63"Hani sizden bir mîsak almıştık, Tûr'u da üstünüze kaldırdık." Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve onda olanları hatırlayın. Ta ki müttakilerden olasınız. . Bil ki, işte bu, Allah'ın onlara vermiş olduğu onuncu nimettir. Bu böyledir, çünkü Cenâb-ı Allah onlardan, kendi menfaatleri için mîsak almıştır. Bundan dolayı bu, Allah'ın onlara bir nimeti olmuştur. Misak (Ahid) İle İlgili İki Konu Cenâb-ı Allah'ın: âyetinde iki konu vardır. Birinci Konu: Misak (Ahid) Hakkında: Bil ki misâk ancak inkiyadı ve itaati gerektiren emirleri yapmakla olur. Müfessirler misâkı açıklamak için birçok şeyler söylemişlerdir: a) Bu, Allah'ın, Yaratıcının varlığına, hikmetlerine ve peygamberlerinin doğruluğuna delâlet eden delilleri akıllara yerleştirmesidir. Bu çeşit misâk, misâkların ve ahidlerin en kuvvetlisidir. Çünkü bu çeşit misâkta, hiçbir şekilde cayma ve değiştirme imkânı yoktur. Bu görüş, Esâm'a aittir. b) Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'den rivayet edilen görüşe göre, Hazret-i Musa (aleyhisselâm), Rabbisinin huzurundan levhalarla dönünce, Benî İsrail'e, "Bunlarda Allah'ın kitabı yazılıdır." dedi. Onlar da, "Allah'ı açıkça görmedikçe, sana inanmayız" dediler. Allah, bunun üzerine, "Bu, benim kitabımdır, bunu alın" der. Bunu müteakib onları ölüm yakaladı da hepsi öldüler. Sonra Allah onları diriltti. Daha sonra onlar Hazret-i Musâ (aleyhisselâm)'ya tekrar, "Allah'ın kitabını alın" dedi. Onlar direttiler. Allah da onların üstüne Tür dağını kaldırdı ve onlara "Kitab'ı alın, yoksa bu dağı üstünüze bırakacağız" denildi. Böylece o kitabı kabul ettiler de, Tür üzerlerinden kaldırıldı. İşte misâk budur. Bu böyledir çünkü, Tür dağını üzerlerine kaldırmak, aklı hayrette bırakan; yalanlayıcıları tasdike, şüphe edenleri yakîne götüren harikulade, açık bir mucizedir. Onlar bunu görünce ve onun Allah tarafından, Hazret-i Musâ (aleyhisselâm)'ya diğer mucizelere ek bir mucize olarak verildiğini anlayınca, Hazret-i Musâ (aleyhisselâm)'yı Allah'-dan getirdiği dinde tasdik ederek, açıktan tevbe ettiler ve yapmış oldukları buzağıya tapma kötülüğüne bir daha dönmeyeceklerine, Tevrat ile âmel edeceklerine söz verdiler ve ahidde bulundular. İşte bu, Allah için kendilerine vacib kıldıkları emin bir ahd (misâk) oldu. Bu Ebu Müslim'in tercih ettiği görüştür. c) Allah'a verilmiş iki söz (ahd, misâk) vardır: 1) Allah insanları Hazret-i Adern (aleyhisselâm)'in sulbünden çıkarıp, kendilerini kendi üzerlerine şahid tuttuğu zamanki ahd. 2) Allahü teâlâ, insanlara peygamberlerine uymayı mecbur kılmıştır. İşte burada kastedilen, bu âhiddir. Bu İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın görüşüdür, bu zayıf bir görüştür. İkinci Konu: Misâk Kelimesinin Müfred Getirilmesinin Sebebi: Kaffâl şöyle demiştir: "Allahü teâlâ, buyurmuş, dememiştir. Bunun iki sebebi vardır: a) Allah, bununla: "Yani sizden herbirinizi çocuk olarak çıkarır" (Hacc. 5) âyetinde de olduğu gibi, , insanların herbirinden tek tek bu misâkı aldığını ifâde etmek istemiştir. b) Onların her birinden alınan misâk, aynı misâkdır. Böylece o, tek bir misâk olmuş olur. Şayet Allah buyursaydı, o zaman onlardan tek bir misâk alındığı değil, onlardan birçok misâklar alınmış olduğu zannedilirdi. Allah en iyi bilendir. Tûr (Dağın)'un Üzerlerine Kaldırılması Allahü teâlâ'nın, "ve Tûr'u üzerlerine kaldırdık" ifadesinin bir benzeri de: "Biz bir zaman, dağı, sanki bir gölgelik gibi çekib onların üstüne kaldırmıştık" (A'râf, 171) ayetidir. Bu hususta birkaç bahis vardır; Birinci Bahis: Allahü teâlâ'nın, ifadesindeki î harfi, İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın tefsirine göre, atıf vâvıdır. Buna göre âyetin manası şöyle olur: "Misâk daha önce alınmış idi. Ne zaman ki onlar Kitab'ı kabul etmekten imtina ederek ahdi bozdular, üzerlerine Tûr kaldırıldı. Ebu Müslim'in tefsirine göre ise bu atıf vâvı değil, vâv-ı haliyyedir. Nitekim "Ben bu işi yaptım, halbuki zaman o zamandı!" denilir. Buna göre Hak teâlâ sanki şöyle demektedir: "Tûr'u üzerinize kaldırdığımız esnada hani sizden misâk (söz) almıştık..." İkinci Bahis: Tûr Cins İsmi Midir Özel İsim Midir? Her dağa "Tûr" denildiği de söylenmiştir. Nitekim el-Accâc şöyle demiştir: "(Kartal), kanatlarını dağa yaklaştırdı; hemen, şahini yakalamak için, savuştu. Bir de ne görelim, şahin kanatlarını yummuş, yere konmuş..." Halil ise, kitabında muayyen bir dağın ismi olduğunu söylemiştir. Bu doğruya daha yakındır. Çünkü kelimenin lam-ı ta'rifi, bunun bu isimle adlandırıldığt bilinen belli bir dağ olarak anlaşılmasını gerektirir. Bilinen dağ ise, üzerinde bu münacaatın yapıldığı dağdır. Allah'ın, onu Benî İsrail'in bulundukları yere çok uzak bir yerde bulunsa da, nakletmesi ve onların üzerine kaldırması mümkündür. Çünkü dağı havada tutmaya kadir olan Allah, onu yerinden söküp uzak bir yerden onların üzerine getirmeye de kadirdir. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Allahü teâlâ, Filistin dağlarından birine emir vermiş ve böylece o dağ yerinden sökülerek, bir gölge gibi onların üstüne geldi. Onların tuttuğu alan, kenarı bir fersah olan kare şeklinde bir yer idi. Bu halde iken, Allahü teâlâ onlara, Tevrat'ı kabul etmelerini, aksi halde dağı üzerlerine bırakacağını vahyetti. Bunun üzerine onlar kaçacak bir yer bulamayınca Tevrat'ı, ihtiva ettiği hükümlerle kabul ederek, dağın üzerlerine düşeceğini düşünerek korkuyla secdeye kapandılar. Bir yandan dağa baktıklarından yahûdiler bir yanakları üzerine secde etmişlerdi. Üçüncü Bahis: Dağın Havada Durmasının İzahı: Bazı mülhidler (inkarcılar), ağır bir şeyin direksiz olarak havada durmasının mümkün olduğunu kabul etmediler, yeryüzü için de şöyle dediler: "O, tabiatı gereği merkezde durmak ister. Bu sebeble de merkezde durmuştur." Bunların görüşlerinin fâsid olduğuna dâir delilimiz şudur: Şüphesiz Allahü teâlâ hertürlü mümkinata kadirdir. Ağır bir cismin havada durması da mümkinattandır. Bu sebeble Allah'ın buna da kadir olması gerekir. Bu iki mukaddimenin tam izahı, akâid kitaplarında yapılmıştır. Dördüncü Bahis: Bazı mülhidler (inkarcı sapıklar), "Dağın onlar üzerine bir gölgelik gibi olması mümkün değildir. Çünkü bu olmuş olsaydı, bu insanları imana mecbur kılan bir hal olurdu. Böyle bir mecbur kılış ise, teklifin ruhuna terstir" dediler. Kâdi buna şöyle cevab verdi: "Bu, insanları imâna mecbur kılmaz. Çünkü bundaki en büyük korkuları, onun üzerlerine düşeceği korkusudur. Buna göre, onlar göklerin direksiz olarak üzerlerinde durduğunu gördükleri için, o dağ bir zaman üzerlerinde durduğunda bu husustaki korkularının zail olması muhtemeldir. Böylece de imâna mecbur kılma hali ortadan kalkar, mükellefiyet kalır." Cenâb-ı Allah'ın: (......) ifadesinin manası, "Size verdiğimiz şeyleri ciddiyet, tam bir kararlılık ile ve gaflet ile tembellikten vazgeçerek tutunuz" demektir, Cübbâi, "Bu ifade, bir fiili yapmazdan önce onu yapacak kudretin (istita'a kable'l-fii'l) bulunduğunu gösterir. Çünkü kalem olmaksızın, "Kalem ile yaz" denilemiyeceği için, bir kuvvet bulunmadan, "şunu kuvvetle tut" demek de caiz değildir" demiştir. Âlimlerimiz Cübbâi'ye, "Bu ifadeden Hak teâlâ'nın maksadı, "Size verdiğimiz şeyleri ciddiyet ve tam bir kararlılıkla tutunuz" demektir. Bize göre, azimet (kararlılık) bazen fiili yapmadan önce mevcud olabilir" diyerek cevab vermişlerdir. Allahü teâlâ'nın: (......) ifadesi, "Kitab'da olan şeyleri ezberleyin, onları öğrenin, unutmayın ve onu ihmal etmeyin" manasınadır. Buna göre, şayet âyette geçen zikr sözünü, aslî manasına hamletmeli değil miydiniz?" denilirse, biz deriz ki: Nisyan (unutma)'ın zıddı olan zikr (hatırlama), Allah'ın fiillerindendir. Binaenaleyh bu zikri emretmek nasıl caiz olur? Amma biz bu kelimeye öğrenme manası verdiğimizde, ortada bir problem kalmaz. Allahü Teâlâ'nın; (......) ifadesine gelince, bu "ittikâ etmeniz için" demektir. Cübbâi, bu âyetle, Hak teâlâ'nın herkesin taatını murad ettiğine delil getirmiştir. Bunun cevabı daha önce geçmişti. Bil ki Allahü teâlânın: "Hani Biz Turu üzerinize kaldırdığımız halde sizin misâkınızı almıştık ve "size verdiğimiz şeyleri kuvvetle tutunuz" (demiştik)" âyetinden onların bu emri tutmuş oldukları anlaşılıyor. Aksi halde bu, bir misâk alma olmaz ve bunun peşisıra Allah'ın: "Sonra yüz çevirdiniz" demesi doğru olmazdı. Binaenaleyh bu, onların kitabı kabul edip ona sarıldıklarını gösterir. |
﴾ 63 ﴿