74

"Sonra, bunun peşinden kalbleriniz yine katılaştı. Şimdi o taş gibi, hatta daha da katı. Çünkü öylesi taşlar vardır ki, ondan ırmaklar kaynar. Ve yine öylesi vardır ki, yarılıp ondan sular çıkar. Öylesi de vardır ki, Allah korkusuyla aşağıya düşer. Allah sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir'" .

Bil ki Allahü Teâlâ'nın: hitabında birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Haddizatında ve aslında, diğer bir şeyden etkilenmeyi kabul eden bir şeye, kendisinden ötürü etkilenmeyecek bir şey arız olduğunda, bu durumda o daha önce etkilenen şey için çok sert, katı ve galiz oldu denilir. Buna göre, cisim, cisim olması itibariyle başkasından etkilenmeyi kabul eder. Ancak taş olma vasfı, cisme arız olduğu zaman, taş cismi, hiçbir etkiyi kabul etmez hale gelir. Kalp de böyledir; delilleri, ayetleri ve ibret verici şeyleri mütalâa etmesinden ötürü, etkilenir. Kalbin etkilendiğini göstermesi ise, inadı, isyanı, kibirlenmeyi bıraktp Allah'a taâtı, huzû ve huşûyu izhar etmesinden ibarettir. Onu bu niteliklerden uzaklaştıran bir şey kalbe arız olduğu zaman, etkilenmeme hususunda o, taşa benzemiş olur. İşte bu sebepten dolayı, denilir. Yine bu sebepten ötürü Allahü Teâlâ müminleri kalb inceliğiyle vasfederek:

"Ahenkli ve yer yer tekrarianan bir kitap olmak üzere., . Rablerine derin saygı gösterenlerin ondan dertleri ürperir..." (zümer, 23) buyurmuştur.

Bu Hitap Asr-ı Saadetteki Yahudilere Yapılmış Olabilir

Kâffal, "Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesine muhatap olanların, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bulunan ehl-i kitab olması mümkündür. Yani, kendilerinden öncekilere gelen mucizelerden, onların başına gelen işlerden, onlardan isyana devam eden kimselere inen cezadan, onlara, peygamberinin getirdiği ayetlerden ve kendileri ve kendilerinin dışında Tevrat'la amel eden kimselerden alınan ahidlerden sonra sizin kalbleriniz çok şedîd olup, katılaşarak, adeta taş kesildi, demektir. Böylece Allah, bununla, onların kalblerinin yumuşayacağı ayetlere dair bilgilerinin olmasına rağmen, onların isyan etmelerini ve katılıklarını haber vermiştir" demiştir. Bu görüş daha evlâdır çünkü Cenâb-ı Hakk'ın; buyruğu, hitab-ı müşafehe, sözlü bir hitaptır. Bu sebeple onu, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında olanlara hamletmek daha evlâdır. Yine bundan maksadın, hususiyle Hazret-i Musa (aleyhisselâm) zamanında bulunan yahudîler olması da muhtemeldir. Allah'ın Asr-ı Saadet'teki yahûdîlerden önce geçmiş olan seleflerini kasdetmesi de caizdir.

Üçüncü Mesele

Allahü Teâlâ'nın, buyruğundan katili tesbit etmesi için kesilen ineğin uzuvlarından birisiyle vurulduğu zaman, maktulün diriltilmesini ortaya koyduktan sonra manasının kasdedilmesi muhtemeldir. Çünkü rivayet edildiğine göre bu maktul, katili gösterince katil maktulün yalan söylediğini söylemek, bunu inkâr etmeyi sürdürmüş, fitne çıkarmayı arzulamış, hatta ona bir topluluk da yardımcı olmuştur. İşte bu durumda Cenab-ı Hak onları, bu gibi ayetler kendilerine zuhur ettikten sonra, buyurarak onların kalplerinin böylesi mucizelerin zuhurundan sonra bile, katılık hususunda taş gibi olmakla vasfetmiştir.

Keza Allahü Teâlâ'nın, (......) ifadesinin, O'nun Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ın elinde ortaya koyduğu apaçık delilleri ve büyük nimetlerin tamamına işaret olması da muhtemeldir. Çünkü o yahudiler, bu ayetleri çok çok müşahede etmelerinden sonra bile, Hazret-i Musa'ya itiraz etmeyi ve inatlaşmayı terketmediler. Bu onların Tih çölündeki kıssalarını bilen kimse için açık bir keyfiyettir.

Taştan da Daha Katı Kalbler

Hak teâlâ'nın, (......) ayetine gelince, bunda birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

(......) Edatının Buradaki Muhtemel Mânaları:

(......) kelimesi tekrarlamak, dolaştırmak (terdid) ifâde eder. Bu ise, gaybleri hakkıyla bilen Allah'a yakışmaz. Bu sebeple te'vil etmek, yani uygun mânâ vermek gerekir. Bu te'vil birçok yöndendir:

a) Tıpkı Cenab-ı Hakk'ın:"Yüzbin ve daha fazla kimselere"(Saffât, 147);

"Ziynetlerini göstermesinler; kocaları ve babaları hariç..."(Nur, 31);ve:

"Kendi evinizden ve babalarınızın evinden yemenizde... "(Nur, 61) âyetlerindeki lafızları nasıl. mânasında ise, burada manasındadır Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın:

"Umulur ki öğüt alır ve korkar"(Taha. 44) ve: "Kötülüğü yok etmek ve korkutmak üzere, zikri getiren meleklere (andolsun)" (Mûrselat, 5-6) âyetleridir,

b) Allahü Teâlâ, onu kullarına mübhem bırakmayı istemiş ve böyle buyurmuştur. Tıpkı, onu arkadaşına açıklamamayı istediği zaman, ikisinden birini yediğinde şüphe etmediği halde, bir kimsenin başkasına, "Ekmek veya hurma yedim" demesi gibi...

c) Maksat onun taş gibi olmasıdır. "Kalblerden, taştan daha fazla sert ve katı olanlar vardır" demektir.

d) İnsanlar, onların kalblerinin durumlarına muttali oldukları zaman, "Kalbler taş gibidir veya taştan daha katıdır" derler. Bu Allah'ın:

"Aralarındaki mesafe İki yay mesafesi ya da daha az İdi" (Necm, 9) âyetinde de murad edilmiştir. Yani "size ve sizin düşüncenize göre" demektir.

e) (......) kelimesi, (daha doğrusu) mânasındadır. Nitekim Araplar şöyle söylemişlerdir:

"Allah'a yemin ederim ki, sevgili için Selmâ mı, yoksa kavim mi, daha doğrusu herkes mi süslendi püslendi, bilemiyorum." Şair burada ile (yani: Daha doğrusu) kelimesini murad etmiştir.

f) Tıpkı senin, "Ben ancak tatlı veya ekşi yerim", yani "Benim yiyeceğim şey, bu iki şeyin dışına çıkmayıp, bu ikisi arasında dolaşır" demen gibidir.

Özet olarak, maksat, bu ikisi arasında bir tereddüt meydana getirmek değildir. Tam aksine ikisinin dışında olan şeyleri nefyetmektir.

g)İbaha ifâde eden bir harftir. Sanki "Eğer onların kalbleri bu ikisinden hangisine benzetilirse, doğrudur, yerindedir" denilmiştir. Tıpkı senin, "Hangisiyle oturursan isabet edersin; ikisiyle beraber oturduğunda da isabet etmiş olursun" manasında olmak üzere, (İster Hasan, ister İbn Sîrîn'in meclisine git, ) demen gibi...

Kalblerini Taşa Benzetmenin Aklî İzahları

Keşşaf sahibi şöyle demiştir manasında olmak üzere kâf harfine atfedilmiştir; bu takdire göre de muzâf hazfedilerek, muzâfun ileyh onun yerine getirilmiştir veya, "Veya kalblerin bizzat kendisi, daha fazla katıdırlar" manasında olmak üzere kâf harfine atfedilmiştir.

Üçüncü Mesele

Allah kalbleri, birkaç sebepten dolayı daha katı olarak nitelendirmiştir.

a) Şayet taş akıllı olsaydı ve onun karşısına bu mucize çıkmış olsaydı, şüphesiz o bu mucizeyi kabul ederdi. Nitekim Cenâb-ı Hak:

"Şayet biz bu Kur'an'ı bir dağa indirmiş olsaydık, o dağı huşu içerisinde ve Allah korkusundan parçalanmış görürdün" (Haşr, 21) buyurmuştur.

b) Taşta, her ne kadar katı olsa dahi, Allah'ın emriyle kendisinde meydana gelen şeyi kabul etmeme diye bir husus bulunmamaktadır. Tam aksine o, Allah'ın irâdesine göre hareket eder, O'nun çalıştırmasına, musahhar kılmasına karşı koymaz. Halbuki bunlar, kendilerine birbiri ardınca gelen mucizeler ve Allah tarafından peşpeşe verilen nimetlere rağmen, Allah'a itaat etmekten imtina ediyor ve kalbleri hakkı bilmek hususunda bir türlü yumuşamıyor. Bu tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın "Yerde bulunan bütün canlılar ve İki kanadıyla uçan bütün kuşlar, sizin gibi birer ümmettir. Biz bu Kitab'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar Rablerine toplanıp getirilirler. Âyetlerimizi yalanlayanlar ise, karanlıklar içerisinde kalmış sağır ve dilsizler (gibi) dirler"(En'am, 38-39) buyurduğu gibidir. Sanki mana, "İnsanoğlunun dışındaki canlıların her biri bir şeyin emrine verilmiş ve kendisinden istenilen şeye inkıyad etmiş birer ümmettir. Halbuki kâfirler, Allah'ın kendilerinden istediği şeyden imtina ediyorlar" demektir.

c) Veyahut da onların kalbi, taştan daha serttir. Çünkü taşlardan, bazı yönlerden istifâde edilir. Meselâ bazı hallerde onlardan su çıkar. Ama bunların kalblerine gelince, bu kalblerde kesinlikle hiçbir fayda yoktur ve onlar hiçbir şekilde, Allah'a itaat hususunda yumuşamazlar.

Mu'tezile'nin Yanlış Bir İstidali

Kadi şöyle demiştir. Onlarda, içine düştükleri küfre devamı yaratan zât Allah ise, daha nasıl onları bu şekilde kınaması uygun olur? Şayet Hazret-i Musa (aleyhisselâm) onlara hitap etmiş olsaydı, onlar da O'na: "Taşlarda sertliği yaratan zât, bizim kalblerimizde katılığı yaratan zâtın aynısıdır. Taşlarda nehirlerin fışkırmasını yaratan, bizde imanı yaratmak suretiyle, içine düştüğümüz durumdan bizi kurtarmaya da kadirdir. Allah bunu yapmadığına göre, bizim mazeretli olduğumuz ortadadır" deselerdi, şüphesiz onların Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya karşı getirmiş oldukları delilleri, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın onlara getirmiş olduğu delilden daha kuvvetli olurdu. Bu tarz sözler, defalarca, çeşitli zamanlarda, gerek takrir ve gerekse tefrî (meseleyi detaylı inceleme) bakımından geçmiştir.

Kalb Katılığının Çok İleri Derecede Olduğu

Allahü Teâlâ, (......) buyurmuş, (......) buyurmamiştir. Çünkü bu, katılığın çok ileri derecede olduğunu gösterir. Bir başkası da bunu: Allah, derecede olduğu mânasını kastetmemiş; ancak katılığı şiddetle vasfetmeyi kastetmiştir. Sanki şöyle denmiştir: Taşın katılığı şiddetlidir. Ancak onların kalpleri daha katıdır" diye izah etmiştir. (......) şeklinde de okunmuştur. Bir karışıklık söz konusu olmadığı için mufaddalûn aleyhin zamiri terkedilmiştir. Tıpkı senin, Zeyd kerimdir, Amr ise daha kerimdir" demen gibi... Sonra Hak teâlâ bu taşlardan bazan üç türlü faydanın meydana geldiğini, onların kalbinde ise hiçbir faydanın olmadığını beyan etmek sureti ile, bu taşları onların kalbinden üstün kılmıştır.

Bu üç faydanın ilki Cenâb-ı Hakk'ın "Öyle taşlar vardır ki içinden ırmaklar fışkırır" (Bakara, 74) âyeti ile bildirdiği şeydir. Bununla ilgili olarak birçok mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu âyetteki, (......) lafzı (......) şeklinde okunmuştur.Bu kendisine lam-ı farika lâzım gelen ve lâfzının hafifletilmiş şekli olan (......)dir. Allahü Teâlâ'nın:

"Onların hepsi de, muhakkak ki ihzaren huzurumuza getirilmişlerdir" (Yasin, 32) âyeti de böyledir.

Nehirlerin Akması Hakkında Bir İzah

Geniş ve çokça açılmak demektir.denilir, yani çıban uzunlamasına yarıldı... (......) kelimesi de bu köktendir. Mâlik İbn Dînar, (......) şeklinde okumuştur.Buna göre mâna, "Öyle taşlar vardır ki, yarılır da ondan nehirler olacak biçimde akan sular çıkar" şeklindedir. Feylesoflar, nehirlerin yerin içinde biriken buharlardan meydana geldiğini; eğer yer kabuğu yumuşak olursa bu buharların yerin kabuğunu yardığını ve ayrıldığını; eğer yer kabuğu sert ve taşlı olursa, bu buharların birleştiğini, sonrakilerin öncekilerle bir araya gelerek büyük bir yekûn teşkil ettiklerini, bu durumda onların fazlalaşmasından ve genişlemelerinden yer yarılarak, bu suların vadiler ve nehirler halinde aktığını söylemişlerdir.

Faydaların ikincisi, Allahü Teâlâ'nın, Öyle taşlar da vardır ki, onlar yarılıp, içinden su çıkar"âyetidir. Yani, taşardan yarılan, kendisinden su çıkan, böylece de akan bir nehir değil, kaynak olanlar vardır. Yani, taş bazan az, bazan da çok suyla nemlenir. Bunda, taşlarda rutubetin kaybolduğuna ve o rutubetin bazı durumlarda kendisinden su çıkacak ve nehirler halinde akacak kadar çok olduğuna, bazan da azaldığına bir delil vardır. Halbuki bunların kalbleri, son derece katıdır. Öğütlerden herhangi bir hususu kabul etmek suretiyle yumuşamaz, bu öğütleri kabul etmez ve hidâyeti kabul etmeye yönetmez.

Allahü Teâlâ'nın (yarılır, parçalanır) buyruğuna gelince, bu demektir. Tâ harfi sına idğâm edilmiştir. Tıpkı O'nun yani (Müddessir, 1); (Müzzemmil, 1) âyetlerinde olduğu gibi. Üçüncü fayda, O'nun "Öyle taşlar da vardır ki Allah korkusundan yere yuvarlanırlar" âyetidir.

Allah Korkusundan Taşın Düşmesi Ne Demektir?

Bil ki burada bir müşkilât vardır. O da şudur: Allah korkusundan dolay yere düşmek, akıllıların ve canlıların vasfıdır. Halbuki taş, cansızdır. Dolayısıyla Allah korkusundan dolayı bu yere düşme mânası, taşta tahakkuk etmez. İşte bu müşkilâttan dolayı bu ayet hakkında birçok görüş zikredilmiştir:

a) Özellikle Ebü Müslim'in görüşüdür. Buna göre Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesindeki zamir, kalblere racidir. Çünkü kalblerin haşyet içinde olması uygun olur. Taşlar hakkında haşyet caiz olmaz. Taşlar zikredildiği gibi, kalbler de daha önceden zikredilmiştir. Bu konuda söylenen en son söz, taşların zikredilenlerin en yakın olmasıdır. Ne var ki bu haşyet vasfı, taşlara değil de kalblere yakışınca, zamiri taşlara değil de kalblere râci kılmak gerekmiştir.

Alimler, Ebû Müslim'e iki bakımdan itiraz etmişlerdir:

1) Allahü Teâlâ'nın, "Onlar taş gibidirler veya daha katı" ifâdesi tam bir cümledir. Daha sonra Cenâb-ı Hak söze tekrar başlayarak taşın durumunu "Öyle taşlar vardır ki, onlardan nehirler fışkırır" diyerek, anlatmıştır. Bu sebeple, O'nun: "Öyle taşlar da vardır ki Allah korkusundan düşerler" âyetindeki zamirin de, ona, taşa raci olması gerekir.

2)Yuvarlanmak, kalblere değil, taşa yakışır. Bu sebeple, hubûtu (yuvarlanıp düşme) tevil etmek, haşyeti te'vilden daha evlâ değildir.

b) Müfessirlerden bir topluluğun görüşüdür. Buna göre deki zamir, taşa racidir. Ancak biz taşın diri ve akıllı olmadığını kabul etmiyoruz. Bunun izahı şöyledir. Bundan maksat, Rabbi kendisine tecelli ettiğinde parçalanan Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın dağıdır. Bu böyledir, çünkü Cenâb-ı Hak onda hayatı, aklı ve idraki yaratmıştır. Bu Allah'ın kudretine nazaran, imkânsız görülmez.

Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın:

"Derilerine, niçin bizim aleyhimize şahitlik yaptınız? dediler. Onlar da, bizi, dediler, her şeyi söyleten Allah söyletti"(Fussılet, 21) âyetidir. Allah deriyi konuşturduğu, ona işitme va akletme kaabiliyeti verdiği gibi, dağa da korku kabiliyeti verebilir. Ve yine Cenâb-ı Hak:

"Şayet biz bu Kur'an-ı bir dağa indirseydik, sen onu huşu içinde ve Allah korkusundan parçalanmış olarak görürdün"(Haşr, 21) buyurmuştur. Âyetin takdiri şöyledir: "Allahü Teâlâ şayet o dağda akıl ve anlayış yaratmış olsaydı, işte bu şekilde olurdu."

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıkarken, minber olarak üzerine çıktığı kütüğün inlediği rivayet edilmiştir. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den, peygamberliğinin ilk devrelerinde vahyi müteakip evine dönerken taşların ve ağaçların kendisine selâm verdiği, bunların hepsinin, "Ya Resûlallah, sana selâm olsun" dedikleri rivayet edilmiştir. Âlimler, bazı taşlarda Cenâb-ı Hakk'ın akıl ve anlayış yaratması ve böylece onda bir haşyetin meydana gelmesinin imkânsız olmadığını söylemişlerdir.

Mû'tezile, bu te'vili kabul etmemiştir. Çünkü onlara göre, bünye ve yaratılışın mutedil ve dengeli olması, hayatı ve aklı kabul edebilmenin şartıdır. Bünyeyi şart koşmalarının tek sebebi, bunu imkânsız sanmalarıdır, yoksa hiç bir delilleri yoktur. Bu sebeple onlara iltifat edilmemesi gerekir.

c) Müfessirlerden ekseriyetin görüşü olup buna göre, daki zamir, her ne kadar taş akledemeyip anlayamazsa bile, taşa aittir. Onlar bu görüşlerine dair çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

1) Taşlardan, bulundukları yüksek yerlerden yuvarlanıp da, aşağılara inenler vardır. Ama bu kâfirler inadlarında ve kibirlerinde devam etmektedirler. Buna göre, sanki yüksekten inmek, bir inkiyâd misâli olarak verilmiştir. Allah'ın: desi "şu manaya gelir. Şayet bu iniş ihtiyarî olan ve akıllı kimse tarafından yapılmış olsaydı, bu Allah'tan olan haşyetten ötürü olmuş olurdu. Bu tıpkı Cenâb-ı Hakkın:

"Derken oradan yıkılmak isteyen bir duvar buldular da, Hızır onu doğrulttu"(Kehf, 77) âyeti gibidir. Yani, kendisinde eğilme bulunan duvar, demektir. Yere düşmenin yakın olması ise, şayet böyle bir şey canlı ve irade sahibi birinden zuhur etmiş olsaydı, bu şey yıkılmayı istemiş olurdu. Araplardan birisinin şu sözü de böyledir: "Alacalı (siyahlı beyazlı) atların ağıllarından uzaklaştığını ve tepelerin o atların tırnakları altında secdeye kapandığını görürsün." Cerîr'in şu şiiri de böyledir:

"Zübeyr'in haberi geldiği zaman, şehrin surları ve huşu içindeki dağlar eriyip inceldiler."

Birinci şair, tepelerin atlara karşı koyamayıp üzerlerine onların izlerinin çıkmasını, tepelerin at tırnaklarına secde etmesi şeklinde göstermiştir. İkinci şâir de şehir halkının feryadını huşu gibi saymıştır. İşte mütefekkirler Allahü teâlâ'nın: "Yedi gök ile yer ve hurdamı içinde bulunan varlıklar Onu tesbih ederler. Hiçbirşey hariç olmaksızın hepsi O'nu hamd ile tesbih eder'(İsra, 44). Göklerde ve yerde olan her varlık Allah'a secde eder...(Nahl, 49)

"Gövdesi olmayan bitkiler de, ağaçlar da Allah'a secde ederler "(Rahman, 6) âyetlerini bu izah tarzına göre te'vil etmişlerdir.

2) Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğu, "Allahü teâlâ kullarının kendisini sayması, korkarak dua ve niyaz ile, tevbe ile kendisine sığınmaları ihtiyacını uyandırmak için zelzeleler meydana getirir. Bu depremlerde yuvarlanan, yanlan, birbirinden ayrılıp giden taşlar bulunur" demektir. Bunun hakikati şudur: Şiddetli zelzelelerde taşların yuvarlanmasından asıl maksad, kulların kalbinde Allah korkusunun meydana gelmesi olduğu için, bu korku o yuvarlanmanın bir illeti, sebebi gibi olmuş olur. Buna göre bu âyetteki, edatı "ibtidâ-i gaye" için olur. Bu sebeple Allah'ın, buyruğunun manası, "Kalblerde Allah korkusunun meydana gelmesi için..." şeklinde olur.

3) Bu, Cübbâi'nin söylediği görüştür: O, âyette geçen taşı, "Allah tarafından kulları korkutmak ve vasıtası ile kulları kötülüklerden menetmek için bulutlardan inen dolu" diye tefsir ederek: âyeti, "Allah korkusu ile, yani kulları korkutmak için veya Allah'tan korkmaya sebeb olacak bir şey için iner" manasınadır" demiştir. Nitekim "Kur'an inerek şunu haram kıldı, şunu da helâl kıldı" denilir. Bu "haramı ve helâli insanlara gerekli kılmak için inmiştir" manasına gelir" demiştir. Kâdî (Abdulcebbar): "Bu te'vil, bir zaruret olmadığı halde zahirî manayı terketmektir. Çünkü doluya taş denmez. Zira her nekadar o şiddetli olarak ve büyük büyük yağsa da, aslında sudur. Ona "taş" demek yersizdir.

Cenâb-ı Hakk'ın: "Allah, sizin yaptıklarınızdan habersiz (gâfil) değildir" âyetinin manası'Allahü teâlâ, şu kalpleri katılaşan kimseleri gözetliyor, yaptıklarını tesbit edip muhafaza ediyor. Bu amellerine hem dünyada hem de âhirette karşılık verecektir" demektir. Bu aynen:"Senin Rabbin unutmaz "(Meryem, 64) âyeti gibidir. Bu âyette, günahlardan sakınıp Allah'a itaat etsinler diye İsrâiloğullarına ilâhî bir tehdid ve büyük bir korkutma vardır.

İmdi şayet: "Allah'ın, "gafil değildir" diye nitelendirilmesi doğru olur mu?" denilirse, deriz ki: Kâdî bunun doğru olamayacağını, zira bunun, Allah hakkında gafletin olabileceği vehmini uyandıracağını söylemiştir. Halbuki durum hiç de böyle değildir. Çünkü bir varlıkta bir sıfatın olmadığını söylemek:

"O Allah'ı ne bir uyuklama ne de bir uyku alır"(Bakara, 255)ve: "O doyurur, fakat doyurulmaz"(En'am, 14) âyetlerinin de göstereceği gibi, o sıfatın o varlık hakkında düşünülmesinin doğru olabileceği manasına gelmez.

Yahudilerin, Allah'ın Kelamım Bile Bile Tahrif Etmeleri

74 ﴿