kalbinizden değil de lisanen tevbe ediyor görünürseniz, bu durumda kalblerinize muttali olan Allah'a karşı değil, insanlara karşı tevbe etmiş olursunuz." Bu ise faydasız şeylerdendir. O halde siz günah işlediğinizde, Allah'a tevbe etmelisiniz. Üçüncü Sual: Bu âyette niçin bilhassa (yaratıcı) ismi zikredilmiştir. Buna şöyle cevab veririz: "Barî", Allahü teâlâ'nın da: Rahmanın yarattıklarında bir kusur göremezsin" (Mülk, 3) buyurduğu gibi, mahlukatı düzensizlikten uzak olarak yaratan ve onları birbirinden muhtelif şekiller, farklı suretlerle yaratarak ayıran zattır. Böylece bu ifade, böyle olan zatın, ahmaklıkta darb-ı mesel olan öküzden (buzağıdan) ibadete daha layık olduğuna bir dikkat çekmedir. Dördüncü Sual: Allahü Teâlâ'nın, "Öyle ise tevbe ediniz " ifâdesindeki ile, "ve öldürünüz " ifâdesindeki arasındaki fark nedir? Buna cevabımız şudur: Birincisi fa-i sebebiyyedir. Çünkü bu ayette zulüm, tevbe etmenin sebebidir. İkincisi ise fa-i takibiyyedir. Çünkü öldürmek burada, tevberin tamamlayıcısıdır. Buna göre (......) ifâdesinin manası "Tevbenizi tamamlamak için tevbeye öldürme işini ekleyiniz " şeklindedir. "Kendinizi Öldürünüz" Emrinin Tefsiri Beşinci Sual: "Kendinizi-nefîslerinizi öldürünüz" âyeti ile kastedilen nedir? O, âyetin zahirinin gerektirdiği, "Herbiriniz nefsini öldürsün" manası mıdır, yoksa başka birşey midir? Buna cevabımız şudur: Âlimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Bazı müfessirler şöyle demişlerdir: Bundan muradın, "tevbe edenlerin herbirinin kendisini öldürmesini emir" olması caiz değildir. Bu, Kadı Abdulcebbar'ın da tercih ettiği görüştür: Bu müfessirler, görüşlerine iki yönden delil getirmişlerdir: a) Ehl-i tefsir şuna dayanmışlardır: Bütün müfessirler, Benî İsrail'in kendilerini elleri ile öldürmedikleri hususunda ittifak etmişlerdir. Eğer onlar, böyle yapmakla emrolunmuş olsalardı, bunu yapmadıkları için günahkâr olmuş olurlardı. b) Ki bu Kadı Abdulcebbar'ın dayandığı delildir: Öldürme, canlı olan bünyeyi canlı olmaktan çıkaran ve onu bozan şeydir. Bunun haricindeki şeyler ise, yakın veya uzak olarak onu ölüme götüren şeylerdir. Bu gibi şeylere mecazen öldürme denir. Öldürmenin hakikatini iyice kavradığın zaman biz deriz ki Allah'ın bunu emretmiş olması caiz değildir. Çünkü şer'î ibadetler o mükellefe fayda verdiği için güzel (ve yerinde) olmuşlardır. İbadetler ancak, istikbaldeki işler hakkında birer maslahat (fayda) olurlar. Halbuki ölümden sonra mükellefiyet söz konusu değildir ki, insanın kendisini öldürmesinden bir maslahatı olsun. Bu ise Allah'ın öldürmesinin aksinedir. Çünkü Allah'ın öldürmesi, ilahî fiillerdendir. Böylece, başka bir mükellef için bir salah (maslahat, fayda) olduğu zaman Allah'ın öldürmesi güzel olur ve Allah öldürdüğü mükellefe de buna karşılık büyük bir sevab verir. Bu, Allah'ın, öldürmeyecek şekilde bir yaralamayı veya bir uzvun kesilmesini emretmesinden de farklıdır. Çünkü bunlar yapıldıktan sonra geride hayat kalır ise, bu fiillerin ilerideki fiiller için bir salah (kurtuluş) vesilesi olması imkansız değildir. Birisi şöyle diyebilir: Katlin, o anda ruhu bedenden ayıran bir fiilin ismi olduğunu kabul etmiyoruz. Aksine o, ya o andan veya daha sonra ruhun bedenden ayrılmasına sebeb olan bir fiilden ibarettir. Bunun delili ise şudur: Birisi, herhangi bir insanı öldürmemeye yemin etse de, sonra birisini ağır bir şekilde yaralasa. O da bu ağır yaralanmadan sonra çok kısa bir müddet yaşayıp ölse. Bu yaralayan yeminini bozmuş olur ve onu Arapça'yı bilen herkes "katil" diye adlandırır. Halbuki kelimelerin kullanılışında esas olan, hakiki mana ile kullanmaktır. Bu sebeble bu "kati" isminin, ister o anda öldürsün, isterse ondan sonra ölümüne sebeb olsun, ruhun bedenden ayrılmasına yolaçan fiilin ismi olduğunu gösterir. Halbuki sen, ayetteki "öldürünüz" emrinin, ruhun derhal bedenden çıkmasını gerektirmeyen bir yaralamakla ilgili olmasının caiz olacağını kabul ettin. Durum böyle olunca, emrin, insanın kendisini öldürme manasında olmasının da caiz olabileceği sabit olur. Katlin, o anda ruhu çıkaran fiilin ismi olduğunu kabul ettik. Buna göre, ayetteki emrin bu manada olması niçin caiz olmasın? Onun "Emirlerin (ibadetlerin) farzolmasında, istikbale ait maslahatların bulunması gerekir" sözüne gelince, biz deriz ki: Herşeyden önce ibadetlerde (emirlerde) mutlaka bir faydanın olması gerektiğini kabul etmiyoruz. Bunun delili şudur: Hak teâlâ, inkâr edeceği kimselere de iman etmelerini emretmiştir. Halbuki bu emirde herhangi bir fayda yoktur. Çünkü böyle bir teklifin faydası, sadece azabın meydana gelişidir. Biz, mutlaka bir faydanın olması gerektiğini kabul etsek bile, sen niçin "o faydanın bizzat o kimseye ait olması gerekir" diyorsun ve niçin "o adamın kendisini öldürmesinin başkasının faydasınaolması caiz olmasın ve bundan dolayı, başkası istifade etsin diye Allah'ın ona kendisini öldürmesini emretmesi ve sonra da Allah'ın kendini öldürene buna karşı büyük bir sevab vermiş olması niçin caiz olmasın? Faydanın mutlaka o fiili yapana dönmesi gerektiğini kabul ettik. Fakat, o insanın bu fiil ile emredildiğini bilmesinin de onun için bir maslahat (fayda) olduğunu söylemek niçin caiz olmasın? Mesela, O, yarın kendisini öldürmekle emredilmiş olsa, onun bu emri bilmesi, şu andan itibaren, ertesi günün gelmesinden önce, o adamın kötülükleri terketmesine sebeb olur. Bütün bu ihtimaller söz konusu olunca Kadı Abdulcebbar'ın iddiaları da düşer. Müfessirlerin dayanmış olduğu izah tarzı, daha güçlüdür. Buna göre ayeti, zahirî manasından çevirmek gerekir. Sonra bunda iki görüş vardır: a) Tevbe edenlerden her birinin, birbirlerini öldürmeleri emrolunmuştur, denilebilir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifâdesinin mânası "bir kısmınız diğer kısmınızı öldürsün" demektir. Bu, Hak teâlâ'nın bir başka yerdeki: "Birbirinizi öldürmeyin" (Nisa, 29) âyeti gibidir. Bunun manası da, "Bir kısmınız bir kısmını öldürmesin" dir. Bunun hakikati, müminlerin tek bir nefis gibi olmasıdır. Cenâb-ı Hakk'ın: "Kendinizi ayıplamayın" (Hucurât, 11) âyetlerinde, tefsirin yani mümin kardeşlerinizi: "Onu işittiğinizde, erkek müminlerle kadın müminler, kendi nefislerine dair iyi bir zanda bulunmaları gerekmez miydi?.." (Nûr, 12), yani "kendileri gibi müslümanlar hakkında" şeklinde olduğu söylenmiştir. Ve yine bu Hak teâlâ'nın: "Binaenaleyh, kendi nefislerinize selam veriniz" (Nûr, 12) âyeti gibidir. Yani, birbirinize selam verin!.... Sonra müfessirler bu tevbe edenlerin iki saf halinde ortaya çıktıklarını, bazısının bazısına, geceye kadar vurduğunu söylemişlerdir. b) Allahü Teâlâ, tevbe etmeyenlere (suçsuzlara) tevbe edenleri öldürmelerini emretmiştir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifâdesinden maksat, ölümü ve öldürülmeyi kabul ediniz demek olur. Bu ikinci izah tarzı, doğru olmaya daha yakındır. Çünkü birinci izahta meşakkatin artması söz konusudur; zira topluluk günahta müşterek oldukları zaman onların bir kısmı diğer bir kısmına, başkalarının onlara şefkatinden daha fazla bir şekilde şefkatli olurlar. Onlar, birbirlerini öldürmekle mükellef tutulduklarında, bu husustaki meşakkat büyür. Sonra rivayetler değişik olmuştur. 1) Allahü Teâlâ, buzağıya ibadet etmeyen mikatta bulunmak için seçilmiş yetmiş kişiye, onlardan buzağıya tapanları öldürmelerini emretmiştir. Öldürülenlerin sayısı, yetmişbin kişidir. Öldürülünceye kadar üç gün hiç kımıldamamışlardır. Bu görüşü Muhammed İbn İshak zikretmiştir. 2) Hazret-i Musa (aleyhisselâm) onlara birbirlerini öldürmelerini emredince, onlar buna icabet ettiler. Böylece Hazret-i Musa (aleyhisselâm) katle sabretmeleri için onlardan bir söz aldı. Bunun üzerine her kabile, tek başına topluca sabahladı. Hazret-i Harun Kesinlikle buzağıya tapmayan ve ellerinde kılıçlar olan onikibin kişi getirdi. Bunun üzerine tevbe edenler, "Bunlar sizin kardeşlerin izdir. Kılıçlarını çekmiş olarak size gelmişlerdir; o halde Allah'tan korkun ve sabredin. Yerinden kalkana, onlara yan gözle bakana veya elleriyle ve ayaklarıya onlardan korunmaya çalışana Allah lanet etsin" dediler; onlar da "amin!" dediler. Böylece akşama kadar onları öldürmeye koyuldular. Hazret-i Musa ve Harun (aleyhisselâm) Allah'a dua etmeye başlayarak, "Ey Rabb'imiz, geri kalanını, geriye kalanını koru!" dediler. Bunun üzerine Allah onlara, "Öldürülenleri bağışladım, kalanların da tevbesini kabul ettim" diye vahyetti. Ravi, öldürülenlerin yetmişbin olduğunu söylemiştir. Bu Kelbî'nin rivayetidir. 3) İsrailoğulları iki kısım idi. Onlardan bir kısmı buzağıya tapmış, bir kısmı ise tapmamıştı. Ne varki bu tapmayanlar, tapanların bu işini reddetmemişlerdi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, buzağıya tapmamakla birlikte reddetmeyenlere buzağıya ibadetle meşgul olanları öldürmelerini emretti. Sonra müfessirler sözlerine şöyle devam ettiler-. Adam babasını, çocuğunu, komşusunu görüyor ve Allah'ın emrinden cayması da mümkün olmuyordu. İşte bunun üzerine Allahü Teâlâ, simsiyah bir bulut gönderdi, sonra öldürülmelerini emretti; böylece, akşama kadar öldürüldüler... Hazret-i Musa ve Harun (aleyhisselâm) dua ederek: "Ey Rabbim, İsrailoğulları yok oldu, geri kalanı, geri kalanı bari olsun koru!" dediler de, bunun üzerine bulut açıldı, Tevrat iniverdi ve mızrakları ellerinden düşüverdi. İrtidâddan Tevbe Ettikleri Halde Niçin Öldürüldüler? Altıncı Sual: "Onlar irtidâddan tevbe etmiş oldukları halde, nasıl öldürülmeye müstehak olmuşlardır? Halbuki irtidâddan tevbe eden kimse öldürülmez?" Cevap: Bu, dinin değişen hususlarındandır; belki de Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın şeriatı ya hepsi hakkında umumi veya bu kavme mahsus olarak irtidâddan tevbe eden kimsenin katlini gerektirmişti. Yedinci Sual: Onlardan, Allah'ın tevbelerini kabul ettiği kimselerden bazılarının öldürülmediği rivayeti doğru mudur? Cevap: Bu imkansız değildir. Çünkü Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesi, ağızdan yöneltilmiş bir hitaptır. Belki de bu hitap, onlardan bir kısmına olmuştur. Veya bu hitap umumîdir; buna göre umumi olana bazan tahsis edilebilir. Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifâdesine gelince, bunda bu güçlüğe katlanma sebebine işaret ve uyarma bulunmaktadır. Bu böyledir, çünkü onların durumları dünyevî zararla uhrevi zarar arasında, ikisinden birine razı olmayı gerektiriyordu. Böyle olunca dünya zararına katlanmak münasib olur, çünkü dünya fanidir, sonludur. Ahiretin zararları ise sonsuzdur. Bir de ölüm mutlaka olacaktır; bu nedenle öldürülmeye katlanmada, takdim ve tehirden başka bir şey yoktur. Cenâb-ı Hakk'ın cezasından kurtulup sevabını elde etmeye gelince, işte bu en büyük gayedir. Cenâb-ı Hakk'ın: (......) ifadesine gelince, bunda hazfedilmiş bir mahzuf bulunmaktadır. Sonra bu hazfedilen şey hakkında iki izah bulunmaktadır. a) Takdîr edilen şeyin, Hazret-i Musa'nın sözünden olması. Buna göre sanki Hazret-i Musa, "Şayet bunu yaparsanız, muhakkak ki Allah sizin tevbenizi kabul eder" demiştir. b) Bu takdir edilen şeyin, iltifat yoluyla onlara Allah tarafından bir hitap olmuş olmasıdır. Buna göre takdir, "siz de Hazret-i Musanın size emrettiği işi yapınca Rabb'iniz de sizin tevbelerinizi kabul etti" şeklinde olur. Cenâb-ı Hakk'ın: (......) âyetinin manası, yine O'nun (Bakara, 37) âyetinin izahında geçmişti. Allahü teâlâ'yı Görmek İstemeleri |
﴾ 54 ﴿