203Allah'dan ittikâ edin ve bilin ki muhakkak ancak O'nun huzuruna varıp toplanacaksınız" . Bil ki Cenâb-ı Hak, Meş'ar-i Harama dâir hususları zikredince, iki sebepten dolayı şeytan taşlama işini zikretmedi: 1) Bu iş, Araplar arasında yaygıh olup, onlar bunu inkâr etmiyorlardı. Ancak Allahü Teâlâ, şeytan taşlamada bulunan "zikrullâh"ı zikretti, çünkü onlar bunu yapmıyorlardı. 2) Allahü Teâlâ'nın"şeytan taşlama"yı zikretmemesi, muhtemelen şundan dolayıdır. Çünkü bu günlerde Allah'ı zikretmeyi emretmek, şeytan taşlamanın bir delili olur Çünkü, şeytan taşlamanın sünnetlerinden bir tanesi de, her taş atarken tekbir getirmektir. Sonra Cenâb-ı Hak, buyurmuştur. Bunda birkaç mesele vardır: Cenâb-ı Hak, haccın menâsiki arasında bu sayılı ve belirli günleri de zikretmiş, burada, "Sayılı günlerde Allah'ı zekrediniz" buyurmuş, Hacc sûresinde ise; "Kendileri için olan faydalan müşahede etsinler ve malûm günlerde de Allah'ı ansınlar diye.." (Hacc, 28) buyurmuştur. İmdi Şafiî (radıyallahü anh)'nin mezhebi, burada zikredilen, "Belirli günlerden" maksat, sonu Kurban bayramı günü olan zilhiccenin ilk on günü; "sayılı günlerden" maksat ise, teşrik günleri demek olan, kurban bayramı gününden sonraki üç gündür. İmâm Şafiî, teşrik günleri olduğuna şu delili getirmiştir: Allahü Teâlâ eyyâm-ı ma'dûdâttan bahsetmiştir. "Eyyam" cemî bir lâfızdır ki, bunun en azı üç gündür. Bundan sonra da, "Kim iki günde acele ederse, ona günah yoktur. Her kim de gecikirse, ona da günah yoktur" buyurmuştur. Bu, Kim ikigünde acele ederse, ona günah yoktur" ifadesinden muradın, bu sayılı günlerden olmasını gerektirir. Ümmet, bu hükmün ancak Minâ günlerinde sabit olacağı hususunda ittifak etmişlerdir ki, bu günler de teşrîk günleridir. Böylece biz, "sayılı günler" in, teşrik günleri olduğunu anlamış olduk. Kaffâl, bu görüşü Tefsîr'inde Abdurrahman İbn Nu'mân ed-Deylemî'den rivayet ettiği şu hadisle kuvvetlendirmiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir münadiye emretti, o da, "Hacc, Arafât'tır. her kim cem' gecesi fecrin dogmasından önce gelirse o kimse hacca yetişmiş demektir. Minâ günleri üçtür; kim İkigünde acele ederse, o kimseye günah yoktur. Kim gecikirse, ona da günah yoktur" Tirmızi, Tefsir 2/22, (5/214); İbn Mâce. Menâsik, 57 (2/1003). şeklin-de nida etti. İşte bu, eyyâm-ı ma'dûdatın teşrîk günleri olduğunu gösterir. Vahidî (radıyallahü anh) de şöyle demiştir: "Teşrîk günleri, Kurban bayramı gününden sonraki üç gündür. , a) Yevmu'n nefr... Bu, zilhiccenin onbirinci günü olup, haccılar bu günde Minâ'ya giderler... b) Yevmu'n-nefri'l-evvel. Çünkü insanların bazıları, bugünde Minâ'dan giderler. c) Yevmu'n-nefri's-sanî.. Bu üç güne, Kurban bayramı günüyle beraber, "Eyyâmu'n-nahr" denilir. Arefe günüyle beraber bu dört gün içinde yapılan şeytan taşlama günlerine de, az sonra Müslümanların bu husustaki mezheplerini naklederken açıklayacağımız gibi, "namazların peşine getirilen tekbir günleri denilir." Bu günlerdeki zikirden murad, şeytan taşlaması sırasında getirilen zikirdir Çünkü, her taş atılırken tekbir getirilir. Namazların peşinden getirilen zikre gelince, âlimler bu hususta ittifak etmekle beraber, sadece birkaç hususta ihtilâf etmişlerdir. Birinci Husus: Ümmet-i Muhammed, namazlardan sonra getirilecek tekbirlerin, Kurban bayramına tahsis edilmiş olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak bu tekbirlerin başlangıç ve sona eriş zamanı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu husustaki görüşler şunlardır: a) Bu tekbirler Kurban bayramı gününün öğle namazından başlar, teşrik günlerinin en son gününün sabah namazı sonuna kadar devam eder. Bu görüşe göre tekbirler, onbeş vakit namaz içinde getirilmiş olur ki bu, İbn Abbas ve İbn Ömer'in görüşüdür. İmâm Mâlik ile bir kavline göre İmâm Şafiî (radıyallahü anh), bu görüşü benimsemişlerdir. Bu husustaki delil şudur: Bu tekbirlerle ilgili emir, ancak hacc yapan kimseler hakkında vâriddir. Çünkü Allahü Teâlâ, "Atalarınızı andığınız gibi Allah'ı anınız" (Bakara, 200) demiş, daha sonra da, "Ve Allah'ı sayılı günlerde zikrediniz. Kim iki günde acele ederse, ona günah yoktur" buyurmuştur. Bu ise, ancak haccılar hakkında söz konusu olabilir. Böylece bu, bu tekbirlerle ilgili emrin, sadece haccılar hakkında olduğuna delâlet eder. Diğer insanlar ise, bu hususta, hacc yapanlara tabidirler. Sonra hacc yapan kimsenin tekbir getirdiği namazların ilki, Minâ'da kılınan öğle namazıdır. Çünkü haccılar bu namazdan önce, telbiye (yani lebbeyk zikrini) yaparlar. Haccıların Minâ'da kıldıkları en son namaz, teşrik günlerinin son günündeki sabah namazıdır. Böylece, bu tekbirlerin, haccı olmayanlar için de bu zaman ile sınırlı olması gerekir. b) Şafiî (radıyallahü anh)'ye göre bu tekbirler, Kurban bayramı gününün gecesi akşam namazından başlar ve teşrik günlerinin sonuncusunun sabah namazına kadar devam eder. Bu görüşe göre, bu tekbirler onsekiz namaz vaktinde devam eder. c) Yine Şafiî'ye göre, bu tekbirlere arefe gününün sabah namazından başlanır ve Kurban bayramı gününün ikindi namazından sonra sona erer. Böylece tekbirler, sekiz vakitte alınmış olur. Bu, Alkame, Esved, Nehaî ve Ebu Hanife'nin görüşüdür. d) Bu tekbirlere, arefe gününün sabah namazında başlanır, teşrik günlerinin en son günü olan Kurban bayramının ikindi namazından sonra sona erer. Buna göre tekbirler, yirmiüç vakit alınmış olur. Bu, Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer, İbn Mes'ûd ve İbn Abbas gibi sahabenin önde gelenlerinin görüşüdür, Fakihlerden de Sevrî, Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed, Ahmed İbn Hanbel, îshâk. Müzeni ve İbn Şüreyh'in görüşleri de böyledir. Çoğu beldelerdeki insanlar da, buna göre amel eder. Buna şu hususlar da delâlet eder: 1) Câbir'in rivayet ettiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arefe günü sabah namazını kıldırdı, sonra bize dönerek, "Allah'u Ekber!" dedi ve tekbiri, teşrik günlerinin son gününün ikindisine kadar sürdürdü. 2) Ebu Hanife'nin söylediği şey, az olanı almadır. Bu görüş ise en çok olanı almadır. Çok tekbir getirmek, Allahü teâlâ'nın "Allah'ı çok zikrediniz" (Ahzâb, 41) ayetinden dolayı daha evlâdır. 3) Bu, en ihtiyatlı görüştür. Çünkü kişi eğer çok tekbir getirecekse bu, tekbirleri azaltmasından daha hayırlıdır. Bu tekbirler teşrik günlerinin tekbirleri diye isimlendirilir. Bu sebeple, bunların, teşrik günlerinin sonuna kadar sürdürülmesi gerekir. Buna göre eğer. "Bu tekbirler teşrik günleri olan, sayılı (belli) günlere de nisbet edilir. Bundan dolayı bu tekbirlerin arefe gününde meşru olmaması gerekir" denilir ise, biz deriz ki: Bu, Kurban bayramı gününde de tekbir alınmamasını gerektirir. Halbuki, alimlerin icmâı ile bâtıldır. Yine bu zaman içerisinde, teşrik günleri çoğunlukta olduğu için, tekbirlerin teşrik günlerine nisbet edilmesi doğru olur. İhtilaf Edilen İkinci Husus: Şafiî (radıyallahü anh), "Tekbirlerde müstehab olan, birbiri ardınca üç defa alınmasıdır" demiştir. Bu, İmam Mâlik'in de görüşüdür. İmâm-ı Ebu Hanife ve İmam-ı Ahmed ise, tekbirin iki kere alınacağını söylemişlerdir. İmâm Şafiî'nin delili, Abdullah b. Muhammed b. Ebu Bekr b. Amr b. Hazm'in söylediği şu sözdür: "İmamların teşrik günlerinde namazlardan sonra üç kere tekbir getirdiklerini gördüm." Bir de bu, fazla tekbir getirmektir ve Allahü teâlâ'nın "Allah'ı çokça zikredin" (Ahzab, 41) ayetinden dolayı, daha uygundur. Sonra Şafiî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Tekbir alan kimse, üçüncü tekbirden sonra, "Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür ve hamd sadece Allah'a aittir" der. Bundan başka Allah'ın zikri olarak ilâve edeceği şey de güzel olur." İmam Şafiî, telbiye hususunda da, "Allah'ın Resulünün yaptığı telbiyeye ilâve edilmemesini isterim" demiştir. Bu ikisi arasındaki fark şudur: Tekrar, telbiyenin bir sünnetidir. Dolayısıyla tekrar tekrar telbiye yapmak, ona ilâvede bulunmaktan daha evlâdır. Tekbirlerde ise tek tekbir alınır. Bu sebeple. bu tekbire ilâvede bulunmak, hiçbir şey söylememekten daha evlâ olur. Şeytan taşlarken tekbir getirmeye gelince, rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), her taş atışında tekbir getiriyordu. Binaenaleyh böyle yapılması gerekir. Cenâb-ı Allah'ın, "Kim iki günde (Mina'dan dönmek için) acele ederse ona günah yoktur. Kim de geride kalır (orada daha durur) ise ona da günah yoktur. (Bu), takva sahibi (olanlar) içindir" ayetiyle ilgili birtakım sorular vardır: Birinci Soru: Allahü teâlâ niçin, demeyip, buyurdu? Cevap: Keşşaf sahibi, ve fiillerinin, manasında mutavaat ifade ederek kullanıldığını ve meselâ, O, iş hususunda acele etti" denildiğini; müteaddi olarak da kullanıldığını ve mesela, "O, gitmeye acele etti" denildiğini söylemiştir. İkinci Soru: Cenâb-ı Allah'ın, "Kim değeri kalırsa, ona da günah yoktur" buyruğunda bir müşkil vardır. Çünkü insan, haccın tamam olması için ona gerekli olan her şeyi yerine getirdiğine göre, "Ona bir günah yoktur" demenin manası nedir? Çünkü bu cümle, ancak birşeyi eksik bırakan hakkında söylenebilir, yoksa işi tastamam yapan kimse için söylenmez. Buna birçok şekilde cevap verilir: a) Allahü teâlâ, ruhsat olmak üzere acele gitmeye müsaade edince, insanın aklına bu ruhsattan istifadeetmeyenlerin günah işlemiş olacağı düşüncesi gelebilir. Baksana, -Allah kendisinden razı olsun- Ebu Hanife şöyle diyor: "Kısaltmak, azimettir (emirdir), tamamlamaksa, caiz değildir. Bu ihtimal söz konusu olunca, hiç şüphesiz Allahü Teâlâ böyle bir şüpheyi izâle etmiş ve her iki hareket tarzında da herhangi bir günah olmadığını açıklamıştır. Buna göre isteyen acele eder ve ruhsatın gereğine göre hareket eder, isteyen de acele etmez ve ruhsatın gereğine göre hareket etmez. Bu iki şeyde de kişiye günah yoktur". b) Bazı müfessirler şöyle demişlerdir: Bu haccılardan acele edenler de bulunuyordu, acele etmeyip gecikenler de... Sonra da bu iki gruptan bir kısmı, diğerinin yaptığını kınıyordu. Gecikenler, acele edenlerin hareketinin haccın örfüne uymadığını; acele edenler de gecikenlerin hareketlerinin haccın örfüne ters düştüğünü zannediyorlardı. İşte bunun üzerine Allahü Teâlâ bu iki kısmın hiçbirinde herhangi bir kusur bulunmadığını açıkladı. Buna göre isteyen acele eder, isteyense etmez... c) Gecikenden günahın kaldırılmasında mânâ, bu günahı kaldırmanın, üç günden fazla kalanlar için söz konusu olduğudur. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: Mina'da kalınması gereken müddet üç gündür. Kim bu üç günden noksan yapar, ikinci günde acele ederse, ona bir günah terettüp etmez. Kim de bu üç güne ilâvede bulunur, üçüncü günden dördüncü güne kalır da, diğer insanlarla gitmezse, bu kimseye de herhangi bir günah terettüp etmez. d) Bu söz, ancak haccın, günahların yok olması ve onların örtülmesi (tekfîr) için bir sebep olduğunu beyan hususunda bir mübalağa için zikredilmiştir. Bu meselâ, insan bir panzehir aldığı zaman doktor ona, "Şu anda bir zehir alsan sana zarar vermez; almasan da bir zarar vermez" der. Doktorun bu sözünden maksadı, panzehirin zararları savuşturma hususunda mükemmel bir ilâç olduğunu beyandır; yoksa insanın zehir alıp almamasının aynı şey olduğunu beyan değildir. İşte burada da böyledir. Bu sözden maksat, haccın bütün günahlar için keffâret olduğu hususunda mübalâğayı beyan etmektir; yoksa acele edip etmemenin eşit olduğunu beyan etmek değildir. Hazret-i Peygamberin şu hadisi, haccın günahların örtülmesi için (keffâret) kuvvetli bir sebep olduğuna delâlet eden hususlardandır: "Kim hacceder ve hacc esnasında cfmâ yapmaz ve fiskda yapmazsa, annesinin onu doğurduğu gün gibi, bütün günahlarından sıyrılıp fiicar. " Buhârî. Hacc, 4; Müslim, Hacc, 438 (2/983-934) e) Pekçok âlım şöyle demiştir: Harem-i Şerifin civarında yerleşik kalmak mekruhtur. Çünkü insan Harem ve Beyt'e komşu olduğu zaman, Harem'in ve Beyt'in kıymeti, o kişinin gözünde azalır. Amataşrada olduğu zaman kişinin Harem'e ve Kâbe'ye olan iştiyakı artar. Durum böyle olunca, bu açıklamaya göre içimizden birinin kalbine, "Kim iki günde acele eder, vazifelerini bitirirse, onun durumu acele etmeyenden daha efdal olur. Ve yine kim bu iki günde acele ederse ziyaret tavafını yapmak için Mekke'ye döner ve Mina'da kalmayı terk eder. Kim de acele etmezse, Mina'da kalmayı tercih etmiş olur. Böylece de tavaf hususunda acele etmeyi terk etmiş olur. İşte bu sebepten dolayı da o kimsenin hatırında, acele etmenin mi, yoksa etmemenin mi efdal olduğu hususunda bir tereddüt hasıl olur" düşüncesi gelebilir. İşte böylece Allahü teâlâ bu iki husustan herhangi birinde bir günah ve kabahatin olmadığını beyan etmiştir. f) Vahidî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Allahü Teâlâ, tıpkı, "Bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür" (şûra, 40) ve "Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kâdâr siz de ona saldırın" (Bakara, 194) âyetlerinde olduğu gibi, birinci cümle ikinciye uygun düşsün diye, "Kim de gecikirse, ona bir günah yoktur" buyurmuştur. Biz biliyoruz ki, kötülük ve düşmanlığa karşı müdâfaada bulunmak, bir kötülük ve düşmanlık sayılamaz. Bu sebeple, mana bakımından doğru olmayan bir şey, lâfzı muvafakata hamledildiğine göre, mana bakımından doğru olan bir şeyi lâfzî muvafakata hamletmek daha evlâ olur. Çünkü makbûl ve me'cûr olan bir işten, mâna bakımından günahı kaldırmak doğrudur. Hacc Sonunda Mina'da Kalmanın Hükmü Üçüncü Soru: Ayette Müzdelife'den ayrıldıktan sonra, Minâ'da ikâmet etmenin vâcib olduğuna dair bir delâlet söz konusu mudur? Cevap: Evet.. Nitekim Hak teâlâ'nın"Arafat'tan seller gibi akıp ayrıldıktan sonra" ayetinde de, insanların Müzdelife'de vakfe yapacaklarına dair bir delil bulunmaktadır. Bil ki, takihler şöyle demişlerdir: Bu iki günde acele eden kimse için acele etmek, ancak ikinci günün güneşinin batmasından önce caizdir. Amaayrılmadan, ikinci günün güneşi battıktan sonra acele ederse, o kimsenin ancak üçüncü gün ayrılıp gitmesi söz konusu olur. Çünkü güneş battıktan sonra, gün sona ermiştir. Hâlbuki, o kimsenin üçüncü günde değil, iki gün içinde acele etmesi caizdir. Bu, Şâfiî'nin mezhebi; Tabiînden olan fukahânın da pekçoğunun görüşüdür. Allah kendisinden razı olsun Ebu Hanife, "Fecr doğmadan önce o kimsenin gidebilmesinin caiz olduğunu; zira henüz şeytan taşlama zamanının girmediğini" söylemiştir. Hak teâlâ'nın, "ittika eden kimseler için "beyanı hakkında bazı görüşler vardır: a) Hacceden kimse, geriye kalan ömründe Allah'tan ittika etmek ve Allah'ın azabını gerektirecek bir şeyler işlememek şartıyla, günahları bağışlanmış olarak döner. Bunun mânası, hacc yapan kimseyi, hacc hususunda yaptığı amellerden sakındırmaktır. İşte böylece Allahü teâlâ hacc yapan kimselere bu yaptıklarıyla beraber, takvaya sarılmaları ve yapmış oldukları hacc ile gururlanmaktan uzak durmalarının gerekli olduğunu beyân etmiştir. b) Bu bağışlama nitekim Allahü Teâlâ'nın"Allahü Teâlâ, ancak müttakilerden kabul eder" (Maide. 27) buyurduğu gibi, ancak haccından evvel de muttaki olanlar için söz konusu olabilir. Bunun hakikati şudur: Her ne kadar zahire göre farzını edâ etmiş olsa bile günahlarda ısrar eden kimseye yapmış olduğu hacc bir fayda vermez. c) Bu bağışlama ve mağfiret ancak, hacc yapan kimsenin hacc fiilleriyle meşgul olurken yasaklanmış olan şeylerin tamamından ittikâ edip kaçınması halinde mümkün olur. Nitekim Hazret-i Peygamberin bir hadisinde O, "Her kim hacceder de, "refes" yapmaz, fısk da işlemezse..." buyurmuştur. Bil ki, zikrettiğimiz bu görüşlerden birincisi:, kişinin o andaki durumuna işarettir. Hâlbuki onun bütün anlardaki durumunun dikkate alınması gerekir. Müfessirlerden bir kısmı ise, beyanından muradın, hacc esnasında haccının av hayvanı ve benzeri canlıları öldürmekten kaçınmasıdır. Çünkü o kimse bunlardan kaçınmazsa günahkâr olur; bazen da yaptığı iş boşa gider. Bu, iki yönden zayıftır: 1) Bu, mutlak lâfzı bir delil olmadan takyid etmektir. 2) Bu ancak, bundan önceki günlere hamledildiği zaman doğru olabilir. Zira Kurban bayramının ilk gününde cemre-i Akabe taşlarını atıp, tavafını yapıp, başını da tıraş eden kimse, şeytan taşlamadan önce ihramdan çıkar. Böylece haccının, sadece Harem hudutları içinde iken av avlamaktan sakınması gerekir. Fakat bu ittikâ, ihramdan dolayı değildir. Ama lâfız, bu ittikanın bu günler esnasında muteber olduğunu hissettirmektedir. Böylece bu görüş sakıt olur. Allahü Teâlâ'nın "Ve Allah'dan ittikâ ediniz" emrine gelince bu, geleceğe yönelik bir emirdir. Bu emir kendisiyle geçmiş zamanın kastedilmiş olduğu, ifadesine terstir. Bu sebeple, ikinci kez söylenen söz, bir tekrar değildir. Senin daha önce öğrendiğin gibi takva, vâcib olan şeyleri yapmak, yasaklanmış olan şeylerden de kaçınmaktan ibarettir. Cenâb-ı Hakk'ın "Biliniz ki, siz O'nun huzuruna varıp toplanacaksınız" kavline gelince, bu takva ile ilgili emri te'kkl olup, bu hususta çok dikkatti olmaya bir teşviktir. Çünkü mutlaka haşrin. hesaba çekilmenin, sorgulanmanın olduğunu ve ölümden sonra cennet veya cehennemden başka bir yurdun bulunmayacağını kim düşünürse, bu onu takvaya davet eden sebep ve vasıtaların en kuvvetlilerinden birisi olur. Haşr'e gelince bu, insanların kabirlerinden çıkmalarının başlangıcından, hesap meydanına varmalarına kadar cereyan eden hallerin tümüne birden verilen bir isimdir. Çünkü onların bu meydanda bulunmaları, ancak bu işlerin hepsiyle beraber tamam olur. Hak teâlâ'nın(O'na) ifadesinden murad, "O'nun dışında bir mâlik, ve O'ndan başka sığınak bulunmayan bir huzura, makama." demektir. Yani, her nefis mutlak surette Allah'ın huzuruna varacaktır. Nitekim Cenab-ı Hak, "O günde hiçbir nefis başka bir nefis için bir şey yapamayacaktır. Emir o vakit, sadece Allah'a aittir"(lnfitar, 19) buyurmuştur. |
﴾ 203 ﴿