216"Sizin hoşunuza gitmediği halde size savaş farz kılındı. Olur ki bir şey hoşunuza gitmediği halde, o sizin için hayırlı olur, bir şeyi de sevdiğiniz halde, o sizin için şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz" . Bu ayetle İlgili bazı meseleler vardır: Birinci Mesele Bil ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken savaş- maya izinli değildi. Medine'ye hicret edince Allahü teâlâ ona, kendisine karşı savaşan müşriklerle savaşma izni vermişti. Daha sonra da Hak teâlâ cihadı farz kılmıştır. Âlimler bu âyet hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bazıları, "Bu ayet, savaşın herkese vâcib olduğunu ifade eder" demişlerdir. Mekhûl' den Beytullah'ın yanında, savaşın vâcib (farz) olduğuna yemin ettiği rivayet edilmiştir. İbn Ömer (radıyallahü anh) ve Atâ'dan, bu âyetin sadece onların bulunduğu vakte has olarak, Ashab-ı Resul için savaşmanın farz olduğunu ifadeettiği nakledilmiştir. Birinci görüşte olanların delili şunlardır: "Ayetteki, (yazıldı) lâfzı, farz oluşu gösterir.ifadesi de farzlığı gerektirir.(sizin üzerinize) lâfzındaki "siz" hitabı, tıpkı "Kısas size farz kılındı" (Bakara, 178) ve "Oruç size farz kılındı" (Bakara, 183) âyetlerinde olduğu gibi, savaşın hem o zamanda bulunanlara, hem de daha sonraki Müslümanlara farz olmasına manî değildir." Buna göre şayet, "Âyetin zahiri, savaşın farz-ı ayın mı, farz-ı kifâye mi olmasını gerektiriyor?" diye sorulursa, biz deriz ki: Âyet savaşın farz-ı ayın olmasını gerektirir. âyetteki, "Sizin üzerinize" ifadesi, tıpkı, "Oruç size farz kılındı" (Bakara. 183) ve "Kısas size farz kılındı" (Bakara, 178)ayetlerinde olduğu gibi, "Sîzden her birinize tek tek" manasındadır. Atâ'nın delili ise şudur: Ayetteki, (yazıldı) lâfzı, farz oluşu ifade eder. Bu sebeple onu bir kere yerine getirmek kifayet eder. Ayetteki, (size, sizin üzerinize) ifadesi de, bu hitabın o vakitte mevcud olan Müslümanlara âit olmasını gerektirir, Fakat biz, "Kısas size farz kılındı" ve "Oruç size farz kılındı" âyetlerinin ifadeettiği hükümler hususunda, o zamanda (ashab zamanında) bulunanların durumunun, daha sonrakilerin durumu gibi olduğunu ayrı bir delile dayanarak söylüyoruz. Bu ayrı delil icmâdır. Savaş hususunda böyle bir delilimiz yoktur. Binaenaleyh savaşla ilgili âyetlerin, asıl manaları üzere kalması gerekir. Bu görüşte olanlar şöyle demişlerdir: "Görüşümüzün doğruluğuna, "Allah onların her birine cenneti va'adetmiştir" (Nisa. 95) ayeti de delâlet etmektedir. Eğer oturup savaşa gitmeyenler bir farzı yerine getirmemiş olsalardı, bu âyette onlara cennet va'adedilmezdi. "Savaş farz idi, fakat sonra neshedildi" denebilir. Ancak bunu söyleyecek olanların, bir delil olmadan neshin olduğunu söylemeleri caiz değildir. Bunun, bizim söylediğimiz gibi olduğuna "Mü'minlerin hepsinin birden savaşa gitmesi uygun değildir" (Tevbe, 122) ayeti de delâlet eder. Âyetin mensuh olduğunu söylemek, izah ettiğimiz gibi, doğru değildir. Bugün savaşın farz-ı kifâye olduğu hususunda icmâ vardır. Ancak müşriklerin, Müslümanların yurtlarına girip istilâ etmeleri hali müstesna. Böyle bir durumda cihad herkes için farz-ı ayın olur." Allah en iyi bilendir Savaştan Hoşlanmama Meselesinin Açıklanması Ayetteki, "O hoşunuza gitmediği halde" tabiri hakkında şu problem vardır: Âyetteki, size yazıldı" sözünden anlaşılan bu hitabın mü'minlere olmasıdır. Akıl da bunu gösterir. Çünkü kâfir, kâfire karşı savaşta emrolunamaz. Durum böyle olduğuna göre, daha nasıl Hak teâlâ, "O hoşunuza gitmediği halde" buyurmuştur? Çünkü bu ifade, mü'minlerin Allah'ın hüküm ve tekliflerinden hoşlanmadıkları vehmini verir ki bu doğru değildir. Çünkü mü'min Allah'ın emir ve mükellefiyetlerine karşı kızmaz, aksine bunlara razı olur, bunlardan hoşlanır, bunlara sımsıkı sarılır ve bunun kendisi için bir kurtuluş vesilesi olduğunu, bunları yapmamasında kendisi için bir fesadın olacağını bilir. Buna şu iki şekilde cevab verilir: a) Ayetteki, (hoşa gitmeme) lâfzından murad, savaşın insanın nefsine ağır gelmesidir. Mükellef, her ne kadar Allah'ın emrettiği şeyin kendisi için bir kurtuluş vesilesi olduğunu bilse bile bu bilme, savaşı insana güç ve ağır Çelmekten hâriç tutamaz. Çünkü teklif, yapılmasında mutlaka bir külfet ve meşakkat bulunan şeyden ibarettir. Malumdur ki insan tabiatının en çok temayül ettiği şey yaşamaktır. Binaenaleyh ona en ağır gelen şey de savaştır. b) Bundan muradın, kendisinde korku bulunduğu için ve düşmanların çokluğundan dolayı, Müslümanların henüz savaş farz kılmadan, savaşı hoş görmemiş olmalarıdır. Bundan dolayı Allahü teâlâ, size farz kıldıktan sonra savaşı kerih görmeyesiniz diye, kerih gördüğünüz savaşın, sizin için savaşmamaktan daha hayırlı olduğunu beyan buyurmuştur Üçüncü Mesele (......) kelimesi, "Olur ki bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olur" âyetinin de delâlet ettiği gibi, "kerahet" (hoş görmeme) manasınadır. Bu hususta iki görüş vardır: a) Manayı iyice belirtmek için masdarın vasıf (isim) yerinde kullanılmış olması. Nitekim el-Hansâ'nın şu beytinde olduğu gibi: "O, ancak bir ikbâl ve sırtdönüşü'dür." Bu savaşı onlar çok kerih gördükleri için, sanki kerâhatin bizzat kendisi imiş gibi olmuştur. b) Masdarın mef'ûl manasına olmasıdır. Meselâ haberin "mahbûr" manasına gelmesi gibidir. Buna göre ayetteki, demektir. Sülemî bunu, kaf harfinin fethasıyla, (......) şeklinde okumuştur ve ifadeleri ve ifadeleri gibi, iki lügattirler. Bunun mecazî olarak ikrah manasına olması da caizdir. Buna göre sanki onlar savaşmayı çok kerîh gördüklerinden ve bu savaşma onlara çok güç geldiği için, onlar bu savaşa sanki zorlanmışlardır. Hak teâlâ'nın, "Anası onu zahmetle taşıdı, yine onu zahmetle doğurdu" (Ahkâf, 15) ayeti de böyledir, Allah en iyisini bilir. Bazı kimseler de, lâfzının, zorlanmayıp da istemeden yaptığın şeyler hakkında; lâfzının ise, zorlanarak yaptığın şeyler hakkında kullanıldığını söylemişlerdir. İnsanın İstemediği Hususta Cenâb-ı Hak Hayır Yaratır Hak teâlâ'nın Olur ki bir şey hoşunuza gitmediği halde, o sizin için hayırlı olur; bir şeyide sevdiğiniz halde, o sizin için şer olur" ayeti hakkında birkaç mesele vardır: Birinci Mesele (......) muzarisi olmayan bir fiildir. Sadece mazisi çekilir. Bunun mazisinden de özellikle, şekilleri kullanılır. Nitekim Hak teâlâ, (Muhammed, 23) buyurmuştur. Kendisinden sonra gelen isim merfû kılınır. Zaten isim de, fiilden sonra merfû kılınır. Buna göre, ) dediğin gibi, aynen, de diyebilirsin. Bu kelimenin manası, " yakın oldu, olması yaklaştı" şeklindedir. Nitekim Hak teâlâ, "De ki, ensenize binmek üzeredir" (Nehl, 72) buyurmuştur. Yani, "vakti yaklaştı" demektir. Buna göre de sözünün takdiri, "Yani Zeyd'in kalkması yakın oldu demektir. Savaşa Hazır Olmanın Faydaları Buna göre âyetin mânası, "Şu anda bir şey, çoğu kez size güç gelmiş olabilir. Hâlbuki o şey, gelecekte sizin önemli birtakım faydalara sebeptir. Zıddı da böyledir. Gelecekte iyileşmenin gerçekleşmesi beklendiği için, şu anda acı olan ilacın içilmesi güzel addedilmiştir. Yine gelecekte kazanç elde etmek umulduğu için, yolculuk esnasında çok çeşitli tehlikelere katlanmak da hoş görülmüştür. Hem dünyada, hem de âhirette büyük mutluluğu elde edebilmek için, ilim uğrunda muhtelif güçlüklere katlanmak da güzel karşılanmıştır. İşte burada da böyledir. Çünkü cihâdı terk edip savaşmamak, her ne kadar şu anda kişinin nefsin öldürülme tehlikesinden; malının da harcanmaktan korunmuş olmasını sağlarsa da ancak ne var ki, cihâdın terkinde çok çeşitli zararlar mevcuttur. 1) Düşman sizin savaşı terk etmeye ve rahatlık içinde yaşamaya bir temayülünüzün bulunduğunu bildiğinde, sizin yurtlarınıza yönelir de, sizi öldürmeye çalışır. Böylece o sizi yakalayıp, kanlarınızı akıtır, mallarınızı yağmalar; veyahut da, herhangi bir silâh ve teçhizat hazırlığında bulunmaksızın, onlarla savaşmak zorunda kalırsınız. Bu da, tıpkı ilâcın acılığına katlanmadan nefsinizin nefret etmesi sebebiyle, hastalık ilk belirdiği sırada onu tedaviden kaçınmak gibi olur. İşin neticesinde ise kişi, bu nefret ve meşakkatların kat kat fazlasını yüklenmeye mecbur kalır. Netice olarak savaşmak, emniyetin tahakkuk edebilmesi için bir sebeptir. Bu da, savaşmadan geçirilen kısa bir vakitten sağlanan faydadan daha hayırlıdır. 2) Ganimet elde edememek. 3) Düşmana hükümran olmak suretiyle duyulan büyük hazdan mahrum olmak. Savaşın dine taalluk eden yönlerine gelince, bunlar pekçoktur 1) Cihâd yapan kimse, Allah'a yaklaşmak ve bir ibâdet gayesiyle cihâd eder; doğruluk yoluna girer ve yaptığını da bozmazsa, bu kimse için büyük mükâfaatlar meydana gelir. 2) Cihâd yapılmazsa, düşmanlarınızın, sizin mallarınızı yağmalamasından korkulur.. O zaman da siz meydana gelecek sıkıntılara katlanamaz, neticede de dininizden dönebilirsiniz. 3) Düşmanınız, sizin dininiz uğrundaki çalışıp çabalamanızı, canınızı ve malınızı dininiz uğruna harcadığınızı gördüğünde, bundan ötürü o kimse sizin dininize meyleder. Bu sebeple o kimse sizin vasıtanızla Müslüman olunca, siz bu sayede Allah katında büyük bir mükâfaatı hak etmiş olursunuz. 4) Allah'ın rızasını elde etmek için savaşa girişen kimse, Allah'ın rızasını elde etmek sebebiyle, savaşın acılarına katlanmış olur. Allah'ın fazl ve rahmetine, O'nuh ihsanda bulunanların ücretlerini zayi etmediğine ve dünya lezzetlerinin asılsız ve temelsiz şeyler olduğuna yakînen inanmamış olan kimse, savaşmaya asla razı olmaz. İşte bir kimse Allah'ın fazl'û rahmetine inandığı zaman, Allah'a olan sevgisinden ve dünyaya olan buğzundan dolayı, dünyayı terk eder. Bu da, insanın en büyük mutluluklarından biridir. Birisi, yukarıda anlattıklarımızla, her ne kadar insan tabiatı, Allah'ın düşmanlarıyla savaşmayı istemese bile bunun çok hayırlı bir şey olduğu sabit olmuş olur. Zıddı da böyledir.. İki husus birbiriyle çatıştığı zaman, daha çok faydalı olanın tercih edileceği malûmdur. Hak teâlâ'nın "Olur ki bir şey hoşunuza gitmediği halde, o sizin için hayırlı olur; bir şeyi de sevdiğiniz halde, o sizin için şer olur" kavlinden murad edilen de işte budur Üçüncü Mesele "Şer", kötülük demektir. Bunun aslı, bir şeyi yaydığın zaman demiş olduğun, tabirinden gelir. Kuruması için serdiğin zaman, "Eti veya elbiseyi yaydım, serdim" denilir. Nitekimşairin şu sözü de bu kabildendir: Ta ki, sahifeler avuç tçleriyle yayıldı serildi " Yayıldığı için aleve de, denilir. Buna göre "şerr" in mânası, zararlı şeylerin yayılmasıdır. Dördüncü Mesele (......) kelimesi, (......) kelimesi gibi, şek ve şüphe anlamı vehmettirir. Allah hakkında kullanıldığında ise, yakîn ifade eder. Âlimlerden, (......) kelimesinin ümit uyandıran bir kelime olduğunu söyleyenler de vardır.Bu mânaya göre bu kelime, bunu söyleyenin şek ve şüphesinin bulunduğuna delâlet etmez. Ancak bu, şek ve şüphenin, dinleyen kimse için söz konusu olduğuna delâlet eder. Bu takdirde de, herhangi bir tevile ihtiyaç kalmaz. Ama bu kelimenin, (......) mânasına geldiğini söylersek, bu husustaki yapılacak olan açıklamaların, Cenâb-ı Hakk'ın "Umulur ki, muttakilerden olursunuz" (Bakara. 21) ayetinin tefsirinde zikredilen görüşlerin aynısı olduğunu bildiririz. Halil, "Kur'an-ı Kerim'de bizzat Allah kullanıldığında, nın vücüb ifadeettiğini söylemiştir. Nitekim Hak teâlâ, "Umulur ki Allah, fethi getirecektir" (Maide. 52) buyurmuş, nitekim tahakkuk da etmiştir. Cenâb-ı Hak"Allah'ın onların hepsini bana getirmesi yakındır" (Yusuf. 83) buyurmuş, bu da aynı şekilde tahakkuk etmiştir. Allah en iyi bilendir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah bilir, siz bilmezsiniz" kavlinden maksadı, cihad hakkında büyük bir istek uyandırmaktır. Bu böyledir, çünkü insan kendisinin bilgisinin son derece sınırlı ve.aciz; Allah'ın ilminin ise, en mükemmel olduğuna inanır, daha sonra da Allahü Teâlâ'nın kuluna ancak, hayrının ve yararının bulunduğu şeyi emredeceğini bilirse, bu şey ister hoşuna gitsin, isterse gitmesin, O'nun kendisine emrettiği şeye uymasının vâcib olduğunu kesin olarak anlamış olur. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki şöyle demiştir: "Ey kulum, bil ki benim ilmim senin ilminden daha mükemmeldir. Binaenaleyh, benim taatımla meşgul ol, tabiatının gerektirdiği şeylere iltifat etme!" Buna göre bu âyet burada, Cenâb-ı Hakk'ın meleklere cevap sadedinde söylemiş olduğu, "Muhakkak ki benr sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim" (Bakara, 30) âyetinin yerine geçer. |
﴾ 216 ﴿