219"Sana içki ve kumar hakkında soruyorlar. De ki:" Onlarda hem büyük günah hem insanlar için bazı faydalar vardır. Günahları ise, faydalarından daha büyüktür". Bilki, Cenâb-ı Hakk'ın, "Sana içki ve kumar hakkında soruyorlar... ' buyruğunda onların neden suâl ettiklerinin bir beyânı mevcut değildir. Onların, bu şeylerin hakikat ve mahiyetinden ondan istifade etmenin helâl olup olmadığından suâl etmeleri mümkün olduğu gibi, aynı şekilde onu içmenin helâl ve haramlığını sormuş olmaları da ihtimal dâhilindedir. Ancak Cenâb-ı Hak, haram olduğunu zikrederek cevap vermiş olduğu için, cevabın tahsis edilmiş olması, bu suâlin onların helâl olup olmadığı hususunda vaki olduğuna delâlet etmiştir. Ayette bazı meseleler vardır: Birinci Mesele Âlimler, içki hakkında dört âyetin nazil olduğunu söylemişlerdir. Mekke'de, "Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden içki ve güzel birrızık edinirsiniz" (Nahl, 67) âyeti nazil oldu. Müslümanlar o sırada içki içiyorlardı ve içki de onlara helâl idi. Sonra Hazret-i Ömer, Muâz ve bir grup sahabe, Hazret-i Peygamber'e, "Ya Resûlallah, bize içkinin hükmünü söyle.. Çünkü içki, bizim aklımızı gideriyor, malımızı, tüketiyor" dediler. Bunun üzerine, "De ki:"Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için bazı faydalar vardır" (Bakara, 219) âyeti nazil oldu. Bu âyet nazil olunca, bazı Müslümanlar içki içmeye devam etti, bir kısmı ise içkiyi bıraktı. Sonra Abdurrahman İbn Avf, bir grup Müslümanı yemeğe davet etti.. Yemek sırasında onlar içki içip sarhoş oldular. Bir kısmı namaza kalktı ve namazda, Kâfirûn sûresini, "De ki: "Ey kâfirler, ben sizin taptıklarınıza taparım" şeklinde okudu.. Bu hâdise üzerine, "Ey iman edenler, sarhoş olduğunuz durumda namaza yaklaşmayın" (Nisa, 43)âyeti nazil oldu. Bu ayet nazil olunca, içki içenlerin saytsı azaldı. Sonra, içlerinde Sa'd İbn Ebî Vakkas'ın bulunduğu bir grup ensar, yemek yemek için biraraya geldiler.. İçki içip sarhoş olunca, karşılıklı olarak övünmeye ve şiirler okumaya başladılar. Bu sırada Sa'd İbn Ebî Vakkas, içinde, ensarın hicvedildiği bir şiir okudu. Bunun üzerine ensârdan birisi devenin çene kemiğiyle ona vurdu ve başında büyük bir yara açtı.. Bunun üzerine Sa'd da onu Hazret-i Peygamber'e şikâyet etti. Hâdiseden dolayı Hazret-i Ömer, "Allah'ım, bize içki hakkında, sıkıntımızı giderecek bir açıklama gönder" dedi. Bunun üzerine, "İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, ancak şeytanın ameli olan birer pisliktirler. Bundan kaçınınız ki, felaha eresiniz. Şeytan, içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık, vazgeçersiniz değil mi?" (Maide, 90-91) âyeti nazil oldu. Bu ayet inince Hazret-i Ömer, "Vazgeçtik ya Rabbi!" demiştir. Kaffâl (r.h.) şöyle demiştir: "İçkinin böyle bir tertip üzere haram kılınmasının hikmeti şudur: Allahü Teâlâ, insanların içkiye alışmış olduklarını ve bundan istifadelerinin de çok olduğunu; binaenaleyh, içkiyi onlara bir seferde haram ederse, bunun onlara zor geleceğini biliyordu.. İşte bundan dolayı, içkinin haram kılınmasında Cenâb-ı Hak bu tedriciliği ve yumuşaklığı gözetmiştir." Bazı âlimler, Allahü Teâlâ'nın içki ve kumarı bu ayetle haram kıldığını, "Sarhoş olduğunuz durumda namaza yaklaşmayınız" (Nisa, 43) ayetinin ise daha sonra nazil olduğunu söylemişlerdir. Bu sonraki âyet (Nisa, 43) içki içmenin namaz vaktinde haram olmasını iktizâ eder. Çünkü içki içen kimsenin, sarhoş olmaksızın namaz kılması mümkün değildir. Binaenaleyh sarhoşken namaz kılmaktan men etmek, zımnen içki içmekten men etmektir. Daha sonra ise, içkinin haramlığını ifadeetme hususunda en katî hükmü ihtiva eden Maide 90 ayeti nazil olmuştur. Rebi' İbn Enes'den, bu ayetin, içkinin haram kılınmasından sonra nazil olduğu rivayet edilmiştir Bu Ayetin, Sarhoş Edici İçkinin Haramlığına Delil Olup Olmadığı Bil ki bizce, bu ayet içkinin haramlığına delâlet etmektedir. Biz, bu noktada "hamr" in ne olduğunubeyân etmek, sonra da bu ayette bahsedilen içki içmenin haramlığını açıklamak zorundayız. Birinci makam, "hamr" in ne olduğunun izahı hususundadır. Şafiî (r.h). Sarhoşluk veren her içkinin "hamr" olduğunu söylemiştir. Ebu Hanife ise, "Hamr, köpük atmış kuvvetli (iyice fermante) olmuş üzüm suyundan İbarettir" demiştir. İmâm-i Şafiî'nin görüşüne birkaç yönden delil vardır: A) Haramlığına Dair Hadis-i Şerifler 1) Ebu Davud'un Sünen'inde de rivayet ettiği şu hadis. Sabi, İbn Ömer (radıyallahü anh)'den, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: İçkinin haramlığını bildiren ayet nazil olduğu zaman, içki şu beş şeyden yapılıyordu: Üzüm, hurma, buğday, arpa ve mısır... Hamr, aklı götüren şeydir. Bu rivayet ile üç bakımdan istidlal edilir: a) Hazret-i Ömer, içkinin haram olduğunu bildirdiği gün, üzümden ve hurmadan yapıldığı gibi, arpadan ve buğdaydan da yapıldığını haber vermiştir. Bu, onların bu içkilerin hepsine "hamr" adını verdiklerine delâlet eder. b) O, "İçkinin haramlığını bildiren âyet nazil olduğu zaman, içki bu şeylerden yapılıyordu" demiştir. Bu, içkinin haram kılınmasının, bu beş şeyin haram kılınmış olmasını içine almış olduğunu açıklama gibidir. c) Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bunlara, aklı alan hertürlü içkiyi İlâve etmiştir. Şüphesiz Hazret-i Ömer, gerek lügat gerekse rivayeti itibarı ile (......) kelimesinin aklı gideren ve bozan her şeye isim olarak verildiğini biliyordu. 2) Ebu Davud, Nu'man b. Beşir (radıyallahü anh)'den, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Üzümden içki olur, hurmadan, baldan, buğdaydan ve arpadan içki olur. Bu hadis ile iki bakımdan istidlal edilir: a) Bu, sayılan şeylerin "hamr" isminin manasına dahil olduğunu, binaenaleyh "hamr" (içki) nin haramlığını gösteren ayetin hükmüne girdiklerini açıkça gösterir. b) Şâri'in maksadı, kelimeleri öğretmek değildir. Binaenaleyh Hazret-i Peygamberin bundan muradının "hamr" (içki) hakkında sabit olan hükmün bu sayılanlar hakkında da sabit olduğunu veya "hamr"a (içkiye) has olan meşhur hükmün, onun içilmesinin haramlığı olduğunu beyan etmek olması gerekir. Bundan dolayı, bu hükmün, bu içkilerde de bulunması gerekir. Hattabî (r.h), "Hamr isminin bu beş şeye tahsis edilmesi, içkinin sadece bu beş şeyden yapılması sebebiyle değildir. Bu zamanda bu beş çeşit içki meşhur ve malum olduğu için, özellikle bunlar zikredilmiştir. Binaenaleyh bunlar gibi olan mısır, arpa veya meyve sularının hükmü de bu beş şeyin hükmü gibidir. Nitekim riba (faiz) ile ilgili haberde bilhassa altı maddenin zikredilmiş olması, riba hükmümün bunların dışındaki maddelerde de cereyan etmesine manî olmuyordu. 3) Yine Ebu Davud'un Nafi'den, O'nun da İbn Ömer (radıyallahü anh)' den rivayet ettiğine göre. İbn Ömer (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini söylemiştir: "Her sarhoşluk veren şey hamr (içki) dir ve sarhoştuk veren her şey haramdır." Hattabi şöyle demiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)"Her sarhoşluk veren şey içkidir" sözü iki şeye delâlet etmektedir: a) "Hamr" içildiği zaman sarhoşluk veren bütün içeceklere verilen bir isimdir. Bundan murad şudur: Ayet-i kerime, "hamr" in haram kılındığına delâlet edince ve muhataplarca "hamr"dan ne kastedildiği bilinmeyince, Şârî Hazret-i Peygamber tarafından, "Allahü teâlâ'nın, bu lâfızdan muradı şudur"denilmesi yerinde olur. Bu ise, ya o kelimenin Arapçadaki manasını açıklamak suretiyle olur veyahut da "salat", "savm" ve benzeri diğer ibadetlere verilen isimlerde olduğu gibi o kelimeye yeni bir mana kazandırmak suretiyle olur. b) Hadisin manasının, "O, haramlık hususunda "hamr" gibidir" şeklinde olmasıdır. Çünkü "her sarhoşluk veren şey hamrdır" sözünün hakiki manası, o şeyin aslında bir "hamr" (içki) olduğunu gösterir. Şayet bunun imkânsız olduğuna dair bir delil bulunursa, o takdirde bunu mecaz yolu ile sadece o şeyin hususiyeti olan hükümdeki bir benzerliğe hamletmek gerekir. 4) Ebu Davud, Hazret-i Aişe (radıyallahü anhnha)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e köpürmüş bal şırası sorulunca o şöyle dedi:"Her sarhoşluk veren içecek haramdır." Hattabi şöyle demiştir: "Köpürmüş bat şırası, baldan yapılan bir içkidir. Hazret-i Peygamber'in bu hadisinde, nebizleri helâl sayan kimselerin zikrettiği bütün izahların geçersiz olduğunu ve "sarhoş eden şeylerin azı mubahtır" diyenlerin görüşlerinin tâsid olduğunu ortaya koyan bir sarahat vardır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sadece bir çeşit nebiz hakkında soru sorulmuş, o da cevaben bütün nebizlerin haram olduğunu söyleyerek cevap vermiştir ki bu hükme nebizin azı da dahil olur, çoğu da.. Şayet bu hadiste nebizin nevileri ve miktarı hususunda bir tafsilât bulunmuş olsaydı, bu zikredilir, gözardı edilmezdi. 5) Ebû Davud'un Cabir İbn Abdullah'tan rivayet ettiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Çoğu sarhoşluk veren şeyin, azı da haramdır. " 6) Yine, Kasım'dan, on un da Hazret-i Aişe'den rivayet ettiğine göre Hazret-i Aişe şöyle demiştir: "Allah'ın Resulünü şöyle derken işittim:"Sarhoşluk veren her şey haramdır; bir ferak sarhoşluk veren şeyin avuç dolusu miktarı bite haramdır." Hattabî şöyle demiştir: "Ferak" onaltı rıtl'lık bir tartı birimidir.. Öyleyse bu hadiste, haramtığın içkinin cüzlerinin tamamını içine aldığına dair çok sarih bir açıklama bulunmaktadır. 7) Ebu Davud'un Şehr İbn Hûşeb'den, onun da Ümmü Seleme'den rivayet ettiğine göre, Ümmü Seleme şöyle demiştir:"Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), sarhoşluk veren her şey ile gevşemeye sebep olan (müfettir) her şeyden ümmetini nehyetmiştir." Hattabî şöyle demiştir: "Müfettir, uzuvlarda gevşeme ve uyuşukluğa sebep olan şeydir." Şüphesiz bu, bütün içecek nevilerine şamil olmaktadır. İşte zikrettiğimiz bütün bu hadisler, sarhoşluk veren her şeyin hamr, binaenaleyh haram olduğuna delâlet etmektedir. B) "Hamr" in Sarhoşluk Veren Şey Mânasına Geldiği Hakkında Lügat Bilgisi Her sarhoşluk veren şeyin "hamr" (içki) olduğuna dâir kelime iştikakı ile ilgili deliller: Dilciler şöyle demişlerdir: Bu, (......) kelimesinin esas manası "örtmek"tir. Kadının başını örttüğü için, başörtüsüne, denilmiştir. Ağaç, çukur ve tepe gibi insanın arkasına gizlendiği şeylere de, denilir. "Kabın ağzını örttüm" manasına, denilir. Şahidliğini gizleyen kimseye, denilir. Ibnü'l-Enbâri ise şöyle demiştir: "Aklı bulandırdığı yani karıştırdığı için içkiye, denilmiştir. Nitekim "hastalık aklını karıştırdı" anlamında, denilir. (Şair) Küseyir'e ait şu şiir okunur: "Aklı bulandıran bir dert olmaksızın afiyetle (yeyiniz)." "Hastalık ciğerini örttü" denilir." İbnü'l-Enbâri'nin zikrettiği bu misal ilk mana ile ilgilidir. Çünkü bir şey bir şey ile Karıştığı zaman, o adetâ onu örtmüş gibi olur. İşte iştikak ile ilgili bu açıklamalar "hamr" in, aklı örten bir şey olduğuna ve aynı şekilde aklı sarhoş edip perdelediği için "müskir" olarak isimlendirildiğine delâlet eder. İçki, birşeyi örtmek manasına kullanılan, (onu örttü) fiilinin masdarıyta, mübalağa ifade etmek için isimlendirilmiştir. Sözün özü şudur: "Hamr", sarhoşluktur. Çünkü sarhoşluk aklı örter ve onun nurunun (gücünün) diğer organlara ulaşmasına mani olur. İşte bu iştikak ile ilgili izahlar, "hamr" kelimesinin sarhoşluk veren her şeye delâlet ettiğini gösteren en kuvvetli delillerdendir. Bu delile bir de sayısız hadis-i şerif katılınca ya durum nasıl olur? "Bu, kelimenin manasını kıyas yoluyla ortaya koymaktır. Bu ise caiz değildir" denilemez. Çünkü biz diyoruz ki: Bu, bir kelimenin mânâsını kıyâs ile ortaya koymak değildir. Aksine bu, iştikak ile ilgili açıklamalar vasıtasıyla kelimenin taşıdığı mânâyı belirlemektir. Nitekim Ebu Hanife'nin talebeleri (r.h) "Nikâh" kelimesinin asıl manası, "basmak ve cima yapmak"tır derler ve bu manayı, kelimenin iştikakı ile ilgili açıklamalarından çıkarırlar. Yine "Savm" kelimesinin esas manasının "el çekmek ve geri durmak" olduğunu söylerler ve bu kelimenin ıstılahı manasını da iştikak ile ilgili açıklamalardan çıkarırlar. C) Her sarhoşluk veren şeyin "hamr" (içki) olduğuna delâtet eden delillerden biri de şudur: Ümmet-i Muhammed "hamr" hakkında üç ayet geldiğinde, bunlardan ikisinde "hamr" kelimesinin zikredilmiş olduğunda icmâ etmişlerdir. Ayetlerden birincisi bu ayettir (Bakara, 219) İkincisi, Mâide süresindeki ayettir (Maide, 90) Üçüncü ayet ise, kendisinde, sarhoşlar kelimesi gelen Nisa süresindeki, (Nisa, 43) ayetidir. İşte bu, "hamr" dan muradın sarhoşluk veren her şey olduğuna delâlet etmektedir. D) "Hamr"lın (içkinin) haram kılınmasının sebebi şudur: Hazret-i Ömer ve Mu'az (radıyallahü anha): "Ya Resûlallah, hamr aklı gidermekte, malı yok etmektedir. Bize bu hususta bir hüküm ver" demişlerdir. Onlar bu sözlerinde, "hamr" aklı gidermesi sebebiyle Allah'tan ve Resulünden bir fetva istemişlerdir. Binaenaleyh bu mânâda "hamr" (içkiye) müsavi olan her şeyin ya "hamr" sayılması veyahut da bu hükümde "hamr" gibi sayılması gerekir. E) Allahü teâlâ, "hamr" in (içkinin) haram kılınmasının sebebini şu sözüyle açıklamıştır:"Şeytan içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.." (Maide, 91). Şüphe yok ki şeytanın bu fiilleri, sarhoşluk ile irtibatlandırılmıştır. Aradaki bu irtibat kesin ve katîdir. Buna göre bu ayet-i kerime, "hamr"ın (içkinin) haram kılınmasının, onun sarhoş edici oluşuyla ilgili olduğu hususunda bir nassdır. Sarhoşluk veren her şeyin "hamr" (içki) olduğunu söylemenin gerektiği hususuna gelince; şayet böyle değil ise bile bu hükmün sarhoşluk veren herşeyde bulunması gerekir. İnsaflı olan ve inadı terk eden herkes, bu açıklamaların, bu görüşün isbatı hususunda son derece açık deliller olduğunu anlar. Ebu Hanife (r.h)'nin delili de birkaç yöndendir. 1) Cenâb-ı Hakk'ın "Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden içecek şey ve güzel bir rızık edinirsiniz" (Nahl, 67) ayetidir. Hak teâlâ, içecek şeyler ve güzel rızıklar edinmemize fırsat vererek bize lütufta bulunmuştur. Biz onlardan içecek şeyler ve güzel rızıklar elde ediyoruz. Binaenaleyh onların mubah olması gerekir. Çünkü lütf-u İlâhi ancak mubah şeylerde olur. 2) İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın rivayet ettiği şu hadistir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), veda Haccı yılında "Sikâye" ye gelir ve oraya yaslanarak, "Bana içecek bir şey veriniz" der. Bunun üzerine Abbas (radıyallahü anh), "Sana evlerimizde yaptığımız şıralardan vereyim mi?" der. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Herkese verdiğinizden verin" buyurur. Abbas (radıyallahü anh) O'na bir bardak şıra getirir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu koklar, kaşlarını çatar ve onu geri verir. Abbas (radıyallahü anh) da, "Ya Resûlallah, sen Mekkelilerin İçeceklerini bozuk saydın" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Bardağı bana geri verin" der ve bardak geri getirilince, biraz zemzem suyu ister. Bu zemzem bardağa katılır ve Peygamberimiz bunu içip şöyle buyurur: "Bu içecek şeyler size ağır gelince, onun sertliğini su ile kırınız" Nesai, Eşribe, 48 (8/324). Bu hadis ile şöyle istidlal edilir: Peygamber Efendimiz kaşlarını, ancak getirilen o meşrubatın sertliğinden ötürü çatmıştır. Meşrubatı su ile karıştırmak, hadisin de delâlet ettiği gibi sertliğini kırmak içindir. Nasıl devenin sarhoşluğu ve azgınlığı manasında, ifadesi kullanılıyor ise, de, içecek şeyin sertliği ve şiddeti manasındadır. 3) Sahabeden gelen haberlere tutunmak da üçüncü delildir. Ebu Hanife'nin birinci deliline şöyle cevap verilir: Allahü teâlâ'nın "Onlardan içecek şey ve güzel bir rızık edinirsiniz" (Nahl, 67) ayetindeki, kelimeleri, müsbet cümlede gelmiş olan nekire kelimelerdir. Binaenaleyh siz niçin, bu içecek şeyin ve güzel rızkın "o şıra" olduğunu söylediniz? Hem sonra müfessirler bu ayetin, "hamr" ın (içkinin) haramtığına delâlet eden diğer üç ayetten önce nazil olduğu hususunda icmâ etmişlerdir. O halde o üç ayet, bu ayeti ya neshetmişler yahut da tahsis etmişlerdir. Ebu Hanife'nin delili olan hadîse gelince, belki de bu hadiste bahsedilen şıra, acılığı gitsin diye içine hurma atılmış olan, böylece de tadı biraz ekşiye kaymış olan bir su idi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in tabiatı son derece lâtif idi. Bundan dolayı O'nun bu yüce tabiatı bu tada tahammül edemedi ve yüzünü ekşitti. O bardağa zemzem katmasının gayesi ise ekşiliğin ve kötü kokunun giderilmesi içindir. Hulâsa, her akıllı kimse bilir ki, bu kadarlık zayıf bir istidlale tutunarak bizim zikrettiğimiz delillerden yüz çevirmek doğru değildir. Sahabeden gelen haberlere gelince, bunlar da birbiriyle çelişik ve mütenâkızdırlar. Bundan ötürü onları tamamen bir tarafa bırakıp, Allah'ın kitabının ve Resulünün sünnetinin zahirine başvurmak gerekir. İşte "hamr"in hakikatine dâir söylenecek söz bundan ibarettir. İkinci makam: Bu ayetin içkinin haram olduğuna delâlet ettiğinin açıklanması hakkındadır. Bunun izahı birkaç yöndendir: a) Ayet, "hamr"ın (içkinin) günah ihtiva ettiğine delâlet etmektedir. Kendisinde günah olan bir şeyi yapmak ise, Ve ki:"Rabbim ancak hayâsızlıkları, onların gizlisini ve açığını, hertürlü günahı ve azgınlığı haram kılmıştır" (A'raf, 33) âyetinin delâlet ettiği gibi, haramdır. Böylece bu iki âyetin neticesi, içkinin haram olduğuna bir delil olmuş olur. b) "İsm" (günah) kelimesiyle bazen ceza, bazen da kendisi sebebiyle cezaya müstehak olunan günahlar kastedilir. Hangi manası kastedilirse kastedilsin, (......) kelimesiyle ancak haram kılınmış olan şeyin vasfedilmesi doğru olur. c) Allahü teâlâ, "Bunların günahları ise, faydalarından daha büyüktür" buyurmuş, böylece "ism'in (günahın), cezaya üstün olduğunu ortaya koymuştur. Bu ise o şeyin haramlığını gerektirir. Buna göre eğer, "Ayet-i kerime, içki içmenin tamamen günah olduğuna değil, onda bir günahın bulunduğuna delâlet etmektedir. Farzedelim ki bu günah haram olsun. O halde siz, niçin, "Kendisinde bu günah bulunduğu için içkiyi içmenin haram olması gerekir" dediniz?" denilirse biz de deriz ki: Çünkü bu âyetin inmesine sebep olan sual mutlak olarak "hamr", içki hakkında sorulmuştur. Allahü teâlâ, onda bir günah bulunduğunu beyan edince, bundan bu günahın bütün durumlarda söz konusu olduğu murad edilmiş olur. Böylece içki içmek, haram olmayı gerektiren bu günahı işlemiş olmayı ifade eder. Haram kılınmış şeyi işlemek ise haramdır. Bu sebeple içkiyi içmenin haram kılınmış olması gerekir. Bu Ayetin İçkinin Haramlığına Delil Olmadığını Söyleyenler Bazı alimler içkinin haramlığına bu ayetin delâlet etmediğini söylemişler ve buna birkaç yönden delil getirmişlerdir: a) Allahü teâlâ, içkide insanlar için bazı faydaların bulunduğunu söylemiştir. Haram olan şeyde ise hiçbir fayda olmaz. b) Şayet içkinin haramlığına bu ayet delâlet etmiş olsaydı, mü'minler bu ayet-i kerime ile yetinirler, böylece de Mâide Süresindeki (Mâide, 90) ayeti ile Nisa Süresindeki (Nisa, 43) âyetinin inmesine gerek kalmazdı. c) Allahü teâlâ, içki ve kumarda büyük bir günahın bulunduğunu haber vermiştir. Bu ifadenin muktezası, bu büyük günahın o iki şey beraber bulunduğu sürece söz konusu olduğudur. Şayet bu büyük günah içkinin haramlığı için bir sebep olmuş olsaydı, içkinin diğer şeriatlarda da haram olduğunu söylemek gerekirdi. Bu kimselerin birinci deliline şöyle cevap verilir: "Onda, dünyevî geçici bir faydanın bulunması, haram kılınmasına mani değildir. Durum böyle olunca, kumar ve içkide herhangi bir faydanın bulunmuş olması, onların haram kılınmalarına mâni değildir. Çünkü "hâs" olan bir hükmün doğruluğu, âmm olan bir hükmün de doğruluğunu gerektirir." Bunların ikinci delillerine ise şöyle cevap verilir: "Biz, İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan bu âyetin içkinin haram kılınması hususunda nazil olduğunu rivayet etmiştik, Senin söylediğin, bu âyetin içkinin haramlığına delâlet etmediği görüşü ise, sahabeden rivayet edilmemiştir. Şayet senin dediğin gibi olsaydı, sahabe-i kiramın içkinin haramlığı hususunda bu âyetten daha kuvvetli bir âyetin indirilmesini istemeleri caiz olurdu. Nitekim Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm), kalb huzuru ve itminanını artırmak için, Allahü teâlâ'dan, ölüleri diriltişini görmeyi istemişti." Bu görüşte olanların üçünü deliline de şöyle cevap verilir: "Allahü teâlâ'-nın, "Onlarda büyük bir günah vardır" buyruğu, geçmişten değil şimdiki halden haber vermektedir. Bize göre Allahü teâlâ, içki içmenin onlar için o zamanda kötü bir şey olduğunu, daha önceki ümmetler için ise kötü bir şey olmadığını biliyordu." İşte bu konuda söylenecek sözün tamamı bundan ibarettir. Kumar (Meysir)in Haramlığı Üçüncü mesele kumarın ne olduğu konusundadır. Diyoruz ki, (......) kelimesi kumar manasında ve kelimeleri gibi, fiilinden masdardır. Bir kimse birisiyle kumar oynadığı zaman, der. Âlimler, "meysir" kelimesinin iştikakı (türetilişi) hususunda birkaç görüş üzere ihtilâf etmişlerdir: 1) Mukâtil, bu kelimenin, (kolaylık) kökünden olduğunu söylemiştir. Çünkü kumar, bir insanın elindeki malını yorulmadan ve çaba sarfetmeden, kolayca ve meşakkatsizce almaktır. Araplar, yani, şu kesimlik hayvanların parasında bize kolaylık gösterin" derler. Yahut da bu kelime, (zenginlik) kelimesinden türetilmiştir. Çünkü o, kişinin para kazanmasına da sebep olabilir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Cahiliye devrinde kumar oynayanlar, âilesini ve malını rehin verirdi." 2) İbn Kuteybe şöyle demiştir: bölüşmek ve taksim etmek manasınadır. "Bir şeyi bölüştüler" mânâsında, denilir. Buna göre kesilen hayvanın kendisine, denilir. Çünkü o parçalanır ve taksim edilir. Binaenaleyh o, sanki taksimatın üzerinde yapılmış olduğu bir yer gibidir. Kasaba da, kesilen hayvanın etini parçalayıp böldüğü için, denilir. Fal okları çeken ve kurban parçalarının sahiplerini bu şekilde belirleyen kimselere de, denilir. Çünkü bu kimseler bu yolla, kesilmiş hayvanın etini bölüşmektedirler. 3) Vahidî, bu kelimenin Arapların, "vacib oldu", "bu şey bana gerekti" anlamına gelen, tabirinden alınmıştır. Buna göre çekilen fal okları sebebiyle gereken ve hak edilen şeye de, denilir. İşte "meysir" kelimesinin iştikakına dâir söylenecek söz bundan ibarettir." Câhiliyye çağındaki kumar'ın nasıl olduğuna gelince, Keşşaf sahibi şöyle demiştir: Arapların on tane fal oku bulunuyordu. Bunların isimleri ezlâm, aklâm, fezz, tev'em, rakîb, halisu ve hıls, nâfis, müsbil, mu'allâ, menîh, sefih ve vağd... Menîh, sefîh ve vağd okları hariç, (çünkü bunlar boş idi), bu oklardan her biri, kesilen ve on parçaya, yahut da yirmisekiz parçaya bölünmüş olan hayvanın, belli bir parçasına işaret etmekteydi. Şairin biri bu mânada şu şiiri söylemiştir" Dünyada benim, kendilerinde hiçbir kâr olmayan oklarım var. Bunların ismi vağd, sefih ve menîh'tir." Bu fal oklarından fezz için bir pay; tev'en için iki pay, rakîb için üç pay, halisu için dört pay, nâfis için beş pay, müsbil için altı pay, muâllâ için yedi pay verilirdi. Bu okların hepsi "rebâte" denilen bir torbaya konur; sonra torba âdil bir kimsenin eline verilirdi. Daha sonra o kimse torbayı sallayıp, elini içine sokar; ondan isim isim herkesin adına bir ok çekerdi. Hisse sahiplerinden adına ok çıkan kimse, bu ok üzerinde yazılı olan payını alırdı. Adına, üzerinde "boş" yazılı ok çıkan kimse de, hiçbir şey alamazdı... Kesilen bu hayvanın bütün parasını da bu kimse öderdi... Kendisine pay çıkan kimseler ise bu paylarını fakirlere dağıtırlar, ondan hiç yemezler ve bu yaptıklarıyla övünür, bu piyangolarına katılmayan kimseleri ayıplar, onlara "el-berem" adını verirlerdi. Dördüncü Mesele Âlimler, meysir'in, bu belli kumarın mı, yoksa bütün kumar çeşitlerinin mi ismi olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hazret-i Peygamber'in, "Şu iki zar (oyunun)dan sakının. Çünkü bunlar, acemlerin kumarıdır" Müsned. 1/446. buyurduğu rivayet edilmiştir. İbn Sîrîn, Mücâhid ve Atâ'dan, kendisinde (kaybetme) riski olan her şeyin, hatta çocukların cevizle oynadıkları oyunların kumar olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir. Satranç hususunda, Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin, "Tavla ve satranç kumardır"; İmâm-ı Şafiî (radıyallahü anh)'nin "Satrançta rehin bırakma; kötü söz söyleme ve namazı unutturma gibi şeyler olmazsa, (bu) haram olmaz. Kumar hükmünün dışına çıkar. Çünkü kumar, mal alıp vermeyi icâb ettirir; bu şekildeki satranç ise böyle değildir. Bu sebeple de kumar ve meysir sayılmaz" dediği rivayet edilmiştir. Allah en iyi bilendir. Deve ve at yarıştırmak ise, ittifakla kumar değildir. Bunların izahı, fıkıh kitaplarındaki yarışma ve atış bölümlerinde yapılmıştır. Beşinci Mesele Âyette geçen "büyük günah" ile ilgili birkaç husus bulunmaktadır: 1) Akıl, insanın en üstün sıfatıdır. İçki ise, aklın düşmanıdır. En şerefli şeye düşman olan, en değersiz ve en adi olan şeydir. Binaenaleyh, içki içmenin en kötü ve en değersiz bir iş olması gerekir. Bunun izahı şöyledir: Akla, bir nevi devenin yularının yerini tuttuğu için, akıl denilmiştir. İnsanın tabiatı, onu kötü bir iş yapmaya davet ettiği zaman, aklı, insanı o şeye yönelmekten alıkor (adeta ona bir bağ ve gem olur). İnsan içki içtiği zaman, kötü fiillere davet eden tabiatı, kendisine mani olan akıldan kurtulmuş olur. İçkinin, insanı böylece kötü fiile yaklaştıracağı malûmdur. İbnu Ebi'd-Dünya karşılaştığı şu hâdiseyi anlatmıştır: "O eline işeyen ve elini abdest alır gibi yüzüne süren bir sarhoşa rastlamıştı. O sarhoş, "İslâm'ı bir nûr, suyu da temiz ve temizleyici kılan Allah'a hamdolsun diyordu!..." Abbâs İbn Mirdâs'dan rivayet edildiğine göre, cahiliyye döneminde, ona, "Niçin içki içmiyorsun; çünkü içki cesaretini artırır" demişlerdi de, o şu cevâbı vermişti: "Ben, cehlimi elimle alıp karnıma doldurmam; bir kavmin efendisi olarak sabahlayıp, onların sefih ve alçağı olarak akşamlamayı istemem." 2) Cenâb-ı Allah, şeytanın, içki sebebiyle insanlar arasına düşmanlık ve kin soktuğunu; Allah'ı zikir ve namazdan alıkoyduğunu beyan etmiştir. 3) Bu günahın hususiyetlerinden birisi de şudur: İnsan içkiyle daha fazla meşgul olup, ona kendini iyice verdiğinde, ona olan arzusu artar ve nefsinin ona olan iştiyakı kuvvetlenir. Diğer günahlarsa böyle değildir. Meselâ insan bir defa zina ettiği zaman, onun bu işe karşı arzusu gevşer. İnsan, zinayı daha fazla yaptığında bu gevşekliği fazlalaşır, isteksizliği de, İçkinin aksine, iyice artar. Çünkü insan içkiye daha fazla yöneldikçe, ona olan arzusu artar, rağbeti de çoğalır. İnsan aralıksız olarak içkiye devam ederse, ahiret ve kıyameti anmaktan yüz çevirerek, bedenî lezzetlere dalmış olur ve böylece Allah'ı unutmuş ve Allah'ın kendisini kendisine unutturmuş olduğu kimselerden olur. Kısaca içki, aklı yok eder. Akıt yok olduğu zaman, bütün çirkinlikler ortaya çıkar. İşte bundan dolayı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "İçkiyi kötülüklerin anasıdır" Nesai. Eşribe. 44 (8/315). (Benzeri bir metin ile).buyurmuştur. Kumara gelince, ondaki günah insanlar arasında düşmanlığa sebep olur. Ve yine, insanlar arasında sövmeye, münakaşaya, bâtıl bir şekilde mal elde etmeye sebebiyet verdiği için, düşmanlıklar meydana getirir. Çünkü kumar oynayanın malı başkası tarafından karşılıksız olarak alındığı zaman, bu o kimseyi çok kızdırır. Yine kumar insanı Allah'ı zikretmekten ve namaz kılmaktan alıkor. Allahü Teâlâ'nın "İnsanlar için bazı faydalar" sözünde zikretmiş olduğu faydalardan, içkiyle ilgili faydalar şunlardır: İnsanlar, muhtelif bölgelerden içkiler getirerek, ondan büyük kârlar temin ederler. İçkinin müşterisi, içkinin fiyatı üzerinde pazarlık yapmayınca, Araplar bu işi fazilet ve üstünlük sayıyorlardı. Bundan dolayı bu da, içki satanların kârlarının çoğalmasına sebep oluyordu. Zayıf kimseyi kuvvetlendirmesi, yemeği hazmettirmesi, cimâya yardımcı olması, mahzun olanı teselli etmesi, korkak olana cesaret vermesi, cimriyi cömert yapması, yüzün rengine canlılık vermesi, canlılığı artırması, gayret ve üstün gelmek duygusunu arttırması, içkinin zahirî faydalarındandır. Kumarın faydaları da şunlardır: (Yukarda anlatılmış olan kumarda olduğu gibi), kumar oynayan kimse, üzerinde kumar oynayıp, fal çektiği hayvanın etinden yemeyerek onu muhtaçlara dağıttığı için, bunda fakirler için bir genişlik ve fayda vardır. Vahıdî'nin zikrettiğine göre, cahiliyye Araplarından birisi, bazen bir mecliste yüz deve üzerine bu şekilde kumar oynar, böylece o, hiçbir yorgunluk ve sıkıntı çekmeden büyük bir mal sahibi olur; sonra bu malı muhtaçlara dağıtarak, bundan şan ve şöhret kazanırdı. Altıncı Mesele Hamza ve Kisaî, (......) kelimesini, sâ harfiyle; diğer kıraat imamları da sâ harfiyle (......) şeklinde okumuşlardır. Hamza ve Kisaî'nin hücceti şudur: Cenâb-ı Allah, "Şeytan içki ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak., ister" (Maide, 91) buyurarak, içki ve kumardaki günahların birçok çeşidini saymıştır. Böylece de bunlardaki günahları tâdâd ederek, tek tek belirtmiştir.Ve yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), içki sebebiyle, on grup insanı Şu hadis-i şenfe işaret ediyor (Ebu Davud, Eşribe, 2; Ibn Mace, Eşribe. 2) lânetlemiştir. Bu, içki ve kumardaki günahın çok olduğunu gösterir. Çünkü Cenâb-ı Allah, "Bunlarda çok günah ve insanlar için bazı faydalar vardır" buyurduğu için, bu ayette günah faydanın zıddıdır. Faydalar çok sayıda olduğuna göre, günah da böyledir. Buna göre âyetin takdiri, sanki şöyle olur: "Onda birçok zararlar ve birçok faydalar vardır." Diğer kıraat imamlarının hücceti ise şudur: Bir günahın ne kadar büyük olduğunu iyice göstermek, ancak onun büyük, " olmasıyla olur, çok olmasıyla, değil. Buna, şu ayetter de delâlet eder: "Günahın büyükleri" (Necm, 32); "Nehyolunduğunuz günahların büyükleri..." (Nisa, 31) ve "Muhakkak ki o, büyük bir günahtır" (Nisa, 2). Ve yine kıraat âlimleri, âyetindeki, (Bakara, 219)kelimesini, ittifakla bâ harfiyle okumuşlardır. Bu da, bizim söylediğimizi tercih ettirir. İnfak Hakkında Hüküm "Sana, hangi şeyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: "İhtiyacınızdan artanı." İşte böylece Allah, size ayetlerini iyice açıklar. Siz de böylece dünya ve âhiret hususunda iyice düşünürsünüz..." Bil ki, bu soru daha önce de geçmişti ve bu soruya, kimlere verileceği hususu zikredilerek cevap verilmişti. Aynı soru burada da tekrar edilmiş, bu sefer de aynı soruya miktar zikredilerek cevap verilmiştir. Kaffâl şöyle demektedir: "Bazen bir kimse, bir başkasının kanaat ve huyunu kastederek, başkasına, Şu, falanca nedir?" diye sorar. Bunun üzerine o kimse, "O, görüş ve kanaatleri, huyu şöyle şöyle olan bir kimsedir" diye cevap verir. Bunu anladığın zaman biz deriz ki, insanlar, Allah ve Resulünün, infakta bulunmaya teşvik ettiklerini ve tnfakta bulunmanın büyüklüğüne işaret ettiklerini görünce, mükellef tutuldukları miktarın ne olduğunu, yani bu miktarın malın tamamı mı, yoksa bir kısmı mı olduğunu sordular. Böylece Allahü Teâlâ onlara, ihtiyaçtan fazlasını vermenin makbul olacağını bildirdi. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Afv Kelimesi Hakkında Bilgi Vahidi (r.h) şöyle demiştir: "arapçada "afv" kelimesinin asıl mânası, ziyâdelik ve fazlalık demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, yani "fazlalığı al" (Araf. 199) ve "Derken çoğaldılar" (A'raf, 95), yani sayıları arttı ve çoğaldı " buyurmuştur. Kaffâl da şöyle demiştir: "Afv, yetecek miktardan fazla olan, sade ve kolay elde edilen demektir. Nitekimyani, "Kolayına gelen ne bulursan al" denilir. Günahın afvedilmesi de, kolaylaştırma ve basitleştirmeye yöneliktir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sizin için, atların ve kölelerin zekâtından vazgeçtim. Malınızın kırkta bir zekâtını veriniz" İbni Mâce, Zekât 4 (1/570).buyurmuştur. Bunun mânası, "atların ve kölelerin zekâtını kaldırmak suretiyle hafiflettim" demektir. Yine bir kimse, başka bir kimseye olan borcunu, alacaklının ısrarla istemesine mahal bırakmadan verdiği zaman, denilir. Ki bu da, hafifletmek demektir. Yine bir kimse, başka bir kimseye olan borcunu, o kimsenin kalbini kırmadan verdiği zaman, denilir. Yine Yani, "insanlardan sana kolay geleni al" denilir. Hak teâlâ'nınemri de bu mânadadır. (A'raf, 199) Yani, "İnsanlardan kolay olanı al." Düz toprak parçasına da, denilir. "Afv" kelimesi, kolaylaştırma mânasına gelince, genel olarak bu, insanların kendileri, çoluk çocukları ve geçimleriyle sorumlu olduğu kimselerin ihtiyaçlarından fazla olan şeyler hakkında kullanılır. Buna göre, "Afv'ın mânası, ziyâdelik ve fazlalıktır" diyenlerin görüşü de, zikretmiş olduğumuz bu tefsire yöneliktir. Özet olarak, Allahü Teâlâ insanları infâk etmeleri hususunda terbiye etmiş, Nebî (sallallahü aleyhi ve sellem)'sine şöyle buyurmuştur: "Akraöaya, yoksula, yolda kalmışa haklarını ver. Ve sakın malını saçıp savurma. Çünkü malını saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleri olurlar" (İsra. 26-27). boynuna bağlı olarak asma. (cimri olma). Onu tamamıyle de açıp saçma" (İsra, 29) ve "Onlar infak ettikleri zaman ne israf ne de sıkılık yapmazlar..." (Furkan, 67) buyurmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Birinizin yanında bir şey bulunduğu zamanf önce kendine, sonra bakmakla mükellef olduğu kimselere ve bu minval üzere harcasın Benzer bir metin ile Müslim. İmâre, 10 (3/1454); Ebu Dâvud, Itâk, 9 (4/27).ve"Sadakanın hayırlısı, vereni başkasına muhtaç bırakmayan ve yeterli olduğu için kınanmayandır" buyurmuştur. Câbir b. Abdullah (radıyallahü anh)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Birgün Resülullah'ın yanında idik. Bir adam ona yumurta büyüklüğünde bir altın parçası getirdi ve "Bunu sadaka olarak al. Allah'a yemin ederim ki bundan başka bir şeyim yok" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünü ondan çevirdi (ve onu almamak istedi). Sonra o, tekrar Hazret-i Peygamber'in karşısına gelerek, kızgın olarak "Bunu al" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de o altını alıp, birisine isabet etse çok ağrıtacak bir şekilde attı ve şöyle buyurdu:"Sizden biri, başka bir sahip olduğu şey kalmaksızın bütün malını getirip verir, sonra da insanlardan dilenmeye oturur. Hâlbuki sadaka ihtiyaç fazlası olandan verilir. Sen o altını al, bizim ona ihtiyacımız yok Darimî. Zekât, 25 (1/391). Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ailesi için elinde bir senelik yiyecek tuttuğu da rivayet edilmiştir. Filozoflar ise, "Fazilet ifrat ile tefrit arasında olandır" demişlerdir. Binaenaleyh çok infak "tebzir" (saçıp savurma), oldukça az vermek de "taktir" (kısmak); bu ikisinin ortasında olan ise fazilettir. Allahü teâlâ'nın beyanından murad da budur. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şeriatının temeli de bu inceliği gözetmeye dayanır. İmdi Yahudilerin şeriatının temeli tam bir sertliğe ve Hıristiyanların şeriatının temeli tam bir müsamahaya dayanır. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şeriatı ise bütün hususlarda orta yol üzere (mu'tedil) olandır. Bundan dolayı onlardan mükemmeldir. İkinci Mesele Ebu Amr, vâv harfinin ötüresi ile kelimeyi, (......) şeklinde okurken, diğer kıraat imamları vâvı mansûb kılarak, (......) şeklinde okumuşlardır. Buna göre kelimeyi merfü okuyan, âyetteki, ifadesini, sini, mânâsını almış, lâfzını da onun sılası kabul etmiştir. Bu takdire göre sanki:"İnfak edecekleri nedir?" denilmiş, cevaben de, "O, fazla olandır" buyurulmuştur. Ayetteki, (......) kelimesini mansub okuyanlara göre ise, âyetin takdiri "Neyi infak etsinler?" şeklinde olur. Buna, "Afv'ı (fazlayı) infak ederler" diye cevap verilmiştir. Üçüncü Mesele Âlimler bu infaktan vâcib olan infâkın (zekâtın) mı, nafile olan infâkın (sadakanın) mı murad edildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir. "Bundan, vacib olan înfak murad edilmiştir diyenler şu iki görüşü ileri sürmüşlerdir: a) Ebu Müslim'in görüşü.. Buna göre, ayette zikredilen, (......) kelimesinden muradın zekât olması caizdir. Zekât burada kısaca zikredilmiş, geniş izahı sünnette yer almıştır. b) Bu husus zekât ayeti inmeden önce böyle idi. İnsanlar, kazançlarından bir senelik ihtiyaçlarını alıp, geriye kalanını infak etme ile emredilmişler idi. Sonra bu hüküm zekât ayetiyle neshedilmiş oldu. Bu tefsire göre ayet, mensuhtur. Âyetteki infaktan muradın nafile infak (sadaka) olduğunu söyleyenler, görüşlerine şu şekilde delil getirmişlerdir: "Eğer bu infak, zekât manasına olsaydı, Allahü teâlâ onun miktarını belirtirdi. Allahü teâlâ bu infakın ne kadar olacağını beyan etmeyip, muhatapların tercihine bırakınca, bu infakın farz olan infak (zekât) olmadığını anlamış olduk." Bu görüşte olanlara, "Allahü teâlâ'-nın herhangi bir şeyi kısa bir ifade ile vacib kılıp, onun tafsilât ve izahını bir başka yolla zikretmesi tuhaf görülecek bir şey değildir" diye cevap verilmiştir. Cenâb-ı Allah'ın, "İşte böyle, Allah, size âyetlerini iyice açıklar" buyruğunun manası, "Sorduğunuz infâk çeşitlerini ve kimlere verileceği hususunu beyân ettim. İşte bütün günlerinizde karşılaşacağınız ve ihtiyaç duyduğunuz şeyleri size beyan ettim" demektir. Hak teâlâ'nın "Siz de böylece dünya ve ahiret hususunda iyice düşünürsünüz..." âyeti ile ilgili bazı görüşler vardır: a) Hasan el-Basrî, âyette bir takdim ve tehir bulunduğunu, âyetin takdirinin, "İşte böylece Allah size, dünya ve ahiret hususunda ayetlerini iyice açıklar, ki düşünesiniz" şeklinde olduğunu söylemiştir. b) "Allah size âyetlerini böylece açıklıyor ve içki ve kumardaki dünyevî menfaatlar ile uhrevi zararları öğretiyor. Bundan dolayı siz, dünya ve ahiret üzerinde tefekkür ettiğinizde, mutlaka ahiretin dünyaya tercih edilmesinin gerektiğini anlarsınız." c) Allah size, ahiretin hatırına mallarınızı hayır yollarına infâk etmenizi; dünya için infak etmemenizi öğretiyor. Böylece sizler gerek dünya gerek ahiret üzerinde tefekkür edersiniz de, mutlaka ahiretin dünyaya tercih edilmesi gerektiğini anlarsınız. Bil ki, şu son iki şıkta da izah ettiğimiz gibi, sözü zahirî mânâsına hamletmek mümkün olunca, Hasan el-Basrî'nin dediği şekilde, âyette bir takdim ve tehirin olduğunu düşünmek, delil olmadan âyetin zahirinden ayrılmak olur ki bu caiz değildir. |
﴾ 219 ﴿