157

"Ki onlara bir musibet çattığı zaman, "sahibimiz Allah'tır, döneceğimiz yer de O'nun huzurudur." derler. İşte onlara, Rablerinden mağfiretler ve rahmet vardır.. Ve onlar, hidayete erenlerin ta kendisidir".

Bil ki Allahü Teâlâ, (......) buyurunca, bu ayette de insanın nasıl sabredeceğini ve bu müjdenin nasıl olacağını beyan etmiştir. Bu ayet hakkında birkaç mesele vardır:

Allah'tan Gelen Ve Kulların Kesbinden Gelen Musibetler

Bil ki bu musibetler bazan Allah tarafından, bazan da kul tarafından olur. Allah'tan olan korkuya gelince bu, meselâ boğulmaktan, yangından, yıldırımdan, vb. şeylerden korkmak gibidir.Kullardan olan korkuya gelince, bu Arapların Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e düşmanlık hususunda birleşmeleridiradıyallahü anhçlık, fakirlik sebebiyle olur. Fakirlik bazan, Allah'ın insanların mallarını telef etmesi suretiyle, Allah'tan olur. Bazan da, insanların insanları yenip mallarını telef etmeleri suretiyle, kul tarafından meydana gelir. Allah tarafından malların noksanlaştırılması ise, ancak mal ve mahsûllere zarar veren musibetler sebebiyle olur. Malların, düşman tarafından noksanlaştırılması ise, insanların savaşla meşguliyetlerinden dolayı topraklarını işleyememelerinden dolayı oluradıyallahü anhllah tarafından canların noksanlaştırılması, O'nun insanları öldürmesi, kullar tarafından noksanlaştırılması da birbirlerini öldürmesi ile olur.

İkinci Mesele

Kâdî şöyle demiştir: Allahü Teâlâ bu musibeti ken- di nefsine nisbet etmemiş, tam aksine umumî kılarak.buyurmuştur. Ayet-i kerimenin zahirine göre, âyetin muhtevasına, Allah tarafından ve kul tarafından olan her türlü zarar girmektedir. Çünkü, her iki durumda da, kula bir mükellefiyet tereddüp etmektedir. Eğer kul, bu mükellefiyetten onun aksine olan bir şeye dönerse, o kimse onun edasını terketmiş olur. Allahü Teâlâ tarafından kula gelen musibetlerde bir hikmetin, bir sevabın, bir adaletin, bir hayır ve maslahatın bulunduğuna inanmak gerekir. Bu durumda yine kula vâcib olan, buna rıza göstererek feryâdü figânı terketmektir. Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk'ın, "Sahibimiz Allah'dır" kavlinin muhtevasına girer. Çünkü insanların Allah karşısındaki kulluklarını ikrar etmelerinden, her şeyi O'na bırakmak ve insanları imtihan etmiş olduğu şeylerde O'nun kazasına rıza gösterme yardır. Çünkü Allahü Teâlâ, ancak hak ile hükmeder. Nitekim O "Allah, hak ile hükmeder; onların Allah'tan başka taptığı şeyler ise hiçbirşey ile hükmedemez" (Mü'min, 20)buyurmuştur. Kulun başına Allah'tan başkası tarafından bir musibet geldiğinde, kula düşen mükellefiyet, intikam hususunda bu işi Allah'a havale etmek, kinine ve öfkesine hakim olmak, kininin tatmini için helâl olmayan bir yola başvurmamaktır. Bu da yine Allah'ın, ifâdesinin muhtevasına girer. Çünkü Allah'ın emrinin dışına çıkmaması, onu bu yola girmeye mecbûf etmiştir. Birincisi hususunda kul sanki şöyle demiştir: "Biz Allah'a aidiz; O, hakkımızda dilediği şekilde hareket eder!..."İkincisi hususundaysa kul'Biz, Allah'a aidiz; O, bizim için dilediği biçimde intikam alır" der.Bazı rivayetlere göre Kisâî, ifâdesinin lamında, "imâle" yapmıştır. Diğer kıraat imamları ise, "tefhîm" (kalın okumak) yapmışlardır. Çok kullanıldığı ve bir de kesre olduğu için, nın elifinde imâle yapmak caiz olmuştur. Böylece bu iki kelime, adeta tek kelime gibi kabul edilmişlerdir.Ferrâ ve Kisâi, lâfza-i celâlenin dışındaki kelimelerle geldiğinde, da "imâle"yapılmayacağını söylemişlerdir. Bunun böyle olması gerekir; çünkü, harflerde ve o harflerin hükmündeki kelimelerde aslolan "imâle" yapılmamasıdır. Bunun gibi, de imâle yapmak caiz değildir.

Allah'a Dönmenin Mânası

Allahü teâlâ'nın ayetinde bazı meseleler vardır:

Ebu Bekir el-Varrak şöyle demiştir."Sahibimiz Allah'dır" kısmı, bizim, Allah'ın mülkü olduğumuzu itirafdır. "Döneceğimiz yer de Onun huzurudur" kısmı ise öleceğimizi ve fâni olduğumuzu ikrardır."Bil ki Allah'a dönmek ve mekana veya cihete geçmek manasında değildir. Çünkü bu Allah hakkında muhaldir. Daha doğrusu bundan murad, kulun, Allah'dan başka hiç kimsenin hüküm sahibi olamayacağı bir yere varacağıdır. Bu da âhiret yurdudur. Çünkü o zamanda, onlara hiçbir kimse ne bir fayda verebilecek, ne de bir zararı savuşturabilecektir. Dünyada bulundukları müddet esnasında ise, zahire göre Allah'dan başkaları onlara zarar ve fayda verebilir. İşte Cenâb-ı Hak bunu, kendisine bir rücû (dönüş) olarak kebul etmiştir. Nitekim, "Melik'e ve devlete dönülür, varılır" denilir. Bundan maksat, "ona intikal edilir, gidilir" manası olmayıp, "onun kudretine başvurulur ve anlaşmazlık ona götürülür" demektir.

İkinci Mesele

Bu ifade kulun, öldükten sonra dirilmeyi kabul ettiğini Cenâb-ı Allah'ın sabredenleri hâk ettikleri şekilde mükâfaatlandıracağını ve katında İhsan sahibi (iyi) kimselerin ecrini zayi etmeyeceğini ikrar ve itiraf ettiğine delâlet eder.

Üçüncü Mesele

Allahü teâlâ'nın, sözü kulun o anda başına gelen bütün musibetlere razı olduğuna; sözü de kulun o anda, ileride başına gelecek olan herşeye razı olduğuna, kendisinden sâdır olacak fiile karşılık Allah'ın kendisini mükâfaatlandıracağına, bu nedenle başına gelen musibetlerde işin neticesini Allah'a havale etmeye, O'nun kendisine zulmedenlerden intikamını alacağına inandığına delâlet eder. Böylece O, Allah'ın âhirette kendisine vaadettiği mükâfaattan razı olarak nefsini zelil kılar.

Allah'a Teslimiyet Hakkında Hadisler

Bu konudaki haberler çoktur.

a) Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'den. "Kim, bir musibet esnasında, (Sahibimiz Allah'tır döneceğimiz yer de O'-nun huzurudur) derse, "istircâ " yaparsa, Allah onun musibetini sarar, tedavi eder. O'nun âkibetini güzel yaparak, ona kendisinden hoşnut olacağı güzel bir bedel, bir halef verir."

b) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kandilinin söndüğü, bunun üzerine "innâ lillahi ve innâ ileyhi râciün" dediği, buna karşılık "bu bir musibet midir" diye sorulduğunda, "Evet mü'mine eziyet veren, üzen herşey, onun için musibettir." el-Câmi'us-Sağir, 2/93 diye cevab verdiği rivayet edilmiştir.

c) Ümmü Seleme (radıyallahü anhnha) şöyle demiştir: Ebu Seleme, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in,

"Başına bir belâ gelen herhangi bir müslûman, "İnnalillahi ve inna ileyhi raciun" diyerek Allah'ın emrine sığınır ve "Ey Allah'ım, bu musibetin senden geldiğini biliyorum. O halde ona karşılık bana mükâfaat ver ve ondan daha hayırlısını bana nasib et" derse, Allah onu o belaya karşılık mükafaatlandırır ve ona daha hayırlısını bedel olarak verir" İbn Mace, Cenâiz. 55 (1/509). dediğini bana anlattı. Ümmü Seleme devamla, "Ebu Seleme ölünce ben bu hadisi hatırladım ve istircâ'da bulundum (yani "İnnalillahi ve innâ ileyhi raciûn" dedim). Daha sonra Cenâb-ı Hak Ebu Seleme'nin yerine bana Hazret-i Peygamber'i (koca olarak) nasib etti" demiştir.

d) İbn Abbas şöyle demiştir: Allah, mü 'minler Allah'ın emrine teslim olup, ona yönelerek, başına cjelen bir musibet esnasında istircâda bulunduğu zaman, kendisinin onlara o mü'min için üç özellik, yani Allah'dan mağfiret, rahmet ve hidayet yolunu gerçekleştirme nimetlerini takdir ettiğini haber vermiştir.Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Şu iki denk ne güzeldir! Bunlar, ayetindeki, ifâdeleridir. Ve bunlar üstüne olan şu ilâve de ne güzeldir! Bu ilâve de Allahü teâlâ'nın, sözüdür. İbn Mes'ud da şöyle demiştir: "Allah'ın takdir ettiği bir şey için, "Keşke bu olmasaydı!" demektense gökten düşmem bana daha sevimlidir."Allahü teâlâ'nın, ayetine gelince, bil ki Allah'ın salâtı, medh-ü sena etmesi ve bir kimseyi yüceltmesi manasınadır. Onun rahmeti ise önce dünyada, sonra da âhirette verdiği nimetleridir.Hak teâlâ'nın, ayetinin bazı değişik izahları vardır:

a) Onlar, sahibini bütün hayırlara ileten şu yola hidayet edilmişlerdir.

b) Onlar, cennete iletilmiş ve sevaba kavuşmuşlardır.

c) Onlar, kendilerine lâzım olan diğer şeylere ulaşmışlardır.Bu hususta doğruya en yakın olan, va'ad-i İlâhi'ye dahil olan şeydir. Ancak o zaman bu ifâdenin, üzerine affedilmesi doğru olur. Bu ise ancak, ayetten murad, "Onlar sevab'a ve cennete ve cennete götüren yola nail olmuşlardır" manası olursa böyle olabilir. Çünkü bütün bunlar "ihtida" kelimesinin manasında vardır. Bununla beraber bu. ifâde ile, "Onlar, Allah'ın âdabı ile edeblenmişler, kendilerine gerekli kılınan ve emredilen şeylere tutunmuş kimselerdir" manasının murad edilmiş olması da imkânsız değildir.Ebu Bekr er-Râzî, bu ayetin iki hüküm ihtiva ettiğini, bu hükümlerden birisinin farz, diğerinin ise nafile olduğunu; farz olan hükmün, Allah'ın emrine teslim olup, takdirine razı olmak, farz kıldığı şeyleri edâ hususunda sabır göstermek ve dünya musibetlerinin o farzları edaya mânı olmaması olduğunu; nafile olan hükmün ise (Sahibimiz Allah'tır ve döneceğimiz yer de O'nun huzurudur) sözünü açıkça söylemede birçok faydalar bulunduğu için, bu sözü açıkça söylemek olduğu; bu sözü duyduklarında başkalarının onunla beraber aynı şekilde söylemeleri, kâfirlerin bundan dolayı öfkelenmeleri; kâfirlerin, o kimsenin Allah'ın dini hususunda ne kadar ciddi ve gayretli olduğunu, ve dini ile Allah'a itaatta sebatını bilmeleri gibi şeylerin bu faydalar cümlesinden olduğunu söylemiştir.Davûd et-Tâî'nin şöyle dediği nakledilir: "Dünyaya karşı zühd, orada kalmaktan hoşlanmamaktır. Amellerin en üstünü de Allah'ın takdirine razı olmaktır. Hiçbir müslüman için hüzünlenmek yakışık almaz. Çünkü o müslüman, herbir musibet için bir sevabın verileceğini bilir."

Allah'ın Kazasına (takdirine) Rıza Ne Demektir?

Bu ayetin tefsirini, Allah'ın kazasına razı olmanın ne demek olduğunu açıklayarak bitirelim : Biz deriz ki: Kul, Allah'ın kazasına razı olarak, iki şekilde sabreder:

a) Tasarruf yoluyla,

b) Cezb yoluyla.Tasarruf yoluyla olan sabır, şu şekillerde olur:

1) İnsanın kalbi birşeye meyledip, gönlü ona yönelince o şey, bazı âfet ve belâların kaynağı haline gelir. Bu durumda, kalb hâdiseler âleminden (maddi âlemden), kutsi âlem tarafına döner. Çünkü Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in kalbi cennete bağlanınca, Allahü teâlâ cenneti ona bir imtihan vesilesi kılmıştır. Cennet nimeti zail olunca, Hazret-i Adem (aleyhisselâm), Allah'ın zikri ile başbaşa kalmıştır. Yine Hazret-i Yakûb, Yûsuf (aleyhisselâm)'a sevgisi fazlalaşınca, Cenâb-ı Hak onların arasına ayrılığı sokmuştur. Böylece Hazret-i Yakûb (aleyhisselâm), Hakk'ın zikri ile başbaşa kalabilmiştir. Yine Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekkelilerden maddi ve manevi yardımda bulunmalarını arzulayınca, onlar herkesten çok ona düşman olmuşlardır. İşte bundan dolayı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiç bir peygamber benim çektiğim kadar eziyet çekmemiştir " demiştir.

2) O şeyin bir belâ sayılmaması, fakat kulun onu aradan kaldırmasıdır. Böylece ortada ne bir belâ ne bir rahmet kalır. Bu durumda kul Allah'a yönelir.

3) Kul, herhangi bir taraftan herhangi bir şey beklediğinde (umduğunda), Allah ona vasıtasız olarak o beklediği yerden o hayrı ona verir. Böylece kul, utanır ve Allah'ın rahmet kapısına yönelir.

Cezb yoluyla olan sabır, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, 'Hak cezbelerinden bir cezbe, insanların ve cinlerin bütün ameline denk olur Keşfu'l-Hafâ, (1/332). hadisinde buyurduğu gibidir. Hakk'ın.kendisine cezbettiği (çektiği) kimse, mağlûb olur. Çünkü Hak mağlüb değil, galibtir. Rabbin sıfatı rubûbiyyet, kulun sıfatı İse ubudiyyet (kulluk) tur.

Rubûbiyyet ubûdiyyete galibtir, bunun zıddı olamaz. Hakk'ın sıfatı hakikât, kulun sıfatt ise mecazdır. Hakikat, mecaza galibtir. Bunun zıddı olamaz. Galib olan, mağlubu, bulunduğu bir sıfattan ona yakışan başka bir sıfata çevirir. Kul, heybetti bir hükümdarın huzuruna çıktığında, kendisini unutur; bütün kalbi, fikri ve hissi ile ona yönelir, onunla meşgul olur, başkalarını gözü görmez. O halde gözü, bütün başkalarının O'na nisbetle değersiz olduğu Hazret-i Sultan'a (Allah'a) dönen kimsenin hali nasıl olur? Bu durumda kul o huzurda, kendi nefsinden, nefsinin zevklerinden tamamen uzaklaşmış olur da, orada Hak Subhânehû ve Teâlâ'nın kazasına, taat hususunda herhangi bir çekişme şüphesi kalmaksızın O'nun hükümlerine razı olmuş olur.

157 ﴿