107"Bilmiyor musun, göklerin ve yerin mülkü şüphesiz Allah'ındır ve sizin Allah'dan başka ne bir dost ne de bir yardımcınız yoktur" Bil ki Cenâb-ı Hak neshin caiz olduğu hükmünü bildirdikten sonra, göklerin ve yerin mülkünün başkasının değil, kendisinin olduğunu beyân etmiştir. Bu, mahlûkatın mâliki ve sahibi olduğu için, Allah'ın her emrinin ve nehyinin güzel (hasen) olduğuna dikkat çekmektedir. Bu bizim âlimlerimizin görüşüdür. Meydana gelecek bir sevâb ve savuşturulacak bir cezadan ötürü değil, sırf, kulların mâliki ve onlara hükümran olması sebebiyle, Allah'ın kullarını mükellef tutması muhakkak ki güzel olmuştur. Kaffâl şöyle demiştir: Bunun, kıbleyle ilgili duruma bir işaret olması da muhtemeldir; çünkü Cenâb-ı Hak onlara, kendisinin göklerin ve yerin mâliki olduğunu, bütün mekân ve cihetlerin O'nun mülkü olduğunu, ancak Allahü Teâlâ dilerse, herhangi bir cihetin diğer cihetlerden daha muhterem ve saygıya değer olduğunu bildirmiştir. Durum böyle olup kıbleye yönelme ile ilgili emir de ancak, orayı şereflendirmeye dair bir tahsis olmuş olunca, kıblenin bir cihetten başka bir cihete değişmesine mani olacak bir şey kalmamış olur. "Velî ve nasîr" kelimelerine gelince, bunlar mübalağa ifâde etmek üzere, fail manasında olmak üzere, vezninde gelmiş olan iki isimdir. Bu âyet ile, mülk'ün kudret'ten başka bir mâna ifâde ettiğine istidlal edenler vardır. Bu kimseler şöyle demişlerdir: Cenâb-ı Hak önce: "Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilmedin mi?" buyurmuş, bundan sonra "Göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu bilmedin mi?" buyurmuştur. Şayat mülk kudretten ibaret olsaydı, bu faydasız bir tekrar olmuş olurdu. Mülk ve kudretin hakikatine dair söz ise, "Din gününün mâliki" (Fatiha, 3) âyetinde geçmişti. |
﴾ 107 ﴿