120

"Ne yahûdiler, ne de hristiyanlar, sen onların dinine uymadıkça, asla senden hoşnud olmazlar. De ki: Allah'ın hidâyeti (İslâm), doğru yolun ta kendisidir. Eğer sana gelen (bunca) ilimden sonra, onların heva ve heveslerine uyacak olursan, yemin olsun ki, senin için Allah'dan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulunmaz."

Allahü Teâlâ geçen ayette peygamberini sabra davet edip illetin onlar tarafından değil de peygamber tarafından zail olduğunu, onların Hazret-i Peygamberi tekzibe devam etmede bir mazeretleri kalmadığını beyân edince, bunların bâtılda diretmeleri ve küfürde ısrarları hususundaki durumlarının, peygamberin kendi dinlerine uymasını isteme derecesine, peygamberin getirdiği kitaba razı olmayacaklarına, tam aksine peygamberin onların dininde kendilerine uymasını isteme derecesine vardığını peşisıra getirdi. Böylece bununla onların Hazret-i Peygambere ne derecede düşman olduklarını beyan ederek, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onlara uymayacağını açıkladı.

"Millet" din demektir. Sonra Cenâb-ı Hak, Allah'ın hidayetinin kişileri İslama götüren gerçek buyurmuştur. "Hidayet" ismiyle adlandırılabilecek tek şey Allah'ın hidayetidir. Bu, hidayetin hepsidir. Onun dışında hidayet yoktur. Ehl-i Kitab'ın uymaya davet ettikleri şey hidayet olmayıp, aksine hevâ-vü hevestir. Sen, Allah'ın şu sözüne baksana: Katî delillerle doğruluğu bilinen dine dâir, "ilim sana geldikten sonra", onların "heva" ve bid'at olan görüşlerine "uyarsan", seni koruyacak ve seni müdafaa edecek, "Allah'dan başka hiçbir dostun ve yardımcın olmaz. " Aksine ona taate devam edip, O'nun ipine sımsıkı sarıldığın zaman insanlardan seni koruyacak olan Allah' dır.

Alimler ayetin bazı şeylere delalet etttiğini söylemişlerdir.

1) Allah'ın bir kuluna, yapmayacağını bildiği bir iş hususunda, va'îdde bulunması caizdir. Çünkü ayetten alınan bazı şeylere delâlet ettiğini söylemişlerdir:

misalde, Allah, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yahudî ve hristiyanların hevâ-vü heveslerine uymayacağını biliyordu. Bununla beraber, onu bundan dolayı tehdid etmiştir. Bunun bir benzeri de Allah'ın, "Eğer müşrik olursan amellerin boşa gider" (Zûmer, 65) ayetidir. Peygamberi bu fiilden men edenin veya men eden şeylerden birinin bu tehdit olması ihtimalinden dolayı, bu tehdidin yapılması yerinde olmuştur.

2) Allah'ın, "İlimden sana geldikten sonra.." ifâdesi, tehdidin ancak delil getirmeden sonra caiz olacağını gösterir. Bu doğru olunca, tehdidin ancak kudretten (güç yetirmeden) sonra olması daha uygundur. Bu sebeple, teklif-i mâla yutâkı (güç yetirilemeyen şeyle mükellef tutmak) caiz görenlerin iddiası geçersizdir.

3) Bu ayette, hevâ-vü hevese uymanın ancak bâtıl birşey olduğuna delil vardır. İşte bu yönden ayet, taklidin bâtıl olduğuna delâlet eder.

4) Ayette, azabı haketmiş kimselerin şefaatçisinin olmadığına delil vardır. Çünkü hevasına uyduğunda bir şefaatçi ve yardımcı bulabilecek olsaydı, Peygamber öncelikle bulurdu. Bu son görüş zayıftır. Çünkü Ehl-i Kitab'ın nevalarına uymak küfürdür. Bize göre ise, küfür için şefaat yoktur.

120 ﴿