79"Onların içinde, Kitâb'ı bilmeyen ümmiler vardır. Bildikleri sadece bir sürü asılsız şeylerdir ve ancak zanda bulunurlar. Onu az bir değer karşılığında satmak için elleriyle kitabı yazıp sonra da: "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Vay ellerinin yazdıklarından ötürü başlarına geleceklere! Vay kazanmakta oldukları şeyden dolayı onlara!" . Bil ki, Cenab-ı Hakk'ın: "Onlardan ümmîler vardır" sözüyle murad edilenler yahudilerdir. Çünkü, Cenab-ı Hak onları inadla niteleyip, onların inanmalarını ummayı ve beklemeyi izâle edince, artık onların fırka ve gruplarını açıklamıştır. Buna göre: Birinci fırka, sapmış ve başkalarını da sapıtmakta olan fırkadır ki bunlar, Kitabın kelimelerini yerinden değiştirmekte ve oynatmaktadırlar. İkinci fırka, münafıklardır. Üçüncü fırka, münafıklarla mücadele edenlerdir. Dördüncü fırka, bu ayette zikredilenlerdir ki, bunlar okuması ve yazması olmayan, taklide tâbi olan ve kendilerine söyfenenleri kabul eden ümmî tabakasıdır.. Bu sebepten dolayı Cenâb-ı Hak, imanı kabul etmekten kaçınanların bu imtinâlarının sebebinin tek olmadığını, aksine onlardan her tabakanın bir red ve imtina sebebi olduğunu açıklamıştır. İmdi her kim, Allahü Teâlâ'nın yahudilerin fırkalarına dair zikretmiş olduğu açıklamaları düşünür ve tezekkür ederse, bu hususun, ayniyle bu ümmet .cinde de bulunduğunu görecektir. Çünkü onlar içinde Hakk'a karşı inâdlaşan, başkalarını saptırmaya gayret eden kimseler olduğu gibi, aynı şekilde orta yolu takib eden, yine taklide tâbi olan sırf ümmî kimseler de bulunmaktadır. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Alimler "ümmî" kelimesinin manasında ihtilâf ettiler- Bazıları 'O, ne bir kitabı ne de bir peygamberi ikrâr etmemiş kimse manasınadır" derken, diğerleri "Okur-yazar olmayan kimse manasınadır" demişlerdir. Bu ikinci görüş daha doğrudur. Çünkü ayet yahudiler hakkındadır. Yahudiler ise Tevrat'ı ve peygamberlerini ikrâr ediyor, kabul ettiklerini söylüyorlardı. Halbuki Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem):, Biz ümmi bir ümmetiz, yazı yazmayı ve tiesab yapmayı bilmeyiz Buhari, Savm, 13. buyurmuştur. Bu hadis.de ikinci görüşün doğruluğuna delâlet eder. Ayrıca Hak teâlâ'-nın: "Kitabı bilmezler buyruğu da ancak bu görüşe uygun düşmektedir. (......) kelimesi, (......) kelimesinin cem'idir. Bu kelimenin, temelde aynı olan birbirine yakın birçok manaları vardır: 1) Bu, insanın tahayyül ettiği, aklında meydana gelebileceğine karar verdiği ve olacağından bahsettiği şey, yani "kuruntu" dur. Arapların, "Falan zat, falan zata vaaâde bulunuyor ve ona boş ümid veriyor" sözü ve Allahü teâlâ'nın: "(Şeytan) onlara vaa'd eder, onları olmayacak kuruntulara düşürür. Halbuki şeytan onlara, aldatmadan, başka birşey vaa'd etmez" (Nisa, 120) ayetindeki , kelimesi bu manayadır. Biz (kelimesini bu mânâda tefsir edersek), ayeti, "Onlar ancak, hatalarından dolayı Allah'ın kendilerini muaheze etmeyeceğini, peygamber atalarının kendilerine şefaatçi olacağını zannederler, din adamları da, "Cehennem azabının ancak sayılı birkaç gün onlara dokunacağı" kuruntusunu verir" manasına getir. 2) "Ancak alimlerinden duyup onları taklid ederek kabul ettikleri uydurma yalanlar" manasınadır. Bir bedevî İbn De'be'ye söylediği bir şey hakkında şöyle demiştir: Bu rivayet ettiğin bir şey mi, temmenni ettiğin birşey mi, yoksa uydurduğun bir şey midir? 3) "Ancak okudukları şeyleri..." manasınadır. Bu mana da, Arapların: "Allah'ın kitabını ilk gecede okudu" ifâdesinden alınmıştır. Keşşaf sahibi şöyle demiştir: "Kelime, "Takdir etti, düşündü" manasına gelen (......) fiilinden türemiştir. Çünkü temennide bulunan bir kimse, kendi kendine bir takdir ve tahminde bulunup, olmasını arzu ettiği şeyin olabileceğini düşünür. "Uyduran ve okuyan kimse de, şu kelimeden sonra şu kelimenin gelmesini takdir eder, düşünür". Ebu Müslim şöyle demiştir: Bu lâfzı, kalbin temennisi manasında anlamak, Allah'ın: "Onlar, "Cennete ancak yahüdi veya hıristiyan olanlar gireceklerdir" dediler. Bu onların temennileridir" (Bakara, 111) ayetinin delâletine göre, daha evlâdır. Cenab-ı Allah: "(İş) ne sizin temennilerinizle, ne de Ehl-i kitab'ın kuruntulanyla (olup bitmiş) değildir. Kim bir kötülük yaparsa, onun cezasını görür" (Nisa, 123); "Bunlar onların tenennileridir. Onlara: "Haydi delillerinizi getirin" de" (Bakara, 111); Ve: "Onlar, "Bu (hayat), dünya hayatımızdan başka birşey değildir. Ölüyoruz, yaşıyoruz. Bizi zamandan başka birşey helak etmiyor" dediler. Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yok. Onlar sadece zanları üzere konuşuyorlar" (Casiye, 24) buyurmuştur. Bütün bu ayetlerdeki ümniye ve zan kelimeleri, "Düşünüp tahmin ediyorlar" manasınadır. Ekseri âlimler şöyle demiştir: Bu kelimeyi "okumak, okudukları şey" manasına hamletmek daha evlâdır. Nitekim: O birşey okuduğu zaman, şeytan onun okumasına birşey atmıştır" (Hacc, 52) buyurulmuştur. Ve, zira bu kelimeyi "okuma" manasına almak, ayetteki is-:snaya da daha uygundur. Çünkü biz kelimeyi bu manaya hamlettiğimiz kelimenin istisna ile bir alakası olmuş olur. Buna göre de sanki Cenab-ı Hak bu ayette: " Onlar kitabtan ancak kendilerine okunup da dinledikleri miktarı, kendilerine anlatılıp da kubul ettikleri miktarı bilirler. Sonra onlar bunlar özerinde tefekkür etmeye muktedir olamazlar" buyurmaktadır. Eğer kelime, uydurma sözler, yalanlar, zan, insanın düşünüp karar verdiği şeyler manasına hamledilir ise, bunda istisna yapmak çok nâdir birşey olur. Cenab-ı Hakk'ın: "Lâkin birtakım ümniyeler bilirler" ifâdesi "istisnâ-i munkatı"dır. Şâir Nâbiğa şöyle demiştir: "Güçlü olmayan bir yemin ettim. Çünkü gâlbteki bir kimse hakkında bilgimiz yok, İâkin hüsnü zannım vardır." Ayetteki, (......) kelimesi, şeddesiz olarak, (......) şeklinde de okunmuştur. Cenab-ı Allah'ın: "Onlar ancak tanda bulunuyorlar" ifadesi, bizim söylediğimizin sanki gerçek olduğunu göstermektedir. Çünkü eğer, (......) kelimesi ile, "aslı olmayan işleri var diye düşünüp takdir etmek" manası murad edilir ise, ki bu "zan" demektir, o zaman burada bir tekrar olmuş olur. Birisi: "Zan başkadır, gönülden, akıldan geçen düşünce başkadır. Binaenaleyh bu ayette bir tekrarın olması gerekmez" diyebilir. Biz kelimeyi "okunan şey, okumak" manasında alır isek ayetin manası daha güzel olur. Buna göre Cenab-ı Allah sanki, "Onlardan, kitabı ancak kendilerine okunması ve onu dinlemeleri yolu ile, ancak kitabın te'vili istendiği gibi kendilerine söylenmesi ve onu doğru zannetmeleri yolu ile bilenler vardır" buyurmakta ve bu yolun insanı hakikate ulaştırmadığını beyân etmektedir. Bu ayette bazı meseleler vardır: 1) Marifetler (bilgiler), sonradan kazanılır, zarurî değildir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, bilmeyen ve zanna göre hareket eden kimseleri zemmetmiştir. 2) Taklid, kesinlikle temelsizdir. Bu müşkildir. Çünkü ferî (ikinci derece meselelerde, fıkhî hükümlerde) taklit bize göre caizdir. 3) Başkalarını saptıran kimse zemmedildiği gibi, onun saptırmasına aldanarak sapan kimse de zemmedilir, kınanır. Çünkü Cenab-ı Hak, bu durumda oldukları halde, onları kınamıştır. 4) Dinin temel meselelerinde (yani itikadı meselelerde), zan ile yetinmek caiz değildir. En iyi Allah bilir. Hak teâlâ'nın: "Yazıklar olsun..." ifâdesi hususunda alimler şöyle demişlerdir: her üzüntülü, zorda kalmış insanın söylediği bir kelimedir." İbn Abbas (radıyallahü anh), "Elem veren azabdır" demiş. Süfyan-ı Sevri'den, onun cehennemdekilerin bederilerinden akan irin manasına olduğu rivayet edilmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir. "O (Veyl), cehennemdeki bir vadidir. Kâfir, o vadinin dibine ulaşıncaya kadar kırk sene aşağı doğru düşer". Müsned, 1/430, 11/197. Kâdî de şöyle demiştir: "Veyl, son derece va'-îd ve ilâhî tehdidi ifâde etmektedir." Veyl ister cehennemdeki bir vadinin ismi olsun ister büyük azab mânâsına olsun, Kâdî'nin söylediği manada şüphe yoktur. Allahü Teâlâ'nın: "Elleriyle kitabı yazıyorlar" ifadesinde iki vecih vardır: 1) Bir adama yazması emredildiği zaman, (yazdım) der. Buna göre "elleriyle" ifâdesinin manası, "Onlardan bu yazma işi ancak bu şekilde vâki oldu" şeklinde olur. 2) Bu ifâde te'kid içindir. Burası te'kid yapılması güzel olan bir yerdir. Nitekim sen, yazdığı şeyi bildiğini inkâr eden kimseve: "Ey falan, bunu sen elinle yazmıştın" dersin. Cenab-ı Allah'ın: "Sonra da bu Allah indindendir, diyorlar" ayetinden murad, bu yazma işini yapan ve bu fiili işleyen kimselerin son derece aşağılık kimseler olduğunu anlatmaktır. Çünkü onlar dinden saptıkları gibi başkalarını da saptırmışlar, ahiret saadetlerine karşılık dünyayı satın almışlardır. Bundan dolayı onların günahı başkalarınınkinden daha büyüktür. Çünkü malumdur ki başkalarına zarar verecek bir yalanın günahı daha büyüktür. Allah'a karşı yalan söyleyen, bu yalanına saptırma işini ilâve eden, bu ikisine dünya sevgisini ekleyip onu elde etmek için hileler kuran, bunlara ilaveten ömür boyu devamlı olarak insanları sapıtacakları bir yola sevkeden bir kimsenin günahı artık nasıl olur İyi düşünülsün? İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah onların yaptıkları bu işin büyük (bir günah) olduğunu bildirmiştir. Eğer "Hak teâlâ onların İki durumunu hikâye etmiştir: Birisi kitab yazmaları, diğeri de o yazdıklarını yalan söyleyerek Allah'a isnâd etmeleri.. Ayetteki bu tehdid ya onların kitab yazmalarından, veya yazılan şeyi Allah'a isnâd etmelerinden, veyahut da her ikisinden dolayıdır" denilir ise deriz ki: Başkalarını saptırmak için bâtıl, asılsız şeyler yazmak kötü fiillerdendir. Allahü teâlâ hakkında yalan söylemek de böyledir. Ama bu ikisini birden yapmak gerçekten çok büyük bir günahtır. "Az Bir Değer Karşılığında Satma" Ne Demektir? Cenab-ı Hakk'ın: "Onu az bir pahaya (fiyata) satmak için" ifâdesi iki şeye işaret etmektedir: 1) Bu, onların son derece bahtsız (şâkî) olduklarına işarettir. Çünkü akıllı olanın, dünyevî çok bir ecir karşılığında âhirette az bir vebale bile razı olmaması gerekir. Öyle ise onun, dünyevî değersiz bir menfaat yüzünden âhirette büyük bir azaba düşmeyi göze alması nasıl makul olabilir? 2) Bu ifâde, onların bu tahrifi, dînî bir iş olarak değil, mal ve makam elde etmek için yaptıklarını gösteriyor. Bu, karşılıklı rıza olsa bile bâtıl bir şeye karşılık mal almanın haram olduğuna delâlet eder. Çünkü onlara verilen mallar severek ve rızâ ile veriliyor idi. Bununla beraber Cenab-ı Allah, bunun haram olduğuna dikkat çekmiştir. Cenab-ı Allah'ın: "Elleri ile yazdıkları şeylerden dolayı onlara yazıklar olsun" buyruğundan murad şudur: Onların sırf yazmaları dahi tek başına büyük bir günahtır. Keza bunlara karşılık mal ve para almaları da ayrıca büyük bir günahtır. Bundan dolayı, "veyl" sözü yaptıkları iş için tekrar edildi. Eğer tekrar edilmemiş olsaydı, "Bu iki işi (yani kitab yazıp onu Allah'a isnâd etme işi) birlikte büyük va'îdi gerektirmiştir, yoksa tek tek değil" denebilirdi. Ama Cenab-ı Allah bu şüpheyi böylece gidermiştir. Müfessirler ayetteki, "Ve kazandıklarından dolayı.." ifâdesi hususunda, bundan murad "Sadece bu yazma ve tahrif için kazandıklarından dolayı" manası mıdır; yoksa "diğer günahlarından dolayı" manası mıdır? diye alimler ihtilâf etmişlerdir. Söz dizisine en uygun olan bu ayette kastedilenin, onların bu yolla aldıkları anlatılan mallar olmasıdır. Fakat umûmî olması itibarı ile, bu ifâdenin herşeye şâmil olması da doğru olur. Fakat onların kazançları bu kayıd ile kayıtlanmadığı zaman, kazançtan dolayı va'îd ve tehdid yerinde olmayacağı için önceki görüş tercih edilmiştir. Çünkü kazanca helâl olanı da girebilir. Bundan dolayı onların va'îde müstehak olan kazançlarının takyîd edilmesi, yani hangi kazançlarının böyle olduğunun belirtilmesi gerekir. Burada takyîd için en uygun olan da daha önce zikredilmiş olan şeydir. Kâdî şöyle demiştir: Bu ayet, onların bu yazma fiillerinin Allah'ın yarattığı şeyler olmadığını gösterir. Çünkü onların yazmalarını Allah yaratmış olsaydı, yahudilerin, "Bunlar Allah indindendir" diye bunları Allah'a izafe etmeleri gerçeğin ifâdesi olurdu. Zira Hak teâlâ bunları onlarda yarattığı zaman, farzet ki kul onu kesbetmiştir, ama fiilin yaratanına nisbet edilmesi, onu kesbedene nisbet edilmesinden daha kuvvetlidir. Bu sebeple o yazma işinin Allah'a isnâd edilmesi, kula isnâd edilmesinden daha evlâ olurdu. Bu sebeple onların bu husustaki sözleri ile övülmeye hak kazanmaları gerekirdi. Çünkü buna göre onların yazdıkları Allah katından olmuş olur. Böyle olmadığı için, biz bu yazma işinin Allah'ın yarattığı bir iş olmadığını anlamış olduk." Buna şu şekilde cevap verilir: Bahsedilen delillere göre bu yazma işine sevkeden sebep Allah'ın yarattığı şeylerdendir. Bu sebeple yazma işi de Allah'ın yarattığı şeylerdendir. Allah en iyi bilendir. |
﴾ 79 ﴿