159"Muhakkak ki, indirmiş olduğumuz apaçık delilleri ve hidâyeti, onu Kitab'ta İnsanlara açıklamamızdan sonra gizleyenler yok mu? İşte bunlara Allah lanet eder; bunlara lanet edebilen herkes de lanet eder" Ayetin Kimler Hakkında Nazil Olduğu Burada Birçok Mesele Vardır: Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğu hakkında iki görüş bulunmaktadır: 1) Bunun "müste'nef" bir kelâm olması ve, din hususunda herhangi bir şeyi gizleyen herkese şamil olmasıdır... 2) Umûm yönünden ifâde, zahiri ne hamledilmez.. Sonra âlimlerden bir kısmı, bunun bilhassa yahudiler hakkında olduğunu öne sürmüşlerdir.İbn Abbas şöyle demiştir: Ensardan bir grup, yahudilerden bir topluluğa Tevrat'ta Hazret-i Peygamberin sıfatları ve bazı hükümler hususunda sorduğu zaman, onlar bunu söylemeyip gizlemişler, bunun üzerine de bu ayet-i kerime nazil olmuştur.Bunun, bütün ehl-i kitap, yani yahudî ve hristiyanlar hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Bu görüş de, İbnu Abbas, Mücahid, Hasan el- Basri, Katâde, Rebî, Süddi ve Esamm'dan rivayet edilmiştir.Birinci görüş, aşağıdaki sebeplerden dolayı doğruya daha yakındır: a) Lâfız umumîdir. Ayetin muayyen bir sebebe göre inmesi demek olan mevcut bir hadise, usûl-î fıkıhta yer alan, "itibâr lâfzın umumîliğinedir, sebebin hususîliğine değil" şeklindeki kaideye göre, hususîliği gerektirmez. b) Yine usûl-i fıkıhta bulunan kaideye göre, hükmün bir vasfa dayanması, o vasfın o hükmün illeti olduğunu gösterir; bilhassa vasıf, hükme muvafık düşerse!.. Şüphe yok ki dini gizlemeye uygun düşen ceza, Allah tarafından lanetlenmedir, buna müstehak olmadır. Bu vasıf bu hükmün illeti olunca, vasıf umûm ifâde ettiği için, şu hükmün de umûmî olması gerekir. c) Sahabeden bir grup insan, bu lâfzı umûma hamletmişlerdir.Hazret-i Aişe (radıyallahü anhnha)'nin ise şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kim Hazret-i Muhammed'in vahye dair herhangi birşeyi gizlediğini iddia ederse, muhakkak ki o Allah'a en büyük iftirayı atmış olur. Halbuki Allahü teâlâ, 'Muhakkak ki bizim indirmiş olduğumuz apaçık delilleri ve hidâyeti gizleyenler yok mu..."(Bakara, 159) buyurmuştur. Böylece ayet-i kerime, umûma hamledilir.Ebu Hureyre, (radıyallahü anh)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kendisi hakkında insanlar, "Ebû Hureyre ne çok hadis rivayet ediyor" dedikten sonra, Ebu Hureyre, "Allah'ın kitabındaki iki ayet olmasaydı, hiçbir söz söylemezdim" diyerek, ayetini okur.Âyetin hükmünü ehl-i kitaba tahsis edenler şöyle demişlerdir: Gizlemek, onlar hakkında ancak Hazret-i Muhammed'in peygamberliğinin meşruluğu hususunda olur. Kur'an'a gelince, Kur'an mütevâtirdir. Binaenaleyh, O'nu gizlemek mümkün olamaz.Bizim delilimiz de şudur: Kur'an'ın mütevâtir olmadan önce gizlenmesi mümkündür. Kur'an'daki mücmel ayetlerin izahı tek bir kimsenin bilgisinde olunca, onun onu gizlemesi mümkündür, Mükellefin muhtaç olduğu aklî deliller hususundaki söz de bunun gibidir. Hakkı Gizleme Mefhumundan Maksad Kadî şöyle demiştir: Gizlemek, kendisine ihtiyaç duyulup, onu ortaya koyma vesilesi de bulunduğu hal de, bir şeyi ortaya Koymayıp saklamaktır. Çünkü Maksad böyle olmadığı zaman o iş, ketmetme ve gizlemek sayılmaz. Allahü Teâlâ, dinî bakımdan en çok ihtiyaç duyulan apaçık deliller ve hidâyet vesilelerini indirdiğinde, onu bilip de izhâr etmeyen kimseyi, ketum olmakla nitelemiştir. Nitekim, içimizden bir kimse de.bir şeyi ortaya koyup izhar etmeye çok kuvvetli sebepler bulunduğu halde, bu şeyi izhâr etmezse, dünyevî hususlarda ketum olmakla nitelendirilir. İşte bu şekilde, sim gizleyebilen kimseler de övülür. Çünkü saklamak, gizlemek nefse zor gelen şeylerdendir. Üçüncü Mesele Bu ayet mükellefin muhtaç olduğu dinî şeylerin giz- ienmesinin caiz olmadığını gösterir. Kim onu gizlerse, günahı büyük olur. ayetin bir benzeri de Cenâb-ı Hak'ın, "Hani Allah kitab verilenlerden, onu insanlara açıklayıp gizlemeyeceklerine dâir misâk (ahd) almıştı" (Al-i imran, 187) ayetidir.Şu ayet de bu iki ayete yakın manadadır: kitabı gizleyip, onu az bir fiyata satanlar..." (Bakara, 174).İşte bütün bu ayetler, insanları uyarmak ve onları Allah'ın ayetlerini gizlemekten men etmek için, dinî ilimlerin açıklanmasının vâcib olduğunu gösterir.Dinî ilmi beyân etme (açıklama) hususunda bu ayetin bir benzeri de, hernekadar onda bir va'îd zikredilmemişse de, şu ayettir:"Müslümanların her cemaatinden bir grup, dinde derinleşmek ve kendilerine geri döndüklerinde sakınsınlar diye, kavimlerini uyarmak için (sefere çıkmamalı) değil mi? (Tabii ki gerekir)" (Tevbe, 122). Haccac'ın Atâ'dan, Ata'nın da Ebu Hureyre (radıyallahü anh)'den rivayet ettiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:gizlerse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulmuş olarak gelir. " İbn Mâce, Mukaddime 24 (1/96-97). Cenâb-ı Hakk'ın, "İndirmiş olduğumuz apaçık deliller... " ifâdesinden murad, peygamberlere, aklî deliller dışında indirmiş olduğu semavî kitaplardır. Hak teâlâ'nın, "ve hidayet" sözüne ise, aklî ve naklî deliller girmektedir. Çünkü (Bakara, 2) ayetinin tefsirinde, hidayetin deliller manasına olduğunu ve bütün delillere şamil olduğunu açıklamıştık. Eğer, "Cenâb-ı Hak, "Ve hidayeti, onu insanlara açıklamamızdan sonra (gizleyenler)..." buyurup birinci kısma dönmüştür" denilirse, biz deriz ki: Birinci kısım indirilen ayetlerdir, ikinci kısım ise indirilen şeylerin verdiği faydalardır.Bil ki Kitab (Kur'an), haberi vâhid, icmâ ve kıyasın şer'i bir hüccet olduğuna delâlet ettiği için, bunlardan herhangi birinin delalet ettiği şeye, bu bakımdan Kitab'ın kendisi de delâlet etmiş olur. Bundan dolayı o şeyi gizlemek de adetâ bir âyeti gizlemek gibi olur. Böylece Cenâb-ı Hakkın nakli ve akli delilleri gizlemeye büyük bir ceza tehdidinde bulunduğu ve her iki tür delili gizlemeye de aynı tehdidi yönelttiği ortaya çıkmış olur. Bu sebeble denilebilir ki, "Bu ayet, dinin temel kurallarını, ona ihtiyacı olan kimseye akli delillerle açıklamaya muktedir olduğu halde bunu gizleyene veya, çok şiddetli ihtiyaç olduğu halde şeriatın hükümlerinden herhangi birini gizleyene büyük bir ceza olduğuna delâlet eder. Dördüncü Mesele Bu ilmi izhâr etme, açıklama işi farz-ı kifâyedir, fa- kat bu farz-ı kifâye belli kimseler için değildir. Çünkü bir kısım insanlar bu ilmi açıklayınca, bu ilim herkesin elde edebileceği bir duruma gelmiş ve saklanmamış olur. İşte ilim gizlenilmediği zaman, diğer insanların onu tekrar ortaya koymaları gerekmez. Beşinci Mesele Bazıları, bu ayetleri, haber-i vahidin kabul edileceğine delil getirerek şöyle demişlerdir: "Bu ayetler, bu hükümlerin izhâr edilmelerinin vâcib olduğuna delâlet etmektedir. Şayet bu hükümlerle amel etmek vâcib olmasaydı, bunları izhâr etmek de vâcib olmamdı." Bu husustaki izahı gelen, "Ancak tevbe eden, ıslah-ı nefs eden ve (hakikati giziemeyip) iyice açıklayanlar müstesna." (Bakara, 160) ayeti ile tamamlanmaktadır. Burada, Allahü teâlâ, onların haber vermesi ile açıklamanın yapıldığına hükmetmiştir. Eğer, "Haber verenlerin sayısının çoğalıp da haberin mütevatir olması için, herkesin hakikati gizlemekten nehyolunup onu beyân etmekle emrolunmuş olması niçin caiz değildir?" denilirse, deriz ki: Bu yanlıştır. Çünkü onlar, ancak hakikati gizlemeleri caiz olan kimselerden oldukları taktirde hakikati gizlemekten nehyolunmuşlardır. Hakikati gizleme hususunda anlaşabilecek kimselerin, haber uydurma ve iftirada bulunma hususunda da anlaşmaları mümkündür. Bu sebeple onların verdiği haber, zarurî (kesin) bir ilim ifâde etmez. Ayet İlim Öğretme İçin Ücret Almanın Doğru Olmadığına Delalet Eder Bazı zatlar bu ayet-i kerimeyi, ilim öğretmeye karşılık bir ücret almanın caiz olmayacağına delil getirmişlerdir. Çünkü ayet-i kerime bu öğretme işinin vâcib olduğuna delâlet ettiği için, buna mukabil alınan ücret, vacibi edâ etmeye mukabil ücret alma gibi olur. Bu ise caiz değildir. Cenâb-ı Hakk'ın şu ayeti yine bu hususa delâlet etmektedir: Allahın indirdiği kitabı gizleyenler ve onu az bir değer karşılığı satanlar..." (Bakara, 174). Bu ayetin zahiri, ilmi hem açıklamaya hem de gizlemeye mukabil bir ücret almanın yasaklandığını gösterir. Çünkü "Onu az bir değer karşılığı satanlar "ayeti, her yönden, öğretme işine mukabil bir ücret almayı yasaklaradıyallahü anhllah Teâlâ'nın, "Onu kitapta İnsanlara açıklamamızdan sonra..." sözünden maksadın, Tevrat ve İncil'deki, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sıfatları ve diğer hükümler olduğu; ve yine âyette ilk indirildiği beyan edilen şey ile, daha önceki peygamberlerin kitabiannda bulunan hükümleri, ikinci kısım ile de Kur'an'da bulunan hükümlerin murad edildiği söylenmiştir. Lanet Meselesi Allahü teâlâ'nın, "İşte bunlara Allah lanet eder" buyruğuna gelince, "lanet" dilin aslında "uzaklaştırma" manasındadır. Şeriat örfünde ise sevabtan uzaklaştırmaktır. "Lanet edebilen herkes de bunlara linet ederler" ayetine gelince, "lanet ediciler"in, lanetinin bir tesiri olan kimselere hamledilmesi gerekir. Âlimler, meleklerin, peygamberlerin ve salih kimselerin böyle olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu nedenle onlar muhakkak ki bu umûmi ifâdeye dahildirler.Bunu şu ayet de te'kid etmektedir:"İnkâr edip de kâfir olarak ölenler (yok mu?) İşte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onlar üzerinedir " (Bakara, 161). Âlimler, başka izahlar da yapmışlardır: 1) Lanet ediciler, yeryüzündeki bütün canlılar ve haşerâttır. Çünkü onlar şöyle derler: "İnsanoğlunun günahları yüzünden bize yağmur yağdırılmadı." Bu görüş Mücahid ve İkrime'den rivayet edilmiştir. Cenâb-ı Hak, ayette, buyurmuş, fakat haserât ve diğer canlıları ifâde edecek şekilde, denilmemiştir. Çünkü, Güneş ve ayır bana secde ederken gördüm" (Yusuf, 4) "Ey karıncalar, yuvalarınıza giriniz " (Neml, 18) "Onlar dertlerine, "Niçin Azim aleyhimize şahidlik ettiniz" dediler" (derler)" (Fussilet, 21) ve, "Hepsi bir yörüngede yüzerler" (Yasin, 40) ayetlerinde olduğu gibi, cansız varlıkları ve hayvanları, akıl sahibi varlıklar için kullanılacak sıfatlarla nitelemiş, akıt sahibi varlıklar için kullanılan cemî sîgalan ile cemt yapmıştır. 2) Lanet edenler insanlar ve cinler dışındaki herşeydir. Eğer, "Hayvanların ve cansızların lanet etmesi nasıl doğru olur?" denirse, biz de deriz ki: "Bu iki şekilde olur: a) Bu, mübalağa yoluyladır. Yani, "şayet onlar akıllı olsalardı, onlar bile kâfirlere lanet ederlerdi" demektir. b) Bu lanet, o hayvanlar ve cansızlar âhirette tekrar diriltilip, akıllı varlıklar haline getirildikleri vakit olacaktır. Onlar, dünyada bu işi yapan ve bu iş üzre ölen kimselere lanet edeceklerdir. 3) Cehennemdekiler de, kendilerinden dini gizledikleri için, onlara lanet edecektir. Buna göre bu ifâde, umûm ifâde etmektedir. 4) İbn Mesûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Lânetleşen iki kimse birbiriyle lânetleştiğinde, lanet, müstehak olana isabet eder. Eğer laneti hakeden bulunmazsa, bu lanet, Allah'ın indirdiğini gizleyen yahudîlere döner.. 5) İbn Abbas'dan, onlar hakkında iki çeşit lanetin bulunduğu; birisi Allah'ın laneti, diğeri ise mahlûkâtın laneti olduğu rivayet edilmiştir. İbn Abbas, sözüne devamla şöyle dimiştir: "Bu, kişi kabrine konulup, "Dinin nedir, Peygamberin kimdir ve Rabbin kimdir?" diye sorulup da kulun da "Ben bilmiyorum" dediği zaman; bunun üzerine de, insanlar ve cinlerin haricinde, herşeyin duyacağı bir biçimde dövüldüğü ve sesini duyanherkesin ona lanet ettiği zaman meydana gelir." Melek ona o zaman şöyle der: "Ne bildin, ne de haber verdin! Sen, dünyada da böyleydin!" 6) Ebu Müslim, lanet edenlerin Allah'a iman eden kimseler olduğunu, söylemiştir. İman edenlerin lanetinin manası ise, lanet edilen kimseyi Allah'ın rahmetinden uzaklaştırmak, ona buğzedip ondan uzak durarak, ona muhalefet edip onunla mücadele etmektir. Kadî şöyle demiştir: Ayet, bildiği şeyi gizlemenin büyük günahlardan olduğunu gösterir. Çünkü Allahü Teâlâ böyle kimseye laneti vâcib kılmıştır. Yine ayet, peygamberlerden hiçbirisinin üstlenmiş olduğu risalet görevinden hiçbir şeyi gizlememiş olduklarına delâlet eder. Aksi halde, bu kimse de ayetin hükmüne girmiş olurdu. Tevbesi Kabul Edilenler |
﴾ 159 ﴿