167"O zaman (görürler ki) kendilerine tabî olanlar, kendilerine uyanlardan hızla uzaklaşmıştır. (Hepsi) o azabı görmüşlerdir. Aralarındaki bağlar kopmuştur. Ve o tabî olanlar şöyle demiştir: "Eğer bizim için dünyaya bir defa dönme İmkânı olsaydı, (bugün) bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşırdık." Böylece Allah, onların bütün amellerini pişmanlıklar halinde kendilerine gösterecektir. Onlar cehennemden çıkacak da değiller" . Bil ki Allahü Teâlâ, tehdid üslûbu ile, "O zalimler azabı gördüklerinde, sen onları bir görsen.." diyerek, Allah'dan başka ilahlar edinen kimselerin halini anlatınca, bu va'îdin peşisıra, "o zaman, kendilerine tâbi olunanlar, kendilerine uyanlardan hızla uzaklaşır" cümlesini getirerek, bu tehdidini artırmış ve böylece, onlara ibadet etmek suretiyle ömürlerini tüketen, ve onlar kendilerine ihtiyaç duydukları bir sırada kendilerinden uzaklaştıkları hâlde, onların, kendilerinin kurtuluşu için en güçlü vesileler olduğuna inanan kimselerin halini anlatmıştır. Bunun bir benzeri de, "Siz birbirinizi (tanıdığınızı) İnkâr eder ve birbirinize lanet okursunuz" (Ankebut, 25); "Muttakiler dışındaki bütün dostları o gün birbirine düşmandırlar" (Zuhruf, 67), ve, "Her ne zaman o (cehenneme) bir ümmet girerse, dindaşlarına lanet eder" (Araf, 38) ayetleridir. Yine iblisten, ayette, "Sizin daha önce beni Allah'a ortak koşmanızı da tanımamıştım" (ibrahim. 22) dediği nakledilmiştir. Tefsir ettiğimiz ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesi hakkında iki görüş vardır: a) Bu, ifâdesinden bedeldir. b) Buradaki, edatında âmil olan, lâfzının manasıdır. Hak teâlâ buna göre sanki şöyle demiştir: "Tâbi olanlarla önderlerin birbirinden ayrılma zamanında O, azabı şiddetli olandır." İkinci Mesele Ayetin manası, "Kendilerine tâbi olunanlar, ahirette tâbi olanlardan uzaklaşırlar." Böylece Cenâb-ı Hak, onların, kendilerine tâbi olanlardan ayrılış sebeblerini beyân etmiştir ki bu da kendilerine tâbi olunanların, tâbi olanların gördüğü azabtan onları kurtaramamalarıdır Çünkü Hak teâlâ'nın, "Aralarındaki bağlar kopmuştur" ifâdesinin içine, onların ne kendilerini, ne de kendilerine uyanları ilâhî azabtan kurtarmaya bir yol bulamayışları da girer. Kendilerine ve dostlarına gelen belâdan kurtulmaktan tamamen ümit kesmiş kimse için "Aralarındaki bütün bağlar kopmuştur" denir. Alimler, "tâbi olan kimseler" ile murad edilenler hakkında şu şekilde ihtilâf etmişlerdir: a) Bunlar, müşrik insanların lider ve reisleridir. Bu görüş, Katâde, Rebî ve Atâ'dan rivayet edilmiştir. b) Bunlar, vesvese verdiği için kâfirlerin kendilerine uyduğu cin şeytanlarıdır. Bu görüş, Süddî'den rivayet edilmiştir. c) Bunlar, ins ve cin şeytanlarıdır. d) Bunlar, onların ilah kabul ettikleri putlarıdır. Doğruya en yakın olan görüş, birincisidir. Çünkü "kendilerine tâbi olanlar" için en uygun mana, kendilerine tâbi olma mümkün olsun diye, emir ve nehiy sâdır olan kimselerdir. Bu mana putlara uygun düşmez. Yine onları, insanların liderleri manasına almak gerekir. Çünkü o liderler, şerefti oldukları için haklarında, "onlar, onlan Allah'ı sever gibi severler" denebilecek kimselerdir. Şeytanlar böyle değildir. Bunu, Hak teâlâ'nın, "Biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik onlar da bizi yoldan saptırdılar"(Ahzab, 67) ayeti de te'yid eder. Mücâhid bu iki fiilden birincisini malûm, ikincisini de meçhul olarak okumuştur. Buna göre mana "Tabî olanlar, reislerinden hızla ayrılırlar" şeklinde olur. Teberrî (birbinden uzaklaşma) Hakkında Tefsir Alimler, ayetteki "teberri" kelimesinin tefsiri hususunda birkaç görüş ileri sürmüşlerdir: a) Bu teberri onlardan sözlü olarak vuku bulmuştur. b) Bu, onlara azabın gelmesi ve onların bu azabı savuşturamamalarıdır. Binaenaleyh onlar, bu azabı başkalarından nasıl savuşturabilirler? Bundan dolayı onlardan ayrılırlar. c) Bu, onların Allah'ı inkâr edip, peygamberlerinden yüz çevirmeleri gibi şeylerden dolayı pişmanlık duymaları manasındadır. Buna göre pişmanlık, teberrî diye beyân edilmiştir. Doğruya en yakın olan birincisidir, çünkü o hakîkî manadır (mecazi değil). Cenâb-ı Hakk'ın, "ve o azabı görmüşlerdir" ifâdesindeki vâv, vâv-ı hâliyedir. Yani, "onlar azabı gördüklerinde ayrılmışlardır" demektir. Bu, diğer görüşlerden daha evlâdır. Çünkü bu durumda korku ve dehşet artar. Müşriklerin Aralarındaki Bağların Kopması Allahü teâlâ'nın, ifadesiyle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Bu ifâde, üzerine atfedil mistir. Alimler, (......) kelimesinin tefsirinde yedi görüş belirtmişlerdir: 1) "Bunlar, o kâfirlerin vasıtasıyla birbirleriyle münasebet kurdukları vesilelerdir." Bu görüş, Mücahid, Katâde ve Rebî'den nakledilmiştir. 2) "Bunlar, kendileri birbirlerine merhametli davranmalarına sebeb olan akrabalık bağlarıdır." Bu görüş, İbn Abbas ve Ibn Cürayc'ten nakledilmiştir. 3) "Bunlar, yapmayı âdet haline getirdikleri amelleridir." Bu görüş, İbn Zeyd ve Süddi'nindir. 4) "Bunlar, aralarında bulunan ve birbirlerine karşı sevgilerine sebeb olan ahid ve yeminleridir." Bu görüş, İbn Abbas'tandır. 5) "Aralarında bulunan inkâr bağlarıdır." Onlar, ahiretle işte bundan koparlar. Bu görüş Esamm'dandır. 6) "Bunlar, onların dünyadaki mertebeleridir." Bu Dahhâk, Rebî ve İbn Enes'ten rivayet edilmiştir. 7) Bu, kurtuluş, sebeblerinin tamamen onlardan kopup yok olması manasınadır. En açık olan görüş, bütün bunların ayetin şümulüne girmesidir. Çünkü bütün bunlar, menfî birer durumdur; dolayısıyla ayet hepsini içine alır. Buna göre sanki Hak teâlâ şöyle demiştir: "Bulunabilecek hertürlü sebeb ve vesile onlardan uzaklaşmıştır. Onlar, makam, sebeb, neseb, yemin, anlaşma ve ahid gibi çeşitli sebeblerden istifâde edemezler. Bu ise ümidsizliğin had noktasıdır." Buna göre bu ayette son derece büyük bir zecr vardır. İkinci Mesele (......) ifâdesindeki "bâ" harfi, manası nadir. Bu tıpkı, "Ondan, Habir olan (Allah'a) sor"(Furkan, 59) ayeti gibidir. Buradaki, manasınadır. Alkame b. Abede de şöyle demiştir: "Eğer öana kadınlardan sorarsanız, bilin ki ben kadınların dertlerini bilirim, ben doktorum." Bu şiirdeki, manasınadır. Üçüncü Mesele Arapçada, (sebep) ip manasınadır. Araplar ipe ancak, kendisine tutunularak inilip çıkıldığında "sebep" derler. Cenab-ı Hakk'ın "Semaya (tavana) bir ip uzatsın.." (Hacc, 15) ayeti de bu manadadır. Daha sonra, vasıtasıyla bir yere veya istenen bir şeye ulaşılan her şeye "sebeb" denilmiştir. İki kişi arasında bir sevgi ve muhabbet olduğu zaman "Benim ile senin aranda bir sebeb var" denir. Yola da, sen kendisine girmekle istediğin bir yere ulaştığın için, "sebeb" denilmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "O da bir sebep yani yol tuttu"(Kehf, 85) buyurmuştur. (......) ifâdesi, göğün kapıları manasınadır. Çünkü göğe ulaşmak, göğe girmekle olur. Nitekim Allahü teâlâ, Firavun'dan, "Belki ben, kapılara, göğün kapılarına ula şınm" (Mümin, 36-37)dediğini nakletmiştir. Züheyr de şöyle demiş: Kim ölüm sebeplerinden korkarsa, o korktuğu (ölüm), merdivenle gök kapılarına çıksa dahi o kimseye ulaşır." İnsanlar arasındaki sevgiye de "sebeb" denmiştir. Çünkü insanlar sevgi ile, birbirleri ile ilgi alâka kurarlar. Allahü teâlâ'nın, "Ve o tabi olanlar şöyle demiştir: "Eğer bizim için dünyaya bir defa daha dönme imkânı olsaydı, (bugün) bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşırdık" ifâdesi, onların bir daha dünyaya ve mükellefiyete dönme imkânının kendilerine verilmesi için bir temennileridir. Böylece dünyaya gönderilmeleri halinde bu tâbi olmuş kimselerin, tâbi olunanların kıyamet gününde kendilerinden ayrılışı gibi, o tâbi olduklarından dünyada ayrılma imkânı verilmiş olur. Sözün özü, onlar dünyada bir azabın olmasını temenni etmişlerdir. Böylece o uyanlar, reislerinden ayrılacaklar, onları bu azabtan kurtarmayacak ve onlar yardım etmeyeceklerdi, tıpkı o reislerinin, kendilerine kıyamette yaptıkları gibi. Buna göre ayetin takdiri: "Bizim için bir dönüş olsaydı, onların burada bizden ayrılışları gibi, onların başına böyle felâketler geldiğinde de biz onlardan ayrılırdık." İşte durum budur, çünkü onlar kurtulmuş oldukları halde onlardan uzak olmayı temenni etmiş olsalardı bile, bunun hiçbir faydası olmazdı. Müşriklere Amellerinin Pişmanlıklar Halinde Gösterilmesi Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğuna gelince, bu hususta birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Hak teâlâ'nın, sözünde iki husus vardır: a) Onların birbirlerinden uzak olmaları gibi, Allah onlara amellerini birer hasret ve nedamet olarak gösterir. Bu böyledir, çünkü herkesin ümidi kesilmiştir. b) Allah onlara azabını gösterdiği gibi, onlara amellerini de bir nedamet sebebi olarak göstermiştir. Çünkü onlar, kesinlikle helak olacaklarına inanmışlardır. İkinci Mesele Bu âyette geçen, (a'mâl) den ne kastedildiği hususunda bazı görüşler vardır: a) Bunlar, kâfirlerin zâyi ettiklerine pişmanlık duydukları taatlarıdır. Bu, Süddî'nin görüşüdür. b) Bunlar, o kâfirlerin yaptıklarına pişman oldukları günahları ve kötü fiilleridir. Bu, Rebî ve İbn Zeyd'den rivayet edilmiştir. c) Kâfirlerin yapıp da, küfürleri sebebiyle iptal ettikleri taatlarının sevabıdır Bu Esamm'dan rivayet edilmiştir. d) Bu, kâfirlerin reislerine yakınlaşmak için yapmış oldukları saygıları ve reislerinin emirlerine canla başla itaati şeklindeki amelleridir. Zahir olan, bu amellerden maksat, o kâfirlerin reislerine Uydukları küfür ve isyan gibi amelleridir. Bundan pişmanlık, bu amelleri amel defterlerinde görmeleri ve onlara, bu amelleri terkedip, onun yerine taat yapmaları mümkünken, bunlardan dolayı cezayı hak ettiklerini iyice anlamaları sebebiyle olur. Bu izahta bulunan nisbet hakikidir. Çünkü onlar bunu bizzat yapmışlardır. İkincisine göre ise mecazîdir. Yani, bu onlara gerekli iken, onlar bunu yapmamışlardır, demektir. Üçüncü Mesele (......) kelimesi, fiilinin üçüncü mefulüdür. Dördüncü Mesele Zeccâc, şöyle demiştir: Hasret, şiddetle duyulan pişmanlıktır. Kendisinde hiçbir fayda bulunmayan hayvan gibi, pişman olan kimse de, öylece kalakalır. maddesi, kişinin elden kaçırdığı bir iş hakkında son derece pişman olduğu zaman kullanılır. (......) kelimenin esas manası "açmak" demektir. İki kollarını açtığı zaman, Arapçada, denilir. Hasret de, nedamet halinden kurtulmadır. (......) (husûr) kelimesi ise yorgunluk ve acizlik anlamına gelir. Çünkü bu da, uzun yolculuğun icab ettirdiği meşakkatli durumlardan sıyrılıp çıkmaktır. Nitekim Cenâb-ı Hak "Onun huzurunda bulunanlar, O'na ibadetten asla kaçınmazlar, yorulmazlar da" (Enbiya, 19) buyurmuştur. Süpürgeye, yerin yüzünü ortaya çıkardığı için, denilir. denilir; çünkü kuş, tüylerinin dökülmesiyle meydana çıkar. Ebediyyen Cehennemde Olanlar Kafirlerdir Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifâdesine gelince, âlimlerimiz bununla ehl-i kıbleden olan büyük günah sahiplerinin ateşten çıkacakları hususuna istidlal ederek şöyle demişlerdir: Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifâdesi, hasr üslubuyla, onların asla çıkamıyacaklarını ifâde etmektedir. Bu sebeple, bu çıkamama durumunun, kâfirlere mahsus olması gerekir. Bu ayet, Cenâb-ı Hakk'ın, 'Muhakkak facirler alevli bir ateştedirler. Din gününde ona yaslanacaklar.. Ve, ondan hiç çıkmayacaklar" (İnfitar, 14-16) âyetleriyle neyin murad edildiğini ortaya koymaktadır. Böylece, buradaki (......) ile murad edilenin, şu ayet de ona delâlet ettiği için, kâfirler olduğu ortaya çıkmıştır. |
﴾ 167 ﴿