101

"Onlara ne zaman Allah katından, ellerindeki kitabı (Tevrat'ı) tasdik edici bir paygamber gelse, Ehl-i Kitab'tan bir grub sanki (hakikati) bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını arkalarına atmış (ona kulak asmamış, ondan yüz çevirmişler)dir" .

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, onların elinde olanı tasdik edici olmasının manası, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın peygamberliğini ve Tevrat'ın doğruluğunu itiraf efmesidir. Yahut da Tevrat'ın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in geleceğini müjdelemiş olması itibariyle, onların yanında olan kitabı tasdik edici olmuş olmasıdır. İşte Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak geldiği zaman, onun bizzat bu gelişi Tevrat'ı doğru çıkarıcı olmuştur.

Cenâb-ı Allah'ın, "Birgrub... arkalarına atmıştır" ifâdesi, onların Allah'in kitabını terkedip ondan yüz çevirmelerini, kendisini bir şeyden müstağni sayarak ve ona az iltifat ederek arkasına atan kimsenin haline benzetmedir.

Ehl-i Kitap Tabirinin Mânası Hakkında

Allahü teâlâ'nın, "ehl-i kitaptan" sözüne gelince bunda da iki görüş vardır:

a) Kendisine kitab ilmi verilen kimseden maksad, onu inceleyip belleyendir. Bu görüş sahibi şöyle demiştir: Bunun delili, Cenâb-ı Hakk'ın bu grubu, "Sanki bilmiyorlarmış gibi..." buyruğunun gösterdiği gibi ilim ile vasfetmiş olmasıdır.

b) Bunlardan murad, bilsin bilmesin Kitab'a sarıldığını iddia eden kimsedir. Bu, müslümanları "Kur'an ehli" diye nitelendirmek gibidir. Bu ifâdeyle hassaten Kur'an ilimlerini bilen kimse kastedilmez. Tam aksine, bununla kastedilen Kur'an'a iman edip, O'nun gereğiyle amel eden kimsedir.

Kitabullah Burada Kur'an Veya Tevrat Olabilir

Cenab-ı Allah'ın kitabını arkalarına..." sözüne gelince, bu ifâdede geçen "kitâb" lâfzının Tevrat olduğu söylendiği gibi, onun Kur'an olduğu da söylenmiştir. Ki bu birinci görüş, şu iki cihetten ötürü daha kuvvetlidir:

a) (atmak), ancak onların o ilk önce kendisine sımsıkı sarılmakta oldukları şey hakkında düşünülebilir. Ama onların iltifat etmedikleri şey için "onlar bunu arkalarına attılar (rafa kaldırdılar)" denilmez.

b) Allahü Teâlâ'nın, demiş olmasıdır. Eğer bundan maksad Kur'an olsaydı, lâfzını tahsis etmenin bir manası olmazdı. Çünkü, yahudilerin tamamı Kur'an'ı tasdik etmezler. Buna göre şayet, "onlar ona sımsıkı sarılmışlarken, onların Tevrat'ı arkalarına atmaları nasıl doğru olabilir?" denilirse, biz deriz ki, Tevrat'ta peygamberin sıfat ve niteliklerine dair bilgiler bulunduğu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetine delâlet ettiği, ve yine Tevrat'ta buna iman etmenin vâcib olduğu zikredildiği, sonra da onlar bundan yüz çevirdikleri için, böylece Tevrat'ı arkalarına atmış oldular.

Hak teâlâ'nın: "Sanki onlar bunu bilmiyorlar" ifâdesine gelince, bu onların Tevrat'ı bilerek ve kasıtlı olarak terkettiklerini gösterir.. Çünkü bu ifâde, ancak bilen kimse hakkında kullanılabilir. Böylece ayet, bu cihetten bu grubun Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini, doğruluğunu bildiklerine; ancak ne var ki, onların bildikleri hakikati inkâr ettiklerine delâlet eder. Böylece, büyük bir topluluğun tamamının inkâr etmesinin doğru olamayacağı ve bu sebeple de inkâr edenlerin azınlıkta olacaklarına kesin hükmetmenin gerekliliği ortaya çıkmış olur. Çünkü, büyüklenip direnmek, ancak bu azınlık için mümkün olabilir.

101 ﴿