104"Ey İmân edenler, "râinâ" demeyiniz, "Bize bak" deyiniz ve (söze) kulak veriniz. Kâfirler için pek acıklı bir azâb vardır" . Bil ki Allahü Teâlâ, yahûdilerin Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber olarak gönderilmesinden önceki döneme ait kötü fiillerini açıklayınca, bu âyetten itibaren, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliği esnasındaki kötülüklerini Hazret-i Peygamberin peygamberliğini tenkid ve dini hakkında onu ta'n etme hususlarındaki çabalarını açıklamayı dilemiştir ki işte bu konuda söylenen ilk şey bu âyetteki husustur. Burada birkaç mesele vardır: Kur'an'ın "Ey imân Edenler!" Hitabına Ait Bir İncelik Bil ki Allahü teâlâ, "Ey imân edenler" ifâdesi ile Kur'an'da seksensekiz yerde mü'mintere hitab etmiştir. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Cenâb-ı Allah Tevrat'ta yahûdilere: miskinler.." diye hitab ederdi. Allahü teâlâ sanki onlara evvelâ "miskinler" diye hitab edince, bunun peşinden; "Onlara zillet ve meskenet vuruldu" (Bakara, 61) buyurmasıyla, onlara miskinliği vermiştir. Allahü teâlâ'nın, Muhammed ümmeti ne ilk önce "Ey imân edenler!" diye imân vasfı ile hitab etmesi, onlara kıya met gününde cehennem azabına karşı emân (emniyet) verdiğine delâlet eder Keza "mü'min" ismi, isim ve sıfatların en şereflisidir. Allah, Muhammed ümmetine dünyada isim ve sıfatların en şereflisi ile hitâb edince, O'nun fazlından, âhirette bile en güzel muameleyi yapmasını umarız. Yahudilerin Dillerini Eğip Bükerek Ortaya Koydukları Kötülük Allahü teâlâ'nın bu iki müteradif (eş anlamlı) (Râina ve Unzurnâ) kelimeden birini kullanmayı menedip, diğerini kullanmaya izin vermesi tuhaf sayılmaz. Bundan dolayı Şafiî (radıyallahü anh)'ye göre, ister İbrânîce ister Farsça olsun, Fatiha sûresinin tercümesini okuyarak namaz kılmak caiz değildir. Çünkü aynı, "Bize bak" anlamında oldukları halde, Cenâb-ı Allah, (......) demeyi menetmiş, (......) demeye müsaade etmiştir. Fakat çoğu müfessirlere göre Allahü teâlâ, bir nevî kötü mâna ifâde ettiği için, sadece, (......) demekten müslümanları menetmiştir. Sonra müfessirler bu âyetle ilgili birkaç vecih zikretmişlerdir: a) Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) müslümanlara ilimden birşey okuduğunda, müslümanlar O'na: "Ey Allah'ın Resulü bizi gözet, bize bak, " derlerdi. Yahudilerin İbranicede birbirlerine söverken kullandıkları, bu kelimeye benzeyen bir sözleri vardı. Bu sözleri, idi. Bu, "Dinle, ey dinlemiyesi-ce!" manasına gelirdi. Onlar, mü'minlerin, (Bize bak, bizi gözet) dediklerini duyunca, bunu fırsat bilip, bu küfürlerini kastederek Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bununla hitab ettiler. Böylece mü'minler bu kelimeyi söylemekten nehyedilip diğer lâfzı -ki bu (Bize bak) sözüdür- kullanmaları emredildi. Bu te'vilin doğru olduğuna, Hak teâlâ'nın Nisa süresindeki: "(O yahûdilerden kimi) dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak, "Dinledik ve isyan ettik. İşit işitmez olası râinâ!" derler"(Nisa, 46) âyeti de delâlet eder. Rivayet edildiğine göre Sa'd b. Mu'az (radıyallahü anh), onların bu sözlerini işitti ve bunun üzerine: "Ey Allah'ın düşmanları, Allah'ın laneti sizin üzerinize olsun. Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizden kimin bu sözü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e karşı söylediğini işitirsem mutlaka boynunu vuracağım" dedi. Onlar, "Siz de böyle (......) demiyor musunuz?" deyince, işte bu âyet nazil oldu. “Râina” Hakkındaki Diğer İzahlar b) Kutrub, "Bu kelimenin her nekadar manası doğru ise de, Hicazlılar bunu ancak istihza ve alay ederken kullanırlardı. İşte bu sebebten Cenâb-ı Allah, mü'minleri peygambere böyle hitab etmekten nehyetmiştir" demiştir. c) Yahudilerin sözlerinin manası, "Sen bizim koyunlarımızın çobanısın" demektir. İşte bundan dolayı Allah, müslümanların böyle hitab etmesini yasaklamıştır. d) Allah'ın, lafzı, iki kimse arasındaki bir müşareketi ifâde etmek üzere, masdarından, müfâefe babından olmak üzere emirdir. Bu sebeple, bu lâfız muhataplar arasında bir müsâvaat olduğunu hissettirir. Buna göre onlar sanki şöyle demişlerdir: "Sen bize kulak'ver ki, biz de sana kulak verelim!" Bu sebeple Allahü Teâlâ onları bundan men ederek, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hitap ederken mutlaka ta'zime riâyet edilmesi gerektiğini beyan etmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak "Peygamber'i aranızda, birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın" (Nur, 63) buyurmuştur. e) Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesi, "İstila" tarıkıyla bir hitabtır. Allah sanki şöyle buyurmuştur: Kelâmımı dinle, gözet; ondan gafil olup başkasıyla meşgul olma!. Halbuki, (......) ifâdesinde, gözetmeyi istemekten başka mâna yoktur. Ashâb, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sanki, "Sözünde ve açıklamalarında, anlayabileceğimiz kadar dur!" demişlerdir. f) Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesi, (birisini birşeye nail kılmak) masdarından, ve (karşılık atmak...) masdarından, (......) veznindedir. Sonra Araplar bu nûn harfini aslî olan nun'a çevirerek, bu kelimeyi ahmaklık mânasına gelen, (......) masdarından türemiş bir kelime gibi kabul etmişlerdir. Buna göre ism-i fail olan, bu masdardan müştaktır. Onların bu kelimeyle, masdarını murad etmiş olmaları da muhtemeldir. Tıpkı, demek olan "sana sığınırım" demeleri gibi. Buna göre mü'minlerin, sözleri, "Sen ahmaklık yaptın" demek olur. Onların bu ifâdeyle, yani "Sen ahmak oldun" demek olan mânayı kastetmiş olmaları da muhtemeldir. Fakat yahûdiler bu lâfızla bu kötü maksatları kastettiği zaman, muhakkak ki Allahü Teâlâ bu kelimeyle hitab etmeyi yasakladı. g) Buradaki maksadın, hurmacı manasına gelen, ve sütçü mânasına gelen, gibi ahmaklığa nisbet edilmiş, yani "ahmakça bit söz söyleme" manasında olmak üzere, demektir. Cenâb-ı Hakk'ın: "Ve, bize bak, deyiniz" sözüne gelince, bunda birkaç vecih vardır: a) kelimesi, (onu bekledi) mânasına olmak üzere, lafzından müştaktır. Nitekim Cenâb-ı Hak: "Bizi bekleyin de, sizin nurunuzdan bir parça alalım" (Hadid, 13) buyurmuştur. Böylece Cenâb-ı Hak ashaba, kendisinden nakilde bulunmaları için, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den mühlet istemelerini emretmiştir, Böylece ashab, sözün tekrar edilmesini istemek zorunda kalmayacaklardır. Mes'elenin Tebliğ Ve Öğretimle İlgili Yönü İmdi şayet, "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashaba acele ile davranıyor muydu ki, böylece ashâb bunu söylemek zorunda kaldılar?" denilirse, buna iki yönden cevap verebiliriz: 1) Bu lâfız bazen, gerekli olan acelecilik söz konusu olmasa dahi, söz esnasında söylenebilir. Mesetâ bir kimsenin konuşması esnasında, "dinle!.." "işittin (değil mi?)" demesi gibi.. 2) Müfessirler Cenâb-ı Hakken: "Onda acele etmek için, dilini depretme" (Kıyame. 16) âyetini şöyle tefsir etmişlerdir: Vahyi tefakkî ve Kur'an'ı alma hususundaki özeninden dolayı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Cebrail'in kendisine getirmiş olduğu vahyi (unutmamak için) tekrarlama hususunda acele ediyordu... İşte bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e: "Onda acele etmek için, dilini depretnıe!" denilmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, ashabının hemen anlamalarını istemesine olan düşkünlüğü sebebiyle, dinî hususlardaki şeyleri onlara acele olarak söylemiş olması; bunun üzerine onların da, bu durumda sözün tamamını anlayıncaya kadar, kendilerine hitap ettiği şey hususunda, kendilerine zaman tanımasını istemiş olmaları da uzak bir ihtimal değildir. b) nın mânası, "Bize bak!" demektir. Ne var ki, burada harf-i cerh hazfedilmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı: Ve Musa, kavmini seçti" (Araf. 155) âyetindeki harf-i cerrinin düşmesi gibi...Bu ifâdeden maksat şudur: Öğretmen ders anlatırken öğrencisine bakarak meseleyi anlatıp, tarif ederse daha etkili olur. c) Ubeyy ibn Ka'b (radıyallahü anh), (......) kelimesinden olmak üzere, "bize mühlet ver!" mânasında, (......) şeklinde okumuştur. Cenâb-ı Hakk'ın, (......) buyruğuna gelince şöyle izah edilir: Duyu organları sağlam olduğu zaman işitme işinin meydana gelmesi, beşer ihtiyarının dışında gerçekleşen zarurî bir iştir...Binaenaleyh, bunu "işitin" diyerek, emretmek caiz değildir. Bu durumda, bu ifâdeden maksat, şu üç husustan birine racidir; a) "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in söylediklerine kulak verip, böylece sözün tekrar edilmesini istemeye muhtaç olmayınız!" demektir. b) Kabul ve itaat etmek üzere dinleyiniz? Sizin dinlemeniz, yahûdilerin dinlemesi gibi olmasın. Çünkü onlar: "Dinledik, ama isyan ettik" (Nisa, 46) demişlerdi. c) Onlara, durumun önemini belirtmek için, "Emrolunduğunuz şeyi iyice dinleyip, böylece nehyolunduğunuz şeye tekrar dönmeyiniz!" denilmiştir. Cenâb-ı Hak bundan sonra, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e karşı takınılacak tavır olan O'nu tebcil ve ihtiram, söylediklerine kulak vermek ve dediklerini düşünmek gibi bir yola girmedikleri zaman kâfirlere isabet edecek olan çok acıklı azabı beyan etmiştir. Âyetteki, ifâdesinin mânası yukarda geçmişti. |
﴾ 104 ﴿