218

"Şüphesiz iman edenler ve Allah yolunda hicret edip cihâd edenler (yok mu?) İşte onlar Allah'ın rahmetini umarlar. Allah gafur ve rahimdir." .

Âyetle ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu ayetin, kendinden önceki âyetler ile iki yönden bağı vardır:

a) Abdullah b. Cahş (radıyallahü anh), "Ya Resûlallah farzet ki yaptığımız işe bir ceza gerekmiyor. Buna göre biz ondan herhangi bir ücret ve mükâfaat bekleyebilir miyiz?" dediği zaman bu ayet-i kerime nazil oldu. Çünkü Abdullah da, mü'min, muhaccir ve bu seriyyesi sebebiyle bir mücâhid idi.

b) Allahü teâlâ, daha önce, "Sizin hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı" âyetiyle cihâdı farz kılıp, cihâdı terk etmenin ilâhî tehdide sebep olacağını beyân buyurunca, bunun peşisıra cihadı yerine getiren kimselerden bahsederek, "Şüphesiz imân edenler, ve Allah yolunda hicret edip cihâd edenler..." buyurmuştur. Neredeyse Kur'an-ı Kerim'de hiçbir va'id yoktur ki peşinden bir vaad gelmemiş olsun.

İkinci Mesele

Ayetteki, (......) kelimesinin manası, "Onlar vatanlarını ve kabilelerini terk ettiler" şeklindedir. Bu kelimenin kökü, "vuslat" in zıddı olan, masdarıdır. Kötü söze de, denilmesi de bu manadandır. Çünkü kötü söz ayrılmayı gerektirir. Öğlenin sıcağında işin bırakıldığı vakte, denilir. (......) kelimesi, masdarından müfâ'ale vezninde bir masdardır. Bunun manasının, dostlarının ve yakınlarının Müslümanlığa girmiş olması sebebiyle onu terk etmiş olmaları olması da caizdir. O da bu sebepten dolayı onları terk edip ayrılmıştır. Böylece bu bir hicret, (muhacceret) olmuştur.

Kelimesinin aslı, meşakkat anlamına gelen, masdarıdır. "Mücâhede"nin o kimsenin, Allah'ın dininin üstün gelmesi için gayretini, başkalarının gayretlerine katması manasına olması caizdir. Nitekim "müsâade" (yardımlaşma), daha fazla destek ve kuvvet meydana gelmesi için insanın dirseğini, başkalarının dirseğinin yanına getirmelerinden ibarettir. "Mücâhede" kelimesinden muradın, düşman savaşırken düşmana karşı savaşmak için bütün gayreti sarfetmek manası olması caizdir. Bu da, karşılıklı yapmayı ifade eden "müfâ'ale" vezni ile ifadeedilir.

Sonra Cenâb-ı Hak, "işte onlar Allah'ın rahmetini umarlar" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili iki izah vardır:

a) Bundan murad, beklenen faydaları ummaktan ibaret olan "recâ' (ümid) dir. Allahü teâlâ burada, onların Allah'ın sevabını ummakta olduklarını kastetmiştir. Çünkü Abdullah b. Cahş, yaptığı işte kazançlı çıktığını ve sevap elde ettiğini kesin olarak bilemiyor, fakat bunu bekliyor ve umuyordu.

Buna göre eğer, "Niçin başka ayetlerde olduğu gibi gelmeyip, burada va'ad-i İlahî mutlak olarak "recâ" (ümid) kelimesiyle ifadeedilmiştir?" denilir ise, deriz ki:

Buna birkaç yönden cevap verilir:

1) Bizim anlayışımıza göre, iman ve amelden dolayı sevap almak, aklen vâcib değildir, bilâkis bu, va'ad hükmünden dolayıdır. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak sevabı, ümit etmeye bağlı kılmıştır.

2) Farzedelim ki, iman ve amelden dolayı sevap elde etmek, va'ad hükmünden dolayı aklen vâcib olsun.. Fakat bu, bundan sonra bir daha küfretmemeye bağlıdır ki, bu şart ise, kesin ve kat'î olmayıp, şüpheli bir durum arzetmektedir. Binaenaleyh ortaya çıkan netice ümit etmek olup, kat'î bir neticeye varmak değildir.

3) Burada zikredilen iman, hicret ve Allah yolunda cihâd etmektir. Bununla beraber öte yandan insanın, başka ameller de yapması lazımdır. Bu da, onu Allah'ın bu.üç ameli yapmaya muvaffak kılması gibi, aynı şekilde diğer amelleri ifa etmeye muvaffak kılmasını dilemesi ve ümit etmesidir. İşte bu sebeptedir ki onu Cenâb-ı Hak, ümit etmeye bağlı ve müteallik kılmıştır.

4) Âyet-i kerimeden murad, Allahü Teâlâ'nın bu mağfiret hususunda kulu şüphe içinde bırakması olmayıp, aksine onları, Allah'ın hakları hususunda kendi nefislerini eksik ve noksan telâkki ederek, hicret ve cihad ile dünyayı terk etmekle; Allah ibadetini layık-ı veçhile yapamadıklarını ve dine yardım hususunda üzerlerine düşen vazifeleri tam ifâde emediklerini görüp, bundan dolayı da ümit ve korku içinde Allah'a yönelmekle vasfetmiş olmasıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır; "Ve onlar verdiklerini Rablerine döneceklerinden kalbleri ürperti duyarak verirler..." (Mü'minun. 60).

b) "Recâ" dan murad, sevabın aslı hakkında kat'ilik ve kesinliktir. Zan ise sadece, onun kemmiyeti ve vakti hususunda sözkonusudur. Bu görüşün izahında da, birkaç yön bulunmaktadır ki, biz bu yönleri, "Onlar, Rablerine kavuşacaklarını kesin olarak bilirler" (Bakara, 46) âyetinin tefsirinde açıklamıştık.

Cenâb-ı Hak daha sonra, "Allah gafur ve rahimdir" (Bakara. 218) buyurmuştur. Yani, onlar iman ve amel-i sâlih üzere öldükleri zaman, Cenâb-ı Allah onların ümitlerini, onlar lehine olmak üzere tahakkuk ettirecektir. Çünkü O, gafur ve rahimdir. Nitekim Abdullah İbn Cahş ve arkadaşlarının (radıyallahü anh) bilmediği kusurlarını bağışlamış ve onlara merhamet etmiştir

İçki Hakkında Hüküm

218 ﴿