125Hatırla, hani biz Kâ'be'yi insanlar için bir toplanma yeri ve emniyet vesilesi yapmıştık. Siz, Makam-ı İbrahim'i bir namazgah edinin! Biz, İbrahim ve İsmail'e, "Evimi tavaf edenler, itikaf edenler, rükû ve secde edenler için temizleyin" diye emretmiştik!" . Bil ki Allahü Teâlâ, imametle mükellef kıldığı zaman İbrahim (aleyhisselâm)'in durumunun nasıl olduğunu açıklamıştır. Bu, ikinci teklifin şerhedilmesidir. Bu teklif, Kabe'nin temizlenmesi vazifesidir. Sonra biz şöyle deriz: Ayetle geçen "Beyt" ile Cenâb-ı Allah, el-Beytu'l Haram'ı kastetmiş; ahd veya cins için olan elif lâm bulunduğu için, "Beyt" kelimesini mutlak olarak zikretmekle yetinmiştir. Muhataplar, Allah'ın bununla cinsi kasdetmediğini bildiği için, bu ifade onlarca bilinen bir manaya dönüşmüş olur ki, bu da o Beyt'ten kastedilenin Kabe olmasıdır. Sonra biz, Beyt'ten maksadın bizzat Kabe olmadığını söylüyoruz; zira Allahü Teâlâ o Beyt'i "emniyet vesîlesi" olarak nitelendirmiştir ki bu sadece Kâ'-be'nin sıfatı değil, bütün Harem'in sıfatıdır. Beyt'in mutlak olarak zikredilip de, ondan maksadın bütün "Harem" olduğunun delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kabe'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere.." (Maide, 95) kavlidir. Bu ifâdeden maksad ise, bizzat Kabe'nin kendisi değil, Harem'in tamamıdır; çünkü bu kurban ne Kabe'de, ne de Mescid-i Haram'da kesilmemektedir. Allah'ın, "Bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar" çrevte, 28) kavli de böyledir. Allah en iyisini bilir ya, bundan maksat müşrikleri kurban kesilen yerlerde bulunmaktan men etmektir. Hak teâlâ, bir başka ayette; "Mekke'yi emin bir yer kıldığımızı görmediler mi? (Ankebût, 66) buyurmuştur. Allahü teâlâ, bir başka âyetinde, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'den haber vererek, "Rabbim bu beldeyi emniyetli kıl" (Bakara, 126) buyurmuştur. Böylece bu, Allahü teâlâ'nın, beytini (evini) "emniyetli" diye vasfettiğine delâlet eder. Bu da, beyt'ten maksadın bütün Harem bölgesi olmasını gerektirir. Hak teâlâ'nın "beyt" lâfzını mutlak olarak zikredip, bununla bütün Harem'i kastetmesinde-ki sebeb, Harem'e duyulması gereken saygı, beyte bağlanınca, Harem'e beyt" demesi caiz olmuştur. Allahü Teâlâ'nın, "İnsanlar için bir toplanma yeri" sözüne gelince, bu -ususta birkaç mesele vardır: Mesabe Ve Sevab Kelimelerinin İştikakı Dilciler şöyle demişlerdir: Ayette geçen, (......) kelimesinin aslı, "dönmek" manasına gelen, (......) kelimesinden gelmektedir. Su, kesildikten sonra akıp (tekrar) nehre vardığında denilir. Yine, "aklı başına geldi" manasında, insanlar birisinin yanından ayrılıp sonra topluca ona geri döndükleri zaman, denilir. Sevâb da bu kökten alınmıştır, Sevâb, sanki kişinin mal ve benzeri şeyleri infâk edip çıkardığında kendisine geri dönmesi manasınadır. Kuyunun dibinde suyun birikmesine, denilir. Kaffâl şöyle denildiğini iddia etmiştir: ve kelimeleri, ve gibi, ikisi de doğru olan birer kullanıştır. Bu Ferrâ ve Zeccâc'ın görüşüdür. lâfzına, "te" harfinin mübalağa için dahil olduğu da söylenmiştir. Nitekim Araplar aynı şekilde mübalağa ifâde etmek için, (......) ve (......) derler, (......) Kelimesinin aslı, vezninde olan, (......) kelimesidir. Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Bu kelimenin manaşı, "insanlar heryıl oraya dönerler" şeklindedir." İbn Abbas (radıyallahü anh) ve Mücahid'den ise, bunun (oradan) ayrılan herkes, tekrar oraya dönmeyi ister" manasında olduğu rivayet edilmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, 7"Artık sen İnsanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir" (ibrahim, 37) buyurmuştur. "Mesâbeten" kelimesinin şu manaya geldiği de söylenmiştir: "İnsanlar oraya haccederler, bundan dolayı sevab kazanırlar." "Şayet:" Beyt'in "mesabe" olması, ancak insanların oraya yönelmesiyle olur ki, bu da Allah'ın yaratmasıyla değil, insanların fiiliyle olmuş olur. Öyle ise, Allahü Teâlâ'nın, (......) ifâdesinin manası nedir?" denilirse biz deriz ki: Bu ayet, "Kulun fiilini de yaratan Allah'dır" şeklinde olan bizim itikadımıza bir delildir. Mu'tezile'nin görüşüne göre ise bunun manası, "Onların bir kere daha oraya dönmelerine sebeb olsun diye, Allah oranın saygısını insanların kalbine attı" demektir. Allah bunda dünyevî ve uhrevî faydalar bulunduğu için böyle yapmıştır. Dünyevî menfaatler, doğu ve batıdaki insanların orada bir araya gelmeleri, böylece büyük menfaatlerin ve dünyevî kazançların elde edildiği ticâretlerin yapılmasıdır. Bu sebeble hac yolculuğundan dolayı, yollar ve beldeler mamur hale gelir ve çeşitli dünyevî durumlar müşahede edilir. Dinî menfaatlere gelince, bu şu sebebten olur: Arzulu olarak Allah'ın emirlerine uymak ve O'na yaklaşmak, kulluğunu ortaya koymak, umre ve tavafa devam etmek, şerefti Mescid-i Haram'da namaz kılmak ve orada itikafa girmek için Beytullah'a niyetlenen (yönelen) kimse, bu niyetiyle Allah katında, büyük sevab elde etmiş olur. Bazı alimlerimiz, umrenin vâcib oluşu meselesinde, Allahü Teâlâ'nın, (......) ifâdesini delil getirmişlerdir. Bu ayetin delâlet vechi şudur: Allahü teâlâ bu buyruğu ile kendisinin bu Beyt'inin, insanların "mesabesi" olduğunu haber vermiştir. Ancak ayeti bu manada anlamak mümkün değildir. Çünkü Beyt'in insanlar için bir mesabe olması, insanların tercihlerine bağlı olan bir durumdur. İnsanların tercihlerine bağlı olan bir şeyin cebr ve zorlama ile elde edilmesi mümkün olmaz. Ayeti zahirine hamletmek imkânsız olunca, onu vücûba hamletmek gerekmiştir; çünkü biz ayeti vücûba hamlettiğimizde bu, umrenin hükmünün mendub olmaktansa vâcib olduğu sonucuna götürmüş olur. Böylece Cenâb-ı Allah'ın, bize tekrar tekrar Beytullah'a dönüp, gelmeyi vâcib kılmış olduğu sabit olmuş olur. Biz, bu vücûbiyyetin, tavafın dışındaki herhangi bir şeyde tahakkuk etmediği hususunda ittifak ettik; bundan ötürü de bu vücûbiyyetin tavafta tahakkuk etmesi vâcib olmuş oldu. İşte, bu ayetle istidlal ediliş şekli budur. Kur'an'ın hükümleri hususunda konuşanların çoğu, bu ayetin bu mânaya delâlet etmesi hususunu eleştirdiler. Biz ise, bu ayetin, açıkladığımız bu yönden, bu mânaya delâlet ettiğini ortaya koyduk. Mescid-i Haram'ın Emniyet Yeri Olması Cenâb-ı Allah'ın, "Ve bir emniyet vesilesi" kavline gelince, bunun mânası "güven ve emniyet yeri" dir. Sonra şüphe yok ki, "Biz Kâbe'yi insanlar için bir toplanma ve emniyet yeri yaptık" ifâdesi bir haberdir. Bazan, bunu zahiri üzere bırakıp, "bu bir haberdir" deriz; bazan da onu zahirinden çevirerek, "bu bir emirdir" deriz. Bu husustaki birinci görüş şudur: (......) kelimesinden murad, "Cenâb-ı Allah Harem beldesinin halkını, "Bizim, Mekke'yi harem ve emniyetli bir yer yaptığımızı görmediler mi?" (Ankebut, 67) ;ve: "Tarafımızdan bir rızık olarak, onları çeşitli birçok mahsûllerin gelip toplanacağı emin bir harem'de yerleştirmedik mi?" (Kasas, 57) ayetlerinde buyurduğu gibi, kıtlık ve kuraklıktan güvenli kılmıştır." Bundan muradın, Harem beldesinde öldürme hâdisesinin bulunmadığını haber vermek olması mümkün değildir. Çünkü Harem'de, bazen haksız ve haram olan öldürme hâdisesinin vuku bulduğunu, bazan da mubah olan öldürme cezasının orada uygulandığını görmekteyiz. Cenâb-ı Allah, "O kâfirler, orada sizinle savaşmadıkcar sizlerde Mescid-i Haram'ın yanında onlarla savaşmayın. Eğer onlar sizinle savaşırlarsa, onları o zaman öldürün" (Bakara 191) buyurmuş, orada öldürme hâdisesinin vuku bulduğunu haber vermiş: - Bu husustaki ikinci görüş: Biz bunu te'vil ederek, emir anlamına hamledebiliriz. Buna göre ayetin manası şöyle olur: Allahü Teâlâ insanlara, bu yeri baskın ve öldürmeden emin olunan bir yer yapmalarını emretmiştir. Buna göre, Beytullah Allah'ın hükmü ile saygın ve muhterem bir yer olmuştur. Cahiliyye devri insanları da O'nun saygınlığına inanıyorlardı. Bundan dolayı oraya sığınan bir kimseye saldırmazlardı. Kureyşlileri de, Beytullah'a olan saygılarından dolayı, "Ehlullâh-Allah'ın halkı" diye isimlendirmişlerdi. Sonra sen, oradaki avlanma işini düşün.. Meselâ köpek, Harem'in dışında ceylanı avlamak ister; ceylan ondan kaçınca, köpek onun peşine düşer: eğer ceylan Harem mıntıkasına girerse, köpek artık onu izlemez.. Mekke'nin haremliği hususunda birçok hadis rivayet edilmiştir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah muhakkak ki, Mekke'yi haram kılmıştır. O, ne benden önce herhangi bir kimse için helâl kılınmıştır; ne de benden sonra herhangi bir kimseye helâl kılınacaktır. O bana, sadece bir günün bir saatinde helâl kılınmış, sonra da haramlığı, eskisi gibi geri dönmüştür. Buhâri, İlim, 37. (Aynı manada daha uzun bir hadis). Şafiî (radıyallahü anh), bu hadisin şu mânada olduğunu söylemiştir: Mekke'de, hiç kimseye harp yapmak helâl kılınmamıştır; bu ancak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e helâl kılınmıştır. Mescid-i Haram'a Sığınan Suçluların Durumu Kendiferine had uygulanması gereken kimselerden Beytullah'a sığınanlara gelince, bu hususta Şafiî (radıyallahü anh), şöyle demiştir: "Devlet başkanı o şahsın, Harem'den çıkmasına sebep olacak biçimde, sıkıştırılmasını emreder. O kimse. Harem bölgesinden çıkınca, "hıll" (Harem'in dışında kalan bölgler)'de ona ceza tatbik edilir. Öldürülmedikçe Harem'den çıkmazsa, bu caizdir; Harem'-de başkasını öldüren kimsenin durumu da böyledir, onun da orada öldürülmesi caizdir". Ebû Hanife (rh.â) "Onun orada öldürülmesi caiz değildir" demiştir. Şafiî (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Ebu Süfyan, Asım İbn Sabit İbn el-Eflâh ile Hubeyb'i öldürdüğü zaman, onun Mekke'deki evinde, eğer mümkün olursa, suikast ile öldürülmesini emretmesini delil getirmiş ve şöyle demiştir: Bu, Mekke Harem olduğu halde emredilmiştir; binaenaleyh bu olay, Mekke'nin kendisine bir ceza uygulanması gereken bir kimseye ceza uygulanmasına mani olmadığına, fakat başka yerlerde uyulduğu gibi, orada harb edilmesine manî olduğuna delâlet etmektedir. Ebu Hanife (rh.a) bu âyeti kendi görüşüne delil getirmiştir. Ebu Hanife'ye Şöyle cevap verilir: Ayetteki, ifâdesinden, Cenâb-ı Hakk'ın Harem bölgesini hangi konuda emin kıldığına dâir bir açıklama bulunmamaktadır; binaenaleyh bunun, "kıtlıktan emin olmak", "harp yapılmaktan emin olmak" ve "ceza uygulanmasından emin olmak" manalarına olması mümkündür. Lâfız umûmî bir ifâde olmadığı için, hepsine hamledilemez; bel onu kıtlıktan ve âfetlerden emin olmak mânasına hamletmek daha evlâdır. Çünkü bu tefsire göre biz, haber ifâde eden lâfzı, emir manasına hamletme htiyacını duymayız. Diğer izah şekillerinde ise, buna muhtaç olunur. Bundan dolayı Şafiî (radıyallahü anh)'nin izahı daha uygundur. Cenâb-ı Allah'ın, "Siz Makam-ı İbrahim'. : namazgah edinin" kavlinde bazı meseleler bulunmaktadır: İbn Kesir, Ebu Artır, Hamza, Âsim ve Kisâî, emir sigası olarak ha harfinin kesresi ile kelimeyi, (......) şeklinde; Nâfi ve İbn Âmir, haber (fiili mazi) sigası olarak ha harfinin fethası ile, (......) şeklinde okumuşlardır. Birinci kıraata göre, "edininiz" ifâdesi neye atfedilmiştir? Bu hususta bazı görüşler vardır: a) Bu ifâde, Cenâb-ı Hakk'ın, atfedilmiştir. b) Bu ifâde, Allah'ın, sözüne atıftır. Buna göre mana şöyle olur: "Allah Hazret-i İbrahim'i birtakım kelimelerle imtihan edip, o da o kelimeleri yerine getirince, Hazret-i İbrahim yapmış olduğu bu fiillerine mükâfaat olarak, "Ben seni insanlara imâm kıldım ve İbrahim'in makamını namazgah edininiz" buyurdu. Allahü teâlâ'nın bunu Hazret-i İbrahim'in soyuna emretmiş olması da caizdir. Fakat Cenâb-ı Allah bu hususu açıkça beyan etmemiş, sadece bu kadar söylemiş. Bunun bir benzeri de, "Onlar hakikaten bu (dağın), üzerlerine düşeceğini sanmışlardı. (İşte o vakit): "Size verdiğimiz (Hitabı) kuvvette tutun" (demiştik)" (A'râf, 171) ayetidir. c) Bu ifâde, Allah tarafından ümmet-i Muhammed'e, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'ir makamını namazgah edinmeleri için bir emirdir. Bu izaha göre ayet, Hazret-i İbrahim kıssasının araşma girmiş bir cümle-i itiraziyyedir. Ayetin tertib ve manas sanki şöyledir: "Biz Beytullah'ı insanlar için sevab kazanma yeri kıldık. O halde ey ümmet-i Muhammed, İbrahim'in makamını namazgah edininiz." Buna göre ayetin takdiri de şöyle olur: Biz o Beyt'i şereflendirip, insanların sevab kazanacağı ve emniyette olacağı bir yer olarak vasıflandırdığımız için, ey ümmet-i Muhammed, orayı kendinize kıble edininiz." Her nekadar, fiilinin başına fâ harfi getirmek daha açık olsa da bu yerde hem vav hem de fâ harfi (atıf harfi olarak) getirilebilir, İkinci kıraate göre ise, bu, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in zürriyetinin orayı bir namazgah edindiklerini haber vermektedir. Buna göre bu söz, "Biz Beyt'i sevâb kazanma yeri kıldık, " buyruğuna atfedilmiştir. Yani, "Biz Beyt'i sevab kazanma yeri kıldık da onun zürriyeti orayı namazgah edindiler" manasınadır. Yine bu kıraate göre bu ifâdenin, takdirinde olmak üzere, ifâdesine atfedilmiş olması da caizdir. Âlimler, Makam-ı İbrahim'in ne olduğu hususunda bazı görüşler söylemişlerdir; Birinci Görüş: Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'ın üzerine çıktığı taşın yeridir. Bu görüşte olanlar da iki değişik izah yapmışlardır: a) Bu Hazret-i İsmail (aleyhisselâm)'in hanımının, İbrahim (aleyhisselâm)'in başını yıkarken onun ayağının altına koyduğu taştır. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) bineği üzerinde olduğu halde bir ayağını o taşın üzerine koymuş, böylece gelini, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in başının bir tarafını yıkamış. Sonra Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in ayağının üzerinde iz bıraktığı o taşı diğer ayağının altına koymuş, o ayağı da taş üzerinde iz bırakmıştır. Allah bu iz bırakmayı, onun mucizelerinden biri olarak yaratmıştır. Bu, Hasan Basrî, Katâde ve Rebi' b. Enes'in görüşüdür. b) Sa'id b. Cübeyr'in İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet ettiği şu husustur: Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm), Ka'be'yi inşâ ediyor, Hazret-i İsmail (aleyhisselâm) de ona taş veriyordu. Her ikisi de bu esnada: "Ya Rabb, bizden kabul et. Muhakkak ki sen hakkıyla işiten ve bilensin" (Bakara, 127) diye dua ediyorlardı. Binanın duvarları yükselip, Hazret-i İbrahim taş koymak için yetişemeyince, bir taş üzerine çıkmıştır ki Makam-ı İbrahim işte bu taşın bulunduğu yerdir. İkinci Görüş: Hazret-i İbrahim'in makamı, Harem bölgesinin tamamıdır. Bu, Mücâhidin görüşüdür. Üçüncü Görüş: Makam-ı İbrahim, Arafat, Müzdelife ve şeytan taşlama yerleridir. Bu, Atanın görüşüdür. Dördüncü Görüş: Haccın tamamı' (hacc mahallerinin tamamı) Hazret-i İbrahim'in makamıdır. Bu görüş, İbn Abbas (radıyallahü anh)'a aittir. Muhakkik âlimler birinci görüşün daha uygun olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Buna pekçok şey delildir: a) Câbir (radıyallahü anh)'in rivayetine göre, Hazret-i Peygamber tavafı bitirip Makam-ı İbrahim'e gelince, "Makam-ı İbrahim'i namazgah edininiz" ayetini okurdu. Bu ifâdenin, bu yerde okunması Makam-ı İbrahim'den maksadın, bu yerin olduğuna açıkça delâlet eder. b) Bu isim örfte, bu belli yere hastır. Buna delil ise şudur: Bir insan, Mekke'de bir Mekkeliye Makam-ı İbrahim'i sorsa, o ona bu yerden başka bir yer göstermez, ve başka bir şey de anlamaz. c) Rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yanında Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) olduğu halde Makam'a geldi. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh): "Ey Allah'ın resulü, bu atamız İbrahim'in makamı değil midir?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Evet" cevabını verdi. Hazret-i Ömer de: "Biz orayı namazgah edinemez miyiz?" deyince de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bununla emrolunmadım" dedi. O gün henüz sona ermemişti ki bu ayet-i kerime nazil oluverdi. d) Taş, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in ayağının altında, onun ayakları üzerinde iz bırakacak şekilde çamur gibi yumuşak oldu. İşte bu Allah'ın birliğine ve Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in mu'cizesine apaçık delâlet eden şeylerdendir. Bu sebeple, bu makamın Hazret-i İbrahim'e has kılınması, başkalarına has kılınmasından daha uygundur. Binaenaleyh oraya Makam-ı İbrahim demek daha evlâ olur. e) Hak teâlâ, "Makam-ı İbrahim'i namazgah edininiz" buyurmuştur. Halbuki namazın, bu yerin dışında ne Harem ile ne diğer yerler ile bir bağlantısı yoktur. Binaenaleyh Makam-ı İbrahim'in burası olması gerekir. f) Makam-ı İbrahim, O'nun ayakta durmuş olduğu yerdir. Hazret-i İbrahim'in yıkanırken başkasının değil, bu taşın üzerinde durduğu rivayetlerle sabit olmuştur. Bundan dolayı bu taşın bulunduğu yere Makam-ı İbrahim demek daha uygundur. Kaffâl şöyle demiştir: Makam-ı İbrahim'i bu taşın bulunduğu yer olara anlayanlar, Allahü teâlâ'nın, "Makam-ı İbrahim'i namazgah edininiz" ifâdesini, insanın, "Falancayı arkadaş edindim. Allah bana falancanın yerine bir sâlih kardeş verdi ve senin yerine müşfik bir dost hibe etti" sözündeki mecâzî manada anlamışlardır. Ayetteki, (......) kelimesi ancak, bu manada namazgâh edinilen yeri açıklamak ve onu başkalarından ayırmak için getirilmisti. Allah en iyisini bilendir. Musalla (Namazgah)'dan Maksad Nedir? Alimler, Allah'ın, "Namazgah" ifadesiyle neyi murâd ettiği konusunda bazı açıklamalarda bulunmuşlardır: a) Musalla, dua edilecek yer demektir. Bunu söyleyenler bu kelimeyi "dua" manasına olan, âfzından almışlardır. Nitekim Cenâb-ı Hak, bu manada, "Ey iman edenler ona duâ edin" (Ahzâb, 56) buyurmuştur. Bu, Mücâhidin görüşüdür. Mücahid bu görüşe, "Harem'in tamamı Makam-ı İbrahim'dir" şeklindeki görüşüne uygun düşsün diye zâhib olmuştur. b) Hasan el-Basri, "Allahü teâlâ bu buyruğu ile, kıble manasını kastetmiştir" demiştir. c) Katâde ve Süddî, "İnsanların orada namaz kılmaları emrolunmuştur" diye açıklamışlardır. Muhakkik ulemâ: "Bu son görüş daha uygundur. Çünkü "salât" lâfzı mutlak olarak zikredildiği zaman, rükû ve secdesiyle kılınmış olan namaz akla gelir. Görmüyor musun, bir şehrin musallası, bayram namazlarının kılındığı yerdir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Üsâme b. Zeyd (radıyallahü anh)'e, "Musalla, senin önündedir" buyurmuş, bu ifâdeyle kılınan namazın yerini kastetmiştir. Buna, yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, bu ayeti okuduktan sonra, bu makamda namaz kılmış olması da delâlet eder. Bir de bu kelimeyi, bildiğimiz namaz manasına hamletmek daha evlâdır. Çünkü bu, ayet hakkında yapılan diğer tefsirlere de şâmildir. Burada fıkhî bir mesele vardır: Tavafın iki rekat namazı farz mıdır, sünnet midir? Bu durumda bakılır, eğer tavaf farz olan tavaf ise, Şafiî (radıyallahü anh)'nin bu hususta iki görüşü vardır: 1) Bu namaz, Allah'ın "Makam-ı İbrahim'i namazgah edininiz" ifâdesinden dolayı farzdır. Çünkü ayetteki emir, vacib oluşu ifâde eder. 2) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bedevî Arabın, "Bana, bundan başka şey gerekiyor mu?" dediğinde, ona, "Hayır. Ancak nafile olarak yapacakların müstesna.." buyurmuştur. Eğer tavaf, kudüm tavafı gibi nafile bir tavaf ise, iki rekat tavaf namazı da sünnettir. Bu meselede Ebu Hanife'den de değişik görüşler rivayet edilmiştir. Allah en iyisini bilendir. Dördüncü mesele Beytullah'ın fazileti hakkındadır. İmam Ahmet el-Beyhaki Şu'âbü'l-İmân kitabında Ebu Zer (radıyallahü anh)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: "Ey Allah'ın peygamberi, yeryüzünde ilk yapılan mescid hangisidir?" dedim. O, "Mescid-i Haram" diye cevab verdi. "Daha sonra hangisidir?" dedim. O, "sonra Mescid-i Aksa'dır" diye cevab verdi. Ben: "İkisinin yapılışları arasında kaç sene geçmiştir?" deyince de, "Kırk yıl" cevabını verdi ve sözüne şunu ekledi: "Namaz vakti nerede gelirse hemen namazını kıl çünkü orası mesciddir." Bu hadisi Buhâri ve Müslim, Sahih'lerine almışlardır. Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh)'den rivayet olunduğuna göre şöyle demiştir: "Beytullah, yeryüzünden bin sene önce yaratılmıştır. Sonra yeryüzü oradan genişletilip bu hale getirilmiştir." İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan da rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde yaratılan ilk yer, Kabe'nin yeridir. Daha sonra buradan yeryüzü genişletilmiştir. Allahü Teâla'nın yeryüzünde dikmiş olduğu ilk dağ ise, Ebu Kubeys Dağı'dır. Daha sonra diğer dağlar buradan uzayıp gitmiştir." Vehb İbn Münebbih'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hazret-i Adem (aleyhisselâm) yeryüzüne indirilince, orayı uçsuz bucaksız görüp, bir de kendisinden başka kimse göremeyince, oradan ürkerek şöyle dedi: "Rabbim, senin bu yerin çok güzel ve mâ'mûr; orada benden başkası da seni tesbih ve takdis etsin!" Bunun üzerine Hak teâlâ: Ben orada senin zürriyetinden, Beni hamd ve takdis eden kimseleri yaratacağım ve orada, içinde zikrimin yüceltildiği evler yapacağım.. Böylece, içinde yarattığım insanlar beni tesbih edecekler. Ben seni, orada, kendi nefsim için seçmiş olduğum ve ikramıma tahsis ettiğim bir "ev"(in yanına) yerleştireceğim. Ve onu, ismim ile, ismime nisbet ederek (Beytullah-Allah'ın evi), bütün evlere tercih edeceğim. Ben onu "Beytî-Evim" diye adlandırıp, azametimle yücelteceğim, onu, bana olan ihtiram ve saygıyla kuşatacağım, onu bütün evlerin içinde benim zikredilmeme en lâyık ve en uygun olanı yapacağım ve onu kendim için seçtiğim bir bölgeye yerleştireceğim. Çünkü ben bu evin yerini gökleri ve yeri yarattığım gün seçtim ve onu, sen ve senden sonrakiler için, üstündekini, altındakini ve etrafındakileri hürmeti sebebiyle saygın kılmış olduğum emniyetli ve muhterem kıldım. Kim benim muhterem kılmam sebebiyle ona saygıda bulunursa, muhakkak ki beni ta'zim etmiş olur; kim ona saygısızlığı mubah görürse, bana saygısız davranmayı da mubah görmüş olur. Kim oranın halkına güven ve emniyet verirse, bununla benim güvenimi elde etmiş olur; kim de oranın halkını korkutursa, beni korkutmaya çalışmış olur; kim oranın şanına saygı gösterirse, o kimse de benim gözümde büyümüş ve kim de oranın halkını küçümserse, benim gözümde küçülmüş olur. Oranın sakinleri benim komşularım; orayı imâr edenler benim heyetlerim ve orayı ziyaret edenler benim misafirlerimdir. Orayı insanlar için yapılan ilk beyt olarak yaratıyorum ve orasını, üstleri başları tozlu olduğu halde bölük bölük gelen yeryüzü ve gökyüzü sakinleriyle ma'mûr hale getiririm. Nitekim O, "İnsanlar içinde hacet ilân et. Gerek yaya olarak, gerek de bütün uzak yerlerden gelen arık develer üstünde sana gelsinler!" (Hac, 27) buyurmuştur. İnsanlar bana olan tekbiriyle ortalığı doldurur ve sellerin çağlaması gibi telbiye söylerler. Buna göre, kim benden başkasını bir gaye ve maksad edinmeksizin, orayı ziyaret ederse beni ziyaret etmiş, bana misafir olmuş, benim yanımda konaklamış ve bana heyet olarak gelmiş demektir. Böylece, ona ikram ve kerametimi sunmam üzerime hak olur. Yine kerim olan kişiye, kendisine gelen heyete, misafirlerine ve ziyaretçilerine ikram etmesi ve onlardan herbirinin ihtiyacını gidermesi hak bir vazifedir. "Ey Adem, hayatta olduğun sürece orayı ma'mûr et; sonra senin zürriyetinden peşpeşe ve ardarda gelen ümmetler, milletler ve peygamberler de orayı ma'mûr etsinler.. Sonra bu iş, senin zürriyetinden olan, kendisine Muhammed ismi verilen ve peygamberlerin de sonuncusu olan bir nebî ile son bulsun.. Binaenaleyh, ben o Muhammed'i oranın sakinlerinden ve orayı ma'mûr eden, orayı koruyan ve oranın idaresini üstlenen birisi olarak yaratacağım. Böylece o hayatta bulunduğu müddetçe evime karşı benim "eminim (güvenilir adamım) olur. Birisi bana yöneldiğinde, beni, kendisiyle bana yaklaşabileceği bir karşılığı ona hazırlamış olduğum halde bulur. Ben bu "beyi"in ismini, yâdını, şerefini, mecdini, övgüsünü ve onun kadrini, senin zürriyetinden olan bir nebîye veriyorum, ki bu nebî, Muhammed'den önce olup, O'nun atasıdır ve ona İbrahim denilir. Kabe'nin temellerini onun için yükseltiyor, onun ümranını onun elleriyle yerine getiriyor, ona oranın kurallarını ve ibadet şekillerini öğretiyor, ve onu, itaatkâr, emrimi yerine getiren, yoluma çağıran tek bir ümmet yapıyor, onu seçip Sırat-ı Müstakim'e iletiyorum. Onu imtihan ediyorum, o da sabrediyor; ona afiyet ve sıhhat veriyorum, şükrediyor; ona emrediyorum, yapıyor ve bana adaklarda bulunuyor, sonra da adağını yerine getiriyor. Bana dua ediyor, ben de onun kendisinden sonra gelecek olan zürriyeti ve çocukları hakkındaki duasını kabul ediyorum. Onu onlar hakkında şefaatçi kılıyor ve onları, onlar değiştirmediği ve tagyîr etmediği müddetçe bu evin halkı, onu idare eden, onu himaye eden, oradakileri sulayan, oraya hizmet eden, orayı bekleyen ve oranın perdedârları yapıyorum.. İbrahim'i bu "ev"in imamı ve bu şeriatın ehli kılıyorum. Orada bulunan bütün insanlar ve cinler, ona tâbi olur." Atâ'dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hazret-i Adem Hindistan'a indirildiği zaman, "-Ya Rabbi, bana ne oluyor da, cennette duymuş olduğum gibi, burada meleklerin sesini duymuyorum?" dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak: "Senin hatan sebebiyle, ey Adem" dedi. Şimdi sen Mekke'ye git, orada, melekleri tavaf ederken gördüğün Beyt-i Ma'mûr gibi, bir ev inşa et! Bunun üzerine o da Mekke'ye gidip, orada Kabe'yi inşa etti. Böylece Hazret-i Adem'in iki ayağını bastığı yerler köy, nehir ve bağlık bahçelik; adımları arasında kalan yerler ise, çöller ve tenha yerler oldu. Bu şekilde Hazret-i Adem, kırk yıl Hindistan'dan gelerek Kabe'yi ziyaret etti. Hazret-i Ömer, Kâ'bu'l-Ahbâr'a bu hususta soru sorup da, "Bana bu evden haber ver" dediğinde, Ka'bu'l-Ahbâr şöyle demiştir: "Bu evi, Allahû Teâlâ gökyüzünden, içi boş yakut şeklinde, Hazret-i Adem'le beraber indirdi ve Adem'e şöyle dedi: "Ey Adem bu benim evimdir, melekleri Arşımın etrafında tavaf eder ve istiğfarda bulunurken görmüş olduğun gibi, sen de benim evimin etrafını tavaf et ve orada namaz kıl." Sonra Hazret-i Adem'le beraber melekler inerek, Kabe'nin taştan temellerini yükselttiler; derken Kabe temelleri üzerine bina edildi. Cenâb-ı Hak Nûh (aleyhisselâm)'un kavmini tufanda boğduğu zaman, Allah Kabe'yi göğe yükseltti; geriye Kabe'nin temelleri kaldı.. Hazret-i Ali'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Beyt-i Ma'mur, semâda bir evdir. Ona Durak ismi verilir. Kabe'nin tam üzeri hizasındadır. Onun gökyüzündeki hürmeti, Kabe'nin yeryüzündeki hürmeti gibidir. Orada hergün yetmişbin melek namaz kılar ve bir daha oraya dönmezler." Hazret-i Ali'nin anlattığına göre, Hazret-i İbrahim'in inşasından sonra uzun zaman geçti ve bundan dolayı Kabe harap oldu. Amâlika topluluğu onu yeniden inşa etti. Aradan uzun zaman geçince Kabe yine yıkıldı. Bu sefer onu Cürhüm kabilesi yeniden inşa etti. Aradan uzun zaman geçince, onların inşa ettiği Kabe yine yıkıldı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gençliğinde Kureyş kabilesi Kabe'yi bir kere daha onardılar. Sıra Hacer-i Esved'i yerine koymaya gelince, bu konuda ihtilâfa düştüler, ve "Şu sokaktan ilk çıkıp gelecek kimse aramızda hükmetsin" dediler. O sokaktan ilk çıkan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) oldu. Böylece O (sallallahü aleyhi ve sellem), onların bu taşı bir örtünün üstüne koymalarını, sonra bütün kabilelerin birer ucundan tutarak, onu kaldırmalarını söyledi. Bütün kabileler onu kaldırdılar. Daha sonra da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onu kucaklayıp yerine koydu. Zühri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bana ulaşan bilgilere göre, Kureyşliler Makam-ı İbrahim'de, üzerlerinde yazı bulunan üç levha gibi taş buldular. Birincisinde, "Ben, Bekke'nin (Mekke'nin) sahibi olan Allah'ım, Onu, güneşi ve ayı yarattığım gün yarattım. Ben onu, yedi mülk ile kuşattım ve et ve süt hususunda ora halkına bereket verdim"; ikincisinde: "Ben, Bekke'nin sahibi olan Allah'ım. Ben, sıla-i rahmi yarattım ve ona kendi (Rahman) ismimden bir isim verdim. Her kim sıla-ı rahmi yerine getirirse beni ziyaret etmiş, her kim de onu keserse benimle olan münasebetini kesmiş olur"; üçüncüsünde de: "Ben, Bekke'nin sahibi olan Allah'ım, hayrı ve şerri yarattım. Elinde hayır bulunan kimseye ne mutlu! Elinde şer olan kimseye de yazıklar olsun!" ibareleri yazılıydı. Hacer-i Esved İle Makam-ı İbrahim'in Faziteti Hakkında Beşinci mesele, Hacer-i Esved ile Makam-ı İbrahimin fazileti hakkındadır. Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmistir: "Rükün ve Makam-ı İbrahim cennet yakutlarından iki yakuttur. Allah bunların ışıklarım silmiştir. Eğer böyle olmasaydı, onlar doğu ile batı arasını aydınlatırlardı: Onlara dokunan salgın hastalıklı ve hasta olan herkesr mutlaka şifâ bulur " Tirmizi. Hac. 49 (3/226). İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edilen bir hadiste ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hacer-i Esved kârdan daha beyaz idi. Fakat müşriklerin günahları onu kararttı " Tirmizi. Hac. 49 (3, 226). İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü, Hacer-i Esved, gören iki gözü, konuşan bir dili olduğu halde gelir. O, kendisini hak ile selâmlayan herkese şahadet eder " İbn Mâce. Menâsik, 27 (2/982). Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in Hacer-i Esvedin yanına varıp şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Seni öpüyorum. Fakat zararı ve faydası olmayan bir taş olduğunu da kesin olarak biliyorum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in seni öptüğünü görmüş olmasaydım, seni ben de öpmezdim." Bunu Buhâri ve Müslim, Sahih'lerinde rivayet etmişlerdir. Beylullah'ın Her Türlü Pislikten Temizlenmesi Cenâb-ı Allah'ın, İbrahim ve İsmail'e ahdettik.. " ayetine gelince, evlâ olan bundan muradın: "Biz o ikisine bunu gerekli gördük, onlara emrettik ve bu konuda onlara güvendik" şeklinde olmasıdır. Ahd ve Misâk'ın ne manalara geldiği daha önce geçmişti. Allah'ın, "Evimi temizleyin diye.." ifâdesinden maksadın, "Beytullah'a yakışmayan herşeyden onu temizlemek" manası olması gerekir. Beyt'in bulunduğu yer ve etrafı namaz kılınan yer olunca, pisliklerden temizlemek gerekir. Burası, Allah'a ibâdet ve ihlâs yeri olduğu için Beyt'i, şirkten ve Allah'dan başkasına ibâdetten de temizlemek gerekir. Bütün bunlar bu ayetin ifadesine dahildirler. Sonra müfessirler bazı açıklamalarda bulunmuşlardır: a) "Evimi temizleyiniz" sözünün manası, "onu bina edin, şirkten temizleyin ve temellerini takva üzerine kurun" şeklindedir. Bu tıpkı, Cenâb-ı Allah'ın, "Binasını Allah korkusu üzerine kuran kimse mi?..." (Tevbe, 109) ayeti gibidir. b) "İnsanlara benim beytimin (evimin) onu ziyaret edip, orada bulundukları zaman onları temizlediğini bildirin." Bu ifâdenin mecazî manası ise, "O beytimi insanlara göre temiz hale getirin" şeklindedir. Nitekim "Şafiî (radıyallahü anh) falan şeyi temiz sayıyor, Ebû Hanife ise necis sayıyor denir. c) "O beytimi (evimi) yapın, ziyaretçilerine zahmet verecek şek ve şirk ehlinden kimseyi orada bırakmayın, hatta şek ve şirk ehlinden onun temiz oluşunu iyice sağlama alın." Nitekim, "Allah, yeryüzünü falancadan temizledi" denilir. Bu izahlar, orada Beytullah'ı putlardan ve şirkten temizlemeyi gerektiren bir şeyin bulunmaması durumuna göre yapılmıştır. Bu tıpkı Allahü teâlâ'nın, "O mü'minler için orada (cennette) temizlenmiş eşler vardır" (bakara 25) ayeti gibidir. O eşlerin necasetten temizlenmiş olmadıkları, aksine tertemiz olarak yaratılmış oldukları herkesin malûmudur. Temizlenmesi bu ayette emredilen ev de aslında tertemiz olarak yaratılmıştır. Allah en iyisini bilendir. d) Bunun manası, "İnsanlar bu hususta size uysunlar diye, beytimi (evimi) putlardan, şirkten ve günahlardan temizleyin" demektir. e) Bazı kimseler de henüz inşâ edilmeden önce Beytullah'ın yerine pislik ve leşlerin atıldığını, bundan dolayı Hak teâlâ'nın Hazret-i İbrahim'e bu pislikleri temizleyip orada bir bina yapmasını emrettiğini söylemişlerdir. Bu, zayıf bir görüştür. Çünkü Beytullah inşâ edilmeden önce, orada bir bina yoktu. Bu sebeple bir arsayı temizlemek, oraya yapılacak olan evi temizlemek sayılmaz. Buna şöyle de cevap verilebilir: Hak teâlâ, oranın gelecekte Beytullah'ın yeri olacağını bildiği için, oraya "beyt" (ev) demiştir. Fakat bu mecazî bir adlandırıştır. Hak teâlâ'nın, "Tavaf edenlerr i'tikafa girenler ve rükû edip secde edenler (namaz kılanlar) için..." buyruğu ile ilgili birkaç mesele vardır: Kabe'de Tavaf, İtikâf Ve Namaz (......) veya, fiillerinin masdarıdır. Birşeye devam edip, insan ondan ayrılmadığı zaman, denir. Yine insan birşeye yönelip, ondan yüzünü çevirmediği zaman da böyle denileceği rivayet edilmiştir. Ayette geçen üç vasıf hakkında iki görüş vardır: a) Doğruya yakın olan görüşe göre, bu üç grub insana hamledilir. Çünkü ma'tufun, atfedildiği şeyden başka olması gerekir. Bu sebeple, atfın bir manası olsun diye tavaf eden kimselerin, itikafa girenlerden başka olması; i'tikafa girenlerin ise namaz kılanlardan başka olması gerekir. Buna göre tavaf edenlerden maksad, Beytullah'a hacc veya umre niyetiyle gelip ziyaret eden kimseler; i'tikâf edenlerden maksad, orada kalan ve Beytullah'a komşu olarak yerleşmiş olan; rükû ve secde edenlerden maksad ise orada namaz kılan kimselerdir. b) Atâ'ya âit olan bu görüşe göre, kişi tavaf ettiği zaman "taifîn" den, orada oturduğu zaman i'tikaf edenlerden, orada namaz kıldığında da rükû ve secde edenlerden olur. Bu ayet bazı şeylere delâlet eder: 1) Biz, tavaf edenleri, dışarıdan gelen ziyaretçiler manasına tefsir ettiğimizde, ayet tavafın yabancılar için orada namaz kılmalarından efdal olduğunu gösterir. Çünkü Allahü teâlâ Mekke dışından gelen ziyaretçileri tavaf etme vasfı ile tahsis edince, bu, tavafta onlar için bir hususiyetin bulunduğuna delâlet eder. Nitekim İbn Abbas, Mücahid ve Atâ'dan, Mekke dışından gelenler için tavafın, Mekkeliler için ise orada namazın efdal olduğu rivayet edilmiştir. 2) Ayet, Beytullah'da i'tikâf edilebileceğini gösterir. 3) Ayet, Beytullah'da farz veya nafile namaz kılınabileceğine delâlet eder. Çünkü ayet, bu iki namaz arasında ayırım yapmamıştır. Bu, İmam-ı Malik'in Kabe'nin içinde farz namazın kılınabileceğini söylemekten kaçınma şeklindeki görüşünün aksine olan bir görüştür. Binaenaleyh şayet, Ayetin buna delâlet ettiğini kabul etmiyoruz. Çünkü Allahü teâlâ, "Beytte rükû ve secde edenler" dememiştir. Ayet Beytullah'ın içinde tavaf fiilinin caiz olacağına delâlet etmediği, ancak etrafında yapılabileceğine delâlet ettiği gibi, namaz fiifinin de ancak Beytullah'a müteveccihen dışından kılınabileceğine delâlet etmektedir" denilirse, biz de deriz ki: Ayetin zahiri, ister Beytullah'ın içinde, ister dışında olsun, Beyt'e doğru kılınan bütün namazları ifâde eder. Biz tavafın Beytullah'ın dışından yapılması gerektiğini söyledik. Çünkü onu tavaf etmek, onun etrafında dolaşmaktır. Beyt'in içinde dolaşan kimseye, beyti tavaf etti denilmez. Hak teâlâ, onu sadece tavaf etmeyi emretmiş.onun içinde dolaşmayı emretmemiştir. Çünkü Hak teâlâ: Beyt-i Atik'i, (en eski ev olan Ka'be'yî) tavaf etsinler" (Hacc, 29) buyurmuştur. Yine tefsir etmekte olduğumuz ayetten maksad, sadece namaz için oraya gitmek olsaydı, Beytullah'ı rükû ve secde edenler için temizlemeyi emretmenin bir manası olmazdı. Çünkü namazda ona yönelme emri, hem Mekke ahalisi, hem de dışarıdan gelenlere şâmildir. İmâm Malik, Allahü teâlâ'nın, "Yüzünü Mescid-i Harama çevir" (Bakara, ) ayetini, görüşüne delil getirmiştir ve "Mescid-i Haram'ın içinde olan kimse, Mescid-i Haram'a değil, onun bir parçası olan (Kabe'ye) yönelmiş olur" demiştir. Buna şöyle cevap veririz: Bir tek yönelenin, mescidin her taratma aynı anda yönelmesi imkânsızdır. Aksine o, ancak onun bir tek parçasına (tarafına) yönelebilir. Beyt'in içinde olan da böyledir. Binaenaleyh onun da ayetin manasına dâhil olması gerekir. 4) Ayetteki, "Tavafedenler, " ifâdesi, ister Kur'an'da, mesela "Beyt-i Atîk'i tavaf etsinler" (Hacc, 29) ayetinde olduğu gibi açıkça ifâde edilsin, ister sünnetle sabit olsun, isterse mendub olan tavaflardan olsun, bütün tavafları içine alır. |
﴾ 125 ﴿