75

"Onların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Halbuki onlardan bir zümre vardır ki, Allah'ın kelâmını dinlerler, onu anladıktan sonra, bunu hile bile, tahrif ederlerdi".

Bil ki Cenâb-ı Hak, buraya kadar yahudilerin atalarının kötü fiillerini zikredince, buradan itibaren de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bulunan yahudilerin kötü fiillerini açıklamıştır.Kaffâl (radıyallahü anh) demiştir ki: Allah'ın bu sûrede İsrailoğullarının kıssalarını zikretmesinde birkaç maksat vardır:

a) Bununla Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğine delil getirmek istemiştir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) herhangi bir öğrenimde bulunmadan, bunları haber vermiştir. Bu ise, ancak vahiy yoluyla mümkün olur. Bu delilden faydalanma hususunda Ehl-i Kitap ve Arablar müşterektirler. Ehl-i Kitab'ın müşterekliğine gelince, bu, onların daha önce bu kıssaları bilmeleri; arada herhangi bir farklılık bulunmaksızın, o kıssaları Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiklerinde, şüphesiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu kıssaları ancak vahiy yoluyla almış olduğunu anlamalarıdır. Arablara gelince, onların, bu haberler hususunda Ehl-i Kitab'ın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i tasdik ettiklerini müşahede etmiş olmalarıdır.

b) İsrailoğullarına verilen nimetleri ve horlanmış, köle edilmiş olmalarından sonra Allah'ın onları Firavun'un âlinden kurtarması, Allah tarafından onlara yardım edilmesi, onların hükümdarlar ve peygamberler yapılması, onlara yeryüzünde yerleşip hükmetme imkânının verilmesi, onlar için denizin yarılması, düşmanlarının yok edilmesi, Tevrat'ı indirmek suretiyle onlara nûr'un ve beyânın gönderilmesi; buzağıya tapmaları, ahidlerini bozmaları, Allah'ı açıkça görme istekleri gibi irtikâb etmiş oldukları günahlardan affedilmeleri, sonra onlara Tih çölünde taştan, tatlı suyun çıkarılması, onlara bıldırcın ve kudret helvasının indirilmesi ve bulutla gölgelendirilmek suretiyle güneşin hararetinden korunmaları gibi, onların seleflerine vermiş olduğu çeşitli ikram ve nimetleri sayıp dökmektir. Böylece Allah, eski ve yeni nimetlerini onlara hatırlatmıştır..

c) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrailoğullarının daha önce kâfir olduklarını, peygamberlerine karşı çıktıklarını, onlarla ihtilâfa düştüklerini, onlara karşı inâdlaştıklarını, onlara karşı direttiklerini ve bu hususta önceki ümmetlerden hiçbirinin yapmadığı kadar ileri gittiklerini haber vermesidir. Bu böyledir, çünkü İsrâiloğulları apaçık delilleri gördükten kısa bir müddet sonra, Hazret-i Musâ (aleyhisselâm) yanlarından ayrılır ayrılmaz, buzağıya tapınışlardır. Bu onların ahmak olduklarını gösterir. Sonra onlar o şehrin kapısından secde ederek girmekle ve, demekle emrolundukları, günahlarının bağışlanacağı, iyi olanlarına daha çok sevab verileceği vaadedildiği zaman onlar sözü değiştirmiş ve fâsıklardan olmuşlardır. Daha sonra kudret helvası ve bıldırcın etinin yerine buğday ve soğan istemişler, Hazret-i Musâ (aleyhisselâm)'ya iman ettikten ve kendisine inanacakları ve getirdiği şeylere uyacaklarına dâir verdikleri sözleri tutacaklarına teminat verdikten sonra Tevrat'ı kabul etmekten imtina etmiş de böylece tepelerine Tur dağı kaldırılmıştı.

Cumartesi gününde avlanmayı helâl sayarak haddi aşmışlardı. Sonra bir inek kesmeleri emredildiğinde, "Bizimle alay mı ediyorsun?" diyerek Hazret-i Musâ (aleyhisselâm)'ya sözle karşı çıkmışlardı.Sonra Allah'ın o ölüyü dirilttiğini gördükleri zaman kalpleri iyice katılaşmıştı. Buna göre sanki Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: Aralarındaki işleri, Allah'ın sayelerinde onları aziz kıldığı ve kölelikten, her türlü âfetten kurtardığı peygamberlerine karşı muameleleri de bu olunca, onların soyundan gelenlerin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yaptıkları şeyler normal sayılabilir. Binaenaleyh Hazret-i Peygamber ve ey mü'minler, onlardan gördüğünüz inâd ve haktan yüz çeviriş zorunuza gitmesin.

d) Sıralanan hadiselerde yahûdilerin atalarının başına gelenlerin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında mevcud olan Ehl-i Kitab'ın da başına gelebileceği hususunda onları ikâz etmektir.

e) Bu, yahûdilerin başına geldiği gibi, müşrik Arapların da başına bu gibi şeylerin geleceği hususunda onları ikâzdır.

f) Bu, Allah'ın kendilerini hiç yoktan yaratmasına inandıkları halde, yeniden diriltmesini kabul etmeyen müşrik Araplara bir delil getirmiştir. Cenâb-ı Allah'ın:"İşte Allah ölüleri böyle diriltir" âyetinden muradı da budur.Bunları iyice anladığında biz deriz ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onları hakka davet etmeyi ve onların imanı kabul etmelerini çok istiyordu. Onların inâd ve isyanları sebebi ile de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kalbi çok mahzun oluyordu. Böylece Allah, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanındaki Ehl-i Kitab'ın çok azının Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in tebliğini kabul etmesi ve uyması sebebiyle Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i teselli etmek için, apaçık delilleri müşahede etmelerine rağmen son derece inâd gösteren İsrâiloğullarının durumlarını Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatmış ve şöyle buyurmuştur:"Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz?" Bu ayette birkaç mesele vardır:

Yahudilerin Müslümanlara İnanmaları

Umumi Hitaptan Maksad, Husus Yani Hazret-i Peygamber'dir

Cenab-ı Allah'ın: ayetinde iki vecih vardır:

1) Ibn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bu hitap, sadece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) edır. Çünkü dine davet eden, esasında odur. Kabul edilecek ve uyulacak kimseden maksad da odur.Her nekadar ayetin lafzı umûmi ise de biz bu karineden dolayı onu, bu husûsi manaya hamlettik." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Medine'ye girip, yahudileri Allah'ın kitabına inanmaya davet ettiği ve onların da onu yalanladığı zaman Cenab-ı Allah'ın bu ayeti indirdiği rivayet edilmiştir.

2) Bu Hasan el-Basri'nin görüşüdür. Buna göre, ayetin muhatabları hem Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), hem de mü'minlerdir. Kadî, bu görüşün ayetin zahirine daha uygun olduğunu söylemiştir. Çünkü Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) her nekadar dine davet etmede, asıl ise de, sahabe içinde onları îmana davet edip delilleri açıklayan ve onların dikkatlerini o delillere çeken kimseler de bulunmaktaydı. Bu sebeple hem Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı hem de sahabeden böyle kimseleri kastederek, demiş olması doğru olur. Bu doğruolunca ayetin zahirini terketmenin izahı yoktur.

İmanı Umulanlar, Asr-ı Saadet'teki Yahudilerdir

"Size inanmaları" ayetinde kastedilen kimseler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zamanında yahudilerdir. Çünkü imanın umulması ve umulmaması onlar hakkında muteber olur, zira tama (ümid) şimdiki durum için olmayıp gelecek için doğru olur.

Maksad, mü'minlerin davet ettikleri dinin esaslarını itiraf ve kabul etmeleridir. Şayet imandan maksad Allah'a iman olsaydı ayetinde olduğu gibi Hazret-i Lût. Hazret-i İbrahim'in nübüvvetini ve onu tasdikini itiraf etmemiş olurdu. Bundan maksad, "Sizden ötürü, sizin söyleyip tasdik etmenizle sizin onları dine davetteki şiddetiniz sebebiyle inanacaklarını mı umuyorsunuz?" demektir. İzafet bunu ifade edebilir.

Üçüncü Mesele

Onların imanlarını uzak bir ihtimal görmenin sebebi olarak alimler birçok husus zikretmişlerdir:

İnanmalarının Az Muhtemel Olmasmın Sebepleri

1) Onlar Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ya bile inanmadıkları halde, size iman edeceklerini mi umuyorsunuz? Halbuki Hazret-i Musa (aleyhisselâm) Allah'ın onları zilletten kurtarıp, bütün dünyaya üstün kılmasına, peşpeşe mucizelerin ortaya çıkmasına ve düşmanlarının başına çeşitli belaların gelmesine sebep olmuştu.

2) Siz onların iman edip açıkça tasdik etmelerini mi umuyorsunuz? Halbuki onlar içinde hakkı bilenler bile, hakkı itiraf etmeyip, aksine onu değiştirip bozmuşlardır.

3) Bunların tefekkür ve istidlal yolu ile sizlere inanmasını mı umuyorsunuz? Bu nasıl olur? Çünkü onların atalarından bir kısım, Allah'ın sözlerini dinliyorlar, onların hak olduğunu biliyorlar, sonra da inad edip inanmıyorlardı.

Dördüncü Mesele

Bir kimse şöyle diyebilir: "Onlar, Allah'a iman etmekle mükelleftirler. O halde: "Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? ayetinin (yani size iman etmelerinin) manası nedir? Buna şöyle cevab verilir:

Allah'ın Kelamını Dinleyen Cemaat

Allahü teâlâ'nın: Oysaki onlardan birgrub..." ayetindeki bu grub hakkında alimler ihtilâfa düşmüşlerdir. Onlardan bir kısmı, "Bunlardan murad, Musa (aleyhisselâm) zamanında bulunanlardır. Çünkü Hak Teâla bunların Allah'ın kelamını dinlediğini söylemiştir. Allah'ın kelâmını dinleyenler ise mîkât ehli (Hazret-i Musa ile Tür dağına giden seçme grub)dir" demişlerdir. Bazı alimler de ayetteki ferik (cemaat)'ten muradın, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bulunan bir grubtur. Bu görüş doğruya daha yakındır. Çünkü; ayetindeki, zamiri kendinden önce zikredilmiş olan insanlara râcidir. Bu, ayeti ile kastedilen kimselerdir. Biz, imân etmeleri için arzu duyulan kimselerin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanındaki yahudiler olduğunu açıklamıştık. Buna göre, eğer "Allah'ın kelamını dinleyenler sadece mîkât ehlidir" denilirse, deriz ki, "Bunu kabul etmiyoruz. Aksine Tevrat'ı dinleyen kimseler hakkında da, "Onlar Allah'ın kelâmını dinlediler" denebilmektedir. Nitekim bizden birine Kur'an okunduğu zaman, "O Allah'ın kelâmını dinledi" denilir.

Kitabı Tahrif Etmeleri

Hak Tealâ'nın."Sonra onu tahrif ederler "ifâdesi ile ilgili birkaç mesele vardır:

Tahrifin Manası

Kaffâl şöyle demiştir: Tahrif, bozmak ve değiştirmek manasınadır. Bunun aslı, birşeyden dönmek ve meyletmek manasıdır. Nitekim Cenab-ı Allah:

"Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilenin, yahud diğer bir fırkaya katılıp yer tutanın hali müstesna..." (Enfal, 16) buyurmuştur. Tahrif, bir şeyi hakkından saptırmaktır. Bu manada, kalemin ucu hiç doğru olmayıp eğri olduğu zaman, denilir.

Tahrif, Ekseriya Lâfızda Olur

Kâdî şöyle demiştir: "Tahrif, ya lâfızda ya, manada olur Tahrifi, lâfzı değiştirme manasına hamletmek, manayt değiştirme manasına hamletmekten evlâdır.

Çünkü Allah'ın kelâmı, olduğu gibi kaldığı halde, onlar onun manasını değiştirdikleri zaman, kelâmın bizzat kendisini değil, manasını tahrif etmiş olurlar. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan yahudilerin dinledikleri ilahî kelâma ilâveler ve çıkarmalar yaptıkları rivayet edilmiştir. Binâenaleyh tahrifi bu manaya hamletmek mümkün olur ise, bu görüş daha evlâdır. Eğer bu mümkün olmazsa, tahrifi, indirilmiş olan ilâhî kitab olduğu gibi kalmış olsa da, onun manasını değiştirmeye hamletmek gerekir. Allah'ın kelâmı, Kur'an'ın zuhuru gibi, mütevâtir bir şekilde ortaya çıktığında onun lâfızlarını değiştirmek imkansız olur. Ama böyle olmadan önce, bizzat ilâhi kelamın lâfızlarını değiştirmek imkansız değildir. Ancak bu hususta teenni ile hareket edilerek, meselenin gözden geçirilmesi lazım. Eğer onların kelâm-ı İlâhi'yi değiştirmeleri, onun hüccet olması yönüne tesir ediyor ise, Cenab-ı Hak mutlaka buna müdahale eder. Eğer, bu hususta müessir değil ise, böyle bir değişiklik yapılmış olabilir. Buna göre ilâhî kelâm hususunda tahrif denince anlaşılması gereken, bizim söylediğimiz şekildeki taksimdir. Manadaki tahrife gelince bu bazan, kendisinden peygamberin maksadının ne olduğu bilinemeyecek şekilde olan sözlerinde olabilen bir değiştirmedir. Çünkü bir sözde peygamberin maksadı bilindiği zaman, bunları bildikleri için insanların bu sözlerin manasına tahrif etmeleri imkansız olur. Nitekim bir kimsenin te'vîl ederek, domuz ile meyte (ölü hayvan) etinin ve kanın haramlığını, başka bir manâya hamletmesi imkansızdır.

Mâna Veya Lafız Tahrifi Hakkında

Bil ki biz, eğer, "Bu tahrifcilerin, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) zamanındaki kimseler olduğunu söyler isek, gerçeğe en Yakın olan, onların Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ilgili olmayan ayetleri değiştirmiş olmalarıdır. Rivayete göre, yahûdiler içinden seçilen yetmiş kişi (ehl-i mîkât), Tür dağında Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ile konuştuğu zaman Allah'ın sözünü, emirlerini ve yasaklarını duydular. Sonra: "Allah'ın sözünün sonunda, "Eğer bu işleri yapabilirseniz yapınız. Ama yapamazsanız bunda bir beis yoktur" dediğini duyduk" dediler. Ama eğer bu tahrifcilerin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanındaki yahûdiler olduklarını söyler isek, bundan maksadın onların Hazret-i Peygamber'le ilgili ayetleri tahrif ettiklerini söylemek akla daha yakındır. Bu ya onların Hazret-i Peygamberin vasıfları ile ilgili yerleri Tevrat'ta tahrif ettikleri, yahut da recm ayetini tahrif ederken yaptıkları gibi seri hükümleri tahrif ettikleri için söylenmiştir. Kur'an'ın zahiri onların neyi tahrif ettiklerini göstermez.

Bazılarının Tahrifi İle Diğerlerinin İmanından Ümit Kesilmemesi

Bir kimse şöyle diyebilir: "Bazılarının tahrife yeltenmeleri yüzünden, geriye kalanların imânından nasıl ümîd kesmek gerekir? Çünkü bir kısmının inâd etmesi, diğerlerinin imânına engel olamaz?" Kaffâl bu soruya şöyle diyerek cevab vermiştir: Mananın şöyle olması muhtemeldir: Bunlar nasıl imân etsin ki. Dinlerini sırf inâd olsun diye tahrif eden bir topluluktan atıyor ve onlardan öğreniyorlar. Buna göre işte onlar, onlara ancak tahrif ettiklerini ve yerinden değiştirdikleri şeyi öğretiyorlar. Taklitçiler, ancak bunu kabul eder, Hakk'ın sözüne iltifat etmezler. Bu, tıpkı senin birisine Yani "Senden aldıklarını ondan almaya devam edip, başkasından bîr şey almazsan, nasıl iflah olursun?" demen gibidir.

Beşinci Mesele

Alimler, Hak teâlâ'nın: hitabı hususunda ihtilâf ederek, bir kısmı şöyle demiştir. Allah, bu fırkanın iman edeceğine dair onların ümidini sona erdirmiştir. Bunlar belirli bir cemaattir. Diğerleriyse şöyle demiştir: Allah o mü'minleri onların iman etmelerinden me'yûs kılmamış, ancak onların içine düştükleri tahrif, tebdîl ve inâd etme gibi hallerden dolayı, onların iman etmelerini uzak ihtimal görmek cihetinden, mü'minleri me'yûs düşürmüştür. Alimler şöyle demiştir: Bu, kölelerimizin ve hizmetçilerimizin, beldelerimize mâlik olmayacaklarını beklemiyor ve ummuyoruz. Sonra, onların beldelerimize o mâlik olamayacaklarına dair kesin bir hüküm vermiyor, ancak bunu uzak görüyoruz.. Birisi şöyle diyebilir; Allahü Teâlâ'nın, sözü, inkâr yoluyla zikredilmiş bir istifhamdır. Bu ise, onların kesinlikle iman etmiyecekleri hususunda bir kat'tlik ifâde eder. Buna göre, Allah'ın, iman etmiyeceğini haber verdiği kimsenin iman etmesi imkânsızdır. Bu durumda, haberle kjili olarak söylenen sözler, aynısıyla geri döner.

Cenab-ı Hakk'ın, (......) ifadesine gelince, bundan maksat onların o sözün doğruluğunu ve onların uydurdukları şeyin bozukluğunu bildikleri halde, bu hususa, inâd ederek, kasıtlı olarak yönelmeleridir. İşte bu sebepten ötürü sözün onlardan âlim olanlara hamledilmesi gerekir. Onlar bunu Allah'ın daha sonra: Ve onu az bir değer mukabilinde sattılar" (Al-i İmran, 187) ve: Onu, atalarını tanıdıktan gibi tanırlar" (Bakara, 146) ayetlerinde de izah ettiği gibi, bir tür çıkar için yapmışlardır. Onların sayılarının az olması da gerekir.Çünkü kalabalık bir topluluğun inanmış olduğu şeyleri gizlemesi mümkün değildir. Çünkü biz bunu mümkün gördüğümüzde, her nekadar sayı çoğalsa da, Hakk'a bağlı olan, bâtılı kabul edenden ayrılamaz.

"Bile Bile" İnkar Etmelerinden Maksad

Cenab-ı Hakk'ın (......) sözüne gelince, birisi şöyle diyebilir: "Cenab-ı Hakk'ın, "herhangi bir faydası olmayan bir tekrardır..." Kaffal, bunu iki şekilde cevaplamıştır:

a) Onlar Allah'ın neyi murad ettiğini iyice anladıktan sonra, onu, Allah'ın muradının o olmadığını bildikleri, bozuk bir şekilde te'vil ettiler.

b) Onlar, Allah'ın muradını anlamışlar ve bozuk te'vilin, kendilerine Allah tarafından bir ceza ve günah kazandıracağını bilmişlerdir. Günah olduğunu bildikleri şeyi kasıtlı olarak değiştirdikleri zaman, onların kalblerinin katılığı daha fazla ve cüretleri de daha büyük olur. Bundan maksat, Hazret-i Peygamberi onların inadlarına karşı teselli etmek ve O'na sabır vermek ve onların inadları da daha büyük olunca, bu teselli konusunda son derece müessir olmuş oldu.. Ayette iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Kadı, Allahü Teâlâ'nın: Bize iman etmelerini mi umuyorsunuz?"ifadesinin, yukarıda tefsiri geçtiği şekilde, onların imanının kendi taraflarından yapıldığını gösterir. Çünkü, eğer iman, Allah'ın onlarda yaratmasıyla olsaydı, daha önce zikredilen grubun sıfatından dolayı, onların imanlarını ummak durumu değişmez ve bunun, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve mü'minler için bir teselli olması doğru olmazdı. Çünkü bu görüşe göre, onların iman etmek hususundaki durumları, Allahü Teâlâ'nın bunu yaratmasına bağlıdır. İmanın zail olması ise, Allah'ın onlarda o imanı yaratmamasına bağlıdır.

Bir başka yönden de şöyle diyebiliriz: Bu, onların tahrif ettikleri şeyin doğru olduğunu bile bile, tahrîf konusundaki davranışlarından ötürü, haketmiş oldukları günahı Allah'ın büyük göstermesidir. Eğer bu, Allah'ın yaratmasıyta olsaydı, onların bilerek veya bilmeyerek olmasıyla netice değişmezdi. Allahü Teâlâ'nın zemmederek, tahrif işini onlara nisbet etmesi bunu gösterir. Bil ki bu husustaki söz (yani Kâdî'ye verilecek cevap) defalarca ve çeşitli tarzlarda geçmiştir; bunu burada tekrarın faydası yoktur..

İkinci Mesele

Ebû Bekr er-Razî şöyle der: Ayet, inatçı âlimin cahile göre istikameti bulmaktan daha uzak bir durumda olduğunu ve ondan ümid kesilmesinin daha makul olduğunu gösterir. Zira ayet, hakkı bilerek inatçılık etmeleri sebebiyle, onların yola gelmeleri ümidini izale etmektedir.

Yahudilerin Peygamberimizle İlgili Gerçeği Saklamaları

75 ﴿