188"Aranızda mallarınızı batıl (yollar) ile yemeyin ve bildiğiniz halde insanların mallarından bir kısmını günah ile yiyebilmek için, onları hakimlere vermeyin" . Bil ki bazıları Allahü teâlâ'nın ayetini, "Birbirinizi ayıplamayın" (Hucurât, 11) ayetine benzer görmüşlerdir. Hâlbuki bu ayet, o ayetten farklıdır. Çünkü insanın başkasının malını yemesi helâl olabileceği gibi, kendi malını bâtıl yollarla yemesi de mümkündür. Allâme Ebu Hâmid el-Gazâli, İhyasında şöyle demiştir: Mal, ya bizzat kendisinde bulunan bir özellikten dolayı veyahut da kazanılış biçimindeki bir durumdan dolayı haram olur: Birinci kısım, malın kendisinde bulunan bir özellikten ötürü haram olanlardır. Bil ki mallar, ya maden, ya bitki veyahut da hayvan cinsînden olur. Madenler, yeryüzünün birer parçasıdır. Binaenaleyh yeryüzünden, sadece yenilmesi suretiyle zarar verecek olanlar bu bakımdan haram kılınmıştır. Bu gibi şeyler, zehir mesabesindedir. Bitkilerden de hiçbir şey haram değildir, ancak hayat, sağlık veya aklı giderecek şeyler haramdır. O halde hayatı sona erdiren zehir, sıhhati bozan vakitsiz ve yersiz ilaçlar, aklı gideren şeyler ise içki, uyuşturucu ve diğer sarhoş edici şeylerdir. Hayvanlar da yenilebilecek olanlar ve yenilmeyenler diye iki kısma ayrılmıştır. Eti yenilebilecek hayvanlar, ancak dine uygun olarak kesildiklerinde yenilebilirler. Bu şekilde kesildiklerinde de, o hayvanların her şeyleri helâl olmaz. Aksine bunların kanı ve işkembelerindeki (besin kalıntıları) haramdır. Bu hususlar fıkıh kitaplarında (uzun uzun) anlatılmıştır. İkinci kısım, mülk edinme yönündeki bir eksiklikten ötürü haram olan mallardır. Biz, bu hususta deriz ki: Mal elde etmek, ya mal elde edenin ihtiyarı (kendi isteği) ile veyahut da, irâdesi dışında, veraset gibi bir yolla olur. Mülk edinenin kendi ihtiyarı ile edindiği mallar da, ya maden çıkarmak gibi, Mâlikü'l-Mülk olan Allah'dan (Allah'ın mülkünden) alınmış olur, veyahut da herhangi bir mâlik insandan alınmış olur. Bu ikincisi de ya zorla alınmış olur veyahut da karşılıklı rızâ ile alınır. Zorla alınan da, ya ganimet gibi, mülk üzerindeki ismet (korunmuş olma) sıfatının kalkması ile veyahut da, zenginlerin ve sadaka vermeleri gereken kimselerin zekâtı gibi, alınması gereken malları almakla olur. Karşılıklı rızâ ile alınan mal ise, alış-veriş, kadının mihri ve işçinin ücreti gibi, bir bedel karşılığında alınan bir şey olur. Veyahut da hibe ve vasiyet gibi, bedelsiz olarak elde edilen bir şey olur. Bu taksimata göre, altı kısım vardır: a) Maden çıkarma, ölü araziyi ihya etmek, avlanmak, ormandan odun kesmek, nehirlerden su almak ve çalı-çırpı toplamak gibi, kimsenin mülkü olmaksızın alınan mallar. Bu, alınan şeyin, malı alınmaması gereken bir kimseye âit olmaması şartıyla helâldir. b) Malını elinden almak haram olmayan kimseden, zorla alınan mallar. Bunlar, fey, ganimet ve savaşan kâfirlerin mallarıdır. Bu mallardan (hazineye) beşte biri çıkarıldıktan sonra kalanı müslümanlara helâldir. Müslümanlar bu malı, (savaşmak suretiyle) hak edenler arasında taksim ederler. Onlar, bu malı, Müslümanlar yanında emânı, hürmeti ve ahdi bulunan bir kâfirden alamazlar. c) Hak edilmiş olduğu halde sahibinin vermekten kaçındığı, ama zorla ve onun rızası olmadan alınan mallar. Bu da, hak edilme sebepleri ve hak edenin vasfı tamam olup, hak edildiği miktar alındığı zaman helâl olur. d) Bir bedel karşılığında, karşılıklı rızâ ile elde edilen mallar. Bunlar da, bedellerin, alış-veriş akdi yapanların ve iki lâfzın, yani icâb ve kabulün, şeriatın itibâr ettiği şartlara uygun olması halinde helâl olur. e) Hibe, vasiyyet ve tasaddukta olduğu gibi, bedelsiz olarak ama rızâ ile alınan, elde edilen matlar. Bu kısım mallar da, akde (anlaşmaya) konu olan malın, akid yapanların ve akdin şartlarına riayet edilip, vârisler ile diğer kimseleri bir zarara uğratmadığı zaman helâl olur. f) Miras gibi, insanın ihtiyarı (irâdesi) dışında elde ettiği mallar. Bu da, vâris olunan şahıs bu malı, daha önce sayılan beş cihetin bir kısmından helâl bir şekilde elde ettiği zaman ve borcu ödenip vasiyyetteri yerine getirilip, vârisler arasında âdil bir taksimat yapılıp, zekât, hâcc ve eğer gerekiyor ise, keffâretleri çıkarıldıktan sonra helâl olur. Helâl yoldan mal elde etme yolları bunlardır. Fıkıh kitapları, bunları tafsilâtlı olarak anlatmışlardır. Böyle olan herşey helâl mallar kısmına, girer, aksi ise haram olur." Bunu iyice anladığın zaman biz deriz ki: Mal, ya insanın kendinden başkası için, veya kendisi için olur. Eğer başkası için olursa, onun haram oluşu, zikredilen şu altı şeyden dolayı olur. Eğer mal insanın kendisinin olursa, onun malını haram bir şekilde (bâtıl bir yolla) yemesi, içki içmeye, zinaya, livâtaya, kumara veyahut da haram olan israf yollarına harcaması ile olur. Bütün bunlar, Cenâb-ı Allah'ın, "Aranızda mallarınızı bâtıl yollarla yemeyin" ayetinin muhtevasına girer. Bil ki Allahü teâlâ bu nehyi, Kur'an'ın birçok yerinde şöyle tekrar etmiştir: "Ey imân edenler, bir ticaret olması müstesna, mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyiniz" (Nisa, 29); "Yetimlerin mallarını haksız yere yiyen kimseler..." (Nisa, 10); "Ey imân edenler, Allah'tan korkun ve eğer imân ediyorsanız, faizden arta kalanı bırakın" (Bakara. 278) buyurmuş, daha sonra, "Eğer bunu yapmazsanız, Allah ve Kesülüne karşı harbe girmiş olduğunuzu bilin" (Bakara. 279), daha sonra da, "Eğer tevbe ederseniz, sermayeniz sizindir" (Bakara. 279) ve 'kim haddi aşarsa, onlar cehennemliktirler, orada ebedî kalacaklardır" (Bakara, 275) buyurmuş, ribâ (faiz) yemeyi, daha işin başında Allah'a karşı harb ilan etmek saymış; sonunda ise onların cehennem ile yüz yüze kalacaklarını bildirmiştir. Hak teâlâ'nın "Ve yemeyiniz" sözünden maksat, özellikle yemek değildir. Çünkü bu konuda yemenin dışında kalan diğer tasarruflar da, bu konuda yemek gibidir. Ne var ki, mal edinmekten en büyük maksat onun yenilmesi olunca, "malını yedi" denildiği için, malını harcayan kimse hakkında da örfen malı yemek ifadesi kullanılmıştır. İşte bu sebepten Allah, bu iş hakkında yemek tabirini kullanmıştır. Arapçada “bâtıl”, yok olan, giden demektir denilir. "Bâtıl" kelimesinin cem'i, (......) kelimesinin cemisi de, (......) kelimesidir. Yine, başıboş dolaşıp eğlencesi peşine düştüğü zaman çalışan kimse için, denilir. Arapça'da "bâtıl", yok olan, giden demektir. "O Malları Hakimlere Aktarmayın" Hak teâlâ'nın "Ve o malları, hâkimlere aktarmayın" ayeti hakkında birkaç mesele vardır: "kovayı sarkıtmak" ifadesinden alınmıştır. Bu, su çıkarmak için, senin kovayı kuyuya salıvermen demektir. "Kovayı sarkıttım, sarkıtıyorum veya sarkıtmak" denilir. Kuyudan kovayı çıkardığın zaman, "Kovayı çıkardım" dersin. Nitekim Cenâb-ı Hak, "kovasını sarkıttı" (Yusuf, 19) buyurmuştur. Sonra söz ve fiile dair atılan her şey, (......) olarak isimlendirilmiştir. Delil getiren bir kimseye, denilmiş olması da bu manâdandır. Buna göre sanki o kimseye, su elde etmek için kovasını kuyuya sarkıtan kimse gibi, maksadını elde etmesi için hüccetini salıverdi, sarkıttı denilir. Kendisini birine nisbet edip de, tıpkı kova ile su elde etmek isteyen kimse gibi, bu mensûbiyyeti sebebiyle miras almak isteyen kimse için, denilir. Bunu iyice anladığın zaman, biz deriz ki, tabiri de nehyin hükmüne dahildir. Buna göre ayetin takdiri, "Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin ve hâkimlere de, insanların mallarından bir kısmını bâtıl bir yolla yemek için, hâkimlere rüşvet olarak mallarınızı sunmayınız, vermeyiniz" şeklinde olur. "Rüşvet"in "sarkıtma"ya benzetilmesinde iki izah şekli bulunur: a) Rüşvet, ihtiyaç ipi demektir. Nasıl ki ip vasıtasıyla su ile dolu olan kova uzaktan yakına ulaşıyorsa, bunun gibi rüşvet sebebiyle de gerçekleşmesi güç olan gayeler tahakkuk ediyor. b) Hâkim, rüşvet alması sebebiyle, salıverilince kovanın hiç bir engele takılmadan gitmesi gibi, bu hükmünde hiç bir araştırmaya girişmeden kararını verir. Müfessirler, pek çok hususa yer vermişlerdir: 1) İbn Abbas, Hasan el-Basrl ve Katâde, bundan maksad emânet bırakılanlarla, hakkında herhangi bir delil bulunmayan- mallardır. 2) Bundan maksad, o yetimlerin mallarıdır ki onların vasileri, mallarının bir kısmını kendi istifadelerine bıraksın diye bir kısmını hâkimlere peşkeş çekerler. 3) Ayette bahsedilen hâkimden maksat, yalancı şahitlerdir. Bu da Kelbî -nin görüşüdür. 4) Hasan el-Basrî, bundan maksadın, başkasının hakkını yok etmek için kişinin yemin etmesi olduğunu söylemiştir. 5) Bu, kişinin rüşvet mal vermesidir. Ayet-i kerimenin zahirine en yakın olan da bu izahtır. Ve yine lâfzı, burada sayılan görüşlerin hepsine hamletmek de uzak bir ihtimal değildir. Çünkü bunların hepsi, malı bâtıl yollarla yemektir. Allahü Teâlâ'nın "Sizler bile bile" ifadesine gelince, bunun manası, "Siz, sizin başkasının hakkını iptal ettiğinizi bile bile..." demektir. Hiç şüphesiz kötü olduğunu bile bile kötü olan şeyi yapmak, en kötü şey ve onu yapan kimse de kınanmaya en lâyık kimse demektir. Ebu Hürey-re (radıyallahü anh)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e davalaşmayı beceren birisiyle, bunu beceremeyen iki kişi, davalaşmak üzere geldiler. Böylece Hazret-i Peygamber, davalaşmayı iyi bilen kimsenin lehine karar verdi. Bunun üzerine, aleyhine hüküm verilen kimse, "Ya Resulallah, kendisinden başka ilâh olmayan zâta yemin ederim ki, ben haklıydım" deyince, Hazret-i Peygamber, "istersen mahkemeyi tekrarlayayım" dedi ve mahkemeyi tekrarladı ve yine davalaşmayı iyi bilen kimsenin lehine karar verdi. Bunun üzerine aleyhine hüküm verilen kimse, önceki sözünü tekrarladı. Hazret-i Peygamber de, hükmünü üçüncü kez gözden geçirdi. Sonra da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Mahkeme sonunda, kim Müslüman kardeşinin hakkını gasbedip alıkorsa, muhakkak ki o kimse, ateşten bir parçayı koparıp almış demektir." Benzeri bir hadis için bkz. Müslim, İmân, 218-224 (1/122-124). buyurmuştur. Bunun üzerine lehine hükmedilen kimse, "Ya Resûlallah, gerçekten hak onundur" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Kim davalaşması sırasında başkasının hakkını alır ve onun hakkını kendine mal etmeye çalışırsa, o kimse ateşteki oturacağı yere hazırlansın"' Aynı yer.der. |
﴾ 188 ﴿