119"Şüphe yok ki biz seni kâmil bir müfded ve gerçek bir korkutucu olarak Hak ile gönderdik. Sen cehennemliklerden mes'ul değilsin" . Bu kâfirler inadlarında, bâtıl diretmelerinde ısrar edip, işi yokuşa sürmek için yeni mucizeler isteyince, Allahü teâlâ, peygamberine, onların dinî faydaları için, daha fazla mucize getirmeyeceğini beyan etmiştir. Allahü teâlâ bu şekilde açıkladığı gibi, onların küfürde ısrar etmelerinden dolayı peygamberinin üzüntüsü artmasın diye, tebliğ ve ikaz konusunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in daha fazla bir şey yapamayacağını da açıklamıştır. Ayetteki, "Hak ile" buyruğu hakkında bazı izahlar yapılmıştır a) Bu ifâdedeki "be" harf-i cerri, fiilinden anlaşılan, masdarına müteallikdir. Yani, "Biz seni hak bir irsal (gönderiş) ile gönderdik" demektir. b) Bu harf, "beşir" ve "nezir" kelimelerine mütealliktir. Yani, "Sen Hak ile müjdeleyici (beşir), Hak ile korkutucusu (nezir)sin" manasınadır. c) "Hak" kelimesinden murad, din ve Kur'an'dır. Yani ayet, "Biz seni Kur'an, Allah'a itaat eden kimseleri sevapla müjdeleyici, O'nu inkâr edenleri de ikâbla korkutucu olsun diye gönderdik" manasınadır. Uygun olan, "beşir" ve "nezir" kelimelerinin (Kur'an'ın değil) peygamberin bir sıfatı olmasıdır. Cenâb-ı Hak sanki şöyle buyurmaktadır: "Ey Muhammed, sana uyup dinine girenleri müjdeleyesin, seni inkâr edip dininden sapanları korkutasın diye seni hak ile gönderdik." Allahü teâlâ'nın, 'Sen, cehennemliklerden mes'ul değilsin" ayetinin iki kıraat şekli vardır. Ekseri kıraat alimleri fiildeki "te" ve "lâm" harflerini, cümleyi haber cümlesi kabul ederek, ötüreli, (......) şeklinde; Nâfi ise "te" harfini fethalı, lâm harfini de meczum okuyarak ve cümleyi inşâî cümle (nehiy cümlesi) kabul ederek, (......) şeklinde okumuştur. Birinci kıraata göre âyetin birkaç türlü izahı vardır: a) Onların varacakları yer cehennemdir, bu sebeple onların inkârları sana zarar vermez. Sen bundan mes'ul değilsin. Bu, aynen, Hak teâlâ'nın, "Sen ancaetmekle sorumlusun. Onların hesabı bize ait" (Rad, 40) ve, "O, peygamber, kendisine yüklenen görevden, sizler de size yüklenen (mükellefiyet)lerden sorumlusunuz" (Nur, 54) ayetleri gibidir. b) "Sen doğruyu bulmuşsun. Sana başka birşey gerekmez. Binaenaleyh onların inkârlarından ve azâb-ı İlâhi'ye düşmelerinden dolayı üzülüp kederlenme." Bunun bir benzeri, Allah "O halde nefsin, onlara üzülmesin" (Fatır. 8) ayetidir. c) Şu anda itaat edene ve isyan edene bakma. Çünkü durum bazan değişebilir. O halde bu, gayba ait bir husustur. Binaenaleyh sen bundan mes'ul olmazsın. Ayette, yakın uzak hiç kimsenin, başkasının günahından mes'ul olmayacağına ve onun yaptıklarından sorumlu tutulmayacağına bir delil vardır. İkinci kıraat şekline göre de ayetin iki türlü izahı vardır: a) Rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Keşke ana-babamın ne yaptıklarını bilebilseydim" demiş, bunun üzerine kâfir olanların durumunu öğrenmek istemekten nehyedilmiştir. Bu rivayet akla uygun değildir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ebeveyninin kâfir olduklarını, kâfirlerin ise azaba duçar olacaklarını biliyordu. Buna rağmen O'nun, "Keşke ana-babamın ne yaptıklarını bilseydim" demesi nasıl mümkün olur ? b) Ayetteki nehyin manası, kâfirlerin içine düştükleri azabın büyüklüğünü ifâde etmektir. Nitekim bir musibete uğrayan kimsenin durumunu sorduğunda sana bu manada, "Onu hiç sorma!" denilir. Azabın büyüklüğünü ifâde edişin izahı şudur: "Sorulan kimse, içine düştüğü şeyin çirkinliği sebebiyle dillere düşmesinden dolayı sızlanır. Binaenaleyh bunu, ona sorma, ve onun canını sıkan şeyi ona yükleme", veya, "Ey haber soran kimse, sen, duyanı dehşete düşüreceği ve canını sıkacağı için, onun haberini duymaya dayanamazsın. Binaenaleyh sorma." Übey (radıyallahü anh) (......) şeklinde, Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anh)'in (......) şeklinde kıraatleri birinci kıraati güçlendirmektedir. |
﴾ 119 ﴿