155

"Celalim hakkı için sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve mahsûllerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müldele ".

Ayetin Makabli İle Münasebeti

Bil ki Kaffâl (radıyallahü anha).) bu ayetin ayetiyle ilgili olduğunu söylemiştir. Yani "Siz sabır ve namazla Allah'ın yardımını taleb edin. Çünkü biz sizi korku ile, sununla, sununla imtihan edeceğiz" demiştir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Eğer, "Allahü teâlâ, "Bana şükredin, ve nankörlük etmeyin" buyurmuştur. Şükür ise, yine "Eğer şükrederseniz, size (nimetlerimi) artırırım "(İbrahim. 7) buyurduğuna göre nimeti artırır. Öyle ise niçin bü âyetin arkasından, "Biz sizi biraz korku ile... imtihan edeceğiz" getirmiştir?" denilirse, buna şu iki şekilde cevap veririz:

a) Allahü teâlâ, şeriatlarını tamamlamasının, nimetini tamamlama olduğunu haber vermiştir. Binaenaleyh şeriatı tamamlaması şükrü gerektirir. Sonra Cenâb-ı Hak, bu şeriatları yerine getirmenin, ancak çeşitli belâ ve meşakkatlere göğüs germekle mümkün olacağını haber vermiştir. Bu sebeble de şeriatlarını îfâ hususunda da sabrı emretmiştir.

b) Allahü teâlâ, önce nimet verip şükrü emretmiş, sonra da kişi hem şükredenlerin, hem sabredenlerin derecesini elde etsin diye imtihan edip sabrı emretmiştir. Böylece insanın imanı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "iman iki parçadır. Bir parçası sabır, bir parçası da şükürdür" hadisine göre tamamlanır.

İkinci Mesele

Atâ ve Rebi' b. Enes'den ayetteki, "sizi" hitabının muhatablarının, hicretten sonraki Ashab-ı Kiram olduğu rivayet edilmiştir.

İmtihanın Peşinen Bildirilmesindeki Hikmet

Allahü teâlâ için imtihan etmesinin nasıl düşünülebileceği meselesi, (Bakara. 124) ayetinde geçmişti. İmtihanın açıkça anlatılmasında-Hikmet ki hikmete gelince, bu hususta bazı görüşler vardır:

1) Bu, imtihan bilfiil tahakkuk ettiği zaman, insanların nefislerinde ona karşı sabrı iyice yerleştirmek içindir. Böylece bu, daha çok feryad-ü figan etmekten onlar uzaklaştırmış ve belâ geldikten sonra belâyı onlara kolaylaştırmış olur.

2) Onlar, başlarına böyle belâların geleceğini bildiklerinde, endişeleri artar ve artan bu endişe onlarda hemen imtihan edilme isteğini uyandırır. İşte bu sebeple de daha çok mükâfaatı hak ederler.

3) Kâfirler, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabını dinlerinde sebatlı ve son derece zarar, mihnet, açlık üzere olmalarına rağmen o dinde kararlı olduklarına görünce, onların kesinkes bu dinin sıhhatine inandıkları için onu tercih etmiş olduklarını anlarlar. Bu durum o kâfirleri İslam dininin delilleri hususunda daha ciddi düşünmeye sevkederadıyallahü anhçıkça bilinen hususlardır ki birine tâbi olanlar önderlerini, sürdürdüğü dâvadan ötürü çok büyük meşakkatler içinde olmasına rağmen yine de o yolda kararlı görürlerse, bu durum, onların kendisine uymaları konusunda daha etkin olur. Aksine onu refah içinde, zahmetsiz gördüklerinde aynı durum hâsıl olmaz.

4) Allahü teâlâ, bu imtihanın, daha olmadan önce, olacağını haber vermiştir. Böylece o kimse, bu haberi veren zatın, doğru haber verdiğini görür. Bu da bir gâibten haberdir. Bu sebeble de bu bir mucize olur.

5) Münafıklardan, Hazret-i Peygamber'den mal ve bol rızık umarak ona uymuş olduğunu söyleyenler vardı. Cenâb-ı Hak, böyle bir belâyı indirmekle kullarını denediği zaman, münafıklar münafık olmayanlardan ayrılır. Çünkü münafık bu haberi duyduğu zaman, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den uzaklaşır ve dini terkeder. Böylece bu imtihan ile, işte bu fayda elde edilir.

6) İnsanın belâlar karşısındaki İhlâsı ve Allah'a yönelmesi, dünyanın o insana yönelmesi halindeki ihlâsından daha çoktur. İşte bu imtihanın hikmeti budur.

Dördüncü Mesele

Cenâb-ı Hak müfred sîgasıyla, buyurmuş, cemi sigasıyla, (eşya) dememiştir.Bunun iki sebebi vardır:

1) Ayette sayılan her cins belâdan birçoğu olacağı hatıra gelmesin diye... Eğer öyle olsaydı, bu, çeşitli korkulara delâlet ederdi. Halbuki ayetin takdiri "Şundan birşey ile, şundan birşey ile.." şeklindedir.

2) Bunun manası, "bu sayılan şeylerden az bir şeyle" demektir.

İmtihan Unsurlarının Tahlili

Bil ki başına gelen hoşlandığın ve hoşlanmadığın herşey, o anda olan, geçmişte olan ve gelecekte olacak diye üç kısma ayrılır. Hatırına geçmişte olan birşey geldiğinde buna zikir ve tezekkür (hatırlama ve düşünme) denir. Eğer bu o anda mevcut ise, buna "zevk" ve "vecd" denir. Buna "vecd" denilmiştir, çünkü o, senin o anda kendinde hissettiğin, bulduğun bir durumdur. Eğer senin hatırına gelen şey, istikbâlde olacak birşey olur ve bu kalbine galib gelirse, buna da intizâr ve tevakkû (bekleme ve umma) denir .Eğer beklenen şey, kötü birşey ise, ondan dolayı kalbte bir elem meydana gelir ki buna da havf ve işfâk (korku ve endişe) denir. Eğer o beklenen şey, arzu edilen birşey ise, buna da irtiyâh denilir. İrtiyah ümid manasınadır. O halde korku, insana hoş gelmeyen şeyin beklenmesinden dolayı kalbin duyduğu elemdir. Ümid ise, insanın arzu ettiği şeyi umup beklemesinden dolayı kalbin duyduğu ümiddir. Açlıktan murad, kıtlık ve azık elde edememedir. Kaffâl (rh.a) şöyle demiştir. "Şiddetli korkuya gelince bu, din sebebiyle bütün Arapları karşılarında gördükleri zaman meydana gelmişti; o vakit onlar, Arapların kendilerine yönelip, aleyhlerinde bir araya gelmelerinden emin değildiler. Ahzâb hâdisesinde öylesine bir korku yaşanmıştı ki.. Nitekim Cenâb-ı Hak., "İşte orada mü'minler imtihana çekilmiş ve şiddetli bir sarsılışla sarsılmışlardı" (Ahzâb., 11) buyurmuşturadıyallahü anhçlığa gelince, bu onlara, mallarının azlığı sebebiyle Hazret-i Muhammed'in Medine'ye hicretinin başlarında gelip çatmıştı. Öyle ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), karnına taş bağlamışlardı. "Ebu't-Heysem et-Tthân, Hazret-i Peygamber'in dışarı çıktığında Hazret-i Ebu Bekir ile karşılaştığını ve Hazret-i Ebu Bekr'e, "Seni dışarı çıkaran nedir?" diye sorduğunu, onun da, "açlık!" diye cevap verdiğini, bunun üzerine Hazret-i Peygamber'in, "Seni dışarı çıkaran beni de dışarı çıkarmıştır" dediğini rivayet etmiştir.Mallar ve canlar hususundaki noksanlığa gelince bu, insanların cihada hazırlanmak için mallarını infak etmek suretiyle düşmanla savaşırken meydana gelmesi ve bir kısmının ölmesiyle meydana gelmiştir. İşte orada mal ve can hususunda noksanlık meydana gelmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Mallarınız ve canlarınızla cihad ediniz" (Tevbe 41) buyurmuştur. Açlık da bazan, yiyecek bittiği zaman cihâd yolculuğu esnasında olmuştur. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Bu şundandır: Allah yolunda onlara dokunan her bir susuzluk, her bir yorgunluk ve her bir açlık mukabilinde onlara mutlaka salih ameller (defterlerine sevaplar) yazılmıştır" (Tevbe, 120) buyurmuştur. Canlar hususundaki noksanlık bazan, Hak teâlâ'nın, "Birbirinizi öldürmeyiniz" (Nisa, 29) ayetinin tefsirine göre, kardeş ve akrabalardan bazılarının öldürülmesiyle olur.Mahsullerin noksan taşmasına gelince bu, bazan kuraklık, bazan da düşmanla savaşıldığı için, toprağı işleyememekle, bazan da Hazret-i Peygamber'e gelen elçilere harcamada bulunmak suretiyle meydana gelmiştir." Kaffâl (r.h.a)'ın sözü burada sona erdi.Şafiî (radıyallahü anh) ise.ayette geçen, (......) kelimesini Allah korkusu; açlığı ramazan orucu, mallardaki meydana gelen noksanlığı zekât ve sadaka, canlarda meydana gelen noksanlığı hastalık, muhsüllerdeki noksanlığı ise çocukların ölümü diye açıklamıştır.

Sabredenleri Müjdele

Daha sonra Hak teâlâ bu hususları zikredince, bunlara sabredenleri, müjdesiyle açıklamıştır. Bu hususta birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki, bu işler Allahü Teâlâ tarafından olunca, onlara sabretmek vâcibtir. Çünkü Allahü Teâlâ bütün bunların, kendi adalet ve hikmetinin gereği olduğunu beyan etmiştir. Gerçek imana ermemiş kimseler, Cenâb-ı Hakk'ın haklarında, "İnsanlardan bazıları da Allah'a, bir tarafından ibadet eder. Eğer ona bir hayır dokunursa, ona can-ü gönülden yapışır. Ama bir sıkıntı isabet ederse, yüzüstü geriye döner; dünyasını da kaybeder, ahiretini de" (Hacc, 11) buyurduğu kimseler gibi olur.

Allah'dan Gelen Musibete Sabır, Zalimlerin Zulmü İle Mücadele Gerekir

Zalimler tarafından yapılanlara gelince, bunlara sabretmek vâcib değildir. Meselâ, bulûğ çağına yaklaşmış olan bir kimsenin, babasının kendisine uygulamış olduğu terbiye tarzına sabretmesi gerekir.. Ama bunu ona başkası uygulamaya kalkarsa, o "murahık"ın buna karşı koyması, hatta mücadele etmesi gerekir. Efendisine karşı kölenin durumu da böyledir; Allahü Teâlâ'nın kullarına yapmış olduğu her şeyde bir hikmet ve bir maslahat bulunur; ama, kulların yapmış olduğu zulüm ise böyle değildir.

İkinci Mesele

"Müjdele" hitabı, Hazret-i Peygamber'e veya müjde verebilecek herkesedir.

Sabnn Mahiyeti ve Önemi

Allame Gazali (rh.a) şöyle der: "Bil ki sabretmek, insanın özelliklerin dendir. Sabır, ne hayvanlar ne de melekler hakkında düşünülemez. Hayvanlar hakkında düşünülmemesine gelince, bu onların noksanlıklarından dolayıdır. Melekler hakkında düşünülmemesine gelince, bu da onların kâmil ve mükemmel varlıklar olmalarındandır.

Bunu şu şekilde de açabiliriz: Hayvanlara şehvet musallat olmuştur. Ancak, onlarda bu şehvete karşı koyacak akıl melekesi olmadığı için, bu kuvvetin, şehvetin muktezâsına karşı koyması "sabır" diye adlandırılmaz...

Meleklere gelince, onlar rablerinin huzurunda sırt şevk duymak ve bu huzura yakınlık derecesiyle sevinmek için, diğer bütün şeylerden soyutlandıkları, onları bu huzur-u İlâhî'den men edecek bir şehvet duygusu da musallat olmadığı için, onlar, kendilerini zülcelal olan Allah'ın huzurundan men edecek şeylere başka bir orduyla karşı koymaya gerek duymazlar.İnsana gelince o, çocukluğunun tam başlangıcında, diğer canlılar gibi noksan olarak yaratılmıştır. O vakitler onlarda, muhtaç oldukları beslenme ve gıda arzusundan başka bir şey yaratılmamıştır. Daha sonraysa onlarda oynama arzusu belirir. Bunu izleyen zamanlarda, onda evlenme arzusu görülür. Çünkü sabır, hedefleri başka olduğu için, aralarında savaş patlak vermiş olan iki ordunun birbirlerine karşı durmasından ibarettir.Bülûga ermiş olan kimseye gelince, onda, kendisini dünyevî lezzetlere yöneltip âhiretten yüz çevirten bir şehvet ile, onu dünyadan yüz çevirmeye ve devamlı olan manevî lezzetleri istemeye davet eden bir akıl vardır. Akıl, bu dünyevî lezzetleri istemekle meşgul olmanın ebedî lezzetlere ulaşmaya mani olduğunu bilince, onun çağrısı şehvetin davet ettiği işe engel teşkil eder. İşte bu engel ve mâni olma da sabır diye adlandırılır.

Sonra bil ki sabır iki kısımdır:

a) Bedenî olan sabır. Meselâ, bedene güç şeyleri yüklemek ve bunlara katlanmak gibi. Bu da, ya güç şeyleri yapmak gibi fiil ile olur veyahut da şiddetti dayağa ve büyük bir acıya katlanmak gibi, sıkıntılara göğüs germekle olur.Ruhanî, manevî sabır... Bu da nefsi şehvet ve tabiatın iktizası olan ve arzu duyulan şeylerden alıkoymaktır.Sonra bu manevî sabır, eğer mide ve ferc şehvetine karşı bir sabır olursa iffet diye adlandırılır. Eğer arzu olunmayan şeylere katlanmak hususunda olursa, kendisine sabredilme ihtiyacı duyulan kötü şeylerin değişmesiyle, insanlarca buna verilecek isim de farklı farklı olur.Eğer bu sabır, bir musibete karşı olursa, "sabır" işte ancak buna denilir; feryadü figan etme ve sabırsızlık gösterme, sızlanma ise cez' ve hel' denilen bir hal olup sabrın zıddıdır. Bu sabırsızlık da, hevânın kişiyi sesini yükseltmeye, yüzünü gözünü döğmeye, üstünü başını parçalamaya sevkettiği şeye denilir.Eğer bu ruhanî sabır zenginlik hususunda olursa, kendine hakim olma diye isimlendirilir.Şımarıklık durumu bunun zıddıdır.Eğer bu manevi sabır harb ve savaş hususunda olursa, buna Şecaat denilir ki, bunun karşıtı korkaklıktır.Eğer sabır, öfke ve kızgınlığı bastırma, yenme hususunda olursa, buna "hilm" denilir ki, bunun karşıtı da hafifmeşrebliktir.Eğer bu sabır zamanın getirdiği musibetlerden can sıkıcı bir musibete karşı olursa bu, kalb genişliği diye isimlendirilir. Ki gönül darlığı, pişmanlık ve sıkıntı bunun karşıtıdır.Eğer bu sabır bir sözü gizleme hususunda olursa, bu "kitmânu nefs" diye adlandırılır; bu kimseye de "ketum" denilir.Eğer bu sabır çeşidi, bolluk içinde yaşamaya karşı yapılırsa, buna "zühd" denilir; bunun zıddı da hırstır.Eğer bu sabır, malın azlığına karşılık oluyorsa, kanaat diye isimlendirilir ki bunun zıddı açgözlülüktür. Allahü Teâlâ bütün bu kısımları bir araya getirerek hepsine birden "sabr" adını vermiş ve, Yani "musibetlere sabredenler, yani "fakirliğe sabredenler, "yani savaşa dayananlar" buyurmuştur."İşte doğru olanlar bunlardır ve miittakilerin ta kendileri bunlardır"(Bakara, 177). Kaffâl (rh.a), "Sabır, İnsanın kötülüğün elemini hissetmemesi ve bunu çirkin görmemesi şeklinde değildir. Çünkü bu, imkânsızdır. Sabır, ancak nefsi, feryâd ü figânı ortaya koymamaya hamletmektir.Kişi hüznünü içine atıp, kendisini.onun emarelerini dışarı vurmaktan alıkoyunca, her ne kadar o kimsenin gözünde yaş belirip rengi değişse de, bu kimse sabretmiş olur.Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) : ile 'Sabır, İlk çarpma esnasındadır " Buhâri, Cenâiz. 32.buyurmuştur.Bu böyledir, çünkü başlangıçta kişiden, kendisi sebebiyle sabredenlerden sayılamıyacağı bir hal zuhur edip, sonra da sabrederse, bu teselli olmak diye isimlendirilir ki bu da mutlaka yapılması gereken bir husustur. Çünkü Hasan el Basri, "İnsanlara, devamlı feryâdü figan etmekle mükellef kılınmış olsalardı, buna güç yetiremezlerdi" demiştir. Allah en iyi bilendir.

Sabrın Fazileti ve Değeri Hakkında Ayetler

Sabrın fazileti hususunda, Allahü Teâlâ sabredenleri birçok vasıflarla nitelemiş ve sabrı, Kur'an-ı Kerim'de yetmiş küsur yerde zikretmiş, birçok hayrı da sabra bitiştirerek şöyle buyurmuştur:"Biz onlardan, sabrettikleri zaman, emrimizle hidâyete ileten imamlar yaptık" (Secde, 24); "Sabretmelerinden dolayı Rabbinin en güzel kelimesi İsrailoğulları hakkında tamamlanmıştır" (Araf, 137) "Muhakkak ki Allah sabredenlere yaptıkları şeylerin en güzeliyle mükâfaat verecektir" (Nahl, 96). "İşte bunlara mukâfaatları, sabretmelerinden dolayı, iki defa verilecektir" (Kassas, 64) ve, "Sabredenlere ecirleri, muhakkak ki hesapsız verilecektir" (Zümer. 10). Sabır hariç, her taatın belirlenmiş bir mükâfaatı vardır. Oruç, sabırda olduğu için Cenâb-ı Hak, "Oruç benim içindir" buyurmuş, böylece orucu kendisine nisbet etmiştir. Allah sabredenlerle beraber olduğunu vaadederek, "Sabrediniz, muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir" (Enfal, 46) Yine Cenâb-ı Hak, yardımı sabretmeye bağlayarak, "Evet, eğer siz sabreder ve Allah'tan ittika ederseniz, düşmanlarınız da ansızın size gelecek olurlarsa, Allah size beşbin melekle yardım edecektir " (Al-i İmran 125) buyurmuştur.

Yine Allah, sabredenlere vermiş olduğu birçok şeyi, başkalarına vermeyerek, "İşte onlara, Râblerinden mağfiretler ve rahmet vardır. Onlar, hidâyete ermiş olanların ta kendileridir" (Bakara, 157) buyurmuştur.

Sabrın Değeri Hakkında Hadis-i Şerifler

Bu husustaki haberlere gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sabır, imanın yarısıdır." Câmiu's-sagîr, 11/49. Bunun izahı şöyledir: İman, ancak söz amel ve inanç hususunda uygun olmayan şeyleri terketmek ve uygun olanları yapmakla kemâle erer. O halde, uygun olmayanları terketmeye devam etmek, sabırdır. Bu da, imanın diğer yarısıdır. Bu izaha göre, imanın tamamının sabır olması gerekir. Ne var ki uygun olmayanları terkedip uygun olanı yapmak, bazan şehvete muvafık olur ki burada sabra ihtiyaç yoktur.Bazan da bu husus şehvete ters düşer ki, bu durumda sabretmeye ihtiyaç hissedilir. İşte bu sebepten ötürü şüphesiz sabır, imanın yarısı sayılmıştır.

Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)."Size verilen şeylerin en kıymetlilerinden bazıları, yakîn ile sabretmek azmidir. Kime bu ikisinden pay verilirse, o kimse (nafile olarak), gece kılamadığı namaza ve gündüz tutamadığı oruca aldırmasın..." buyurmuştur. Hazret-i Peygamber başka bir hadiste "İman, sabrın ta kendisidir" buyurmuştur. Hazret-i Peygamberin bu ifâdesi O'nun; "Hacc, Arafat'tan ibarettir" İbn Mâce Menâsik, 57 (11/1003).sözüne benzer.

Sabır ve Şükürden Hangisinin Efdal Olduğu Hakkında

Sabrın mı, yoksa şükrün mü daha faziletli olduğu hususundadır. Atlame Gazali (r.h.a) şöyle demiştir: Sabnn daha üstün olduğuna delâlet eden haberler daha kuvvetlidir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Size verilen şeylerin en kıymetlilerinden bazıları, yakın ile sabretmek azmidir. Kime bu ikisinden pay verilirse, o kimse (nafile olarak) gece kılamadığı namaza ve gündüz tutamadığı oruca aldırmasın" buyurmuştur. Yine O, "Allah'ın huzuruna, yeryüzünün en çok şükreden kulu getirilir de, Allah ona, şükredentere vermiş olduğu mükâfaatı verir. Sonra, yeryüzünün en çok sabreden kulu getirilirde onar "Şu şükreden kimseye verdiğim mükâfaatı sana da vermemi ister misin?" denilir. Kul bunun üzerine, "Evet Ya Rabbi" der. Bunun üzerine de Allahü Teâlâ "Andolsun ki sana nimetler verdim, sen de buna mukabil şükrettin. Seni çeşitli belâlarla sınadım, dayandın. Andolsun ki ben de şimdi sana, mükâfaatı kat kat vereceğim" der. Böylece o kula, şükredenlere verilen mükâfaatin kat kat fazlası verilir" buyurmuştur. Hazret-i Peygamber'in, "Yeyip de şükreden kimse oruç tutup da sabreden kimse gibidir Tirmizi. Kıyâme. 43 (İV/653).sözüne gelince bu da sabrın üstün olduğuna delildir. Çünkü bu ifâde, ancak mübalağa sadedinde zikredilmiş olan bir ifâdedir. Bu ise ancak, müşebbehün bih, . müşebbehten derece bakımından daha üstün olduğu zaman meydana gelir. Hazret-i Peygamber'in tıpkı, "İçki içen kimse, puta tapan kimse gibidir" el-Câmr'u-s-Sağir, 2/39.Yine rivayet edildiğine göre Hazret-i Süleyman, mülkünün mertebesine göre peygamberlerden kırk yıl sonra cennete girecektir. Sahabe içinde cennete en son girecek olan ise, zenginliğinden dolayı Abdullah İbn Avf'tır. Haberde rivayet edildiğine göre, sabır kapısı hariç, bütün cennet kapıları iki kanatlıdır. Sabır kapısının ise tek kanadı vardır.. Sabır kapısından girenlerin ilki, çeşitli belâlara mübtelâ olanlardır ki, bunların da önderi Hazret-i Eyyûb (aleyhisselâm)'dur.

Ayet-i Kerimeden Alınacak Bazı Dersler

Bu ayet, birçok hususa delâlet etmektedir:

a) Bu meşakkatlerin bir ceza kabul edilmemesi gerekir; çünkü Allahü Teâlâ bu belâları Hazret-i Peygamber ve O'nun ashabı gibi mü'minlere va'adetmiştir.

b) Bu sıkıntılar sabır ile beraber bulunduğunda, dinî bakımdan çok yüksek dereceler ifâde ederler,

c) Hastalıkları v.b. şeyleri başka sebeplere nisbet eden "Seneviyye"nin ve bunları yıldızların uğur ve uğursuzluğuna veren müneccimlerin aksine, bütün bunlar Allah'tandır.

d) Ayet gösteriyor ki insanı doyuran gıda değildir, kandıran su değildir, aksine doyma ve kanma gibi neticeler, gıdayı ve suyu sebep yapan Allah'ın yapmayı âdet ettiği bir nizam ile meydana gelir.Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğu bütün bu işlerin Allah'a nisbeti hususunda sarîh bir hüküm ifâde eder. "Allahü Teâlâ sebepleri yarattığı zaman da, (......) demesi doğru olur" diyen kimsenin görüşü ise, zayıftır.Çünkü ayete bu şekilde mâna vermek mecazî bir ifâde olur. Halbuki, mecazi ifâdelere, hakiki manâ imkânsız olduğunda başvurulur.

Sahibimiz Allah'tır ve Ona Döneceğiz

155 ﴿