73Onun için biz: "O (ölünün cesedine, ineğin) bir parçası ile vurun" demiştik (ve bu suretle o dirilmişti). İşte Allah böylece ölüleri diriltir. Aklınızı başınıza alırsınız diye böylece size ayetlerini gösterir" Kesilen İneğin Bir Parçasıyla Maktule Vurulması Cenab-ı Allah'ın: "Ve, "Onun bir parçası ile, o ölüye vurun, dedik" ayetinde de birkaç mesele vardır: İneği Ne Kadar Zaman Zarfında Buldular? İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre, İsrailoğulları bu ineği kırk yıl aradan aradıktan sonra buldular da öyle kestiler. Ancak bu rivayet Kur'an-ın zahirinin hiâfınadır. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın ayetinin başındaki, harfi takibiyye faşıdır. Bu, Cenab-ı Hakk'ın, 'Onun bir parçası ile vurun" emrinin inek kesmenizi emrediyor" emrinin hemen peşinden olduğunu gösterir. İkinci Mesele Allah'ın: ifadesinin sonundaki "Hû" bir zamirdir. Bu, ya nefs kelimesine râcîdir ki o zaman müzekker olarak gelmesi, (......) kelimesinin, manalarında alınmasından dolayıdır, veya "gizlediğiniz şey" ifâdesinin gösterdiği, öldürülen lâfzına râcîdir. Üçüncü Mesele Cenab-ı Hakk'ın ineği kesmelerini emretmesi câizdir. Çünkü onun kesilmesine, ancak onun kesilmesi ile meydana gelecek bir maslahat (menfaat) bina edilmektedir. Bu durumun, hem bu ineğin kesilmesi, hem de başka birşeyin kesilmesinde eşit şekilde söz konusu olması mümkündür. Doğruya en yakın olan birinci ihtimaldir. Çünkü başka birşey eğer o İneğin yerini tutacak olsaydı, onun belirtilmesi vâcib olmaz, aksine onunla başkaları arasında bir muhayyerlik olurdu. Bu konuda iki sual vardır: Birinci Sual: Allah, Vasıtasız Olarak piriltebileceğine Göre.Bu Neden İcab Etti? Cenab-ı Allah vasıtasız olarak o ölüyü diriltmeye kadir olduğu halde, ölüye kesilen ineğin bir parçası ile vurmanın faydası nedir? Cevab: Bunun faydası, onun daha güçlü bir hüccet olması ve hileden de uzak olmasıdır. İnkâr eden bir kimse, Musa (aleyhisselâm)'nın o ölüyü bir çeşit sihir ve hile ile dirilttiğini zannedebilirdi. Ama ona, kesilen ineğin bir parçası ile vurulduğu zaman dirilince, vurulan cisimden cesede geçen bir şey ile onun dirildiği şüphesi ortadan kalkar. Fakat bizzat kendilerinin yapmış oldukları bir fiil sebebiyle ölü canlanıp dirilince bu, peygamberlerin (aleyhisselâm) bildirdiklerinin kullar tarafından yapılan bir aldatmaca olmayıp Allah katından olduğuna delil olmuştur. Keza bunda, Allah'a yaklaşmada, kurban takdim etmenin ehemmiyetine delâlet vardır. İkinci Sual: Neden Başka Hayvan Değil de İnek Üzerinde Israr Edildi? İnekten başka bir hayvanın kesilmesi emredilemez miydi? Alimler buna "Eğer onlara başka birşey kesmeleri emredilseydi o husustaki söz, ineğin kesilmesi ile ilgili söz gibi olurdu" diye cevap verip bu hususta bazı faideler zikretmişlerdir: a) Kurban keserek Allah'a yaklaşma (ibadet etme) âdeti yaygın idi. b) İsrailoğullarınca bu kurban, kurbanların en büyük (mühim) lerinden idi. c) Fiyatının çok pahalı olması sebebi ile bu ineği elde etmedeki külfeti yüklendikleri için, bunda onlara çok sevap vardı. d) İneğin sahibi için bu, büyük mal kazanmaya vesile olmuştur. Vurulan Parçanın Hangi Uzvu Olduğu Alimler, ölüye vurulan bu parçanın, ineğin hangi par olduğunda ihtilâf ettiler. Doğruya en yakın olan görüş şudur: İsrailoğulları, ineğin istedikleri bir parçasını vurma hususunda muhayyer idiler. Çünkü onlara, ölünün cesedine, ineğin bir parçası ile vurmaları emredilmişti. İneğin parçalarından hangisi ile ölüye vursalar, Cenab-ı Allah'ın: 'Ona, o ineğin bir parçası ile vurunuz" emrini yerine getirmiş olacaklardı. Emredilen şeyi yapmak, usûl-ü fıkıhta da sabit olduğu gibi, mükellefiyetten kurtulmaya delâlet eder. Bu ise onların muhayyer olmalarını gerektirir. Alimler ötüye vurulan parça hakkında ihtilâf ettiler. "O, ineğin dili idi' denildi; "sağ uyluğu idi" denildi; "kuyruğu idi" denildi; "kulakların kıkırdağının bitişik olduğu kemik idi" denildi; "iki omuzu arasındaki parça Şüphe yok Kur'an bunu beyan etmemiştir. Bineanaleyh eğer bu hususta sahih bir haber (hadis) gelmiş ise bu kabul edilir. Yoksa bu meselede bir şey söylememek gerekir. Ölünün Dirilip Katili Göstermesi Ayette bir hazif vardır. Bu hazif şöyle takdir edilir: " Biz, ( o ölüye, ineğin) bir parçasıyla vurun" dedik, onlar da ona, onun pir parçası ile vurdular, böylece ölü dirildi." Burada, (......) ifâdesi 'İşte Allah ölüleri böyle diriltir' ayeti bu manaya delâlet ettiği için, hazfedilmiştir. Bu, Hak Tealâ'nın asân ile taşa vur (dedik), taştan (su) kaynadı" (Bakara. 60) ayeti gibidir, yani 'O asasını vurdu da taştan (su) kaynadı" demektir. Rivayet edildiğine göre, İsrailoğulları ineğin parçası ile o ölüye vurduklarında, ölü Allah'ın izni ile, damarlarından kan sızdığı halde kalktı, iki amcaoğlunu göstererek, 'Beni falan ve falan öldürdü"dedi ve düşüp öldü. O iki kişi de öldürüldü. Cenab-ı Allah'ın: "işte Allah ölüleri böyle diriltir" ayeti ile ilgili iki mesele vardır: Bu ayette iki vecih vardır: a) İşte böyle ifadesindeki işaret, bu ölünün netsine işarettir. b) Bu ayet, öldükten sonra dirilmenin doğruluğuna delil getirmedir. Bu delil getirme müşrikler için midir, yoksa başkaları için midir? Bu hususta da iki vecih vardır: 1) Esâm; "Bu, müşrikler içindir. Çünkü bu diriltme hâdisesinin bu şekilde olduğu haberi tevatür yolu ile onlara gelirse, öldükten sonra dirilmenin doğruluğunu anlarlar. Bu, tevatür yolu ile zahir olmasa, onları düşünmeye sevkeden birşey olur" demiştir. Kâdî: "Bu görüş doğruya daha yakın. Çünkü Cenab-ı Allah önce, onun parçası ile ölüye vurmaları emrini ve bunun o ölünün dirilmesine sebeb olacağını zikretti, sonra da "İşte Allahı ölüleri böyle diriltir" buyurdu. Ayette, "ölüleri" kelimesi, cemî olarak geçmiştir. Eğer burada murâd sâdece, bu öldürülmüş olan şahıs olsa idi, sözde bu lâfız cemî olmazdı" demiştir ve bununla sanki şunu demek istemiştir: Allah bunu, Allah'ın kudretine göre ölüleri diriltmek, onları ilk defa yaratmak gibi olduğuna delil getirmiştir. 2) Kaffâl şöyle demiştir: Sözün zahiri, Allahü Teâlâ'nın İsrailoğullarına, "Allah'ın diğer ölüleri diriltmesi, gördüğünüz şu ölüyü diriltmesi gibi olacaktır" dediğini gösterir. Çünkü onlar, her ne kadar buna inanıyorlar ise de, buna onlar ancak istidlal yoluyla inanmış idiler. Bu hususta herhangi bir müşahedeleri yoktu. Bu hâdiseyi müşahede ettikleri zaman, kalbleh mutmain oldu ve istidlalde bulunan kimseden uzaklaşmayan şüphe onlardan zail oldu, Nitekim İbrahim (aleyhisselâm): "Rabbim ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster." Allah, "Yoksa inanmadın mı?" dedi. O, "İnandım, fakat kalbim mutmain olsun diye" dedi" (Bakara, 260) demişti. İşte böylece Cenab-ı Hak, İsrailoğulları için öldürülen şahsı, gözle görülecek bir biçimde diriltmiş, sonra onlara: "İşte böylece Allah ölüleri diriltir" demiştir. Yani, Allah onu dünyada dirilttiği gibi, bu diriltme hususunda herhangi bir maddeye, zamana misâle ve bir alete ihtiyaç duymaksızın, ahirette de diriltir, demektir. Alimlerden, ayetiyle, maktulün meyyit (ölü) olduğuna istidlal edenler vardır ki, bu zayıf bir görüştür. Zira Allahü Teâlâ, bu maktulün diriltilmesine ölüleri diriltmeyi kıyas etmiştir. Bundan, maktulün meyyit olması gerekmez. Allahü Teâlâ'nın, hitabına gelince, bu hususta birisi şöyle diyebilir: Bu tek bir ayettir, (mucizedir). Buna göre niçin, diye adlandırılmıştır? Cevab: Bu, her türlü makdûrata kadir olan, her türlü malûmatı bilen, yaratmada ve yoktan var etmede (îcad ve ibda) intiyar sahibi olan bir Yaratıcının varlığına, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın doğruluğuna, katil olmayanların berâatine ve bu öldürme işini yapmış olanlar hakkında bu töhmetin tahakkuk etmiş olduğuna delâlet eder. Buna göre bu her nekadar tek bir mucize ise de, bu birçok hususa delâlet etmesi itibariyle, şüphesiz birçok ayet yerine geçmiştir. Cenab-ı Hakk'ın, hitabına gelince, bunda iki konu vardır: a) (......) kelimesinin tefsiri, Cenab-ı Hakk'ın, (Bakara, 21) ayetinin tefsirinde geçmişti. b) Bu ayetler kendilerine gösterilmeden önce de İsrailoğulları akıllı idiler. Akıl mevcut olduğuna göre, "Akıllı olasın diye, sana falanca ayeti gösterdim" demek imkansız olur. Bu durumda da ayeti zahirine hamletmek mümkün olmaz. Aksine, mutlaka te'vil etmek gerekir. Bu te'vil de, maksadın şöyle olmasıdır: "Akıllarınızın hükümlerine göre amel edesiniz ve düşünesiniz ki, tek bir nefsi diriltmeye kadir olan, -yaratmanın bir tek nefse tahsisi söz konusu olmadığı için- - bütün nefisleri yaratmaya da kadirdir" olmasıdır. Böylece onlar, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edemezler. İşte ayetin tefsirinde söylenecek son sözümüz budur. Bu Kıssadan 'Katil Varis Olamaz" Hükmü Çıkar mı? Bil ki, öncekilerden birçoğu bu ayetin hükümleri cümlesinden olmak üzere katilin vâris olup-olamayacağı hususunu zikrederek, "hayır" demişlerdir. Çünkü Ubeyde es-Selmanî 'den, bu hâdisede katil olan adamın, katil olduğu için, mirastan mahrum edildiği rivayet edilmiştir. Kâdî, "Bu meseleyi, bu ayetin hükümlerinden saymak caiz değildir; çünkü ayetin zahirinde, katilin maktulün varisi olup olmadığı hususu yoktur. Onun varislerden olması durumunda da, mirastan mahrum edildi mi edilmedi mi hususunda da bilgi yoktur. Katilin, öldürmüş olduğu için mirastan mahrum bırakılmış olduğuna dair Ebu Ubeyde (radıyallahü anh)'den yapılan rivayete dayanarak, bu Kur'an hükümlerinden sayılamaz. Zira Kur'an ne mücmel ne de mufassal olarak buna delâlet etmez. Onların şeriatlarının bizim şeriatımız gibi olduğu sabit olmayınca ve onlara uymak da gerekmeyince, bu sözü Kur'an'ın hükümleri arasına sokmak bir zorlanmadır. Bil ki, Kâdî'nin söylemiş olduğu bu söz, doğrudur. Bununla beraber, biz bu meseleyi zikrederek şöyle deriz: Müctehid imamlar, katilin varis olup olamayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şafiî (radıyallahü anh)' ye göre, öldürme işi ister haksız, kasden veya hataen olsun, veya âdil olan mütecavizi öldürsün, bütün bu durumlarda katil varis olamaz. Ebu Hanîfe(radıyallahü anh)'ye göreyse kasten veya hatâen öldürdüğü zaman varis olamaz. Ancak âdil olan mütecavizi öldürdüğü zaman, o varis olabilir. Yine katil, çocuk veya mecnun (deli) olduğu zaman, ona varis olur ama, ne diyetine ne de diğer mallarına varis olamaz. Bu, Hazret-i Ali, Ömer İbn Abbas ve Said İbn el-Müseyyeb (radıyallahü anh)'in görüşüdür. Osman el-Bettî, hataen öldürenin varis olacağını, kasten öldüreninse varis olamıyacağını söylemiştir. İmâm Malik de, katil maktule diyetinde varis olamaz, ama diğer mallarında varis olur demiştir. Bu Hasan-ı Basri, Mücahid, Zührî ve Evzaî'nın de görüşüdür. Şafiî (radıyallahü anh), meşhur ve yaygın hadisin umumiliğini detil getirerek, yani Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: "Katilin mirastan hiçbir hakkı yoktur Benzeri bir hadis için bakınız İbn Mâce. Diyât. 14 (2/884). hadisine dayanarak böyle ictihad etmiştir. Ancak bu haberle istidlal etmek, Kur'an-ı Kerim'in umûmî olan hükümlerini âhad haberlerle tahsis etmeyi uygun bulmamız halinde muteber olur. Bu husustaki mufassal söz usûlü fıkıhta zikredilmektedir. Sonra burada bir incelik de vardır ki, o da şudur: Umûmî olan bir hükme tahsisin arız olması bir tür zayıflık ifade eder. Buna göre, şayet biz bu haberi bazı şekillerde tahsis edersek, bu durumda bu habere ard arda zayıflık se-Depleri gelmiş olur. Çünkü onun haber-i vahid olması, zayıflığı gerektirir; yine onun Kitap'la çelişik olması, başka zayıflık ve onun tahsis edilmiş olması da diğer bir zayıflık sebebidir. Buna göre şayet biz, Kur'an'ın umumî olan hükmünü bu haber-i vâhidle tahsis edersek, kesinlikle gerçekten zayıf olanı, gerçekten kuvvetli olana tercih etmiş oluruz. Ama bu haber tahsis etmezse zayıflık sebepleri ondan kısmen gitmiş olur. Bu durumda da, Kur'ân'ın umumî olan hükmünü haber-i vâhidle tahsis etmek uzak görülmez. Ebu Bekr er-Razî, âdil olanın mütecavizi öldürmesi halinde mirastan mahrum olmayacağı hususuna şu şekilde delil getirmiştir: Birinin kısasen öldürülmesini talep hakkını haiz olan kimse onu öldürmesi halinde, mirastan mahrum edilmez (Zira O, ölümü şer'an haketmiştir). Bu hususta da fakîhler arasında tfıtilâf yoktur. Bil ki Şafiîler bunu kabul etmemektedirler. Allah en iyisini bilir. |
﴾ 73 ﴿