95

" De ki: Allah katında ahiret yurdu, başkalarının değil de, yalnız sizin ise, eğer doğrulardan iseniz, haydin ölümü isteyin.. Ama onlar, ellerinin yapmış oldukları şeyler sebebiyle. Ölümü asla işleyemeyecekler.. Allah zalimleri, hakkıyla bilicidir" .

Bil ki bu, İsrailoğullarının yapmış oldukları kötülüklerin bir başkasıdır. Bu da onların, ahiretin başkalarına değil de, ancak kendilerine ait olduğunu iddia etmeleridir. Nitekim birçok husus buna delâlet etmektedir. Şöyle ki:

a) İstidlal yoluyla hasma (muhalife) ikincisi sebebiyle onu ilzam edebilmek için, birincisi onun görüşü olmadıkça, "Eğer şöyle şöyle ise o halde şunu da yap!" demek caiz olmaz.(Yani üzerine hüküm bina edeceğimiz ilk fikrin mutlaka muhalifin benimsediği bir fikir olması gerekir.)

b) Allahü Teâlâ'nın: "Dediler ki: Cennete ancak, yahudi veya hıristiyan olanlar girecektir" (Bakara, 111); "Biz Allah'ın oğulları ve dostlarıyız" (Mâide, 18) "Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında bize ateş dokunmayacaktır" (Bakara, 80) ayetlerinde onlardan nakletmiş olduğu sözleridir.

c) Onların kendileri hakkında, hakkı elde etmiş olduklarına; diğer fırkaların ise, bunu elde edememiş olduklarına inanmalarıdır. Çünkü onların şeriatına göre nesh caiz değildir.

d) Onların, peygamberleri Yakûb, İshak ve İbrahim (aleyhisselâm) gibi büyüklerine intisab etmelerinin, kendilerini Allah'ın azabından kurtaracağına ve O'nun mükakafatına ulaştıracağına inanmalarıdır. Sonra onlar bu tür şeylerden ötürü kendilerini büyük görüyor Araplara karşı övünüyor, birçok durumda da bunu, Tevrat'ta müjdelenen nebinin, Araplardan değil de, kendilerinden çıkacağı hususunda bir hüccet olarak kabul ediyor ve şüpheleri sebebiyle insanları Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e tâbi olmaktan alıkoyuyorlardı.

Yahudilerin Ölümü İstemelerinin Mânası

Sonra Allahü Teâlâ, onların bu görüşlerinin bozukluğuna, buyurmak suretiyle delil getirmiştir. Bu mülâzemeti, (yani birbirini gerektirmeyi) şu şekilde izah edebiliriz: Dünya nimetleri ahiret nimetlerine kıyasla az ve önemsizdir-Sonra.dünya nimetleri az olması yanında.Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber olarak gelmesi ve onlarla savaşarak ve mücadele ederek onlarla muârazaya girmiş olması sebebiyle, onlara devamlı üzüntü kaynağı olmaktadır. Üzüntü kaynağı ve az olan nimetler içinde bulunan kimse, öldükten sonra mutlaka büyük nimetler elde edeceğine kesin olarak inanırsa, onun ölmek hususunda istekli ve arzulu olması gerekir. Çünkü bu büyük nimetler, elde edilmek istenen şeylerdir. Bunun yoluysa ancak ölümden geçer. Matlûbun, neticenin kendisine dayandığı şeyin matlûb olması gerekir. Bu sebeple, insanın ölüme razı olması ve onu temenni etmesi gerekir. Bu sebeple ahiret yu eğer onlara tahsis edilmiş ise, onların ölümü temenni etmelerinin Ekeceği ortaya çıkmış olur. Sonra Allahü Teâlâ, onların ölümü temenni etmediklerini; hatta ömür boyu temenni etmeyeceklerini haber vermiştir. Bu durumda onların, ahiretin, diğer insanlara değil de, sadece kendilerine mahsus olduğunu söylemeleri hususundaki iddialarının, kat'iyyen bâtıl olduğunu göstermektedir.

Muhalifin Hatırına Gelecek Çeşitli Sorular ve Cevaplar

Birinci Sual: Buna karşı: "Şayet ahiret onlara tahsis edilmiş olsaydı, onarın ölümü temenni etmeleri gerekirdi" hükmünü kabul etmiyoruz. Çünkü ahi-e: nimetleri matlûb olup bu da ancak ölüm ile elde edilir, neticenin üzerine s- nâd etmiş olduğu şeyin de matlûb olması gerekir" denilirse biz deriz ki mat-lo bir şeye götürmesi itibariyle bazan vesileler matlûb olabilirse de, zatları -nariyle o şeyler mekruh (istenmeyen) şeyler olabilir. Nitekim ölüm ancak büyük acılarla meydana gelen bir şeydir. Onlar buna takat getiremeyince, Şüphesiz ölümü temenni etmemişlerdir.

İkinci Sual: Onların bu soruyu Hazret-i Muhammed'e yöneltmeleri ve demiş olmaları mümkündür: Sen, ahiret yurdunun, nübüvvetin hususunda seninle mücadele edenlere değil de ancak sana ve ümmetine mahsus olduğunu iddia ediyorsun. Eğer durum böyleyse, bizim seni ve ümmet öldüreceğimizi farzet. Bu durumda biz, bizimle mücadele edip savaştığınız için, senin ve ümmetinin çok çetin bir zarara mâruz ve büyük bir belâya mübtelâ olmuş görüyoruz. Ölümünüzden sonra sizler, cennet nimetlerine kavuşacaksınız; bu sebeple öldürülmenize razı olmanız gerekir..

Üçüncü Sual: Belki de onlar, ahiret yurdunun, büyük günahtan kaçınmak şartıyla, kendi dininde olanların has olduğunu söylemişlerdir. Büyük günah sahibine gelince, o cehennemde ebedî olarak katır. Çünkü, yahudiler "Va'idiyye" görüşüne mensûb idiler, yahut da onlar, büyük günah sahiplerinin azaba duçar olacaklarını caiz görmüşlerdir. İşte bu sebepten ötürü de, ölümü arzulamamışlardır. Hiç kimse, bu soruyu, "Onların mezheplerine göre cehennem ateşi onları belirli günlerde yakar" diyerek savuşturamaz. Çünkü kıyamet günlerinden her gün, dünya günlerinden bin sene gibidir. Bu sebeple bu günler sayı olarak az olsa da, süre olarak uzundurlar. Bundan ötürü bu korkudan dolayı onlar, ölümü temenni etmemişlerdir.

Dördüncü Sual: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ölümü temenni etmeyi nehyederek şöyle buyurmuştur:

"Başına gelen bir zarardan dolayı sizden birisi ölümü temenni etmesin. Fakat o kimse şöyle desin; Allahım, eğer yaşamam benim için daha hayırlı ise, beni yaşat! Eğer ölmem benim için daha hayırlı ise beni öldür" Müslim, Zikr. 10, 13 (IV/2064-2065). ve yine Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de:

"Buna inanmayanlar, onun çabuk gelmesini isterler. İnananlar iser ondan korku içindedirler" (Şûra, 18) buyurmuştur. Peki nasıl olur da Allahü teâlâ, bir yandan ölümü çarçabuk istemeyi menederken, öbür yandan yahudilere "haydi bakalım ölmeyi isteyin" diye meydan okur?

Beşinci Sual: Temennî lafzı müşterek bir kelimedir. Hem insanın kalbinden geçirdiği istek hakkında hem de kalbinden geçirdiği mânanın sözle ifâdesi, (birinin "keşke ölseydim!" demesi gibi) hakkında kullanılır. Bu durumda yahûdiler şöyle diyebilirler: Sen bizden temenni talebettin, oysa temenni müşterek lâfız olduğundan, sadece tek mânaya gelmez. Buna göre, biz o temenniyi lisânımızla ifâde edersek, onun (yani peygamberin): "Ben bu lâfzı değil, bununla kalbdeki manayı murad ettim" demek hakkı doğar.. Eğer, kalb ile kâim olan mânayı icra edersek, O, (yani peygamber): "Yalan söylüyorsunuz çünkü kalbiniz böyle söylemiyor" diyebilir. İşte yahûdiler, onun itiraz edilmesi mümkün olmayan müşterek bir lâfzı kullanmış olduğunu bildikleri içindir ki ona iltifat etmediler.

Altıncı Sual: Farzet ki âhiret yurdu şayet onlara tahsis edilmiş olsaydı, onların ölümü temenni etmeleri gerekirdi. Peki neye dayanarak ölümü istemediklerini söyleyebiliyorsunuz? Cenâb-ı Hakk'ın: "Onu ebedî olarak temenni etmiyecekler" ayetiyle istidlal etmek zayıftır. Çünkü bu ayetle istidlal etmek, ancak Kur'an'ın hak olduğu sabit olunca doğru olur ki, zaten münakaşa da ancak bu husustadır.

Cevaplar:

Bunlara şöyle cevap verilir:

Hasmın ilk olarak, "ölüm elemler ihtiva eder, bu da onu temenni etmeye mâni olur" sözüne gelince, biz deriz ki, kan aldırma esnasında duyulan acı, kan aldırmak sebebiyle elde edilecek olan faydanın büyüklüğü bilindiği için, nsanı kan aldırmaktan men etmediği gibi, durumun burada da aynı olması gerekir.

İkinci olarak onun, "şayet onlar sözü çevirip, Hazret-i Muhammed'e söyleseler, O'nun ölüme razı olması gerekirdi" sözüne gelince biz deriz ki, Hazret-i Muhammed ile onlar arasındaki fark şudur: Şüphesiz Hazret-i Muhammed, "Ben tevâtûr ehline (tevatür derecesine ulaşmış bir kalabalığa) dini emirleri ulaştırak için, peygamber olarak gönderildim; bu maksadım ise, henüz gerçekleşedi. Bu sebepten dolayı ölmeye razı olmam der. Halbuki sizler, böyle değilsiniz. Böylece aradaki fark ortaya çıkmış olur.

Üçüncü olarak, onun, "Onlar büyük günah sahiplerinin azab edilmeleden korkuyorlardı" ifâdesine gelince, biz deriz ki yahûdiler, ahiret saadettin yalnız kendilerine ait olduğunu iddia etmişlerdir. Bu da, bu mutluluğa azabın sınayacağına dair bir garanti sayılır.

Dördüncü olarak, onun, "Hazret-i Peygamber, ölümü temenni etmekten yetmiştir" sözüne gelince biz deriz ki, "Bu yasak dinin hükümlerinderdir, için zamanın değişmesine göre durumun değişmesi caizdir, " Rivayet olduğuna göre Hazret-i Ali (radıyallahü anh), iç çamaşırı ile, iki saf arasında dolaşıyordu. Bunun üzerine oğlu Hasan (radıyallahü anh) şöyle dedi: "Savaşçıların kıyafeti bu değildir!" Bunun üzerine Hazret-i Ali (radıyallahü anh) Evladım! senin baban, o mu ölümün üzerine düşecek, yoksa ölüm mü onun üzerine düşecek, aldırmıyor" dedi.. Ammâr (radıyallahü anh) da Sıffîn'de şöyle demiştir:

"Şu anda ben, dostlarımla; Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ve onun taraftarlarına kavuşuyorum.." Pekçok zaman peygamberlerin ölümü temenni ettikleri görülmüştür. Bu da nehyin hususi bir sebebe tahsis edilmiş olduğunu gösterir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sıkıntılar esnasında insanın ölümü temenni etmesini haram kılmıştır. Çünkü bu, bir feryâdu figan ve Allah'ın taksim ettiğine razı olmama demektir. Bu nerede, peygamberliğin sıdkına delâlet eden temenni nerede!.

Beşinci olarak, onun, "O yahûdiler, bundan maksadın lisân ile mi, kalb ile mi olduğunu bilememişlerdir" sözüne gelince biz deriz ki Arapcada temenni, ancak izhar eden bir sözün delaletiyle bilinir. Nitekim haber de, ancak söz ile ifâde edildiği zaman anlaşılır. Bu hususa dair kalbte bulunan şeye gelince, ona temennî ismi verilmez. Binaenaleyh, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onlara, vâkıf olunması mümkün olmayan bir şeyi kastederek, "ölümü temenni ediniz" demesi imkânsızdır.

Altıncı olarak, onun, "Temenninin meydana gelmediğine dair delilin nedir?" sözüne gelince, biz bu hususta birçok yönden söz söyleyebiliriz:

a) Şayet bu olmuş olsaydı, mütevatir olarak nakledilmiş olurdu. Çünkü bu önemli bir iştir. Onun meydana gelmediğini farzettiğimizde, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğinin sıhhatine dair hüküm sabit olur; bu temenninin yapıldığını farzettiğimizde ise, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetine dair hüküm bâtıl olur. Böyle olan bir şeyin ise, önemli bir hâdise olduğu için mütevatir olarak nakledilmesi gerekir. Böyle bir şey nakledilmediğine göre, onların bu temennide bulunamadıklarını anlamış oluruz.

b) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ileri görüşlü, tedbirli, kesin kararlı olması, işin neticesini iyi kestirmesi, dünyevî ve dini hususlarda ulaşılacak makama ulaşması ve kendisine muhalif olanların zorla, taraftan olanların ise isteyerek uyacakları büyük bir riyaset derecesine ulaşmış olması yanında, Rabbinden kendisine indirilen vahye dayanmaksızın netice alamayacağı ve hasmını deliller ve hüccetlerle ezeceğinden emin olmadığı bir hususta onlara meydan okuması caiz olmaz. Çünkü işleri tecrübe etmeyen bir kimse bile neredeyse buna razı olmaz. O halde akıllıların en akıllısı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında bu nasıl düşünülür? Böylece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu delilleri ortaya koymasının ancak Allah'ın ona, onların bu temennide bulunamayacaklarını vahyetmesi ile olduğu ortaya çıkmış olmaktadır.

c) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Eğer yahûdiler ölümü temenni etselerdi, ölürler ve cehennemdeki yerlerini görürlerdi ve eğer lanetleşenler lanetleşmek için çıksalardı, döndüklerinde ne ailelerini, ne de mallarını yerinde bulurlardı ". Ahmed Ibn Hanbel, I/246. İbn Abbas (radıyallahü anh) da şöyle demiştir: Eğer onlar ölümü temenni etselerdi, derhal ölürlerdi. Velhasıl yahûdilerin ölümü temenni etmediklerini bildiren haberler tevatür derecesine ulaşmıştır. Bu istidlalin izahı hususunda söylenecek son söz budur. Biz yine âyetin tefsirine dönelim.

Cenâb-ı Allah'ın: "De ki: Eğer âhiret yurdu sadece sizin ise..." ifâdesindeki "Ahiret Yurdu"ndan maksad cehennem değil cennettir. Çünkü ahiret hayatından elde edilmek istenen cennettir. Zira onlar cennetin sadece kendilerinin olduğunu iddia ediyorlardı.

Hak teâlâ'nın: "Allah yanında" ifâdesinden maksad mekân itibarı ile yanında oluş değil, aksine maksad manevî bir derecedir. Bu ifâdeyi mekan manasına hamletmek de uzak bir ihtimal değildir. Belki yahûdiler Müşebbihe itikadına sahib idiler de bu yüzden mekan itibarı ile Allah'ın yanında olacaklarına inanıyorlardı. Binâenaleyh Cenâb-ı Allah zikrettiği delil ile bütün bunları iptal etmiştir.

Allahü teâlâ'nın: "Yalnız, sadece" ifâdesi, (......) ifâdesinden hal olarak mansubtur. Bunun manası "Ahirette sizin dışınızda hiçbir kimse için bir hak olmaksızın, sadece sizin için..." demektir. Yani "eğersizin "Cennete ancak yahûdiler veya hristiyanlargirer" sözünüz doğru ise.." Âyetteki (......) kelimesi cins ifâde eder. Bunun lâm-ı tarifinin ahd için (belli insanları ifâde etmek için) olduğu da söylenmiştir. O zaman bununla kastedilenler müslümanlardır. Fakat, "Ancak yahûdi veya hristiyan olanlar müstesna... "(Bakara, 111) ifadesi ve burada belli bir grubun bulunmaması sebebiyle, bu lâm-ı tarifin cins için olması daha evladır.

Allah'ın: "Başka İnsanların değil de.." ifâdesinde yer alan (......) kelimesinden maksad mekân manası değil "başka" manasıdır. Nitekim birine bir mülk bağışlayan bir kimsenin, bu insana, "Bu Başka insanların değil, senindir" demesi gibi..

Doğru Kimselerseniz Ölümü Temenni Ediniz

Hak teâlâ'nın: "Eğer doğru kimselerden iseniz haydi ölümü isteyin (temenni edin)" âyetiyle ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mes'ele

Bu, olmayan bir şarta bağlanmış bir emirdir. O şart da onların "doğru kimselerden olmaları..."dır. Bu sebeble bu emrin olmaması, gerekir. Bundan maksad meydan okuyup onların iddialarında yalancı olduklarını ortaya çıkarmaktır.

İkinci Mes'ele

Bu temenni hususunda iki görüş vardır:

a) Bu, Abbas (radıyallahü anh)'ın görüşüdür: Buna göre onlara, hem yahûdilerin hem de hristiyanların, "Hangi taraf daha yalancı ise o taraf ölsün" diye dua etmeleri teklif edilerek meydan okundu.

b) Onların, "Keşke biz ölseydik " demeleri teklif edilmiştir. Bu ikincisi daha uygundur. Çünkü bu izah, temenni lâfzına daha uygun düşmektedir.

Allahü Teâlâ'nın: "Onlar ölümü asla istemeyecekler" buyruğu, bu ölüm temennisinin gelecekte de yapılmayacağına dâir kesin bir haberdir. Bu, gâibten haber vermedir. Çünkü Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlamaya sevkeden sebeplerin çok olmasına ve bu temennide bulunmanın kolaylığına rağmen Hak teâlâ onların bunu hiç yapmayacaklarını haber vermiştir ki bu, aksine birçok deliller ve emareler bulunan bir iş hususunda kesin bir naberdir. Bu sebeble bu haberi elde etmek ancak vahiy yolu ile mümkündür.

Yine Hak teâlâ'nın: "Ebediyyenr hiç" kaydı da bir başka gaybı haber vermedir. Çünkü Cenâb-ı Hak bunun hem hitap zamanında, hem de istikbalde asla olmayacağını haber vermiştir. Bütün vakitlere nisbet ederek bir şeyin olmayacağını haber vermek, şüphesiz gaybî haberler cümlesindendir.

Allahü teâlâ'nın: "Elleriyle yaptıkları şeyler (günahları) sebebiyle..." ifâdesine gelince, bunların ölümü niçin temenni edemediklerinin sebebini izah etmektedir. Çünkü onlar gittikleri yolun kötülüğünü ve günahlarının çok olduğunu bildikleri için, bu durum onları ölümü temenni etmemeye götürmüştür.

Cenâb-ı Hakk'ın: "Allah zalimleri hakkıyla bilendir" ifâdesi bir zecr ve tehdid gibidir. Çünkü Cenâb-ı Hak gizli konuşmaları ve sırları bilip, kendisinden hiçbirşeyi saklamak mümkün olmadığı için, mükellefin bunu hesaba katması, günaha düşmekten onu alıkoyan sebeblerin en büyüklerinden olur. Allah burada, "Zalimleri.." demiştir, çünkü her kâfir zâlimdir, fakat her zâlim kâfir değildir. Bu "zalimleri" ifâdesi daha kapsamlı olunca onu zikretmek daha uygun olmuştur.

Şayet, "Hak teâlâ burada, Cum'a suresinde ise: (Cum'a, 7) buyurmuş, niçin birinde diğerinde kelimelerini kullanmıştır?" denilirse deriz ki: Bu surede yahûdiler âhiret yurdu cennetin, insanlar içinde sadece kendilerine tahsis edildiğini, Cum'a suresinde ise insanlar içinde sadece kendilerinin Allah'ın velileri (dostları) olduklarını iddia etmişlerdir. Buna karşılık Allah da bu iki hususu, "Eğer durum onların dediği gibi olsaydı, ölümü temenni etmeleri gerekirdi" diyerek iptal etmiştir. Birinci iddiaları ikincisinden daha büyüktür. Çünkü en büyük saadet cennette bulunmaktır. Velayet mertebesinde olma iddiasına gelince, her nekadar şerefli de olsa bu mertebe cennete ulaşmaya vesile olacağı için istenir. Birinci iddia daha büyük olduğundan Cenâb-ı Allah onların bu görüşlerinin yanlışlığını, (......) lâfzı ile beyan buyurmuştur. Çünkü bu lâfız, nefiy için kullanılan en kuvvetli lâfızdır. İkinci iddia pek büyük olmadığı için, Cenâb-ı Hak onu ibtâl hususunda, lafzıyla yetinmiştir. Çünkü bu lâfız nefiy manasını ifâde etmede çok kuvvetli değildir. Cenâb-ı Allah en iyisini bilir.

95 ﴿