60"Hani bir de, Musa kavmi için (çölde) su aradığı zaman ona: "Asanı taşa vur" demiştik de, (o asasını taşa vurunca) taştan oniki pınar fışkırmış ve her kabile su İçeceği pınarı öğrenmişti. (Onlara dedik ki:) 'Allah'ın verdiği rızıktan yeyin, için (fakat) yeryüzünde fesadcı olarak taşkınlık yapmayın" . Ekseri kâriler, (......) ibaresini, hafiflik (kolaylık) olsun diye şın harfinin sükunu ile (......) şeklinde; Ebu Ca'fer ise (......) şeklinde okumuştur. Bazı kıraat imamlarından ise, sinin fethasıyla (......) şeklinde okumuş oldukları rivayet edilmiştir. Uygun olan birincisidir, çünkü bu daha hafiftir ve Kur'ân'ın çoğu da bu şekilde okunmuştur. Bil ki bu, Allah'ın İsraîloğullarına verdiği nimetlerden dokuzuncu nimettir. Dünyevi hususta nimet olmasına gelince bu, şunun içindir: Allahü Teâlâ, onların suya olan şiddetli ihtiyaçlarını gidermiştir. Onlara kudret helvasını indirmeşe ve bıldırcın göndermeseydi, onlar nasıl helak olurlardı ise, eğer onlara su vermeseydi aynı şekilde onlar Tin çölünde helak olurlardı. Çünkü Cenâb-ı Hak: "Biz onları yemek yemez cesedler olarak yaratmadık" (Enbiya. 8); ve: "Canlı olan her şeyi, biz sudan yarattık" (Enbiya, 30) buyurmuştur. Hatta, Tih çölünde su ile imânda bulunmak, alışılagelen su nimetini vermekten daha büyüktür. Çünkü çölde insanın suya olan İhtiyacı fazlalaşıp, su ve herhangi bir bitkinin olmadığı bir yerde bulunduğu için bütün ümit kapıları kendisine kapandığı, bunu müteakip Allah âsâ ile vurulan, su fışkıran ve kendisinden içilen bir taştan o İnsanı rızıklandırdığı zaman, o, bu nimete, herhangi bir nimetin hemen hemen denk olamayacağını anlamış olur. Onun dinî nimet oluşuna gence, bu Yaratıcının varlığına, kudret ve ilmine delâlet eden delillerin en açığı ve Hazret-i Musa'nın sıdkını gösteren delillerin en doğrularından ve kuvvetlilerindendir. Burada birkaç mesele vardır: Su Nerede Verildi? Müfessirlerin çoğu, bu su istemenin Tih çölünde olduğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Allahü Teâla onların üzerine bulutu gölgeleyip, onlara kudret helvası ve bıldırcın indirip, elbiselerini eskimez ve kirlenmez kılınca, susuzluktan korktular. Böylece Allah onlara o taştan su verdi. Ebu Müslim, bu mucizenin, onların Tih çölüne gittiği günlerde verilmiş olmasına hamleditmesini yadırgayarak şöyle demiştir: "Tam aksine bu müstakil bir sözdür. "İstiskâ'nın mânası, insanlar kıtlığa duçar oldukları zaman, onların örfüne göre, yağmurdan ıslanmayı talebetmektir. Böylece Allah'ın taştan su fışkırtma işi, sulamayı kabul etmenin ve yağmur indirmenin üstünde olmuş olur." Her ne kadar doğruya yakın olan, bunun Tih çölünde olmuş olması ise de, gerçek olan ayette bunun veya şunun hak olduğuna delâlet edecek herhangi bir şey yoktur. Buna iki husus delâlet eder: a) Nadir durumlar hariç, şehirlerde mû'tâd olan şey suya ihtiyaç duymamaktır b) Taş buna müsait olduğu için, onların, taşı beraberlerinde taşıdıklarının .âyet edilmesidir. Her sabah onlara bıldırcın ve kudret helvası indiği gibi, her akit bu taştan onlara su fışkırıyordu. Bu ise, ancak, onların Tih'te bulunduğu günlere daha uygun düşer. Hazret-i Musa'nın Asası Müfessirler "âsâ" hakkında ihtilâf etmişlerdir. Hasan el-Basrî, bu âsâ'nın bir ağaçtan alınmış bir dal olduğunu söylemiştir. Onun cennet ağaçlarından olduğu, uzunluğunun Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın boyuna göre on zira olduğu ve karanlıkta yanan iki ucu bulunduğu da söylenmiştir. Kur'ân'ın delâlet ettiği, onun boyunun üzerine yaslanmaya müsait olduğu, büyük bir yılana dönüşebilir olduğudur. Bu ancak, bu kadar uzunluk ve bu kadar kalınlık olduğunda mümkün olabilir; bundan fazlasına gelince, Kur'ân'da buna delâlet yoktur. Bil ki bu gibi konularda susmak gerekir. Çünkü bunlar hakkında kesin, mütevâtir bir nas yoktur, üzerine de bir amel taalluk etmez. Bu hususta âhad haberlerden elde edilen zan ile yetinilebilir. Evlâ olan ise, bu konulara değinmemektir. Pınar Fışkıran Taş Hakkında (......) "lafzındaki eliflâm, ya, bilinen bir taşa işaret etmek ve and içindir. Bunun, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın yanında getirdiği; herbiri bir kabile için olmak üzere, her bir yüzünden üçer tane göze fışkıran ve dörd yüzü olan küb şeklinde bir taş olduğu rivayet edilmiştir. Onlar altıyüzbin kişi idiler. Ordunun kapladığı alan ise onikibin millik bir arazi idi. Taşın, Hazret-i Adem (aleyhisselâm) ile birlikte cennetten indirildiği, Şuayib (aleyhisselâm)'in zamanına kadar İsrailoğullarının bu taşın varisi oldukları, Şuayib (aleyhisselâm)'in âsâ ile birlikte o taşı Hazret-i Musa'ya verdiği söylenmiştir. Yine, bunun Hazret-i Musa(aleyhisselâm)'da fıtık rahatsızlığı olduğunu iftira ettikleri zaman, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın yıkanırken üzerine elbiselerini koyduğu ve Hazret-i Musa'nın elbiselerini (yuvarlanarak) kaçıran taş olduğu, bunun üzerine Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya Cebrail (aleyhisselâm), "Allah ona: "Bu taşı kaldır. Çünkü onda benim bir kudretim, senin bir mucizen vardır" dediğini haber verdiğini, bunun üzerine Hazret-i Musa'nın onu heybesinde taşıdığı da söylenmiştir. Ve bu eliflâm cins içindir, yani kendisine taş denilebilecek şeye vur, demektir. Hasan el-Basri'den, Allah'ın onlara muayyen bir taşa vurmayı emretmediği rivayet edilmiştir. Hasan el-Basri sözüne devamla, bu hüccet itibariyle daha açık, kudret itibariyle daha kesindir. Onların şöyle dedikleri de rivayet edilmiştir: Şayet taş bulunmayan bir toprağa konaklarsak, halimiz ne olur? Bunun üzerine Hazret-i Musa taşı heybesinde taşıdı. Konakladıkları yerde Hazret-i Musa o taşı yere attı. Hazret-i Musa'nın âsâsıyla ona vurduğu, böylece ondan su fışkırdığı ve yine âsâsıyla ena vurarak, suyun kesildiği de söylenmiştir. Bunun üzerine, onlar "şayet Musa asasını yitirirse biz susuzluktan ölürüz" dediler de, böylece Allah Hazret-i Musa'ya: "Taşa vurma; ona söyle, o sana su verir" diye vahyetti. Müfessirler, taşın niteliği hakkında ihtilâf etmişlerdir. İşte bu sebeple onun, her kenarı birer zirâ'dan kübik bir biçimde ve yumuşak taş olduğu söylenmiştir. İnsan başı şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bizce tercihe şayan olan, bunun ilmini Allah'a havale etmektir. Dördüncü Mesele (......) lâfzının başındaki fâ, mahzûf olan bir fiile mütealliktir. Yani, "Bunun üzerine ona vurdu da, su fışkırdı" veya "Eğer sen taşa vurursan, o taştan sular fışkırır" demektir. Ayeti-Kerime İle İlgili Birkaç Sual (Bu ayetle ilgili olarak, geriye birkaç sual kalmaktadır:) Birinci Sual: Ayetteki Hakkında: Cenâb-ı Allah'ın, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya âsâsı ile taşa vurmasını emrettiği halde, taştan vurma olmadan su fışkırmış olduğunu caiz saymak ve böylece de mahzûf bir fiil takdir etmekten kurtulmak mümkün değil midir? Cevap: Cenâb-ı Allah'ın kudretinde, Hazret-i Musa'ya âsâsı ile taşa vurmasını emredip, o taşa vurmadan taştan ihtiyaç miktarı su fışkırması imkânsız değildir. Çünkü bu, eğer o i'câz hususunda daha beliğdir denilirse, doğruya daha yakındır. Fakat doğru olan şudur: Hazret-i Musa taşa vurdu, taştan da su fışkırdı. Çünkü Cenâb-ı Allah Peygamberine bir şey emretse, peygamberi de o şeyi yapmamış olsa, peygamber âsî olmuş olur. Ve yine, taştan varmaksızın su fışkıracak olsaydı, âsâ ile o taşa vurmayı emretmek abes ve anlamsız olurdu. Öte yandan, haberlerde rivayet edildiğine göre, Cenâb-ı Allah'ın; "ve taş yarıldı"(şuarâ, 63)ayetindeki muradın olması gibi, burada da ayetin takdiri dir. İkinci Sual: İnficar ile İnbicas Arasındaki Fark: Cenâb-ı Hak bu ayette Araf suresinde ise (Araf, 160) buyurmuştur. Bu iki ifâde arasında bir tenakuz bulunmaktadır; çünkü "inficâr". suyun bol olarak çıkmasıdır, "inbicâs" ise, suyun az çıkmasıdır. Buna Üç Şekilde Cevap Verilir: a. (......) aslında, yarılmak manasındadır. inşikâk ve yarılmak anlamındadır. Fâcir kelimesi de bu kökten iştikak etmiştir, çünkü fıska sapmak suretiyle müslümanlara muhalefet etmiştir; ise. sınırlı ve az olan bir yarılma ve parçalanmanın adıdır. Binaenaleyh onlar âm ve hâs yönünden farklı ve muhtelif olsalar da, birbirleriyle çelişmezler. b. Belki de su, önce az aktı, sonra da şarıl şarıl fışkırdı.. Pınarlardan su önce az akar, sonraysa devamlı aktığı için, suyu çoğalır. c. Suya olan ihtiyaçlarının çok olması sebebiyle, su başlangıçta inficâr etmiş olabilir.. Yani su bol akıyorken, sonra azalmış, böylece de inbicâs etmiş yani azar azar çıkmış olabilir. Üçüncü Sual: Bu Mucizenin Aklî İzahı: Küçük bir taştan bol bol su çıkmasını akıl nasıl kabul edebilir? Cevap: Bu suali soran kimse, ya Fâil-i Muhtar bir varlığı kabul ediyor veya O'nu inkâr ediyordur. Eğer fâil-i muhtar bir varlığı kabul ediyorsa, bu sual düşer. Çünkü O, denizleri ve diğerlerini yarattığı gibi, bu cismi de dilediği gibi yaratmaya kadirdir. Eğer niza ederse, onun Kur'an'ın mânâlarını araştırmasında ve onun tefsîrine bakmasında bir fayda yoktur. İşte bu, Cenâb-ı Allah'ın ölüleri diriltmek, kör ve alaca hastalığına tutulmuş olanları iyi etmek gibi, Kur'an-ı Kerim'de anlattığı mucizeleri uzak görüp yadırgayan herkese verilecek cevaptır. Felsefeciler de, bunun yanlış olduğunu kesin olarak söyleyemiyorlar. Çünkü enâsır-ı erbaa'nın onlara göre, müşterek bir maddesi vardır. Felsefeciler şöyle derler: Oluş ve fesada uğrama, müşterek madde ile olur. Yine bununla, hava suya, su havaya dönüşebilir. Aynı şekilde şöyle demişlerdir: Hava, gümüş bir kürenin içerisine doldurulduğu zaman katılaşır. Çünkü o, kürenin çeperlerinde su damlaları şeklinde toplanır. Bu damlalar meydana gelir, çünkü hava suya dönüşmektedir. Böylece sabit olur ki, bu dönüşme, semavî ilişkilere boyun eğmiş olan yerdeki eşya ve hadiselerde meydana gelebilir. Bundan dolayı, bu ilginç işin bu dünyada meydana gelmesini gerektiren semavî bir ilişkinin meydana gelmesi uzak bir ihtimal değildir. Mu'tezile'ye gelince, onlar kulun kendi fiillerinin yaratıcısı olduğuna inandıkları için, onlara şöyle deriz: Kulun bu cismi (bu taşı) yaratması niçin caiz olmasın? Onlar buna karşı, gerçekten zayıf olan iki cevap zikretmişlerdir. Onların bu cevaplarını, bu cevaplarının zayıflığını ve geçersizliğini, sihir ayetinin tefsirinde zikredeceğiz. Durum böyle olunca, onların bu fiilin Allah'tan olduğunu kesin olarak söylemeleri mümkün olmaz. Böylece de onlara, mu'cize ve nübüvvet kapıları kapanır. Bizim âlimlerimiz ise, Allah'tan başka yaratıcı olmadığına inandıkları için, bu harikulade fiilileri meydana getirenin, Allahü Teâlâ olduğunu kesinlikle belirttiler. Bunun için de, bu mucizelerin nübüvvet İddia eden kimsenin elinde zuhur etmesiyle, onun sıdkına istidlalde bulunmaları mümkün olmuştur. Dördüncü Sual: Bu Suların Taşta Olup Olmadığı: Siz, bu suyun taşın içinde bulunduğunu, sonra ortaya çıktığını mı; veya Allah'ın havayı suya çevirdiğini mi veyahut da vasıtasız olarak su yarattığını mı söylüyorsunuz? Cevap: Birinci ihtimal yanlıştır. Çünkü küçük bir kab büyük bir cismi, ancak birbirine karışmasıyla ihtiva edebilir ki, bu da imkânsızdır. Son iki ihtimalden herbirinin olması mümkündür. Bunlardan birincisi olursa, o zaman Cenâb-ı Allah hava parçacıklarında kuruluğu izâle ederek, onlarda yaşlığı yaratmış olur. Eğer ikincisi olursa, Cenâb-ı Allah bu parçaları yaratmış ve bunlarda da yaşlığı meydana getirmiş olur. Bil ki, bu husustaki söz, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir gazvesinde, ordu su darlığı çektiği sırada, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in elini su kabının içine koyup da, askerlere yetecek kadar parmaklarının arasından su fışkırdığına dair hâdise hakkında söylenecek söz gibidir. Beşinci Sual: Kayadan Su Fışkırtma mı, Parmaktan Fışkırtmak mı Önemli? Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın bu manadaki mucizesi mi, yoksa Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mucizesi mi daha büyüktür? Cevap: Bunlardan her biri göz alıcı ve muazzam mucizelerdir. Fakat Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mucizesi daha kuvvetlidir. Çünkü taştan suyun fışkırması, herkesçe bilinen bir olaydır. Ama parmaklar arasından suyun fışkırması, kesinlikle alışılmış bir şey değildir. Bundan dolayı bu mucize daha güçlüdür. Altıncı Sual: Oniki Pınar Olmasının Sebebi; Suyun oniki göze şeklinde kılınmasındaki hikmet nedir? Cevap: Hazret-i Musa'nın kavmi kalabalık idi. Kalabalık sayıdaki insanın suya olan ihtiyacı artıp da, onlar suya kavuşunca, aralarında çekişme ve tartışma meydana gelir; çoğu zaman da bu, büyük bir fitneye sebep olur. Bundan dolayı Cenâb-ı Allah bu nimeti, onların her bir kabilesine, koluna başkasıyla karışmayan muayyen bir su tayin ederek, kemâle erdirmiştir. Tek bir toplulukta ise, muhtelif topluluklar arasında meydana gelebilecek böyle bir anlaşmazlık onlar arasında meydana gelmez. Yedinci Sual: Taştan Su Fışkırmasının Delâletleri: Bu taşın yarılıp ondan su fışkırması, kaç yönden mucize oluşa delâlet eder? Buna birkaç yönden cevab verilir: a. Suyun bizzat çıkması bir mucizedir. b. Küçük bir taştan büyük bir suyun çıkması, c. Suyun onların ihtiyaçları kadar çıkması, d. Suyun âsâ ile taşa vurulduğu zaman çıkma e. Kendisine ihtiyaç olmadığı zamanlarda kesilmesi birer mucizedir. Bütün bu şeyin meydana gelmesi, ancak bütün mümkinâta nüfuz eden tam bir kudret, bütün malûmata nüfuz eden bir ilim ve zamanı aşan bir hikmet ile mümkün olur. Bu ise ancak Hak Sübhanehu Allah'a yaraşır. Cenab-ı Hakk'ın: "Her kabile, su içeceği pınarlarım öğrendi" ayetine gelince, deriz ki onlar bunu bildiler, çünkü onlardan herbirine, suya ihtiyaç olduğu zaman anlaşmazlığa düşülmesin diye ancak belli bir su kanalından içmeleri emredildi. Ama su kanalları âyette İsrailoğullarına nisbet edilmiştir, çünkü Cenâb-ı Hak herbir kabileye, bu su fışkırtmasını müteakiben ortaya çıkan suyu helâl kılınca, bu su onların mülkü gibi olmuş, bu sebeple de onlara nisbet edilmesi caiz olmuştur. Allah'ın Rızkından Yeyip İçiniz Cenab-ı Hakk'ın: "Allah'ın verdiği rızıktan yeyin ve için" ayetine gelince, bu ayette bir hazif vardır. Mana 'Ve onlara dedik ki..' veya, " Hazret-i Musa onlara dedi ki yeyiniz içiniz " şeklindedir. Cenab-ı Hak iki sebebten ötürü "yeyiniz" demiştir: a. Daha önceden kudret helvası ve bıldırcın geçmiş olduğu için, Cenab-ı Hak sanki şöyle söylemiştir: Allah'ın size rızık olarak verdiği kudret helvası ve bıldırcından yeyin, bu sudan için. b. Gıdalar, ancak su ile olur. Cenâb-ı Hak onlara su verince, sanki onlara yiyecek ve içecek şeyi birlikte vermiş gibi olmuştur. Mû'tezile bu ayetle, bu rızkın helâl olduğuna delil getirerek şöyle demişlerdir: Çünkü Hak teâlânın hitabının en az derecesi, mubah olmaktır. Bu ise, rızkın mubah olmasını gerektirir. Şayet haram bir rızk olsaydı, o rızkın aynı anda hem helâl hem de helâl olmaması gerekirdi. Bu ise caiz değildir. Yeryüzünde Fesat Çıkarmayın Allahü Teâlâ'nın: "Yeryüzünde fesâdçılar olarak azgınlık yapmayın" ayetine gelince, (......) ifadesinden anlaşılan fesadın en şiddetlisîdir. İşte bu sebepten ötürü onlara, "çıkarmış olduğunuz fesadınızda, bu fesadı sürdürmeyin" denilmiştir. Çünkü onlar, öteden beri bu fesadı sürdürmekte idiler. Bu ifâdeden maksat, çok fazla ihtiyaç hissedildiği durumlarda, su mevzuunda insanlar arasında devam edegelen, anlaşmazlık ve çekişmelerdir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki şöyle buyurmuştur: Eğer o su sebebiyle aranızda bir anlaşmazlık meydana gelirse, anlaşmazlıkta haddi aşmayınız! Allah en iyi bilendir. İsrailoğulları Haddi Aşıp Şehre Gitmek İstiyorlar |
﴾ 60 ﴿