198

"(Hacc mevsiminde) Rabbinizin lutfundan rızık talep etmenizde bir günah yoktur. Arafat'tan ayrıldığınızda, Meş'ar-ı Haram yanında Allah'ı anın.. O size nasıl hidayet ettiyse, siz de O'nu zikredin. Siz gerçekten daha önce sapıklardan idiniz." .

Ayet-i kerime hakkında birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Ayette bir hazf bulunmaktadır. Buna göre ayetin takdiri, " Allah'ın fazlın! Aramanızda size bir günah yoktur" şeklindedir. Allah en iyisini bilendir.

Ticari Muamele Hacca Aykırı mıdır?

Bil ki, haccda yapılan ticaretin haramlığı hususunda birkaç yönden şüphe bulunmaktadır:

a) Allahü Teâlâ bu ayetten önceki ayette, mücadele etmekten men etmiştir. Ticaret, alınan malın kıymetinin azlığı ya da çokluğu hususunda meydana gelebilecek münakaşa sebebiyle, daha çok tartışmaya sebebiyet verir. Bu sebeple hacc vaktinde ticaretin haram kılınmış olması gerekir.

b) Ticaret yapmak cahiliyle insanlarının inancına göre hacc vaktinde haram idi. Zahire göre hacc yapmak güzel bir şeydir. Çünkü hacc ile meşgul olan kimse, Allah'a hizmetle meşgul oluyor demektir. Bu sebeple bu işe dünyevi istek ve arzuların bulaşmaması, karışmaması gerekir.

c) Müslümanlar, elbise giymek, koku sürünmek, avlanmak ve eşiyle cinsî münasebette bulunmak gibi birçok mubah şeyin hacc zamanında kendilerine haram kılındığını bilince, elbiseye olan ihtiyaçları çok fazla olduğu halde hacc, elbise giymenin haram olmasına sebep olunca, daha çok ihtiyaç duydukları ticaretin haram olmasına da haydi haydi sebep olacağına zann-ı gâlibleriyle hükmettiler.

d) Namazla meşgul olmak, mubahlar şöyle dursun diğer taatlarda meşgul olmayı bile haram kılar. Bu sebeple, haccda da durumun aynı olması gerekir. İşte bu yapılan izahlar, hacc işleriyle meşgul olunduğu bir sırada ticaretle meşguliyetin haramlığı konusunda bir şüphe meydana getirmeye elverişlidirler. İşte bu sebeple, Allahü Teâlâ burada ticaretin haram olmadığını beyan etmiştir.

Sen bunu iyice anladığın zaman deriz ki, müfessirler Hak teâlâ'nınbuyruğunu tefsir etmek için şu iki hususu zikretmişlerdir:

Birinci Görüş: Bundan murad, ticarettir. Bunun bir benzeri de, Cenab-ı Hakkı'ın "Diğer bazıları da, Allah'ın fazlından elde etmek için yeryüzünde yürürler. "(Müzzemmil, 20) ve "Sizin için, içinde rahatlayasınız diye geceyi ve Allah'ın rızkından talep edesiniz diye de gündüzü yarattı" (Kasas, 73) ayetleridir.

Sonra bu tefsirin sahih olduğuna şu iki husus da delâlet eder:

a) Atâ, İbn Mesûd ve İbn Zübeyr in, ayeti, "Hacc mevsimlerinde Rabbinizin nimetinden taleb etmenizde..." şeklinde okuduklarını rivayet etmiştir.

b) Sebep-i nüzul hakkında zikredilen şu rivayetlerdir:

Nüzul Sebebine Dair Rivayetler

Birinci Rivayet: İbn Abbas şöyle demiştir: Bazı Araplar, hacc günlerinde ticâret yapmaktan kaçınıyorlardı. Zilhiccenin ilk on günü girdi mi, alış verişi tamamen bırakıyor ve haccda ticaret yapanlar "dâc" diye adlandırıyor ve "Bunlar hacc değil, dâcdırlar" diyorlardı. "Dâc'"ın manası, "rastladığı her şeyi kaparak mal edinen" kimsedir. Bu kelime, (Tavuk) lâfzından türemiştir.

Yine bu insanlar, hacca dair olanların dışında her türlü işten kaçınıyor, hatta işi, çaresiz ve güçsüzlere yardım etmekten, açları ve yoksulları doyurmaktan imtina etmeye kadar vardırıyorlardı. İşte böylece Allahü Teâlâ bu yanlış inancı kaldırmış ve ticaret yapmada hiçbir günah olmadığını açıklamıştır. Sonra bu ayetten önceki ayetler haccın ahkâmı; bu ayetten sonraki ayet de -ki bu da, ayetidir- hacc hakkında olunca, bu durum bu hükmün hacc zamanında meydana geldiğine delâlet eder. İşte bu sebepten dolayı, "haccda" kelimesi zikredilmemiştir.

İkinci Rivayet: İbn Ömer'den rivayet edilen şu hadistir: İbn Ömer'e bir adam şöyle demiştir: Biz, yadırganan bir topluluğuz. Bazı kimseler bizim haccımızın olmadığını söylüyorlar. Bunun üzerine İbn Ömer, "Bir adam, senin sorduğun şeyi, Allah'ın Resulüne sordu da, O, ayeti nazil oluncaya kadar ona hiçbir şey söylemedi. Bu ayet nazil olunca, Allah'ın Resulü onu çağırarak, "Sizler haccısınız" dedi. Netice olarak, bu ayet, haccda ticaret yapan tacirlerin, kiracıların ve devecilerin haccının kâmil olmadığını söyleyen kimselere reddiye olarak nazil olmuştur.

Üçüncü Rivayet: Arapların Ukâz, Mecenne ve Zü'l-Mecâz panayırlarında hacc günlerinde ticaret ediyorlardı. Çünkü onların geçimleri buna bağlıydı. İslâmiyet gelince, onlar hacc mevsiminde izin almadan ticaret yapmayı uygun bulmadılar. Böylece Allah'ın Resulüne bu konuda soru sorunca, bu ayet nazil oldu.

Dördüncü Rivayet: Mücahid, câhiliyye devrindeki insanların Arafat ve Minâ'da alışveriş yapmadıklarını; bunun üzerine de bu ayetin nazil olduğunu söylemiştir.

Bu sözün doğruluğu sabit olunca, biz deriz ki, bu görüşü benimseyenlerin pek çoğu ayeti hacc günlerinde yapılan ticarete hamletmişlerdir. Ebu Müslim ise, ayeti haccdan sonraki duruma hamlederek şöyle demiştir: Hak teâlâ'nın ayetinin takdiri, "Bütün hacc fiilleri hususunda benden korkunuz. Bundan sonra size, Rabbinizin fazlından rızık talep etmenizde hiçbir günah yoktur" şeklindedir.

Bunun bir benzeri de Allahü Teâlâ'nın,

"Namaz sona erince, yeryüzüne dağılın ve Allah'ın fazlından rızık talep edin" (Cuma. 10) ayetidir.

Bil ki Ebu Müslim'in bu görüşü birçok bakımdan zayıftır:

1) Hak teâlâ'nın (......) ifadesinde ki fâ harfi, bu ayrılışın Allah'ın fazlından istifade etmenin sona ermesinden sonra olduğuna delâlet eder. Bu da, ticaretin hacc zamanında meydana geldiğine delâlet eder.

2) Ayeti, şüphe olan bir yere hamletmek, şüphe bulunmayan bir yere hamletmekten daha evlâdır. Şüphe mahallinin, hacc zamanında ticaret yapmak olduğu malûmdur. Ama haccı ifa ettikten sonra herkes ticaretin helâl olduğunu bilir.

Ebu Müslim'in haccı namaza kıyas etmesine de şu şekilde cevap veririz: Namazın ef'âlî, birbirine bağlı şeylerdir. Bu sebeple namaz esnasında başka şeylerle meşgul olmak doğru olmaz. Haccın amellerine gelince, bunlar birbirinden ayrı şeylerdir. Hacc sırasında kişi, haccı değilmiş gibi, haccdan önceki durumuna göre hareket edebilir. Koku sürünmenin, elbise giyinmenin ve benzeri işlerin haramlığının devam etmesinden dolayı, haccının hükmünün bütün vakitlerde devam ettiği söylenemez. Çünkü biz deriz ki bu, nassa karşı yapılan bir kıyastır ve dolayısıyla hükümsüz olur.

İkinci Görüş: Hak teâlâ'nıno' buyruğundan maksat, hacc yapan kimsenin, hacc yaptığı sırada, çaresizlere ve düşkünlere yardım etmek ve aç olan kimseleri doyurmak gibi Allah'ın lûtfuna ve merhametine müstahak olmayı gerektiren diğer amelleri yapması, talep etmesidir. Bu görüş, Ebu Cafer Muhammed İbn Ali el-Bâkır (radıyallahü anh)'a nisbet edilmiştir. Kâdî bu görüşe, "haccın fiilleri hakkında, "şu vacip, şu mendûbtur" denilir; vacip veya mendûb olan şeyler hakkında, "Bu hususta size herhangi bir günah yoktur" ifadesi kullanılmaz. Bu söz, mubah olan şeyler hakkında kullanılır" diyerek itiraz etmiştir.

Kâdî'nin bu görüşüne şu şekilde cevap veririz: Bu ifadenin, sadece mubah olan şeyler hakkında kullanılabileceğini kabul etmiyoruz. Buna delilimiz Cenâb-ı Hakk'ın, "Namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur" (Nisa. 101) ayetidir. Namazları kısaltmak, ulemânın ittifakıyla, mendûb olan şeylerdendir. Yine câhiliyye Arapları, haccda diğer bazı taatların hacca katılmasının hacca zarar vereceği ve onda bir eksiklik meydana getireceği inanandaydılar. İşte bundan dolayı Allahü Teâlâ, beyanıyla durumun böyle olmadığını bildirmiştir.

Üçüncü Mesele

Alimler, taatta noksanlık meydana getiren ticaretin mubah olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Ama ibadette ve taatta noksanlık meydana getirmeyen ticaret, terk edilmesi evlâ olan mubahlardandır. Çünkü Allahü Teâlâ,

"Onlar ancak, dini sadece Ona has kılarak, Allah'a ibadet etmekle emrolundular" (Beyyine, 5) buyurmuştur.

İhlâs, kişiyi o fiili yapmaya, sadece o fiilin bir ibadet olmasının teşvik ve sevk etmesi halidir.

Yine Cenâb-ı Hak hadis-i kudside, "Ben, şirkten (ortaklıktan) müstağni olanların en müstağnisiyim. Kim, bir tâat yapıp benden başkasını ortak koşacak olursa o kimseyi şirkiyle baş basa bırakırım. " buyurmuştur. Netice olarak haccdaki ticaret konusundaki müsaade, ruhsat yerine geçen bir izindir diyebiliriz.

Meş'ar-i Haramda Allah'ı Anmak

Hak teâlâ'nın"Arafat'tan ayrılınca, Meş'âr-i Haram yanında Allah'ı anınız" ayetinde birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

(......) Kelimesi, yürürken çok hızlı, sel gibi gitmeyi ifade eder. Deve geviş getireceği şeyi midesinden geri alıp, ağzında iyice öğütüp yuttuğunda, denilir. Yine kumarda fal oklarını birisi bir araya toplayıp dağınık halde attığında, denir. Su döküldüğü zaman dağıldığı için, ifadesi de bu manadadır. (......) kelimesi söz için kullanılırsa, söze hızlıca girmek ve söz vecihlerinde tasarruflarda bulunmak manasına gelir. Hak teâlâ'nın "O meselenin içine daldığınız vakit..." (Yûnus, 61) ayeti de bu manayadır. Bu kökten başıboş insanlara da, denilir ve yine, (Anarşi onları bir araya getirdi) denilir. Göz, yaş döktü manasına, (......) denilir. Buna göre, bu kelimenin aslî manası, "bir şeyin atılması, onun da dağılması'dır" . Buna göre ayetteki, (......) kelimesi, sel gibi aktınız, hızlıca dağılıp yayıldınız manasınadır ki bu, kendinizi dağıttınız anlamına gelir. Buna göre, Arapların, (falan yerden kendilerini uzaklaştırdılar ve dökülüp saçıldılar) sözünde olduğu gibi, mef'ûl terk edilmiştir. Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'in şu sözünde de mef 'ul hazfedilmiştir:

"O, devesini sopası ile nodutlayarak Kayravan Vadisi'ne indi."

Arafat Hakkında Bilgi

Ayetteki, (......) kelimesi, (......) kelimesince mîsidir. Tek bir bölge bu isimle adlandırılmıştır. Bu, Arapların, (eski elbise), (Onda bir tencere) ve (Uzak yer) demeleri gibidir. Buna göre, bu kelimenin takdiri, "Sanki o yerin her parçası bir "Arafe" olup, bu parçaların toplamına "Arafat" denmiştir" şeklindedir. "Bu kelimede, gayr-ı munsarıflık sebeplerinden olan âlemlik ve müenneslik bulunduğuna göre gayr-ı munsarıf olmalı değil miydi?"denilirse, biz deriz ki: Bu kelime, aslında, herbir parçası "arafat" diye adlandırılan birçok parça toprağın adıdır. Bu izaha göre, bu kelime âlem (özel isim) değildir. Sonra bu kelime, bu parçaların hepsine birden âlem kılınmıştır. Bundan dolayı Araplar bu kelimeyi, gayr-ı munsarıf olmayan aslına göre kabul etmişlerdir.

Terviye Günü Hakkında Bilgi

Bil ki zilhicce ayının sekizinci günü "terviye"; dokuzuncu günü de "arefe" diye adlandırılmıştır. Bu hususî yer de "Arafat" diye adlandırılmıştır. Alimler, bu isimlendirmenin sebepleri hususunda şu görüşleri beyan etmişlerdir: "Yevmu't-terviye" hususunda iki görüş vardır:

a) Bir kimse tefekkür edip, fikir ve görüşler beyan ettiği zaman kullanılan, kökünden alınmıştır.

b) Bir kimse susamış birisine su verdiği zaman söylenilen, kökünden alınmıştır.

Birinci görüş hususunda üç açıklama vardır:

1) Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'e Kâbe'yi yapması emir olundu. Onu yapıp bitirince tefekkür ederek şöyle dedi: "Ya Rabbi, her çalışanın bir ücreti vardır. Buna göre, bu işten dolayı benim ücretim nedir?" Cenâb-ı Hak da buna karşılık olarak: "Sen Kâbe'yi tavaf ettiğin zaman, tavafının ilk şavtına karşılık günahlarını bağışlarım" dedi. Âdem (aleyhisselâm), "Ya Rabbi, arttır!" dedi. Allah da buna karşılık, "Senin zürriyetin Kâbe'yi tavaf ettikleri zaman, onları da bağışlarım" dedi. Hazret-i Âdem, "Arttır ya Rabbi" dedi. Hazret-i Allah da, " Senin zürriyetinden muvahhid olup da Beyt'ini ziyaret edenlerden, mağfiret talep eden herkesin günahını bağışlarım" dedi. Âdem (aleyhisselâm) de cevaben, "Yeter Rabbim, yeter!" dedi.

2) İbrahim (aleyhisselâm), terviye gecesinde rüyasında sanki kendisinin oğlunu kurban ettiğini gördü. "Bu rüya Allah'tan mı şeytandan mı?" diye düşünerek sabahladı. Arefe gecesi de, rüyasında oğlunu kurban etmesi emir olununca, " Bildim ya Rabbi, o rüya sendendir" diye sabahladı.

3) Mekkeliler terviye günü Mina'ya çıkarlar ve ertesi günü Arafât'da dile getirmek istedikleri duaları iyice öğrenirlerdi.

İkinci görüşe gelince, bu hususta da üç izah vardır:

1) Mekkeliler, taşradan gelen haccılar için su saklıyorlardı. Haccılar, terviye gününde yolculuğun sıkıntılarından kurtuluyor. Bol suya kavuşuyor ve yolda göğüs gerdikleri su sıkıntısının peşinden böylece hayvanlarını böl bol suluyorlardı.

2) Onlar arefe günü için terviye gününden su hazırlıyorlardı.

3) Günahkârlar, Allah'ın rahmet denizlerine ulaşan susamış kimseler gibidir. Onlar bu sebeple, Allah'ın rahmet denizlerinden kana kana içerler..

Terviye Gününün Fazileti

Bu günün faziletine gelince, buna, telie Yemin olsun" (Fecr. 3) ayeti delâlet eder. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, ayetteki, (......) kelimesinin terviye ve arefe günü; (......) kelimesinin ise Kurban bayramı günü manasına olduğu rivayet edilmiştir.

Ubade b. Sâmit (radıyallahü anh)'den de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Kurban bayramının on gün orucunun, her bir günü bir aya bedeldir. Terviye günü oruç tutan kimse için bir sene, arefe günü oruç tutan için de iki sene (oruç sevabı) vardır."

Enes (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Kim Tevriye günü oruç tutarsa, Allah ona, Eyyûb (aleyhisselâm)'ün belâlara sabrına karşı verdiği mükafaatın aynısını verir. Kim de arefe günü oruç tutarsa. Allah ona, Hazret-i İsâ (aleyhisselâm)'ya verdiği mükâfaat kadarını verir."

Arefe Gününün Öteki İsimleri

Arefe gününün on ismi vardır. Bunlardan beşi, sadece bu gün için kullanılır. Diğer beşi ise, hem bu gün için, hem de başka şeyler için kullanılır. İlk beş isim şunlardır:

1) Arefe. Bu ismin iştikakı (türetilişt) hususunda üç görüş vardır:

a) Bu, "ma'rifet" masdarından türetilmiştir. Bu hususta da sekiz görüş vardır:

a1) Bu, İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın görüşüdür. Buna göre, Hazret-i Âdem ve Havva, arefe günü birbirleriyle karşılaşıp birbirlerini tanıdıkları için, bu güne "arefe", karşılaştıkları yere de "Arafat" denilmiştir. Bu böyledir, çünkü onlar cennetten yeryüzüne indirildiklerinde, Hazret-i Âdem, Serendib Adası'na; Hazret-i Havva Cidde'ye; iblis Nîsân'a; yılan da İsfahan'a indiler. Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem'e haccetmesini emredince, Arafât'da Hazret-i Havva ile karşılaştılar ve birbirlerini tanıyıverdiler.

a2) Cebrail (aleyhisselâm), Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'e haccın menâsikini öğretmiştir. Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) Arafat'ta dururken, Cebrail (aleyhisselâm) ona, "öğrendin mi?" dedi; O da "Evet" dedi. Bundan dolayı, burası "Arafat" diye isimlendirildi.

a3) Hazret-i Ali, İbn Abbas, Atâ ve Süddi'nin görüşüne göre, buraya, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm), daha önceden bildiği sıfat ve niteliklerine bakarak, Arafat'ı gördüğünde, orayı hemen tanıyıverdiği için, buraya "Arafat" denilmiştir.

a4) Hazret-i Cebrail, Hazret-i İbrahim'e, haccın menâsikini öğretip, onu Arafat'a ulaştırınca, ona, "Nasıl tavaf edeceğini ve nerede vakfe yapacağını anladın mı?" deyince, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm), "Evet" dedi.

a5) Hazret-i İbrahim, oğlu İsmail ile onun annesi Haccer'i Mekke mıntıkasında bırakıp Şam'a dönünce, senelerce bunları bir daha görmemiştir. Daha sonra bunlarla bir arefe günü Arafat'ta karşılaşmışlardır.

a6) Biraz önce zikrettiğimiz, Hazret-i İbrahim'in rüyası meselesi.

a7) Haccılar Arafât'da arefe günü vakfe yaptıkları zaman, birbirleriyle tanışırlar.

a8) Hak teâlâ, bu günde haccılara mağfiret ve rahmetini bildirir.

b) "Arafe" kelimesi, masdarından iştikak etmiştir. Çünkü haccılar Arafât'da vakfe yaptıkları zaman Allah'ın rubûbiyyet, celâl, samediyyet ve müstağni olma vasıflarını; kendilerinin fakir, zelil, miskin ve muhtaç ol Hazret-i . Adem (as) ile Hazret-i Havva'nın, Arafât'da vakfe yaparken, "Ya Rabbi biz kendimize zulmettik" dedikleri, bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'ın, "İşte şimdi kendinizi bildiniz" buyurduğu söylenmiştir.

c) Bu kelime, güzel koku manasına gelen, (......) kelimesinden türetilmiştir. Nitekim Allahü Teâlâ, "Onları, kendileri için kokulandırdığı cennete sokar" (Muhammed, 6) buyurmuştur. Bunun izahı şöyledir: Günahkârlar Arafât'da tevbe edince, günah pisliklerinden kurtulur ve tevbeleri sayesinde Allah katından güzel kokular kazanırlar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Oruçlunun ağzının kokusu, Allah yanında misk kokusundan daha hoştur" Buhâri, Savm. 2.buyurmuştur.

2) Kâfirlerin İslâm dini karşısında ye'se düştükleri gün: Yevm-i İyâs.

3) Yevm-i İkmâli'd-Din (Dinin tamamlandığı gün).

4) Yevm-i İtmâmi'n-Nîme, (Nimetlerin tamamlandığı gün).

5) Yevm-i Rıdvan (Rızâ günü). Allahü teâlâ, bu beş ismi şu dört ayetinde toplamıştır:

"İşte bugün kâfirler, sizin dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak Müslümanlığa razı oldum (seçtim)..." (Maide, 3). Hazret-i Ömer ve Ibn Abbas (radıyallahü anh), bu ayetin arefe günü Buhari. Tefsir, Mâide 3, yatsı vaktinde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İbrahim (aleyhisselâm)'in vakfeye durduğu yerde, Arafât'da vakfe yaparken, bir cuma günü nazil olduğunu söylemişlerdir. Bu da Veda haccı esnasında oldu. Böylece küfür izmihlale uğradı ve câhiliyenin temelleri yıkıldı. İşte bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "İnsanlar kendileri için bu ayette olan şeyleri bilselerdi, gözleri aydın ve sevinçli olurdu" dedi. Bunun üzerine bir yahudî Hazret-i Ömer'e, "Eğer bu ayet bize nazil olsaydı, bu günü bayram yapardık" dedi. Cevaben de Hazret-i Ömer, "Biz bunu (değil bir), iki bayram yaptık. Bu iki bayram da, arefeye rastlayan cuma günüdür" dedi.

Müşriklerin ümitsizliğe düşmesinin manasına gelince, "Bu, müşriklerin Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmetinin kendi dinlerine dönmelerinden ümidi kesmeleridir." Dini tamamlamanın manası da, Allahü Teâlâ'nın bundan sonra Ümmet-i Muhammed'e dinî konulara dair başka şeyler emretmeyeceğidir. Nimeti tamamlaması ise, nimetlerin en büyüğünün din nimeti olduğunu bildirmesidir. Çünkü insan bu nimet sayesinde, cennete girmeye hak kazanır ve ateşten de halâs olur. İşte bu nimet, bu günde tamamlanmıştır. Hak teâlâ abdest ayetinde de, "Şükredesinîz diye, size olan nimetimi tamamlamak için." (Maide, 6) buyurmuştur.

Müjdeci gelip, Hazret-i Yakûb'un yanına gelince, Hazret-i Yakûb, Hazret-i "Yusuf'u hangi din üzere bırakıp geldin" dedi. Bunun üzerine müjdeci, "İslam dini üzere" deyince, Hazret-i Yakûb, "İşte şu anda nimet tam oldu" dedi.

"Rıdvan"ın manasına gelince, bu Allahü Teâlâ'nın Ümmet-i Muhammed'in kendisine sarıldıkları din olan İslâm dininden razı olmasıdır. Bu bir müjdedir ki, Allahü Teâlâ o günde ümmet-i Muhammed'i bununla müjdelemiştir. Binaenaleyh Allahü Teâlâ'nın ümmet-i Muhammed'i, kendisinde "dinlerinin tamamlanmasıyla müjdelediği günden daha mükemmel bir gün yoktur. Bu günün, "Bugün size dininizi kemâle erdirdim; size olan nimetimi de tamamladım" (Maide. 3) ayetinden ötürü, bu arefe gününe "yevmu sılati'l-vâsilîn" (Allah'ın rahmetine vasıl olanların vuslat günü); "Allah müşrikler den beridir; peygamberi de" (Tevbe. 3) ayetinden ötürü, "yevmu katîati'l-kâtı'în" (Allah'ın rahmetinden ümidini kesenlerin ümit kesme günü) ve "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik" (Araf. 23) ayetinden dolayı da "yevmu ikâlet-i asri'n-nâdimîn ve kabûl-i tevbeti't-tâibîn" (pişmanlık duyanların bağışlanma ve tevbe edenlerin kabul edilme günü) olduğu da söylenmiştir.

Cenâb-ı Hak, rahmetiyle bu günde Hazret-i Adem'in tevbesini kabul ettiği gibi, yine onun zürriyetinin de tevbesini kabul etmiştir. Nitekim Hak teâlâ, "O Allah, kullarının tevbesini kabul edendir" (şûra, 25) buyurmuştur.

Yine bu güne, Hak teâlâ'nın "İnsanlar arasında hacca ilân et; yaya olarak sana gelsinler" (Hacc 27) ve de, "Haccılar, Allah'ın elçileridir. Haccılar Allah'ın ziyaretçileridir. Ziyaret edilen ve çok kerim olan Allah'a isef kendisini ziyaret edene ikramda bulunması düşer" İbn Mâce, Menâsik. 5 (II/966)haberinden dolayı "yevmu vefdi'l-vâfidîn" (heyetlerin geldikleri gün) ismi da verilmiştir.

Arefe gününün diğer beş ismine gelince, bunlar:

1) Yevmu'l-haccı'l-ekber. (En büyük haccın yazıldığı gün.)- Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Ve bu, haccın en büyük gününde, Allah'dan ve Resulünden insanlara bir ilândır" (Tevbe, 3). Bu, arefe ile "nahr" günü arasında müşterek olarak kullanılan bir isimdir. Sahabe ve Tabiînin ilk nesilleri bu hususta ihtilâf etmiştir. Onlardan bir kısmı, "Bu arefe günüdür; arefe günü hacc-ı ekber günü olarak isimlendirilmiştir; çünkü Arafat'ta vakfe bu günde yapılır. Hacc, arefeden ibarettir. Çünkü hacc yapan kimse arefedeki vakfeye yetişse, fakat haccın diğer menâsikini yerine getirememiş olsa, bu yapamadığı şeylere mukabil kurban kesmesi kâfidir. Bundan dolayı arefe günü, hacc-ı ekber diye isimlendirilmiştir. Hasan el-Bâsrı ise şöyle demiştir:" Arefe, hacc-ı ekber olarak isimlendirilmiştir; çünkü o günde kâfirler ve Müslümanlar bir araya gelmişler; yine o günde, bundan böyle artık müşriklerin haccedemeyecekleri ilân edilmiştir". İbn Sirîn de, "Arefe hacc-ı ekber diye isimlendirildi; çünkü bu günde Hıristiyan ve Yahudi bütün milletlerin bayramları ile Müslümanların haccı birleşmiş; bundan ne önce ve ne de sonra birleşmemiştir" demiştir. Onlardan bir kısmı ise şöyle demiştir: Hacc-ı ekber günü, Kurban bayramı günüdür. Çünkü haccın menâsikinin çoğu bu günde ifâ edilir. Vakfeye gelince, bunun gündüz yapılması gerekmeyip, gece yapılması kâfidir. Bu husustaki iki görüş de Hazret-i Ali ve İbn Abbas vasıtasıyla Hazret-i Peygamber'den rivayet edilmiştir.

2) eş-Şef.'

3)el-Vetr.

4) Şahid.

5) Meşhûd. Bu son iki isim, "Şahide ve şahid olunana yemin ederim" (Burûc, 3) ayetinde geçmektedir. Biz bu isimleri, bu ayetin tefsirinde açıkladık.

Arefe Gününün Faziletleri

Bil ki Cenâb-ı Hak, haccın diğer günlerinden ayrı olarak birtakım faziletleri arefe gününe has kılmıştır. Bunlardan birisi şudur:

Allahü Teâlâ bu günde tutulan oruca çok sevâb vermektedir. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Terviye gününde (zilhiccenin sekizinci günü) tutulan oruç, bir senelik keffârettir. Arefe gününde tutulan oruç iser iki senelik keffarettir."

Enes'ten rivayet edildiğine göre, zilhiccenin itk on günü için şöyle denilmekteydi: Her güne mukabil bin sevâb verilir. Arefe gününe mukabil ise, onbin sevap verilir. Daha doğrusu Arafat'da vakfede duran haccının, duâ vaktinde kalbinin kuvvetli, gönlünün dinç ve diri olabilmesi için orucunu açması müstehabtır.

Haccda Yapılan Fiillerin Sırasıyla İzahı

Ayetin manasına vukûfiyyetin kolay olması için, haccda yapılan işlerin tertibine gerçek bir biçimde işaret etmemiz gerekmektedir. Kim zilhiccede veya ondan önce ihramlı olduğu halde Mekke'ye girerse, eğer hacc-ı ifrâd veya hacc-ı kıran yapıyorsa, kudüm tavafı yapar. Arafat'a çıkıncaya kadar ihramda kalır. Eğer bu kimse hacc-ı temettü yapıyorsa, tavaf ve sa'y eder, sonra başını tıraş ederek umrenin ihramından çıkar. Arafat'a varıncaya kadar orada kalır. Arafat'a çıkma zamanı, Mekke'nin ortasından hacc için ihrama girer ve Arafat'a çıkar. Mekke halkından hacc yapmak isteyen de bu şekilde davranır. İmâm için sünnet olan, zilhiccenin yedinci gününde, öğle namazını kıldırdıktan sonra bir hutbe îrad ederek, insanlara, yarın sabah namazını kıldıktan sonra Mînâ'ya gitmelerini emretmesi ve onlara yapacakları bu şeyleri öğretmesidir. Sonra haccılar terviye gününde, öğle namazını orada edâ edebilecek biçimde Minâ'ya giderler.

Minâ'da imâmla beraber öğle, ikindi, akşam, yatsı ve arefe gününün de sabah namazını kılarlar. Sonra Sebîr Dağına güneş doğduğu zaman, Arafat'a yönelirler. Arafat'a yaklaştıklarında sünnet olan, Arafat'a girmemeleridir. Daha doğrusu imam Arafat'a yakın olan Nemire'ye gider. Güneş batana kadar orada konaklarlar. Burada imâm iki hutbe okuyarak, haccı adaylarına haccın menâsikini açıklar, onları konaklamalarında çok duâ etmeye, tehliller ve tekbirler getirmeye teşvik eder. Birinci hutbeyi bitirince oturur. Sonra kalkar ve ikinci hutbeye başlar. Aynı anda müezzinler de onunla beraber ezana başlarlar. Hutbesini müezzinlerin ezanlarını bitirmesine denk düşecek biçimde yavaş yavaş okur. Hutbe bitince iner, müezzinler de ezan okurlar; bunu müteakiben imam, haccılara öğle namazını kıldırır. Namazı bitirince derhal kalkarlar ve imam onlara ikindi namazını kıldırır.. Öğleyle ikindiyi cem etme hususunda ittifak vardır. Namazları bitirdikten sonra Arafat'a yönelirler ve taşların yanında vakfe yaparlar. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de burada vakfe yapmıştı. Orada vakfe yaptıklarında kıbleye yönelerek, güneşin batışına kadar Allah'ı anar ve O'na duâ ederler.

Bil ki vakfe, haccın ancak kendisiyle tamamlandığı bir rükündür. Vakfeyi zamanında ve yerinde yapamayan kimse, haccı da kaçırmış olur, Vakfenin zamanı ise, arefe gününde güneşin zevâliyle girer ve Kurban bayramının birinci günü güneşin doğmasına kadar devam eder. Bu tamı tamına yarım gün, bir gecedir. Haccılar, bu vakitte burada gece veya gündüz bir an bulunsalar, bu yeterlidir. Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: "Vakfe vakti, Arefe günü fecrin doğuşundan, Kurban bayramı günü fecrin doğuşuna kadar uzar." Güneş battığı zaman imam (reis), haccıları geri çevirir. Akşam namazı tehir edilir, Müzdelife'de yatsı namazı ile birlikte kılınır.

Müzdelife Hakkında Bilgi

"Müzdelife" nin böyle isimlendirilmesi hususunda birkaç görüş vardır:

1) Haccılar oraya Mina'dan yaklaşırlar. Bu kelimenin masdarı olan, yakınlık ve yaklaşmak manasınadır.

2) İnsanlar orada toplanmaktadırlar, (......) kelimesi toplanma manasına da gelir.

3) Haccılar, orada durarak Allah'a yaklaşırlar. Müzdelife'ye, denilir, çünkü orada akşam namazı ile yatsı namazı cem edilmektedir. Bu, Katâ-de'nin görüşüdür. Hazret-i Adem ile Havva'nın, orada birbirlerini buldukları söylenmiştir. "Ona yaklaştı" manasına gelmektedir.

İmam, Müzdelife'ye geldiği zaman, akşam ve yatsı namazlarını iki ikâmet ile birleştirir. Sonra haccılar burada gecelerler. Burada gecelemeyen haccıya, bir koyun kurban etme cezası gerekir. Fecr doğunca, haccılar sabah namazını, ilk vaktinde ortalık aydınlanmadan kılarlar. Sabah namazını böylece itk vaktinde ortalık ağarmadan kılmak, başka zamanda olduğundan daha müstehabdır. Bu, ittifak edilmiş bir husustur. Haccılar sabah namazını kıldıkları zaman, oradan şeytan taşlamak için küçük taş alırlar. Her şahıs buradan yetmiş küçük taş toplar. Sonra, bir ismi de "Kuzah" olan Meş'ar-i Haram dağına giderler. Bu, Cenâb-ı Allah'ın, "Arafat'tan ayrıldığınızda Meş'ar-i Haram yanında Allah'ı anınız" ayetinde murad ettiği manadır. Bu dağ, Müzdelife'nin, Mina tarafındaki en uç noktasıdır. Eğer mümkün olursa haccı, bu dağın üstüne çıkar, yoksa ona yakın bir yerde durur, Allah'a hamdeder, telbiye ve tekbir getirir. Ortalık iyice ağarıncaya kadar bu hal üzere devam eder. Sonra güneş doğmadan önce oradan ayrılır ve Arafe günündeki gibi yürür. Sonra haccılar, buradan Muhassir Vâdisi'ne giderler. Bu vadinin ortasma gelince, binekli olanların, bineklerini hızlandırmaları; yürüyenin de bir taş atımı mesafede hızlıca koşması müstehabtır.

Mina'da Yapılacak İşler

Mina'ya geldikleri zaman, vadinin ortasında bulunan Akabe cemresine yedi taş atarlar. Taş atmaya başlar başlamaz telbiyeyi keserler. Akabe cemresine taş attığında, eğer haccının yanında kurban var ise, bu kurban kesilir. Bu sünnetti Şayet haccı kurban kesmez ise, bir şey gerekmez. Çünkü çoğu zaman haccının yanında kurban bulunmaz. Kurban kestikten sonra haccı ya başını tamamen tıraş eder, veya saçını kısaltır. Kısaltma, saçların uçlarından almaktır. Tıraştan sonra Mekke'ye gelir, ifade tavafını yapar. Daha sonra iki rekat tavaf namazı kılıp, Safa ile Merve arasında sa'y eder. Bundan sonra bu günün geri kalan kısmında Mina'ya geri dönülür. Haccıların şeytan taşlamaları için, teşrik gecelerinde Mina'da kalmaları gerekir. Alimler ilk taş atma, tıraş olma ve tavafın yapılması ile ihramdan çıkılacağı hususunda ittifak etmişlerdir. İhramdan çıkmaktan murad, elbise giymenin, tırnak kesmenin ve cima etmenin artık helâl olmasıdır. İşte haccın amelleri hususunda söylenebilecek şeyler bunlardan ibarettir. Allah en iyi bilendir.

Beşinci Mesele

Bil ki câhiliye Arapları, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in getirdiği hacc menâsikini değiştirmişlerdi. Bu şöyle olmuştu: Kureyş ve diğer kabileler kendilerini "hamaset" sahibi görmekte idiler. Bu bakımdan dinleri hususunda son derece taassublu idiler. Hamaset, şiddet ve sertlik manasına gelir. Nitekimve denilir. Sonra bunlar, Arafât'da vakfe yapmıyorlar ve de, "Biz Harem'den çıkıp, onu itaat vakti terk etmiyoruz" diyorlardı. Başka kabileler ise arefe günü vakfe yapıyorlardı. Bunlar, güneş batmadan önce Arafât' dan ayrılıyorlardı. Müzdelife'de vakfe yapanlar ise, güneş doğduğu zaman oradan ayrılıyorlar ve diyorlardı. Bunun manası şudur: "Ey Sebir dağı, Müzdelife'den ayrılmamız için güneşi doğdur." O zaman onlar, yerin altındaki bir mağaraya girerlerdi. Bu, onlar Müzdelife'yi geçip, yer altındaki bir mağaraya ulaştıklarında olurdu. Allahü teâlâ da, her iki uygulanış şeklinde de bunlara muhalefet etmeyi Hazret-i Peygamber'e emretmiş, güneş battıktan sonra Arafât'dan, güneş doğmadan önce Müzdelife'den ayrılmasını buyurmuştur. Ayet-i kerimede bu anlatılanlara delâlet eden bir şey yoktur. Bu anlatılan hükümlere sünnet delâlet etmektedir.

Altıncı Mesele

Doğrusu şudur ki, ayet-i kerime, Arafât'da vakfe yapmanın haccda farz olduğuna delâlet etmektedir.

Çünkü ayet-i kerime Arafat'dan ayrıldıktan sonra, Meş'ar-i Harâm'da Allah'ı zikretmenin vâcib olduğuna delâlet etmektedir. Arafat'tan ayrılmak, Arafât'da bulunmaya bağlıdır. Vacibin ancak kendisiyle tamamlandığı ve kulun kudreti dahilinde olan şey de aynı şekilde vâcib (farz) dır.

Böylece ayetin, Arafât'da bulunmanın haccın farzı olduğuna delâlet ettiği sabit olur. Arafât'da haccı vakfe yapmadığı zaman, emredilmiş olduğu haccı yapmamış olur. Böylece bu kimse mes'uliyetten kurtulmamıştır. Bu da, Arafât'da vakfe yapmanın şart olduğunu gösterir. Bu konuda söylenecek son söz şudur: Emredilen bazı şeyleri terk etmekle beraber, hacc meydana gelebilir. Fakat aslolan durum, zikrettiğimiz hususları yerine getirmektir. Bundan ancak, müstakil başka bir delil ile ayrılmak mümkündür. Çoğu âlimler ayette, vakfe yapmanın şart olduğuna dâir bir delâlet olmadığı görüşündedirler. Hasan el-Basri'den rivayet edildiğine göre, Arafât'da vakfe yapmak vâcibtir, fakat haccı Arafât'da vakfe yapamaz ise, bunun yerine Harem-i Şerifin herhangi bir yerinde yapacağı vakfe, onun yerine geçer. Diğer fakîhler ise, bu görüşü yadırgamışlar ve haccın ancak Arafât'da yapılacak vakfe ile tamamlanacağında ittifak etmişlerdir.

Müzdelile'de Vakfenin Hükmü

Allahü teâlâ'nın "Meş'ar-i Haram yanında Allah'ı anınız" ayeti, Meş'ar-i Harâm'da bulunmanın vacib olduğunu gösterir. Arafât'da olduğu gibi, burada da yürümek kâfidir. Meş'ar-i Harâm'da vakfe yapmak sünnettir. Alkame ve Nehâî' nin şöyle dedikleri riayet edilmiştir: "Müzdelife'de vakfe yapmak, Arafât'da vakfe yapmak gibi bir hacc rüknüdür." Bunların delili. ayetidir. Çünkü Arafât'da vakfe yapılacağı, Kur'an'da açıkça zikredilmiştir. Arafât'daki vakfe ya ayetin işareti ile veya sünnet ile vâcib olmuştur. Meş'ar-i Haram hakkında ise ayette kesin emir vardır.

Fakihlerin çoğu, Meş'ar-i Harâm'da vakfenin bir rükün olmadığını söylemişler ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Hacc Arafat'da vakfe yapmaktır. Kim Arafât'da vakfe yaparsa, onun hacca tamamdır. Ibn Mâce. Menâsik. 57 (11/1003). ve "Kim, (arefe günü) Arafat'a yetişirse, o kimse (o senenin) haccma yetişmiştir. Kim de Arafat'a yetişememiş ise, (o senenin) haccını kaçırmıştır" hadislerini delil getirmişlerdir. Yine bu kimseler şöyle demişlerdir: "Ayette de, bizim söylediklerimize işaret edilmektedir. Çünkü Allahü teâlâ "Arafât'dan ayrıldığınız zaman, Meş'ar-i Haram yanında Allah'ı anınız" demiştir. Bu, Müzdelife'de vakfeyi değit, Allah'ı zikretmeyi emretmektedir. Binaenaleyh Meş'ar-i Haram'da vakfe vapmanın, Allah'ı zikirden sonra gelen, talî bir şey olup aslî olmadığı anlaşılmaktadır. Arafât'da vakfe yapmak ise, haccın rüknüdür. Çünkü Allahü teâlâ, "Arafât'dan ayrıldığınız zaman..." buyurmuş, "Arafât'da Allah'ı zikrettikten sonra..." dememiştir.

Sekizinci Mesele

(......) kelimesi, bir şeyin bilindiği ve hissolunduğu yer manasındadır. Kelimenin aslı, bir şeyi bilip anladığında söylediğin, tabirinden ve "Ona ulaşanın ve başına gelenin ne olduğunu keşke bilsem" manasındaki, tabirinden alınmıştır. Bir şeyin şi'ârı, "Onun alâmetleri ve nişanlan" demektir. Allahü teâlâ, burayı "Meş'ar-i Haram" diye isimlendirmiştir. Çünkü orası, haccın nişanlarından birisidir.

Daha sonra âlimler ihtilâf ederek, bir kısmı şöyle demiştir: Meş'ar-i Haram, Müzdelife'dir. Cenâb-ı Allah Müzdelife'ye bu ismi vermiştir; çünkü orada namaz kılınır, vakfe yapılır, gecelenir ve duâ edilir. "el-Bâsît" adlı eserinde el-Vahidîde böyle demiştir. Keşşaf sahibi, "Daha doğrusu, Meş'âr-i Haram, Kuzah dağıdır. Burası, Müzdelife'nin sınırının sonudur"Bunlardan önceki görüş, doğruya daha yakındır Çünkü, ayetindeki fâ harfi, Meş'ar-i Harâm'daki Allah'ı anısın Arafat'tan ayrılışın peşisıra yapıldığına delâlet eder. Bu ise, ancak Müzdelife'de gecelemekte mümkün olur.

Dokuzuncu Mesele

Âlimler, Meş'ar-i Haram'da yapılması emrolunan zikir hususunda ihtilâf ettiler. Bazıları, "Bundan murad, akşam ve yatsı namazını orada cem etmektir. Namaz, bu ayette zikir olarak isimlendirilmiştir. Nitekim Cenâb-ı Allah, "Beni zikretmen için, namaz kıl" (Tâhâ, 14) buyurmuştur. Buna dair delil şudur: Allahü Teâlâ'nın ayeti bir emir olup, vücûb ifade eder. Hâlbuki burada namazın dışında vâcib olan bir zikir yoktur" demişlerdir.

Ekseri âlimler ise bundan muradın tesbih, tahmîd ve tehlîl ile Allah'ı zikretmek olduğunu söylemişlerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın bu gecede insanlara bakıp, "İnsanlar bu gecenin kadr-ü kıymetini anlasalardı, hiç uyumazlardı" dediği rivayet edilmiştir.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Size hidâyet ettiği için, Allah'ı anınız" ayetinde iki soru vardır.

Allah'ı Zikretme Emrinin Tekrar Edilmesindeki Hikmet

Birinci Soru: Cenâb-ı Allah, buyurduktan sonra, niçin ikinci kez, buyurmuştur, bu tekrarın faydası nedir?

Buna birçok şekilde cevap verilir:

1) Bizim inancımıza göre, Allahü Teâlâ'nın isimleri kıyâsı olmayıp, tevkifidir (vahye dayanır). Binaenaleyh, Cenâb-ı Allah'ın önce söylemiş olduğu, sözü, zikretmeyi emretmektedir. İkinci olarak söylediği, sözü ise, Allah'ın kendisinin bize açıkladığı ve onlarla Kendisini zikretmemizi emrettiği isimleri ve sıfatlarıyla zikretmemiz hususunda bir emirdir; yoksa bizim re'y ve kıyas ile zikredeceğimiz isimlerle değil...

2) Hak teâlâ önce zikri emretti, sonra peşinden, yani, "Allah sizi nasıl İslâm dinine hidayet etmişse, siz de size emrettiğim zikri yapınız" demiştir. Buna göre Allahü Teâlâ sanki "Bu nimete şükredenler olmanız için, ben size bu zikri emrettim" demiştir. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Allah'ın insanlara, onlar ramazan ayı orucunu tamamladıkları zaman, tekbir getirmelerini emredip, "Günleri tamamlamanız ve size hidayet ettiği üzere, Allah 'ı ululayıp tekbir getirmeniz içindir..." (Bakara, 185) buyurmasıdır. Cenâb-ı Hak aynı şekilde kurbanlık hayvanlar hakkında da, "Size hidâyet ettiği üzere Allah'ı ululayasınız diye, işte bunları size musahhar kılmıştır" (Hacc, 37) buyurmuştur.

3) Önce gelen, ayeti. Allah'ı dil ile; sonra gelen, ayeti ise, kalb ile zikri emirdir. Bunun izahı şöyledir: Zikir kelimesi Arapça'da iki mânaya gelir: Birisi unutmanın zıddı olan zikir, yani hatırlama; ikincisi de sözle olan zikir, yani söz söylemektir. Unutmanın zıddı olan zikir, "Onu hatırlamamı, bana ancak şeytan unutturdu" (Kehf, 63)ayetinde geçen zikirdir. Söylemek mânasına olan zikir ise, "Allah'ı atalarınızı andığınız gibi, yahut da daha kuvvetle anınız" (Bakara. 200) ve "Sayılı günlerde Allah'ı anınız, zikrediniz" (Bakara, 203) ayetlerinde geçen zikirdir. Böylece zikir kelimesinin şu iki mânaya geldiği sabit olmuş olur: Lisân ile zikir ve kalb ile zikir... Kulluğun kemâli de, bu iki zikir ile tamamlanır.

4) İbnu'l-Enbarî, ayetinin mânasının, "Allah sizi nasıl hidayetiyle hatırlamışsa, siz de aynı şekilde O'nu tevhidiyle hatırlayınız" şeklinde olduğunu söylemiştir.

5) Bu ayetlerdeki zikirden muradın, zikrin devamlılığı mânasına olması da muhtemeldir. Onlara sanki şöyle denilmektedir: "Allah'ı zikredin; zikredin O'nu!.." Yani, "O, sizi tekrar tekrar hidayete erdirdiği gibi, siz de O'nu tekrar tekrar zikredin!" Bunun neticesi, "Ey iman edenler, Allah'ı çokça anınız" (Ahzâb, 41) ayetinde bildirilen husustur.

6) Cenâb-ı Allah Meş'ar-i Haram yanında kendisinin zikredilmesini emretmiştir. Bu, şeriatın yüklediği vazifeleri yerine getirmeye İşarettir. Bundan sonra Cenâb-ı Allah, buyurmuştur. Bunun manasıysa, "Zikrin Meş'ar-i Harâm'da yapılması, şeriatın yüklemiş olduğu vazifeleri yerine getirmektir."

Bunu anladığın zaman, hakikat mertebelerine yaklaşmış olursun.. Bu da şu şekilde olur: Kalbin Meş'ar-i Harâm'dan, hatta Allah'ın dışındaki bütün varlıklardan uzaklaşır, Allah'ın celâl ve samediyyet nurlarına gark olur. Zikre müstehak sadece O olduğu için ve bu esnada Allah'a yükselme makamında O'nu zikreden ve O'nu övmekle meşgul olan birisi olman sebebiyle bu zikir sana, Allah'a şerefli bir mensûbiyyet kazandırdığı için, Allah'ı zikredersin.. Allahü Teâlâ önce birincisi, sonra da ikincisini zikretmiştir. Çünkü kul bu durumda, Allah'a yükselme makamında olur ve en aşağı mertebeden en yüksek mertebeye yükselir. Bu makam, sözle izah edilemeyecek ve hayallere sığmayacak kadar şerefli bir makamdır. Bu makama ulaşmak isteyen kimse, kaynağın bizzat kendisine ulaşanlardan olsun, onun sesini ve eserini dinleyip gözetenlerden değil..

7) Birinciden murad, Allah'ın güzel isim ve sıfatlarını zikretmektir. İkinciden murad ise, Allah'ın nimetlerine şükretmekle meşgul olmaktır. Şükürde de zikir mânası vardır. Bundan dolayı şükür de, zikir diye isimlendirilir. İkinci zikrin şükür mânasına geldiğinin delili, Cenâb-ı Allah'ın onu "hidâyet" ile alâkalı kılıp, buyurmasıdır. Bir nimete mukabil olan zikir ise, ancak şükür olur.

8) Allahü Teâlâ, buyurduğu zaman, bu zikrin Meş'ar-i Haram bölgesine ve hacc ibâdetine tahsis edilmiş olduğu zannedilebilir. Bundan dolayı Hak teâlâ bu şüpheyi, yani, "Her durumda ve her yerde Allah'ı zikrediniz" buyurarak, izâle etmiştir. Çünkü bu zikir, Allah'ın hidayetine mukabil şükretmeyi gerektirir. Hidâyet nimeti devamlı ve kesintisiz olduğuna göre, aynı şekilde şükrün de devamlı ve kesintisiz olması gerekir.

9) ayetinden murad, Müzdelife'de akşam ve yatsı namazlarının cem edilmesidir. Bundan sonra gelen, ayetinden murad ise "tehlil ve tesbih" tir.

İkinci Soru: ifadesindeki hidâyetten murad nedir?

Cevâp: Bazıları, "Bu hususî bir ifadedir. Bundan murad, "Hacc menâsikinizde sizi İbrahim (aleyhisselâm)'in sünnetine döndürmek suretiyle size hidâyet ettiği gibi..." manasıdır" demişlerdir. Bazıları da, "Bilakis bu, âmm olan bir ifadedir. Ve Allah'ı, melekleri, kitapları, peygamberleri ve şeriatları bilip tanıma hususundaki bütün hidâyet nevilerini içine alır" demiştir.

Üçüncü Soru: ifadesindeki zamir neye aittir?

Cevap: Bunun, (......) kelimesine râci olması mümkündür. Buna göre takdir, "Gerçekten, size hidâyet etmeden önce, delâlette olanlardan idiyseniz de..." şeklindedir. Bazıları da, "Bu Kur'ân'a râcidir ve takdiri de şu şekildedir: "Siz gerçekten Allah size bu kitabı indirmeden önce, sapıklardan idiniz. Allahü Teâlâ nasıl sizi, içinde dininin alâmet ve esaslarını beyan ettiği kitabıyla hidâyete erdirdiyse, siz de öylece (ondan ötürü) Allah'ı zikredin.." demişlerdir.

Allahü Teâlâ'nın ayeti hususunda Kaffâl (radıyallahü anh) şöyle demiştir: " Bunda iki vecih bulunmaktadır:

1) Siz daha önce ancak sapıklar idiniz..

2) Nitekim siz, daha önce sapıklardan idiniz. Bu, Hak teâlâ'nın tıpkı, "Her nefsin mutlaka bir bekçisi bulunmaktadır" (Tarık, 4) ve "Biz senin, muhakkak ki yalancılardan olduğunu zannediyoruz" (Şuârâ, 186) ayetleri gibidir.

198 ﴿