85"Sonra sizler yine o kimselersiniz ki kendilerinizi öldürüyor, içinizden bir grubu yurtlarından çıkarıyor, onlara karşı günah ve düşmanlık hususunda birleşip yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar esir olarak size gelirlerse onlarla yeleşiyorsunuz. Halbuki onları yurtlarından çıkarmak size haramdı. Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanların cezası dünyada bir rüsvaylıktan başka birşey değildir. Kıyamet gününde de onlar azabın en çetinine uğratılacaklardır. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir" . Hak teâlâ'nın: "Sonra sizler o kimselersiniz ki..." ifâdesinde bir müşkillik vardır. Çünkü (sizler) ifâdesi muhatablar için, "O kimseler..." ifâdesi ise gâibler (orada olmayan) için kullanılır. Buna göre hazır olan bir zat aynı zamanda nasıl gâib olur? Buna birkaç yönden cevab verilir: a) Bu ifâdenin takdiri, "Sonra siz ey şöyle olanlar.."şeklindedir. b) Bu ifâdenin takdiri, "Sonra sizler, ben şu hazır olanları kastediyorum" şeklindedir. c) (......) lâfzının, manasına olması; sılasının ise, lâfzının olmasıdır. Haber olarak alındığı zaman, merfudur. Sıla olduğu zaman ise, irâbda mahalli yoktur. Zeccâc, sıla olmasında bu ifâdenin bir. benzeri de, Hak teâlâ'nın: 'Sağ elindeki nedir, ey Musa" (Taha, 17) âyetidir. Yani, demektir. d) (......) lafzı, (......) lafzını te'kîddir. Haber ise, (......) cümlesidir. Allah'ın: "nefislerinizi öldürüyorsunuz" ifâdesine gelince, biz bu hususu yukarda açıklamıştık. Bu vecihlerin en doğrusu bu tür ifâdelerden maksadın, "bazınız bazınızı ödürüyor" şeklinde olmasıdır. Bazısının bazısını öldürmesi halinde, bütün insanlar tek bir vücût gibi olduklarından "O, nefsini öldürdü" denilir. Biz, "memleketlerinden çıkarma"dan neyin kastedildiğini açıklamıştık. Allah'ın, âyetine gelince, bunda birkaç mesele vardır. Kıraat “Birbiriniz Aleyhinde Yardımlaşıyorsunuz” Asım, Hamza ve Kisâi, kelimeyi şeklinete şeddesiz okumuşlardır. Diğerleri ise; (......) şeklinde şeddeli okumuşlardır. Şeddesiz okumak, tâ harfinin birisini hazfetmekten dolayıdır. Bunun bir benzeri de Hak teâlâ'nın; (Mâide, 2) âyetidir. Şeddeli okumak ise, tâ harfini harfine idğam etmekten dolayıdır. Bu Hak teâlâ'nın tıpkı, (Tevbe. 38) âyetidir. Hazfetmek hafiflik ifâde edip, idğam ise kelimenin aslını gösterir. Bil ki "tezakür" karşılıklı yardımlaşma demektir. Memleketlerinden onları çıkarmak ve birbirlerini öldürmeleri, fitneyi büyüten ve yapılabilmesi için güç ve kudrete muhtaç olunan bir husus olduğu için, Allahü Teâlâ, onların bunu zulümde ve düşmanlıkta yardımlaşan kimselerden yardım talep edercesine yaptıklarını açıklamıştır. Âyet, zulmetmenin haram oluşu gibi, zalimin zulmüne yardım etmenin de haram olduğunu gösterir. Buna göre şayet, "Allahü Teâlâ, zalimi zulüm etmeye muktedir kılıp, engelleri ve maniaları ortadan kaldırarak, zalimi zulme götüren istek ve arzuları verince, ona zulmünde yardım etmiş olmaz mı? Buna göre şayet, zalime zulmünde yardım etmek çirkin olsaydı, böyle bir şeyin Allah'tan meydana gelmemesi gerekirdi" denilirse, cevaben deriz ki; Allahü Teâlâ her ne kadar zalime zulmünü yapması hususunda imkân, güç ve kudret vermişse de, şüphesiz onu, tehdit ve engelleme ile zulüm etmekten alıkoymuştur. Ama, zalime zulmünde yardımcı olan böyle değildir. Çünkü o, zalimi zulme teşvik ediyor, o zulmü onun gözünde güzel gösteriyor ve onu zulmetmeye davet ediyor. Böylece, aradaki fark anlaşılmış olur. Zalim İle Yardımcısının Günahları Farklıdır Bu âyet, zulme yardımcı olanın günahının miktarının, bizzat zulüm yapan kimsenin günahının mikdan kadar olduğuna delâlet etmez. Tam aksine delil, zuh me yardımcı olan kimsenin günahının, bizzat günahı işleyen kimsenin günahından daha aşağı olduğunu gösterir. Çünkü bizzat zulmü yapmaksızın yardım yapılmış olsaydı, bu yardımın zulmün meydana gelmesinde bir tesiri olmazdı. Ama, yardım olmaksızın zulüm fiili yapılmış olsa, şüphesiz zarar ve zulüm meydana gelir. Böylece, bizzat zulmü yapmanın, ona yardımcı olmaktan daha fazla günahı gerektirdiğini anlamış olduk. Esirlerinizi Fidye Verip Kurtarırsınız Hak teâlâ'nın: âyetine gelince, bunda da birkaç mesele vardır. Nâfi, Asım ve Kisâi, her iki kelimeyi de elifle; (......) ve (......) şeklinde; yalnız Hamza her iki kelimeyi de elifsiz olarak; (......) şeklinde; diğer kıraat imamları ise, elif ile elifsiz (......) şeklinde okumuşlardır. (......) kelimesi, tıpkı, ve gibi, (......) kelimesinin çoğuludur. (......) şekline gelince, bu hususta iki görüş vardır; a) Bu kelimenin, tıpkı (......) kelimeleri gibi, (......) kelimesinin cem'i olmasıdır. b) kelimesinin cem'i olmasıdır. Ebû Amr, ile arasında fark bulunduğunu ileri sürerek, nın elleri kelepçelenmiş kimseler; nın ise elle tutulan esirler olduğunu söylemiştir. Ebû Amr, sanki daha fazla mâna ihtiva ettiği görüşüne varmıştır. Sa'leb bu a-çıklamayı kabul etmemiştir. Ali ibn İsa ise, "tercihe şayan olan elifle olan şeklidir. Çünkü imamların çoğu bu şekilde okuduğu gibi topluluk anlamına da daha çok delâlet etmektedir. Çünkü bu kelime çokluk için kullanılır; bunun, (inleyen, acı duyan) kelimesi gibi, o tek kimse hakkında kullanıldığı nadirdir. Tercih sebeplerinden biri de Hicazlıtarın lügati olmasıdır. (......) telâffuzu, masdarından türemiştir ki, bir şeyi korumak amacıyla, o şeye karşılık verilen bedeldir. Bu ifâde; "Ona karşılık bir fidye verdi" şeklinde kullanılır. (......) ifâdesi, (......) mastarındandır. Fidye İle Esirleri Kurtarmadan Maksad Müfessirlerin çoğu Cenâb-ı Hakk'ın, (fidyeleşirsiniz) ifâdesinden maksadı, İsrailoğullarına taat olan bir vasfı vermektir ki bu da esir dindaşları küfürlerine tekrar dönsünler diye mal ve benzeri şeyleri bolca vererek onları esaretten kurtarmalarıdır. Ebu Müslim, âyetten maksadın bu söylenenin zıddı olduğunu, esas muradın şu mâna olduğunu söylemiştir: Birbirinizle savaşmış olmanıza ve birbirinizi memleketinizden çıkarmış olmanıza rağmen, onlar sizin elinize esir olarak düştüklerinde, onlardan fidye almanız haram kılındığı halde, ancak bir mal ve bedel alarak onları serbest bırakıyorsunuz. Ebu Müslim bir de şöyle demiştir: 'Müfessirfer yukarıdaki açıklamayı, Hak teâlâ'nın; "Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?." ifâdesine dayanarak yapmalardır ki bu zayıftır. Çünkü bu ifâde daha önce geçen peygamber ve onlara indirilmiş olan kitab (Tevrat) ile ilgilidir. Buna göre maksad şöyle olur: Nezdinizdeki Kitab'ta (Tevrat'ta), Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ilgili haberler bulunduğu halde siz onları inkâr edince, Tevrat'ın bir kısmına imân etmiş bir kısmını inkâr etmiş oluyorsunuz." Her iki görüş de "fidyeleşme" sözüne uygun düşer. Çünkü esirlerden fidye veren için, denilebilir. Esirleri bırakmak için fidye alan için fiili kullanılabilir. Ne var ki müfessirlerin ittifak ettikleri görüş daha doğrudur. Çünkü Allah'ın: "Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da kısmını inkâr mı ediyorsunuz?." hitabının, aynı âyette bahsedilen konu ile alakalı olması, birkaç âyet önce bahsedilmiş olan birşey ile alakalı olmasından daha uygundur. Bazı alimler şöyle demişlerdir; Yurtlarından çikarılan yahûdiler ile, fidye verilip kurtarılan yahûdiler aynı grubtur.Bu böyledir.Çünkü Kurayza ve Nadiroğulları, Evs ve Hazreç kabileleri gibi iki kardeş (ırkdaş) kabile idiler. Ama araları açıldı. Böylece Nadiroğulları Hazreç kabilesi ile, Kureyzâoğulları ise Evs kabilesi ile ittifak ederek, her grub savaşlarda müttefikinin yanında yer aldı. İki taraftan biri galib geldiğinde, öbür tarafın yurtlarını harab ediyor, oradan sürüyorlardı. Her iki grubtan birisi esir düştüğünde ise, onun için iki yahûdi kabilesi rte birleşiyor, esir olanlar için fidye verip onları kurtarıyorlardı. Araplar da onların bu halini ayıplayıp, "Niçin önce onlarla savaşıp, sonra da onları esaretten kurtarmak için fidye veriyorsunuz? dediler. Bunun üzerine yahûdiler, "Biz onlar için fidye vermekle emrolunduk. Onlarla savaşmamız bize haramdır. Fakat biz müttefikimiz olanların yenilmesinden de ar duyuyoruz." dediler. Bir kısım başka alimler ise, o yahûdileri yurtlarından çıkaranların fidye veren yahûdilerden başka yahûdiler olduğunu, bu yüzden onları Allah'ın kınadığını söylediler. Allah'ın "Halbuki onları yurtlarından çıkarmak size haramdı " buyruğuna gelince, buradaki sözü hakkında iki görüş vardır: a) Bu zamir, zamir-i kıssa ve zamir-i şan'dır. Sanki buna göre şöyle denilmektedir: "Hadise şudur: Onları yurtlarından çıkarmak size haramdır." b) Bu zamir, "çıkarmaktan" kinayedir, te'kid için zikredilmiştir. Çünkü bu zamir ile "çıkarma" masdarının arası, bir söz ile ayrılmıştır. Buna göre zamirinin mahalli refdir. Sanki 'denilmektedir. Sonra, birinciyi (zamiri) açıklamak için tekrar edilmiştir. Kitabın Bir Yerine İnanıp Diğerine İnanmamak Cenâb-ı Allah'ın: "Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını İnkâr mı ediyorsunuz?" âyeti hususunda âlimler iki bakımdan ihtilaf etmiştir: a) Onların birbirlerini yurtlarından çıkarmaları küfür, birbirlerini kurtarmak için fidye vermeleri ise imândır. Bu İbn Abbas, Katâde ve İbn Cüreyc'in görüşüdür. Allah onları fidye vermelerinden dolayı zemmetmemiş, tenakuza düşmelerinden dolayı zemmetmiştir.Çünkü onlar, vacib olan mükellefiyetlerin bir kısmını yerine getirmiş, bir kısmını terketmişlerdir. Tenakuza düşmek ba::an daha fazla kınanmayı gerektirir. Şöyle bir görüş ortaya atılamaz: "Farzet ki onların birbirlerini yurtlarından çıkarmaları günahtır. Öyle ise niçin, isyankârın (günahkârın) kâfir sayılmayacağı sabit iken, Allah bu günahı küfür olarak tavsif etmiştir?" Çünkü biz diyoruz ki: "Belki de onlar bu çıkarmanın vacip olmadığını tasrih etmişlerdir. Bununla beraber Tevrat'ın sarih hükmü, vücûbuna delâlet etmektedir. b) Bu âyetten murad, İsrailoğullarının, Hazret-i Musâ (aleyhisselâm) ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'inpeygamberliklerine dâir delillerin aynı olmasına rağmen, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlayıp Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'yı tasdik ettiklerine dikkat çekmektir. Verdikleri söz (misak)'de hepsi aynı durumda iken, bu, onların kitabın bir kısmına imân edip, bir kısmını inkâr eden atalarının yolunda olduklarını gösterir. Allah'ın: "Dünyada bir rüsvaylıktan başka birşey değildir" buyruğuna gelince, buradaki (......) kelimesinin asıl mânası zillet ve gazabdır. Allahü teâlâ birisine gazablanıp rahmetinden uzaklaştırdığı zaman, denilir. Bu kelimenin aslının "utanmak" manasına olduğu da söylenilir. Çünkü denildiğinde sanki "Allah onu utanacağı bir hale soktu " manası kastedilmiştir. Genel olarak bu kelimeden maksad büyük bir kınamadır. Âlimler bu rüsvay oluş hususunda birkaç görüş belirtmişlerdir: 1) Hasan el-Basri, bundan muradın cizye ve aşağılanmak olduğunu söylemiştir. Bu görüş zayıftır. Çünkü, cizyenin onların şeriatlarında bulunduğuna dair bir delâlet yoktur. Daha doğrusu, biz bunu Hazret-i Muhammed zamanında bulunanlara hamledersek, bu takdirde bu izah şekli doğru olur. Çünkü zımmîlerin başına gelen rüsvaylık cümlesinden birisi de, onlardan cizye alınmasıdır. 2) Benu'n-Nadir'in yurtlarından çıkarılması, Benû Kurayza'nın öldürülüp, çoluk çocuklarının esir alınması. Bu da ancak, eğer biz âyeti Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bulunanlara hamledersek doğru olur. 3) Bu, en uygun olanıdır. Çünkü bundan murad, her hangi bir şekilde, şuna değil de ötekine tahsis etmeksizin, son derece fazla ve şiddetli bir kınamadır. (......) kelimesindeki belirsizlik, zemmetme ve kınamanın son derece büyük bir şekilde vaki olduğuna delâlet eder. (......) daki İsm-i Tafdilin İzahı Cenâb-ı Hakk'ın: âyetine gelince, buna bir sual bulunmaktadır. Bu da şudur: Yaratıcıyı inkâr eden Dehriyyenin azasının yahûdilerin azabından daha şiddetli olması gerekir. Öyleyse, Cenâb-ı Allah niçin yahûdiler hakkında: "Onlar azabın en şiddetlisine götürülürler" buyurmuştur? Cevap: Bundan maksat, o azabın dünyada meydana gelmiş rüsvaylıktan daha şiddetli olduğudur. Buna göre fa lafzı, her ne kadar mutlak ise de, bu bakımdan "daha şiddetli" manasınadır. Cenâb-ı Allah'ın: "Allah, sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir" âyetiyle ilgili olarak iki mesele vardır: Ibn Kesir, Nâfi ve Asım, tâ harf ile (......) şeklinde, muhatab sîgasıyla; diğer kıraat imamları da yâ harfiyle, (......) şeklinde, gâib sîgasıyla okumuşlardır. Birinci okunuş tarzı, bu sözün başlangıçındaki, hitabından dolayıdır. İkinci okunuş şekli, bu cümlenin, sözün sonu olmasından dolayıdır. Kıraat imamlarının çoğunun rivayeti, keza mânaya daha fazla delaleti cihetiyle hitab sığasının tağlib yolu ile gaybet sığasına hâkim kılınması sebebiyle, hitab kıraati birinci planda zikredilmiştir. Cenâb-ı Allah'ın: "Allah, sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir" ifâdesi, şiddetli bir tehdit, günaha karşı büyük bir engelleme ve taattan dolayı da büyük bir müjdedir. Çünkü Cenâb-ı Allah'ın kadir olanların en muktediri olmasının yamsıra, gaflet de O'nun hakkında imkânsız olunca, bu muhakkak ki hakların onları hak edenlere ulaşacağını gösterir. |
﴾ 85 ﴿