151

"Nitekim biz içinizde, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Hitâb'ı ve hikmeti ve bilmediğiniz birçok şeyi öğreten, sizden bir peygamber görderdik." .

Nesh Hakkında Şüpheye Mufassal Cevap Verilmesinin Sebebi

Bil ki biz daha önce, Allahü Teâlâ'nın Hazret-i Muhammed'in dininin doğruluğu hususunda bazı delillerle istidlal etmiş olduğunu beyan etmiştik, ki bunların bir kısmı ilzamî'dir. Bu da, "Bu din, Hazret-i İbrahim'in dinidir, o halde kabul edilmesi gerekir" şeklindedir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "İbrahim'in dininden kendini bilmez beyinsizden başka kim yüz çevirebilir? " (Bakara 130) ayetiyle murad edilendir. Bu delillerin bazısı da bürhanî'dir ki, bu da, O'nun:"Deyiniz ki, biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Ya'kûb'a ve torunlarına indirilenlere iman ettik" (Bakara, 136)ayetidir. Sonra Allahü Teâlâ, bu istidlalin peşinden, onlara ait iki şüpheyi nakmetmiştir:

a) Hak teâlâ'nın, "Dediler ki yahudî veya hristiyan olunuz ki, hidayete erestniz" (Bakara. 135) sözüdür.

b) Onların, neshin olmadığını söyleyerek, bu şeriatı zedelemek için istidlal etmeleridir. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın;"İnsanlardan bazı beyinsizler, "Onları, hep yönelegeldikleri kıblelerinden döndüren nedir?" diyeceklerdir" (Bakara, 142) ayetinde beyan ettiğidiradıyallahü anhllahü Teâlâ bu şüpheye uzun uzadıya cevap vermiştir. Çünkü yahudîlerin, Hazret-i Muhammed'in nübüvvetini inkâr konusundaki en büyük şüpheleri, neshi inkâr etmeleridir. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, bu şüpheye muhakkak ki mufassal cevap vermiş ve bu cevâbı ayetiyle noktalamıştır. Böylece bu söz, ihtiva etmiş olduğu cevapla beraber, Allah'ın nimetinin büyüklüğüne de bir dikkat çekme olmuştur..Yine şüphesiz ki dünyada izzet ve şerefi elde etmek son derece arzulanan bir şey, yine zillet ve aşağılıktan kurtulmak da çok istenilen bir husustur. Bu iki husus bir araya gelince, kişi bu hususta zirveye ulaşmış olur.

Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesine gelince, bu hususta birkaç mesele vardır:

Bu Ayetteki Teşbih Yönü

Bu kâf harfi, ya öncesine ya da sonrasına mütealtiktir. Buna göre, şayet biz onun, öncesine müteatlik olduğunu söylersek, şu açıklamalarda bulunuruz:

1) Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, sözüne mütealliktir. Yani, "Dünyada şeref vermek, ahirette de sevaba nail kılmak suretiyie, nimetimi size tamamladım.. Nitekim o nimetimi, peygamber göndermek suretiyle dünyada da tamamlamıştım."

2) İbrahim (aleyhisselâm), "Rabbimiz, onların içinde onlara, ayetlerini okuyan ve onları temizleyen onlardan bir peygamber yolla" (Bakara, 129) ve "Ve, zürriyettmizden de sana teslim olmuş bir ümmet kıl; bize ibadet yollarımızı göster" (Bakara, 128) şeklinde duâ etmiştir. Buna göre Allahü Teâlâ da sanki şöyle demiştir: "İbrahim'in duasına icabet ederek, sizin içinizde sizden size bir peygamber gönderdiğim gibi, yine O'nun duasına icabet ederek şeriatlarımı size açıklayıp sizi dininize ileterek, şimdi de size nimetimi tamamlamam için..."Bu görüş, İbn Cerîr'den nakledilmiştir.

3) Ebu Müslim el-İsfehanî'nin görüşüdür. Buna göre ayetin takdiri şöyledir: "Size bir peygamber gönderdiğimiz gibi aynı şekilde sizi vasat, âdil bir ümmet kıldık..." Yani, "İçinizde, sıfatları ve durumu şöyle olan bir peygamber yolladığımız gibi, aynı şekilde sizi mutedil bir ümmet kıldık" demektir.Kâf harfinin kendisinden sonrasına müteallik olduğunu söylersek, ayetin takdiri şu şekilde olur: "İçinizden size dininizi ve şeriatınızı öğreten bir peygamber gönderdiğimiz gibi, öyleyse siz de beni zikredin ki, ben de sizi anayım." Bu Esamm'ın tercih ettiği görüştür. O, bu görüşünü şu şekilde izah eder: "Sizler kitap okumayan ve herhangibir peygamber tanımayan bir haldeydiniz. Hazret-i Muhammed de, sizin içinizde, kitab sahibi olmayan birisi idi.. Sonra O size, sizin lisanınızla size okuduğu âyetlerin en güzelini getirmiştir ki, bu ayetlerde peygamberlerin kitaplarında bulunan şey bulunmaktadır. Yine bu kitapda onların durumlarından bahsedilmekte, tevhîd ve ahiretle ilgili delillere, üstün ahlâkî prensiplere dikkat çekme ve sefih kimselerin huylarından da caydırma bulunmaktadır." Bu izahta, Hazret-i Peygamberin doğruluğuna delâlet eden delillerin en büyüğü vardır, " Esamm sözüne devamla şöyle demiştir: "Bu nimeti size verdiğim ve onu sizin için delil kıldığım gibi, o hâlde siz de o nimete şükretmekle beni anın ki, ben de rahmetim ve mükâafatımla sizi anayım..." Bu görüşü, Hak teâlâ'nın, Andolsun ki Allah müminlere, kendilerinden bir peygamber yolladığı zaman, lütfetmişti" (Al-i İmran 164)ayeti de te'kid etmektediradıyallahü anhllahü Teâlâ onlara bu nimetini ve lûtfunu hatırlatınca, onlara buna mukabil kendisini anmalarını ve şükretmelerini emretmiştir.Buna göre eğer, lâfzının ceva-. olması caiz olur mu? denilirse, biz deriz ki: "Bunu Ferrâ uygun bulmuş ve, ifâdesine iki cevap vermiştir. Birisi lâfzının başına geldiği cümle, diğeri ise ifâdesidir. Bunun izahı şudur: Cenâb-ı Hak onlara, rahmetiyle onları anması için ve bir de onlara daha önceden vermiş olduğu nimetleri sebebiyle kendisini anmalarını vâcib kılmıştır.Kâdî, birinci takdirin daha üstün olduğunu söylemiştir. Çünkü, arada bir fasıla olmaksızın, sözden önce, sözün kendisiyle tamam olacağı bir şey bulunursa o sözün o şeye taalluk etmesi daha evlâ olur...

İkinci Mesele

"Vech-i sebep "(benzetme yönü) hususunda iki görüş vardır. Eğer bu kâf harfinin, Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesine taalluk ettiğini söylersek, mâna, "Kıble hususundaki nimet, peygamberlikle verilen nimet gibidir" şeklinde olur. Çünkü Allahü Teâlâ en uygun olanını yapar.Eğer kâf harfinin, Cenâb-ı Hakk'ın, ifâdesine müteallik olduğunu söylersek, bu "zikr vasıtasıyla olan nimetin, risâlet vasıtasıyla olacak nimetin yerine geçtiğine" delâlet eder.

Üçüncü Mesele

Cenâb-ı Allah'ın, 'buyruğundaki, “Ma” ma-ı masdariyyedir. Sanki, "Sizin içinize göndermemiz gibi..." denilmiştir. Bunun, mâ-i kâffe olması da muhtemeldir.

Cenâb-ı Allah'ın, "sizin içinize.." sözünden maksad, Araplardır. Yine ayetteki, "Sizden..." ifâdesinden maksad da Araplardır. Allah'ın, Hazret-i Muhammed'i Araplardan biri olarak, Araplara bir peygamber olarak göndermesi, -bu, Araplar için bir şeref olduğu için- Araplara büyük bir nimettir. Bir de, Arapların başkasına boyun eğmede çok fazla taassubları olduğu için, Allahü teâlâ onlara, daha kolay kabul etsinler diye, kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir.

Resûl-i Ekrem'in Ayetleri Okuyup Arındırması

Allahü teâlâ'nın, "Size bizim ayetlerimizi okuyan.." ayetine gelince, bil ki bu en büyük bir nimettir. Çünkü o ebedi bir mucizedir. O ayetler okununca, bu vesile ile ibâdetler edâ edilir ve yine onlar okununca, onlardan her türlü ilim çıkartılır. Yine onlar okununca, bütün güzel ahlâk onlardan öğrenilir. Böylece sanki onların okunmasından, hem dünyevî hem de ııhrevî türlü türlü hayırlar elde edilir.

Hak teâlâ'nın, "Ve sizi tezkiye eden" ifâdesinde bazı görüşler vardır;

a) "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara, kendisine sımsıkı sırıldıklarında temiz olmalarını temin edecek şeyi öğretiyor." Bu görüş, Hasan el-Basri'den rivayet edilmiştir.

b) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları medh-ü sena ederek tezkiye ediyor, yani "Sizin üzerinde olduğunuz güzel ahlâkı biliyor ve sizi onunla niteliyor" demektir. Nitekim, tezkiye eden (temize çırakan) kimse, şahidinin temiz olduğunu söylediğinde (......) denilir.

c) Tezkiye, çoğaltmak, artırmak nianasındadır.Buna göre sanki, ifâdesinin manası, "o, sizi çoğaltıyor" şeklinde olur. Nitekim Hak teâlâ, Siz az idiniz, Allah sizi çoğalttı" (Araf. 86) buyurmuştur. Hazret-i Peygamber'in onları çoğaltması, onları hak üzerinde birleştirmesidir. Böylece onların birbiriyle olan yakınlıkları, alâkalan artar ve bu sayede çoğalmış olurlar. Bu görüş Ebu Müslim'den nakledilmiştir.

Kâdî, bütün bu izahların birbirine ters düşmediğini; Allahü teâlâ'nın kendisine itaat edenlere bu vasıfları vereceğini söylemiştiradıyallahü anhllah Teâlâ'nın, "Ve kitabı ve hikmeti size öğreten..." ifâdesi, bir tekrar değildir. Çünkü onlara Kur'an'ı okumak, Kur'an'ı öğretmekten farklıdır. Hikmet'e gelince, bu Kur'an'ın tafsilâtını ihtiva ettiği diğer şer'î ahkâmı bilmektir. İşte bu sebepten ötürü Şafiî (radıyallahü anh), "Hikmet, Resulullah'ın sünnetidir" demişir.Cenâb-ı Allah'ın; "Ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten..." ifâdesi, Allah'ın Hazret-i Muhammed'i, peygamberlerin artık gelmediği ve ümmetlerin câhil kaldığı bir zamanda, insanların dinleri hususunda şaşkın ve sapık oldukları bir devrede peygamber olarak göndermiş olduğuna bir dikkat çekmedir. Bu durumda, Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i hak peygamber olarak göndermiş.O da onlara dinleri hususunda muhtaç oldukları şeyleri öğretmiştir. İşte bu da, en büyük nimetlerden birisidir.

Kulun Vazifesi Allah'ı Anmak ve Ona Şükretmektir

151 ﴿