215'Onlar, neyi nafaka olarak vereceklerini sana sorarlar. De ki: "Maldan vereceğiniz şey ebeveyne, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara (verilir). Hangi hayrı işlerseniz, şüphesiz Allah onu bilir" . Bil ki Allahü teâlâ, her mükellefe dünyadan yüz çevirmesinin, âhiretle meşgul olmasının ve ahiret uğrunda can ve malını vermesinin gerektiğini iyice açıklayınca, bunun peşi sıra İslâm'ın hükümlerini beyân etmeye başladı: Bu hükümler bu ayetten başlayarak, (Bakara, 243) ayetine kadar devam eder. Çünkü her biri diğerini tamamlayıp kuvvetlendirsin diye tevhidi, va'z-u nasihati ve hükümleri birbirine karışmış olarak anlatmak Kur'anı Kerim'in üslûbudur. Nafaka Hakkında Hüküm Nafaka ile ilgili hüküm işte bu ayettedir. Bu ayet ile ilgili bazı meseleler vardır: Birinci Mesele Atâ şöyle demiştir: "İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre bu âyet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelen ve "Benim bir dinarım var" diyen; Hazret-i Peygamberin kendisine, "Onu kendin için harca" dediği; o kimsenin "Benim iki dinarım var" cevabını verdiği, bunun üzerine Hazret-i Peygamberin, "Onları ailen için harca" buyurduğu; bu sefer de, "Benim üç dinarım var" dediği; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de "Onu hizmetçin için harca" cevabını verdiği; yine adam, "Benim dört dinarım var" deyince, Hazret-i Peygamber'in "Onu ana-baban için harca" dediği; adamın tekrar, "Benim beş dinarım var" dediği; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Onu akrabaların için harca" cevabını verdiği; adam son olarak, "Benim altı dinarım var" deyince de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, 'Onu Allah yolunda harca; bu harcamaların en güzelidir" dediği bir adam hakkında nazil olmuştur. Yine Kelbî, İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, bu ayetin Amr b. el-Cemûh hakkında nazil olduğunu rivayet etmiştir. Bu zat yaşlı ve düşkün birisi idi. Uhud Savaşı'nda şehid edilmiştir. Çok zengin idi. Bundan dolayı "Mallarımızı kimlere infâk edelim ve nereye koyalım?" diye sorduğunda, bu ayet inmişti. İkinci Mesele (......) ifadesi ile ilgili nahivcilerin iki görüşleri vardır: a) (......) lâfzının, (......) lâfzıyla birlikte tek bir isim kabul edilmesi. Buna göre ayetteki, (......) ifadesinin mahalli, fiili ile"nasb" tır. Bunun delili, Arapların, (......) lafzındaki elifi düşürmeyerek, "Neyi soruyorsun? Şeklinde kullanmalarıdır. (......) ile birlikte, (......) lâfzı tek bir isim kabul edilmeseydi, Araplar elifi hazfederek, (......) şeklinde kullanmaları gerekirdi. Nitekim kıraat İmamları, (Nebe, 1) ve (Naziat, 43) ayetlerinde, (......)daki elifi hazfetmişlerdir. Buna göre Araplar, (......)nın sonundaki elifi, da hazfetmediklerine göre, onun ile birlikte tek bir isim olduğu anlaşılmış olur. Araplar ismin sonunda olmadığı için, (......)nın elifini hazfetmemişlerdir. Çünkü hazif ancak o kelimenin son harfi olduğu zaman yapılabilir. Fakat şiirde böyle olmayabilir. Nitekim şâirin şu şiirinde böyledir: "Külün içinde eşelenen bir domuz gibi âdi olan bir çocuk, kalkmış bana sövüyor..." b) Bu, (......)ının manasına alınmasıdır. Böylece, mübtedâ ve mahallen merfu ve da onun haberi olur. Araplar bazen, (......) manasına kullanarak, yani "Bunu sana kim söyledi" derler. Bu izaha göre ayetin takdiri, "Onlar sana neyi infâk edeceklerini sorarlar" şeklinde olur. Üçüncü Mesele Ayet hakkında bir soru vardır., O da bir topluluğun "kimlere infâk edileceğini değil de, nelerin infâk edileceğini" sormuş olmalarıdır. Öyleyse Allah onlara bu şekilde nasıl cevap vermiştir? Bu hususa şu şekillerde cevap verebiliriz: a) Âyette sorunun cevabı vardır. Fakat Hak teâlâ, bu cevaba, maksadın kendisiyle tamamlanacağı bir ilâve yapmıştır Çünkü "Maldan vereceğiniz her şey" âyeti, sorunun cevabıdır. Sonra bu infak ancak müstehak olan yerlere harcandığı zaman mükemmel olur. İşte bu sebeple Allahü teâlâ o soruya cevap verince, peşisıra izahı tamamlamak için bunun nerelere ve kimlere verileceği hususunu da eklemiştir. b) Kaffâl şöyle demiştir: "Soru hernekadar, lafzıyla sorulmuşsa da, bu sorudan maksad, infakın keyfiyetini sormaktır. Çünkü bunu soranlar, emrolundukları şeyin, Allah'a yaklaşmak için mal infâk etmek olduğunu zaten biliyorlardı. Onlarca bu husus malûm olunca, hatıra bu malın hangi şey olduğu hususu gelmez. Bu husus, sorunun maksadı olmadığına göre, bu soruyla öğrenilmek istenen şey, infakın kimlere ve nerelere verileceği hususudur. Binaenaleyh cevap soruya uygundur. Bunun bir benzeri de, "Onlar, "Bizim için Rabbine dua et de, onun ne olduğunu apaçık anlatsın bize. Çünkü bizce İnekler birbirine benziyor..." demişlerdir. (Musa da) şöyle dedi: "(Rabbim) buyuruyor ki "o boyunduruğa koşulmamış bir inektir..." (Bakara, 70-71) ayetleridir. Bu ayette cevap soruya uygundur. Çünkü ineğin şu şu hallerde bir hayvan olduğunu herkes bilir. Binaenaleyh "O nedir..?" sorusunu, bu hayvanın mahiyetiyle ilgili bir manaya hamletmek mümkün değildir. Bundan dolayı bu sorunun maksadının, bu ineğin, başka hayvanlardan farklı olan sıfatlarını öğrenmek olduğu ortaya çıkmış olur. İşte bu yolla biz deriz ki, bu cevap soruya tam uygundur. Tefsir ettiğimiz ayette de böyledir. Çünkü onların infak etmekle emrolundukları şeyin ne olduğunu bildiklerini anladığımızda, "neyi nafaka olarak verecekleri" sorularından maksadlarının, aslında nafaka verilecek şeyi sormak olmadığına, aksine kimlere ve nerelere infak edileceği hususu olduğuna kesin olarak hükmetmemiz gerekir. Binaenaleyh verilen cevap yerinde ve uygundur. c) Ayetten muradın şöyle olması da muhtemeldir: Onlar bu soruyu sormuşlar ve kendilerine sanki "Bu yersiz bir sorudur. Malın helâl olması ve verilmesi gereken yerlere verilmiş olması şartıyla ne infâk edersen et" denilmiştir. Bu, şuna benzer: İnsan, hiçbir yemek kendisine zarar vermeyecek kadar sıhhatli olur da, yine de doktora, "Neleri yiyeyim?" dediği zaman, doktor "Günde iki öğün ye" dediğinde, bunun manası, "Her şey yiyebilirsin ancak, o bu şartla..." demektir. Bu âyette de böyledir. Buna göre ayetin manası, "Şu şu şahıslara verilmesi şartıyla istediğinizi infâk ediniz" şeklindedir. Dördüncü Mesele Bil ki Allahü teâlâ infak hususunda bir sıra gözetmiş ve ebeveyni birinci sıraya koymuştur. Çünkü ebeveyn, sebepler âlemi dünyada insanı yokluktan varlığa çıkarmışlar ve onu son derece güçsüz ve muhtaç bir halden büyütmüşlerdir. Böylece ebeveynin çocuğa o in'âmı (iyiliği ve hakkı), başkalarının in'âmından daha büyük olur. İşte bundan ötürü Hak teâlâ, "Rabbin "Kendisinden başkasına kulluk etmeyin ve ana babaya iyi muamele edin" diye hükmetti" (İsra, 23) buyurmuştur. Burada Allah'ın hakkını gözettikten sonra, ebeveynin hakkını gözetmeden daha gerekli bir şey olmadığına işaret vardır. Çünkü insanı yokluktan varlık alemine hakiki mânâda çıkaran Allahü Teâlâ'dır. Ebeveyni ise, insanı zahirî sebepler âleminde yokluktan varlığa çıkaranlardır. Bu sebeple ana-baba hakkının, başka insanların hakkından daha büyük olduğu ortaya çıkar. Binaenaleyh hakların gözetilmesi hususunda, ebeveynin başkalarından öne alınması gerekir. Allahü teâlâ, ebeveynden sonra "akrabalardı zikretmiştir. Bunun sebebi şudur: İnsanın, bütün fakirlerin ihtiyaçlarını karşılaması mümkün değildir. Bundan dolayı mutlaka fakirlerin bazısının bazısına tercih edilmesi gerekir. Tercih için mutlaka tercih ettirici bir sebebin olması gerekir. Akrabalık bazı bakımlardan tercih sebebi olabilir. a) Akrabalık, içice olma sebebidir. İç ice ve yakın oluş da, bu insanların birbirinin halinden haberdar olmasını sağlar. Meselâ onlardan biri zengin, bir başkası fakir olduğu zaman fakirin, zenginin haline, zenginin de fakirin haline muttali olması daha fazla olur. Bu da, insanı infâka sevkeden sebeplerin en güçlülerinde ndir. b) Akrabalar içindeki fakirler gözetilmemiş olsaydı, fakir akrabalar başkalarına başvurmaya mecbur olurdu. Bu da zengin akrabalar için bir utanç vesilesi ve kötü bir durum olurdu. Binaenaleyh insanın kendisinden zararı gidermesi için, fakir akrabaların ihtiyaçlarını gidermesi daha evlâ olur. c) İnsanın akrabası kendisinin parçası gibidir. İnsanın kendisine infak etmesi, başkalarına infak etmesinden daha evlâdır. İşte bu sebepten ötürü insanın akrabalarına infâk etmesi, akraba olmayanlara infâk etmekten daha evlâdır. Allahü teâlâ akrabalardan sonra "yetimleri” zikretmiştir. Çünkü yetim çocuklar küçük oldukları için, geçimlerini sağlayamazlar. Yine onlar yetim oldukları için, geçimlerini sağlayacak başka birisi de yoktur. Babası ölmüş olan küçük çocuk hem kazancı, hem kazananı olmayan ve helak ile yüz yüze olan kimse demektir. Allahü teâlâ bunlardan sonra "yoksullara” yer vermiştir. Bunlar, yetimlerden daha az muhtaçtırlar. Çünkü onların çalışıp kazanmaya yetimlerden daha çok gücü vardır. Hak teâlâ, daha sonra "yolda kalan"ları zikretmiştir. Çünkü böyle birisi, beldesinden uzak kalmış olması sebebiyle bazen, ihtiyaç ve fakru zaruret içine düşebilir. İşte bu infakın keyfiyeti meselesinde Allah'ın yaptığı dosdoğru bir sıradır. Allahü teâlâ, bu mükemmel ve güzel tafsilâtı verince, peşisıra icmâlî (öz) bir ifade ile "Hangi hayrı isteseniz, şüphesiz Allah onu bilir" yani, "Allah rızası için, O'nun bol sevabını elde edip azabının vereceği elemlerden kurtulmak için, ister ayette bahsedilenlere, ister başka insanlara ne hayırda bulunursanız bulunun, Allah onu bilir" buyurmuştur. Âyette geçen "alîm", Cenâb-ı Allah'ın âlîm oluşu hususunda ileri bir mana ifade eden bir sığadır. Yani "Allah'ın ilminden ne yerdeki ne de gökteki bir zerre hâriç kalamaz" demektir. Binaenaleyh Allah sizi, yaptığınız o şeye karşılık en güzel bir mükâfaatla mükâfaatlandırır. Nitekim Hak teâlâ, "Sizden gerek erkek gerek kadınlardan, bir iş yapanın amelini ben elbette boşa çıkarmayacağım " (Al-i İmran, 195) ve "Kim de zerre kadar hayır işlerse o (nun mükâfaatını) görecektir " (zilzal, 7) buyurmuştur. Beşinci Mesele Âyetteki "hayır" dan murad, Allahü teâlâ'nın "Şüphesiz o (insan), malı çok sever" (Âdiyât, 8) ve "Eğer bir mal bırakırsa vasiyet (gerekir)"(Bakara, 180) âyetlerinden dolayı, mal" manasınadır. Buna göre âyetin manası, "İster az, ister çok olsun maldan ne infâk ederseniz, Allah bilir" şeklindedir. Burada bir başka görüş daha vardır. O da, ifadesinin, hem bu infakı, hem de diğer bütün iyilik ve taatları içine olmasıdır. Bu görüş daha uygundur Altıncı Mesele Bazı âlimler, bu âyetin miras âyetiyle mensuh olduğunu söylemişlerdir ki bu zayıftır. Çünkü âyeti, kendisine nesih arız olmayan mânâlara hamletmek mümkündür. 1) Ebu Müslim şöyle demiştir" Çalışıp çabalamaktan âciz olup ellerinde de malı mülkü kalmadığı zaman ebeveyne infak etmek vaciptiradıyallahü anhyette geçen "akrabalar" dan murad, insanın çocukları ve torunlarıdır. Bunların da malı mülkü olmadığı zaman, nafakaları gerekir. Ayeti bu mânâya hamlettiğimiz zaman ayetin miras ayetiyle mensüh olduğunu söyleyenler, bunu izah edemezler. Çünkü nafaka, insan yaşarken gereklidir. Miras ise ölümden sonra sahiplerine gider. Yine sahibi öldükten sonra ele geçirilen şeye "nafaka" denmez." 2) Âyetten murad şöyledir: Nafaka (infak) konusunda Allah'a yaklaşmayı arzu eden kimsenin, âyetteki yerlere infâk etmesi evlâdır. Böylece kişi önce en evlâ olanı, sonra daha az evlâ olanı peşpeşe sıraya kor. Buna göre ayetten maksad, nafile sadakalardır. 3) Ayetten murad, ebeveyn ve akrabalara verilecek farz-ı kifâye olan sadakalar ile yetim ve miskinler için farz olan zekâttır. 4) Ebeveyne ve akrabalara yapılacak infaktan muradın, insanı sıla-ı rahme sevk eden şeylerin; yetimler ve yoksullara yapılacak infaktan muradın da sırf sadakalar olması muhtemeldir. Buna göre ayetin zahiri, onu mensuh saymadan, bütün bu vecihleri içine alabilir. Savaş Hakkında Hüküm |
﴾ 215 ﴿