192"Onları, yakaladığınız yerde öldürün. Ve onların sizi çıkarmış olduğu yerden, siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmeden daha şiddetlidir. Onlar sizinle orada çarpışmadıkça, siz de onlarla Mescid-i Haram yanında savaşmayın. Eğer sizlerle savaşırlarsa, onları öldürün. Kâfirlerin cezası, işte böyledir. Eğer vazgeçerlerse, bilsinler ki Allahü Teâlâ çok bağışlayan ve çok merhamet edendir" . Ayet hakkında birkaç mesele vardır: Kelimesi, kişiyi yakalamak ve ona galib gelecek bir tarzda bulmak, elde etmek demektir. Akranlarını çok hızlı bir biçimde yakalayan kimse için de, denilmiş olması da bu mânadadır. Şair de şöyle demiştir: "Eğer sizler beni köşeye sıkıştırıp yakalayabilirseniz öldürünüz; ama ben kimi yakalarsam yok mu, o ebediyen cennet yüzü göremez." Biz deriz ki, Allahü Teâlâ'nın hitabı, her ne kadar her mü'mini ilgilendiren bir hitâb ise de, Hazret-i Peygamber ve O'nunla beraber hicret eden kimseleredir. Bu ifadedeki zamir, birinci ayette öldürülmeleri emredilen kimselere râcidir. Bunlar da, Mekkeli kâfirlerdir. Böylece Allahü Teâlâ bu kâfirlerin, Harem ve şehr-i Haramda bulunmalarında herhangi bir fark gözetilmeksizin, öldürülmelerini emretmiştir. Sözün hakikati ve özü, Allahü Teâlâ birinci ayette, kâfirlerin savaşmak istemeleri şartıyla cihâdı emretmiş olmasıdır. Bu ayette ise, Allahü Teâlâ teklifi biraz daha artırarak, onlar ister savaşsınlar isterse savaşmasınlar, onlarla savaşmayı emretmiş, bu savaştan Mescid-i Haram'da savaşılmayı istisna etmiştir. Mukâtil'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu ayetten önce geçen, "Sizlerle savaşanlarla, siz de Allah yolunda savaşın" âyeti, O'nun, "Onlarla Mescid-i Haram yanında savaşmayınız" âyetiyle neshedilmiştir. Sonra bu ikinci ayet de, Hak teâlâ'nın Hiç bir fitne kalmayıncaya kadar, onlarla savaşın" (Bakara, 193) âyetiyle neshedilmiştir. Mukâtil'in bu görüşü zayıftır. Çünkü onun, âyetinin bu ikinci âyetle neshedilmiş olduğunu söylemesine gelince, bunun yanlış olduğu yukarda geçmişti. Onun, (......) ayetinin, (......) âyetiyle neshedilmiş olduğunu söylemesine gelince, bu nesh olmayıp, tahsis babındandır. Yine onun, âyetinin, âyetiyle neshedildiğini söylemesi de hatadır. Çünkü Harem-i Şerifte, savaşa ilk başlayan olmak caiz değildir. Bu hüküm neshedilmeyip, tam aksine yürürlüktedir. Böylece, Mukâtil'in görüşünün zayıf olduğu ortaya çıkmış olur. Bir de, Hakîm olan Allah'ın, birbiri ardınca gelen ve onlardan her birinin diğerini nesheden ayetlerin aynı yerde toplanması uzak bir ihtimaldir. Müşriklerin Mekke'den Çıkarılması Emri Hak teâlâ'nın"Onlar sizi nereden çıkarmışlarsar siz de onları oradan çıkarın 'ayetine gelince, bunda iki konu vardır: Birinci Konu: Ayetteki "çıkarmak" tâbiri iki hususa muhtemeldir: a) Müslümanlar onları zorla çıkarmakla mükellef kılınmışlardır. b) Müslümanlar onları korkutmada çok ileri giderek ve vaziyetlerini ağırlaştırarak, onları çıkmaya adeta mecbur bırakmakla mükellef tutulmuşlardır. İkinci Konu: (......) kelimesi de, iki manaya muhtemeldir: a) "Onları, sizi çıkardıkları yerden, yani Mekke'den çıkarınız" demektir. b) "Onları, yerlerinizden çıkarınız." Bunu iyice anladığın zaman deriz ki, Allahü Teâlâ mü'minlere, eğer onlar şirklerine devam eder ve mü'minler de imkân ve güç bulurlarsa, o kâfirlerin Mekke'den çıkarılmalarını emretmiştir. Zaten güç bulacaklarını Allah biliyordu. Nitekim Müslümanlar daha sonra buna imkân bulmuşlardır. İşte bu sebepten dolayı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), müşrik olan herkesi Harem-i Şeriften çıkarmış, daha sonra onları Medine'den de sürmüş, sonra da şöyle buyurmuştur: "Arap Yarımadasında iki din bir arada bulunamaz" Muvatta, Câmî (Medine), 19 (2/204). Fitne Öldürmekten Daha Ağırdır Cenâb-ı Hakk'ın, "Fitne, katilden daha şiddetlidir" buyruğuna gelince, bunda bazı hususlar vardır: a) Bu görüşe İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Buna göre ayette geçen "fitne" den maksat, Allah'ı inkâr etmektir. Çünkü küfür, yeryüzünde zulüm ve karışıklıklara sebep olan bir fesattır. Küfürde, fitne de mevcuttur. Küfür, bir adamı öldürmekten daha büyük kabul edilmiştir. Çünkü küfür, sahibinin daimî olan bir cezaya müstehak olmasına sebep olan bir günahtır. Öldürmek ise, böyle değildir. Küfür, sahibini dinden çıkarır. Hâlbuki birisini öldürmek böyle değildir. O halde küfür, öldürmekten daha büyük bir cürüm demektir. Bu âyetin sebep-i nüzulü hakkında şu görüşler nakledilmiştir. 1) Sahabeden birisi, kâfirlerden birisini haram ayda öldürdü.. Bunun üzerine mü'minler, bu mü'mini bundan dolayı kınadılar. İşte bu sebepte de Cenâb-ı Hak bu ayeti indirdi. Buna göre âyetin mânâsı şöyle olur: Sizin, haram aylarda öldürmeye yönelmiş olmayı büyük bir suç saymanız gerekmez.. Çünkü harâm aylarda, kâfirlerin küfre yönetmeleri, bu yaptığınızdan daha büyük bir suçtur. 2) "Fitne" kelimesinin asıl mânası, posasından ayırmak için, altını ateşe tutmak ve sokmaktır. Daha sonra bu kelime, işte bu aslî manasına teşbih edilerek, imtihan vesilesi olan her şeye İsim olarak verilmiştir. Buna göre ayet-i kerimenin manası şöyledir: Kâfirlerin küfürlerine, mü'minleri korkutmaya, müminleri, dinlerinde sapıtmaktan kaçınmak ve canlarını korktukları ve sakındıkları musibetlerden kurtarmak için, çoluk-çocuk ve vatanlarını terk etmeye mecbur kalacak şekilde, durumlarını zorlaştırmaya yönelmeleri çok şiddetli bir fitnedir; hatta ve hatta dünya gam ve afetlerinden kurtulmayı temin eden öldürmekten daha şiddetlidir. Filozoflardan birisi şöyle demiştir: "Bu fitne, Allahü Teâlâ'nın size müstehak kılmış olduğu öldürülmeden daha şiddetlidir." 3) "Fitne" den murad, onların küfürleri sebebiyle kendilerine gerekli olan, devamlı ve kesintisiz azâbtır. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: Onları, bulduğunuz her yerde öldürünüz; bil ki, Allah'ın azabından olmak üzere bunun ötesinde bulunan azâb, bundan daha da şiddetlidir. Bu, Allah'ın tıpkı, "Biz, size Allah'ın kendi katından bir azabı İsabet ettirmesini bekliyoruz" (Tevbe, 52) âyetinde olduğu gibidir. Allah'ın azabına fitne ismini vermek caizdir. Bu, sebebin müsebbebe (neticeye) ıtlak edilmesi kabilindendir. Nitekim Hak teâlâ önce, "O gün onlar, ateşe düşürülürler" (zâriyat, 13) buyurmuş, bunun akabinde de, "Tadın azabınızı" (Zariyât, 14) buyurmuştur. Yine Allahü Teâlâ, "Muhakkak ki mümin erkeklerle mü'min kadınları azaba duçar kılanlar" (Burûc, 10) yani, "onlara azâb edenler" ve "Ona Allah uğrunda azâb edilince, insanların fitnesini Allah'ın azabı gibi addetmiştir" (Ankebut, 10) yani, "insanların azabını Allah'ın azabı gibi..." demektir. 4) Bundan murad, "onların, sizi Mescid-i Haramdan men etmek suretiyle, sizi fitneye düşürmek istemeleri, sizin onları Harem-i Şerifte öldürmenizden daha şiddetlidir" demektir. Çünkü onlar, cin ve insanların yaratılış gayesi olan kulluk ve taattan men etmeye çaba sarfediyorlardı. 5) Mü'minin mürted olması, ona mü'min ve haktan yana olarak öldürülmesinden daha çetin ve zordur. Buna göre mâna, "Velev ki kendinizin aleyhine dahi olsa, onları, sizi çıkardıkları yerden çıkarınız. Çünkü siz hak üzere öldürülürseniz, bu size daha uygun ve lâyık olur; dininizden dönmenizden veya Rabbinize itaat işinde tembellik yapmanızdan size hafif gelir. Hak teâlâ'nın "Silerle orada savaşmadıkları sürece, sîz de onlarla Mescid-i Haram yanında savaşmayınız" ayeti hususunda iki mesele vardır: Bu, onlarla özellikle bu yerde, Mescid-i Haram'da savaşma hususunda söz konusu olan şartın devam ettiğini beyândır. Çünkü daha önce bu, her savaş ile haram aylardaki savaşlarda bir şart olarak mevcut idi. Hamza ve Kisaî, şeklinde, âyette geçen bütün fiilleri elifsiz; diğer kıraat imamları ise bunların hepsini elif ile okumuşlardır. Hâlbuki bu fiiller, Mushaf ı'l- İmâmda yazılmışlardı; bunların elifsiz yazılışları, (......) kelimesinin elifsiz yazılışı gibi, icazdan (kısaltmak) dolayıdır. Yine, fiiliyle, buna benzeyen med harleriyle lîn harflerinin bulunduğu kelimeler de böyledir. Kâdî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Meşhur olan bu iki kıraat ile amel etmek birbirine ters düşmediği sürece, bunlarla amel etmek vâcib olur. Nitekim kendileriyle amel etmek birbirine ters olmadığı zaman, bunlaria amel edilir. Bu iki meşhur kıraatin ifade ettikleri şeyde bir tezad yoktur. Dolayısıyla bunlarla, bir nesih söz konusu olmadığı müddetçe amel etmek gerekir. Rivayet olunduğuna göre A'meş, Hamza'ya şöyle demiştir: "Söyle bakalım, senin kıraatine göre, birisi öldürüldüğü zaman, daha sonra nasıl başkasının katili olabiliyor?" Bunun üzerine Hamza. "Araplar, içlerinden birisi öldürüldüğü zaman, "Biz öldürüldük" derler. İçlerinden birisi dayak yediği zaman da, "dövüldük" derler" diye cevap vermiştir. Hanefiler, bu ayeti, Harem-i Şerife iltica eden kimse hakkında delil getirmiş ve şöyle demişlerdir: "Küfür cinayetini işlemiş olması sebebi ile bir kimseyi Mescid-i Haram'da öldürmek caiz olmadığına göre, küfürden (inkârdan) daha aşağıda kalan bir günah sebebiyle bir insanı Mescid-i Haram'da öldürmenin caiz olmaması daha evlâdır." Bu husustaki geniş izah (mezhebler arası farklılıkları ele alan) Hilafiyyat kitaplarında vardır. Allahü teâlâ'nın "Eğer vazgeçerlerse (bilsinler ki) Allah gafur ve rahimdir" ayetine gelince, bil ki Cenâb-ı Hak, yukarıda da bahsedildiği gibi, mü'minlere savaşı vacib kılmıştır. Vâcib kılınan bu savaşın, kâfirler vazgeçse ve tevbe etseler bile sona ermeyecek bir savaş olarak kabul edilmesi de mümkündür. Nitekim şer 'î cezaların pek çoğu, kişinin tevbe etmesi ile ortadan kalkmamaktadır. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ, mü'minlere savaşı vacib kıldıktan sonra, "eğer onlar vazgeçerlerse, (bilsinler ki) Allah gatür ve rahimdir" diyerek, bu ifade ile kâfirlerin böyle bir savaştan vazgeçmeleri durumunda, Müslümanlar üzerinden onlara karşı savaşmanın farziyetinin kalktığını beyân etmiştir. Bunun bir benzeri de, "İnkâr edenlere, eğer vazgeçerlerse daha önce yaptıklarının affolunacağını söyle" (Enfal, 38) ayetidir. Kâfirler Savaşı Veya Şirki Terk ederse (......) âyeti ile ilgili birkaç mesele vardır: İbn Abbas (radıyallahü anh) "Bu, "Eğer onlar savaştan vazgeçerlerse..."; Hasan Basrî ise, "Bu, eğer onlar şirkten vazgeçerlerse.." manasınadır" demiştir. Birinci sözün delili şudur: Savaşma hususunda Müslümanlara verilen izinden gaye, kâfirleri savaşmaktan menetmektir. Buna göre ayetteki, "eğer vazgeçerlerse" şartı savaşmayı bırakma manasına hamledilir. İkinci sözün delili ise şudur: "Kâfir, savaşı bırakmak suretiyle Allah'ın mağfiret ve rahmetine nail olamaz, ancak küfrü bırakmakla buna nail olabilir." Küfürden vazgeçmek, aslında ancak iki şeyle mümkün olur; Birisi, insanın tevbe etmesi, diğeri ise İslâm'a sarılmasıdır. Her nekadar kelime-i şehâdet getiren kimse için, zahire bakarak, "O küfürden vazgeçmiştir" denilse bile bu durum ancak sadece o kimsenin kanını-canını kurtarması hususunda müessir olur. Sevaba, Allah'ın rahmet ve mağfiretine insanın müstehak olması için etkili olan şey, ancak bizim zikrettiğimiz şeydir. Âyet, her günahkârın tevbesinin kabul edileceğine delâlet eder. "Kasten adam öldüren kimsenin tevbesi kabul edilmez" diyen kimsenin görüşü yanlıştır. Çünkü şirk (inkâr), katillikten daha şiddetlidir. Allahü teâlâ kâfirin tevbesini kabul ettiğine göre, kasten adam öldürenin tevbesini haydi haydi kabul edebilir. Yine kâfir, bazen kâfirliğinin yanında katilliği de kendisinde toplamış olabilir. Ayet-i kerime her kâfirin tövbesinin kabul edilebileceğine delâlet edince, katil de olsa kâfirin tövbesinin kabul edileceğine de delâlet eder. Allah en iyi bilendir. |
﴾ 192 ﴿