89

"O yahûdilere Allah katında, yanlarında bulunan (Tevrat'ı) tasdik edici bir kitab gelince -ki daha evvel inkâr edenlere karşı (Allah 'dan) böyle bir feth (zafer) istiyorlardı- işte tanıdıkları o şey kendilerine gelince, onu inkâr ettiler. Bu sebeple Allah'ın laneti kâfirlerin üstünedir" .

Bil ki bu yahudilerin kötülüklerinden birisidir. Allahü Teâlâ'nın, lafzına gelince, alimler bu kitabın Kur'an olduğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, beyanı bu kitabın onların yanında obandan başkası olduğuna delâlet eder. Bu ise, ancak Kur'an'dır.

"Kendilerindeki Kitabı Tasdik Eden Kitap" Ne Demektir?

Allahü Teâlâ'nın, (......) ifâdesine gelince, bunda iki mesele vardır;

Birinci Mesele

Nübüvvetine dair Hazret-i Muhammed'İ tasdikle mükellef tutuldukları konusunda, Kur'an'ın, onların yanında bulunan Tevrat'ı doğrulamakta olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Bu hususa yakışan, Kur'an'ın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetine delâlet hususunda, yanlarında bulunan Tevrat'a muvafık olmasıdır. Çünkü onlar Kur'an'ın diğer şer'î meselelerde, yanlarında olan Tevrat'a muvafık olmadığını biliyorlardı. Biz de Kur'an'ın, Kur'an'ın delilleri konusunda Tevrat'a muvafakati kasdetmediğini bilmekteyiz. Çünkü Allah'ın bütün kitapları böyledir. Hepsi geçersiz olunca, bundan maksadın, Kur'an'ın nübüvvete has olan ve nübüvveti gösteren alâmetler, sıfatlar ve özellikler hususunda onların kitaplarına muvafakat etmiş olduğu sabit olmuş olur.

İkinci Mesele

Kelime, hal olmak üzere (......) şeklinde okunmuştur. Buna göre, şayet nasıl nekire bir kelimeye hal olmak üzere, mansûb olmuştur? denilirse, deriz ki nekire (belirsiz) kelimeler sıfat aldıkları zaman, hususîleşirler. Bu sebeple hal kelimesinin, hususî olan nekirelerden dolayı mansûb olması uygun olur. Çünkü Allah'ın, sözü, yine O'nun sözüyle vasıflandırılmıştır.

Üçüncü Mesele

Sorunun cevabı hususunda üç görüş bulunmaktadır

a) Cevap, mahzûftur. Bu, Hak teâlâ'nın tıpkı:

"Eğer, bir Kur'an ki onunla dağlar yürütülseydi..." (Rad, 31) ayeti gibidir. Çünkü bunun cevâbı mahzûf olup, bu da, "Bu ancak, bu Kur'an, olurdu" cümlesidir. Bu görüş Ahfeş ve Zeccac'dan rivayet edilmiştir.

b) Bu hazif, tekrar ettiği ve söz uzadığı içindir. Buna göre cevâp, ifadesidir. Hak teâlâ'nın tıpkı, Öldüğünüzde, toprak ve kemik olduğunuzda, sizin mutlaka çıkarılacağımızı mı size va'adediyor o?" (Mü'minun, 35) ayeti gibidir. Bu görüş, Müberrid'den rivayet edilmiştir.

c) Ayette geçen, (......) kelimesindeki fâ harfinin birinci, (......)'nın cevâbı; istifâdesinin ise, ikinci (......)'nın cevabı olmasıdır. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı:"Eğer size benden bir hidayet gelir ve kim de ona tâbi olursa, muhakkak ki onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir del" (Bakara, 38) ayeti gibidir.Bu görüş Ferrâ'dan nakledilmiştir.

Ayetin Nüzul Sebebi

Cenâb-ı Hakk'ın, ayetine gelince, bunun sebeb-i nüzulü hakkında bazı görüşler vardır:

a) Yahudiler, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilmezden ve kendisine Kur'an nazil olmadan önce, Allah'tan fetih ve muzafferiyeti isteyerek, şöyle diyorlardı: "Ey Rabbimiz, bize fetih nasîb et, ve bize ümmî olan peygamberin yüzü suyu hürmetine yardım et!"

b) Savaşırken düşmanlarına şöyle diyorlardı: "Zamanı yaklaşan şu peygamber bize, size karşı yardım edecek.." Bu görüş İbn Abbas'dan nakledilmiştir.

c) Onlar, Arablardan, onun doğumunu soruyor ve onu, "sıfatları şöyle şöyledir.." diye vasfediyor ve açıkça kâfirlere, yani müşrik Arablara ondan söz ediyorlardı.. Bu görüş de, Ebu Müslim'den rivayet edilmiştir.

d) Peygamber olarak gönderilmeden önce, Allah'ın elçisiyle Evs ve Hazrec'e karşı muzafferiyet isteyen Kurayza ve Nadîroğulları hakkında nazil olmuştur. Bu görüş İbn Abbas, Katâde ve Süddî'den nakledilmiştir.

e) Bu ayet, yahudilerin âlimleri hakkında nazil olmuştur. Onlar, Tevrat'ı okuyup, onda Hazret-i Muhammed'in isminin geçtiğini görüp, O'nun peygamber olacağını ve Araplar içinden çıkacağını anlayınca, müşrik olan Araplardan, durumu peygamber olarak gönderilecek olan kişinin durumuna uygun olan bir şahsın doğup doğmadığını öğrenmek için, bu sıfatları sorup soruşturuyorlardı.

Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğuna gelince, bu hususta birkaç mesele vardır;

Tevrat'ın Hazret-i Peygamberin Evsafını Bildirmesi

Ayet onların, Hazret-i Peygamberin nübüvvetini bildiklerine delâlet eder. Bu hususta bir soru vardır. Bu soru şudur: Tevrat, mütevâtir bir nakille naklolun- muştur. Tevrat'ta Hazret-i Muhammed'in vasfının tafsilâtlı olarak bulunmasına, yani şekli şöyle, davranışları da şöyle şöyle olacak olan falanca şahsın, falanca beldede ortaya çıkacağının açıklanmış olduğunun, söylenmesi veya bu sıfatların bu şekilde bulunmaması ihtimallerine gelince; eğer birinci durum söz konusu ise, yahudi kavmi, Tevrat'ın Hazret-i Peygamberin doğruluğuna şehâdette bulunduğunu zorunlu olarak biliyorlardı demektir. O halde, tevatür ehlinin yalan üzere ittifakları nasıl caiz olabilir? Şayet, peygamberin sıfatları bu şekilde değil İdiyse, Tevrat'ta zikredilen sıfatlardan Hazret-i Muhammed'in bir peygamber olduğu neticesi zorunlu olarak elde edilemez; o halde Cenâb-ı Hak niçin; buyurmuştur?

Buna şöyle cevap verilir: Tevrat'ta geçen sıfat, icmalî, genel bir sıfat idi. Sonra, Hazret-i Muhammed'in nübüvvetini de sırf bu sıfatlar yoluyla tanımamışlar, aksine mû'cizelerin de zuhur etmesiyle bu sıfatlar adeta te'kîd edilmişti. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, onların inkârını kınamıştır.

Hazret-i Peygamberi İnkarlarının Sebepleri

Onların, birkaç sebepten ötürü O'nu inkâr etmiş olduklarını söylemek mümkündür:

a) Yahudiler, İsrailoğullarından pekçok peygamber gelmiş olduğu için, gönderilecek bu son peygamberin de İsrailoğullarından çıkacağını sanıyorlardı. Bu sebeple, insanları bu peygamberin dinine teşvik ve ona davet ediyorlardı. Ama, Cenâb-ı Hak, Araplardan, İsmail (aleyhisselâm)'in neslinden Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i peygamber olarak yollayınca, bu onların çok zoruna gitti. Bu sebeple onu yalanladılar ve ilk davranışlarına muhalefet ettiler.

b) Onların, Hazret-i Muhammed'in nübüvvetini itiraf etmiş olmaları, başkanlıklarıyla mülk ve servetlerinin elden gitmesi demekti. Bunun için, tasdikten kaçındılar ve inkârda ısrar ettiler.

c) Belki de onlar, gönderilen peygamberin sadece Araplara gönderilmiş olduğunu sandılar, bu sebeple de, onu inkâr etmiş oldular.

Üçüncü Mesele

Cenâb-ı Hak, onların Hazret-i Muhammed'in peygamberliğini bilmekte olduklarını açıkladıktan sonra, yahudileri kâfir olmakla vasfetmiştir. Bu, küfrün sırf Allah'ı bilmemek olmadığına delâlet eder.

Lanet Neye Denilir?

Cenâb-ı Hakk'ın, Allah'ın laneti kâfirlerin üzerinedir" sözüne gelince, bu buyruğundan maksat, onları ahiretin hayırlarından uzaklaştırmaktır. Çünkü, dünyanın hayırlarından uzaklaştırılan kimse, "mel'ûn" olmaz. Eğer, "Cenâb-ı Hak, daha önce geçmiş olan ayetlerde, "Ve insanlara güzel söz söyleyin" (Bakara, 83); ve, "Allah'tan başkasına ibâdet edenlere sövmeyin; sonra bilmeden, taşkınlık yaparak onlar da Allah'a söverler" (En'âm, 107-108) buyurmamış mıdır? denilirse, deriz ki: Daha önce açıklamış olduğumuz gibi, laneti hak etmiş olan kimseye lanet etmek de güzet söz cümlesinden olduğundan, âmm olan bir ifâdeye bazan tahsis gelebilmektedir. Allah en iyi bilendir.

89 ﴿