118"Bilmeyen kimseler: "Allah bize (açıkça, yüzyüze) konuşsa ya.. Yahut bize bir mucize gelse ya..." dediler. Onlardan önceki insanlar da tıpkı onlar gibi söylemişlerdi. Kalbleri birbirine ne kadar benziyor. Biz, hakikatleri İyice bilmek isteyenlere âyetlerimizi açıkladık" . Bu âyette bahsedilen husus, yahûdi, hristiyan ve müşriklerin kabin, çirkin işlerinden onbirincisidir. Bu âyetle ilgili meseleler vardır. Cenâb-ı Allah, yahûdi, hristiyan ve müşriklerin tev hid inancını yaralayan bir inançlarını -ki o da Allah'ın çocuk edindiği inançlarıdır- anlatınca, bu âyette de peygamberlikle ilgili yanlış inanışlarını anlatmıştır. Çoğu tefsirciler: "Bu âyette bahsedilenler müşrik Araplardır. Buna, Allah Teâa'nın: "Onlar, "Bizim için şu topraktan bir pınar akıtmadan sana katiyyen inanmayız" (isra, 90); "Evvelki (peygamberlere) gönderildiği gibi o (Muhammed) bize de bir mucize getirsin" (Enbiya, 5); ve: ' "Bizim üzerimize melekler indirilmeli değil miydi. Veya Rabbimizi görmeli değil miydik?" dediler" burkan. 21) ayetleri delâlet etmektedir" dediler. Çoğu müfessirlerin görüşü budur, fakat Ehl-i Kitab'dan olanların da bu isteklerde bulundukları sabittir. Cenâb-ı Allah'ın, "Ehl-i Kitab, senin, üzerlerine gökten bir kitab indirmeni isterler. Onlar Musa'dan, daha büyüğünü istemişlerdi" (Nisa, 153) ayeti buna delildir. Eğer, "Ayetten muradın Arap müşrikleri olduğuna, bahsedilen kimselerin "bilmeyen kimseler" olarak tavsif edilmesi delâlet etmektedir. Çünkü Ehl-i Kitab, İlim ehli olan kimselerdir" denilirse, biz deriz ki: Müşrikler tevhidi ve nübüvveti (Peygamberlik müessesesini) gerektiği şekilde bilmiyorlardı. Ehl-i Kitab da bunları gerektiği şekilde bilmiyorlardı. Kâfirlerin istedikleri Mucizeyi Allah Niçin Ortaya Koymadı? Kâfirlerin tutundukları bu şüphenin izahı şudur: Ha: Kim Olan Allah, birşeyi meydana getirmek istediğinde, mutlaka, ona götüren en kestirme, şek ve şüpheden en uzak yolu tercih eder. Bunun böyle olduğu sabit olunca, biz deriz ki:"Allahü teâlâ, meleklerle konuşur, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ile konuşmuştur. Halbuki sen Ey Muhammed Allah'ın sana konuştuğunu iddia ediyor, delil olarak da, "Kuluna vahyettiğini vahyetti" (Necm, 10) ayetini ileri sürüyorsun. Öyle ise, O Allah niçin bize bizzat hitap edip, itikadımızın kuvvetlenmesi ve ortadaki şüphelerin gitmesi için senin peygamber olduğunu açıkça ifâde etmiyor? Allahü teâlâ böyle yapmadığına göre, niçin sana has ayet ve mucizeler vermiyor?" Bu, iddia Kur'an'ın bir mucize ve delil oluşuna müşriklerin bir tân'ıdır. Çünkü o müşrikler, O'nun bir mucize olduğuna ikrar etmiş olsalardı, "O, bize bir ayet getirmeli değil miydi?" demeleri mümkün olmazdı. Sonra Hak teâlâ bu şüpheyi, şu buyruğu ile cevaplandırmıştır: Bu cevabın özü şudur: Biz, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sözünü, mucizelerle kuvvetlendirdik, sözünün doğruluğunu ayetlerimizle yani Kur'an ve diğer mucizelerimizle beyân ettik. Bu sebeple, danasını istemek işi yokuşa sürme babmdandır. Durum böyle olunca, bazı sebeblerden dolayı, onların bu isteğine icabet etmemek gerekir. a) Tek bir delil bile bulunduğu zaman, mükellef istediğini elde etmiş olur. Eğer mükellefin maksadı hakkı bulmak İse, bu tek delil yeter. Bununla yetinilmeyip fazlası istenirse, böyle bir talebin inâd ve diretme babından olduğunu anlarız. Bundan dolayı, böyle bir isteği yerine getirmek gerekmez. Bunun bir benzeri de. "Onlar, "Ona Rabbinden (başka) ayetler indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki; "O ayetler ancak Allah'ın nezdindedir. Ben sadece bir apaçık haber verenim." Sana indirdiğimiz ve kendilerine devamlı okunan kitap onlara yetmiyor mu?" (Ankebût, 50-51) ayetidir. Böylece Cenâb-ı Hak, onları Kur'an'dan sadra şifâ veren delillerle susturmuştur. b) Eğer Allahü teâlâ, bu mucizeyi indirmesi halinde onların imân edeceklerini bilseydi, onların isteğini yerins getirirdi. Fakat Allah, onların istediklerini yerine getirse de bunun sadece onların inâdlarını artıracağını biliyordu. Bundan dolayı onların isteklerini yerine getirmedi ve şöyle buyurdu: "Eğer Allah onlarda bir hayır olabileceğini bilseydi, onlara bunu işittirirdf. Fakat onlara işittirse bile (bu hallerinde), onlar yüz çevirici olarak arkalarını dönerlerdi" (Enfal.23). c) Bu mucizelerle ilgili olarak çeşitli zararlar meydana çıkmıştır. Bu mucizelerin meydana gelmesi, bundan sonra da tekziblerine devam etmeleri halinde, çoğu kez onların helak olmalarını ve köklerinin kazınmasını gerektirirdi. Bu mucizelerin bir kısmı, mükellefiyeti ihlâl eden, iman etmeyi mecburî hale getiren bir özelliğe sahiptir. Bunların çok sayıda olması ve peşpeşe gelmesi, mucize oluş durumlarını bozabilirdi. Çünkü harikulade şeyler peşpeşe geldiğinde, harikulade olmaktan çıkar, normal görülmeye başlarlar. Bu durumda da mucize olmaktan çıkar. Bütün bunlar Allâmu'l Guyûb (gaybları en iyi bilen) Allah'dan başka hiç kimsenin bilemiyeceği hususlardır. Böylece münkirlerin bu olur olmaz isteklerinin yerine getirilmemesinin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini yaralamayacağı sabit olmaktadır.Cenâb-ı Allah'ın: Kalbleri birbirine ne kadar benziyor!" buyruğundan murad, peygamberleri yalanlayan bütün milletlerin söz ve fiillerinin birbirine benzemesidir. Cenâb-ı Allah onların, Biz tek bir çeşit yemeğe tahammül edemeyiz" (Bakara, 61) Onların putları gibi bize de bir put yap " (A'râf, 128); "Bizimle alay mı ediyorsun?" (Bakara, 67) ve, "Allah'ı bize açıkça göster" (Nisa, 153) dediklerini naklettiği şeklide, Hazret-i Musâ (aleyhisselâm)'nın kavminin devamlı inadlaşıp bâtılı istemeleri gibi, müşrik Araplar da devamlı inâd, diretme ve bâtılı, isteme hususlarında aynıdırlar. Hak teâlâ'nın, "Bîz hakikatleri iyice bilmek isteyenlere ayetlerimizi açıkladık" ifâdesinden murad, Kur'an'ın yanısıra ağacın yürümesi, kurdun konuşması ve az bir yemekle büyük kalabalıkları doyurma gibi Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gösterdiği mucizelerin, yakînî imanı elde etmek isteyenler için kuvvetli birer delil olduğunu bildirmektir. |
﴾ 118 ﴿