179"Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, sakınırsınız" . Allahü Teâlâ, önceki ayette kısası vâcib kılıp, kısas da etem verici şeylerden olunca, kendisine bu hususta şöyle bir soru tevcih edilmiş oldu: "Senin rahmetinin tamlığına zayıf kuluna elem verip acı çektirmek nasıl yakışır?" İşte böyle bir suâle cevap vermek için, O, önceki ayetin hemen peşinden kısasın meşru kılınma hikmetini zikrederek "Kısasta sizin için hayat vardır" buyurdu. Kısasta Hayat Bulunmasının İzahı Ayete bazı izahlar yapılmıştır: 1) Bu ayetten maksat, kısasın bizzat kendisinin bir hayat olmadığıdır. Çünkü kısas hayatı ortadan kaldırır. Bir şeyi ortadan kaldıranın, o şeyin bizzat kendisi olması (hayat) imkânsızdır. Tam aksine bundan murad, "kısasın meşru kılınması katil olmayı düşünen ile öldürülmesi istenen; ve bu ikisinin dışında bulunan kimselerin hayatta kalacaklarını anlatmak" olduğudur. Kısasın, katil olmayı düşünen kimse için bir hayat olmasına gelince, bu şu şekilde olur: "Katil olmayı düşünen kimse, birisini öldürmesi halinde, kendisinin de öldürüleceğini bildiğinde, bu sebeple öldürmekten vazgeçer. Bundan dolayı da kendisi öldürülmez. Nihaî bir netice olarak da, kendisi hayatta kalmış olur." Kısasın, öldürülmesi istenen kimse için bir hayat olmasına gelince, bu da bir gerçektir; çünkü onu öldürmeyi düşünen kimse kısas edileceğinden korktuğu zaman, o kimseyi öldürmekten vazgeçer. Böylece de o kimse öldürülmemiş olur. Kısasın, bu İkinin dışında kalan kimseler hakkında da bir hayat olduğu hususuna gelince, bu da bir gerçektir. Çünkü kısasın meşru kılınmasında, öldürmeyi düşünen kimseyle, öldürülmesi düşünülen kimsenin hayatta kalması söz konusudur. Bu ikisinin hayatta kalmasında da, onlara yardımcı olacak kimselerin hayatta kalmalarının mevcudiyeti söz konusudur. Çünkü öldürme sebebiyle meydana gelen fitne büyür, böylece bu fitne bir grup insanın öldürülmesine kadar varan çekişmelere yol açar. Kısasın meşru olduğu göz önüne alındığında bütün bunlar meydana gelmez. Bunların meydana gelmemesindeyse, herkesin hayatta kalması söz konusudur. 2) Ayetten maksat, bizzat kısasın kendisinin hayatın sebebi olmasıdır. Bu böyledir, çünkü kan akıtan kimseye kısas uygulandığında, öldürmeyi düşündüğü kimseleri öldürmekten vazgeçer. Bu sebeple de kendisi öldürülmez. İşte bu bakımdan kısasın bizzat kendisi, hayatın sebebi olmuş olur. Bil ki 'anlattığımız bu görüş, sadece öldürme şeklinde olan kısasa tahsis edilmez. Bu mefhuma, uzuvlar ile yaralamalar hakkındaki kısas da dahildir. Bu böyledir, çünkü kişi, düşmanını yaraladığında kendisine kısas uygulanacağını bildiği zaman, bu husus onu böyle bir şeye teşebbüsten alıkor. Böylece bu.her ikisinin de hayatta kalmalarına sebep olmuş olur. Çünkü yaralanan kimse de ölebilir, kısas uygulandığında yaralayan kimse için de durum aynıdır. Baştaki, yüzdeki veya alındaki yaralar da böyledir. Kendisinde kısas uygulanmayan yaralamalar da ayetin hükmüne dahildir. Çünkü yaralayan kimse, yaralamasının kişinin canının heder olmasına sebebiyyet vereceğinden, böylece de kısasın gerekeceğinden emin olamaz. Binaenaleyh kısas korkusu, insanların gönüllerinde mevcuttur. 3) Kısastan maksad, denkliğin sağlanmasını temindir. Böylece eşitliğin sağlanmasındaki maksat, katilden başkası için de hayatın bulunmuş olmasıdır. Çünkü cahiliyye çağındakilerinin yaptıklarının aksine, katilden başkası öldürülmez. 4) Ebu'l-Cevzâ, (......) şeklinde okumuştur. Yani, "size, öldürme ve kısas hükümlerine dair anlatılan şeylerde (kısaslarda) bir hayat vardır" demektir. Bu kıraatte geçen, (......) kelimesinin Kur'an mânasına geldiği de söylenmiştir. Yani "Kur'an'da sizin kalbleriniz için bir hayat vardır" demektir. Bu Hak teâlâ'nın tıpkı, "Emrimizden bir rûh..." (Şûra, 52) ve, "Yaşayan kimse de delil ve hüccet ile yaşasın diye..." (Enam, 42)sözlerindeki gibidir. Allah en iyisini bilendir. Cümlesindeki Belagat Özellikleri Beyan fimi alimleri, dildeki bütün manaları toplama bakımından veciz oluş hususunda bu ayetin en yüksek bir dereceye ulaştığında ittifak etmişlerdir. Bu böyledir. Çünkü Araplar bu manayı değişik birçok lâfızlarla ifâde etmişlerdir. Mesela "Bir kişinin öldürülmesi, toplumun ihya edilmesidir" demişlerdir. Başkaları da, "Katilliğin azalması için, çok öldürün" demişlerdir.Bu konuda Araplarda nakledilen ifâdelerin en güzeli, şu sözleridir: "Adam öldürmeyi en iyi biçimde yine öldürme yokeder." Kur'an'ın ifâdesi ise bundan daha fasihtir. Bu ifâdeler arasındaki farklılık birçok yöndendir: a) (......) ayeti, bütün bu ifâdelerden daha kısadır. Çünkü, ifâdesi, bu mukayesenin dışındadır. Zira söylenilen sözlerin hepsinde, böyle bir takdir mutlaka vardır. Çünkü, ifâdesinde, ifâdesini takdir etmek gerekir. ifâdesinde de durum aynıdır. Sen iyice düşündüğünde, ayetinin, onların ifâdesinden daha kısa olduğunu görürsün. b) Onların, sözünün zahiri, birşeyin kendisinin yok olmasının sebebi olmasını ifâde etmektedir ki bu imkânsızdır. ayeti böyle değildir. Çünkü zikredilen husus, öldürmenin bir çeşidi olan kısastır. Sonra Cenâb-ı Hak, o kısası mutlak hayatın sebebi kılmamıştır. Çünkü "hayat" kelimesini nekire olarak getirmiştir. Aksine Allah, kısası hayat çeşitlerinden bir çeşidin sebebi kılmıştır. c) Onların, sözlerinde, lâfzı tekrar edilmiştir. Halbuki, ayeti böyle değildir. d) (......) diyen kimsenin bu sözü, sadece, katillikten vazgeçmeyi ifâde eder. Halbuki, ayeti, hem öldürmekten, hem yaralamaktan, hem de bunların dışındaki benzer şeylerden vazgeçmeyi ifâde eder. Binaenaleyh bu ayet, daha çok mana ihtiva etmiştir. e) Ölümü nefyetmek, hayatın bulunması manasını tazammun ettiği için, ikinci derecede matlubdur. Ayet ise matlub olan hayatın kendisine delâlet eder. f) Öldürmeyi nefyedici olmayıp aksine öldürmenin artmasının sebebi olduğu halde, haksız yere öldürme de bir öldürmedir. Öldürmenin meydana gelmesine manî olacak olan, belli bir şekildeki öldürmedir ki bu da kısastır. Buna göre onların sözlerinin zahiri bâtıldır. Ayete gelince, ayetin hem zahirî manası hem de takdirî manası yerindedir. Böylece ayet ile Arapların ifâdeleri arasındaki farklılık açıkça ortaya çıkmaktadır. Üçüncü Mesele Mu'tezile bu ayeti Ehl-i Sünnet'in "öldürülen şahis, öldürülmemiş olsaydı da yine muhakkak ölecekti" şeklindeki görüşlerinin bozuk olduğuna delil getirerek şöyle demişlerdir: "Öldürülen kimse, öldürülmeseydi de ölmesi vâcib olsaydı ve farzet ki kısas, katil olmayı isteyen kimseyi katil olmaya yeltenmekten alıkoymak için meşru kılınmış olsaydı, fakat o katil onu öldürse de, öldürmese de ölecek olsaydı, bu durumda kısasın meşru oluşu hayatın meydana gelmesine götürücü olmazdı. Eğer, "Biz bunu, öldürülmeseydi de zaten ölecek olan kimseler hakkında söyledik. Yoksa, öldürülmek istenip de öldürülmemiş kimseler hakkında değil. Bu sebeple sizin dediğiniz yerinde değildir" denilirse, biz deriz ki: Öldürülmeseydi de öldürülecek kimseler hakkında, "Onun hali nasıl olur?" denilmez miydi? Eğer "O zaten ölecekti" derseniz, öldürülmesi her an için söz konusu olan kimseler hakkında, onun ölümü ile öldürülmesinin aynı olduğuna hükmetmiş olursunuz. Bu da bizim size karşı ileri sürdüğümüz şeyin yerinde olduğunu gösterir. Çünkü sizin o bilinen görüşünüze göre mutlaka, ya o katili öldürmeden alıkoyacak bir şey ona mani olduğu için veyahut da yine katil kendisinin öldürülmesinden korktuğu için öldüremediği kimse yine de ölecekti. Bu durumda da size karşı ileri sürdüğümüz şey yerinde olur." Bütün bu sözler Mu'tezile'den Kâdî'nin ifadesidir. Hak teâlâ'nın, "Ey akıl sahipleri.." hitabından maksadı, neticeleri kestiren ve çeşitli korku yönlerini bilen akıllı kimselerdir. Buna göre, bu kimseler düşmanlarını öldürmeyi isteyip, bunu yaptıkları takdirde kendilerine kısas uygulanacağını bildikleri zaman, bu bilgi onları bu işten caydırıcı olur. Çünkü akıllı kimse, kendi canından olma pahasına, başkasının canına kasdetmeyi düşünemez. O bundan çekinince, bu korku o işi yapmayıp vazgeçmesine sebeb olur. Fakat bu korku bu fikre götüren bir akla sahip kimselerin tefekküründen doğar. Böyle bir tefekküre götürecek akla sahip olmayan kimselerde, böyle bir korku olmaz. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ, bu hitabı akıl sahiplerine yöneltmiştir. "Umulur ki Sakınırsınız" Cenâb-ı Allah'ın, "Umulur ki sakınırsınız" hitabı ile ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele (......) lâfzı tereccî (umma) manası içindir. Bu ise ancak herşeyi bitmeyenler hakkında söz konusu olur. Bunun cevabı, Hak teâlâ'nın, (Bakara, 21) ayetinin tefsirinde geçmiştir. İkinci Mesele Cübbâî şöyle demiştir: "Bu ayet, Cebriye'nin görüşünün aksine, ilm-i İlâhide ister muttaki olacakları bilinsin, ister muttaki olmayacakları bilinsin, Cenâb-ı Allah'ın herkesin sakınan (muttaki) kimse olmasını istediğini gösterir." Bunun cevabı da Bakara 21. ayetin tefsirinde geçmişti. Ayetin tefsiri hususunda iki görüş vardır: Üçüncü Mesele a) Hasan el-Basrî ve Esamm'ın görüşü: Bundan maksad, "Umulur ki sizler kısas korkusu ile bizzat öldürülmekten korkup sakınırsınız" manasıdır. b) Bundan murad, her bakımdan sakınma (muttaki olma) dır. Ayette takvanın herhangi bir çeşidi için tahsis yoktur. Bu sebeple, buradaki ittıkayı (sakınmayı), umûmî manaya hamletmek daha uygundur. Bir de, Hak teâlâ'nın, günahlardan kaçınmak ve onlardan vazgeçmek suretiyle cehennemden sakınsınlar diye kullarına kısas ve benzeri güç emirleri farz kıldığı, herkesin malumudur. Asıl maksad bu olunca, bu ayeti buna hamletmek gerekir. Beşinci Hukum Ölümden Önce Mal Konusunda Vasiyet |
﴾ 179 ﴿