220"Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki, "Onların durumunu ıslah hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizde. Allah ifsâd eden ile ıslah edeni bilir. Eğer Allah dileseydi sizi muhakkak zahmete sokardı. Şüphesiz Allah mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir". Bu ayetle ilgili bazı meseleler var Bu Konudaki Ayetin Nüzul Sebebi Cahiliye Arapları, yetimlerin mallarından istifade etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Çoğu zaman yetim kızların mallarına tamah ederek onlarla evleniyorlar veya o yetimin malı elinin altından gitmesin diye onu oğullarından biri ile evlendiriyorlardı. Sonra Cenâb-ı Allah, "yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar" (Nisa, 10) âyetini indirmiştir. Yine Allahü teâlâ yetimler hakkında şu ayetleri indirmiştir: 'Eğer yetim kızlar hakkında (âdil olamayacağınızdan) korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan nikâh ediniz" (Nisa, 3);"Senden, kadınlar hakkında fetva isterler. De ki:"Onlara dair fetvayı size Allah veriyor". Kendileri için yazılmış (farz kılınmış) olan (mirası) onlara vermediğiniz ve nikâhlamayı da istemediğiniz yetim kızlar ile küçük çocuklar hakkındaki, bir de yetimlere karşı âdil olmanız hususundaki. Kitapta okunup duran ayetler... Hangi hayrı yaparsanız Allah onu hakkıyla bilir" (Nisa. 127) ve"Yetimin malına ancak en iyi bir suretle yaklaşın' (İsra, 34). Bu ayetler karşısında insanlar yetimlerle içli dışlı olmayı, onların mallarına yaklaşmayı ve onların işlerini deruhte etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı yetimlerin menfaatleri zedelenmiş ve geçimleri bozulmuştur. Yetimlerin bu hali de Müslümanları üzmüş ve böylece ne yapacaklarını şaşırmışlar; eğer onlara karışıp, işlerini üzerlerine alsalar, çok şiddetli bir va'id ile karşı karşıya kalıyorlar. Eğer yetimlerden ayrılıp, işlerine bakmasalar, o zaman da onların geçimi bozuluyor. Bundan dolayı Müslümanlar şaşıp kaldılar. Sonra burada, onların bu durumu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bilfiil sormuş olmaları muhtemel olduğu gibi, bu soruyu kafalarından geçirdikleri ve Allah'ın bu konuda hâlin nasıl olacağını beyân etmesini temenni etmiş olmaları da muhtemeldir. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak bu ayeti indirmiştir. Rivayet edildiğine göre yukarıda geçen yetimlerle ilgili âyetler nazil olunca, Müslümanlar yetimlerin mallarından uzak durmuş ve her bakımdan onlara karışmaktan çekinmişlerdir. Hatta şu hale gelmiş: Yetim için bir yemek yapılır. Eğer ondan bir kısmı artarsa onu alıp yemezler ve böylece o yemek bozulurdu. Yetimlere bakacak kimseler, yetim için müstakil ayrı bir yer, ayrı bir yiyecek-içecek hazırlıyorlardı. Bu da fakir Müslümanlara zor geliyordu. Bundan dolayı Abdullah b. Revâha (radıyallahü anh): "Ya Resulallah hepimizin yetimleri oturtacak evlerimiz, ve yetimlere ayrıca verecek yiyecek içeceklerimiz yok" dedi. Bunun üzerine, bu âyet nazil oldu. İkinci Mesele Âyetteki, "De ki "Onların durumunu ıslah hayırlıdır" buyruğu hakkında birkaç izah tarzı vardır: 1) Kâdi şöyle demiştir: "Bu ifade, bilgi, terbiye ve fazilet üzere yetişmesi için, yetimin işlerini yoluna koymak, onu terbiye etmek ve benzeri diğer şeyleri yerine getirmeyi içine alır. Çünkü bu iş, yetim için, onun durumunu ticaret yoluyla düzeltmekten daha tesirlidir. Buna yine, harcamaları malını tüketmesin diye, onun ticaret yoluyla ıslah edilmesi ve Cenâb-ı Hakk'ın, "yetimlere mallarını verin, temizi murdar olan ile değişmeyin" (Nisa, 2) âyetinin ifadeettiği şeyde dahildir. Ayetteki, "hayır" tabirinin manası, yetimin bakımını üzerine alan kimsenin halt ile ilgilidir. Yani, "Bu iş, onun bakımını üzerine alan kimse için, yetimin hakkı hususunda kusurlu davranmasından daha hayırlıdır." Bu ifadeyine yetimin hali ile de ilgilidir. Yani, "Bu iş onun kendi halinin ve malının ıslahım temin edeceği için, yetim hakkında da hayırlıdır." Buna göre, (......) kelimesi, yetimin ve velisinin bütün işleriyle alakalı bir tabirdir. Eğer, "Allahü teâlâ'nın "De ki, "onları ıslah hayırlıdır" âyetinin zahiri, onların mallarını değil de kendilerini idare edip yönetmeyi içine alır" denirse, biz de deriz ki: "Durum böyle değildir. Çünkü yetimin malını, katlandırmak ve artırmak suretiyle ıslaha götüren her şey, yetimin kendisini ıslah sayılır. Binaenaleyh, malın ıslahının âyetin zahirine dâhil olması imkânsız olmaz." Bu görüş, bu hususta söylenmiş sözlerin en güzelidir. 2) Bu hükmün, yetimin velisi hakkında olduğunu söyleyen kimsenin görüşü.. Yani, "Bir karşılık ve ücret almaksızın yetimlerin malını ıslah etmek, yetimin velisi için daha hayırlı ve sevaplıdır. 3) Bu hükmün yetim hakkında olmasıdır.. Buna göre mana şöyle olur: "Yetimlerin, ıslahlar için velileri ile beraber olmaları, onlardan ayrılıp, onlarla beraber olmadan kaçınmalarından daha hayırlıdır." Birinci görüş daha uygundur. Çünkü ifâde mutlaktır. Mutlak bir lâfzı, şu tarafa değil de bu tarafa tahsis etmek, tercih sebebi olmadan yapılan bir tercih olur ki bu caiz değildir. Bu sebeple ifadeyi, nefsin ve malın ıslahı hususunda yetimin velisi ile yetime âit hayırlara hamletmek gerekir. Özet olarak, ayetten murad edilen şudur: Faydanın temin edileceği yönler çeşit çeşittir. Bundan dolayı yetimin menfaatlerini gözetmeyi üzerine almış olan kimsenin gözünün, dünyada ve ahirette kendisi ve malı ile canı hususunda yetim için hayır kazanmada olması gerekir. İşte bu ifade, bütün bunları içine alan bir cümledir. Allahü teâlâ'nın "Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir" ayetinde birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Birçok manaya gelen müşterek bir kelime olup, bu manalardan hangisine geldiğini söylemek zordur. Bu kökten olarak cinsî münasebete ve kişi delirdiği zaman, denilir. Aklının gitmesi sebebiyle, işleri karmakarışık olduğu için deliliğe de, denilmiştir. İkinci Mesele Ayetin tefsiri ile ilgili birkaç vecih bulunmaktadır: a) Bu ifadeden murad şudur: "Eğer siz o yetimlerle yiyecek, içecek, mesken ve hizmet hususlarında bir araya gelirseniz, biliniz ki onlar sizin kardeşlerinizdir." Buna göre mana şöyle olur: O zamanki kimseler, yetimin yiyeceğini yiyeceklerinden, içeceğini içeceklerinden ve barınağını da kendi barınaklarından ayırmışlardı. Allahü teâlâ ise onlara, kişinin kendi oğlunun malı üzerindeki tasarrufu gibi, yiyeceği ile onun yiyeceğini, içeceği ile onun içeceğini karıştırmayı (birleştirmeyi) ve tek bir evde birlikte yaşamayı mubah kılmıştır. Çünkü bu şekilde davranma, mu'aşeret ve sevgi itibariyle daha müessirdir. Öyle ise âyetin manası şöyle olur: "Eğer siz, mallarının yok olmasına yol açmayacak şekilde onlarla bir araya gelirseniz, işte bu caizdir." b) Bu beraberlikten muradın şöyle olması muhtemeldir: Bu, yapılan işin ücreti olacak kadar onların mallarından istifadeetmeleridir. Bu görüşte olanlardan, yetimlerin işini üzerine alan kimsenin ister zengin, ister fakir olsun, bu kadar yararlanabileceğini caiz görenler vardır. Yine bu görüşte olanlardan, yetimlerin velileri zengin olduğu zaman, onların, yetimin malından yiyemeyeceklerini, çünkü bu veliliğin o kimseler için farz olduğunu, binaenaleyh farz olan işe karşılık ücret taleb etmenin caiz olamayacağını söyleyenler vardır. Bunlar bu görüşlerine, "Kim zengin İse (yetimin malını yemekten) kaçınsın. Kim de fakir ise örfe göre yesin" (Nisa, 6)ayetini delil getirmişlerdir. Fakat yetimin velisi olan kimse fakir ise, bu görüşte olanlara göre, yetimin malından ihtiyacı kadar yer. Bunlar zenginledikleri zaman, yediği kadar malın karşılığını onlara geri verir. Eğer zenginleyemezse yetimden helâl etmesini ister. İbn Ömer (radıyallahü anh)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah'ın verdiği mal hususunda, kendimi yetim velisi gibi saydım. Zengin olduğumda sakınarak yedim. Fakir olduğumda, örfe göre bir borç gibi yedim ve onu ödedim." Mücahid'den yetimin velisi fakir olup da şer'i ölçüler İçerisinde yetimin malından yiyip içen kimsenin, bu yediğini sonradan ödemeyeceği rivayet edilmiştir. c) Ayetin mânâsının şöyle olması muhtemeldir: Bu, yetim çocuğun menfaat ve iyiliğine olan her şeyi gözetmek şartıyla, onların yetimin malını şirket kurmak şeklinde kendi mallarına katmalarıdır. d) Ebu Müslim'in tercih ettiği görüş şudur: Bu görüşe göre, ayette bahsedilen beraber yaşamadan maksad, Hak teâlâ'nın, "Eğer yetim kızlar hakkında (âdil olamayacağınızdan) endişe ederseniz, arzu ettiğiniz iki üç, dört kadın nikâhlayabilirsiniz" (Nisa, 3) ve"Senden kadınlar hakkında fetva isterler. Onlara dâir fetvayı Allah size veriyor: "Yetim kızlar hususunda Kitap ta okunup duran ayetler..." (Nisa, 127) âyetlerinde de belirtildiği gibi evlilik yoluyla kurulan akrabalıktır. Ebu Müslim şöyle der: "Bu görüş, şu sebeplerden dolayı diğerlerinden daha tercihe şayandır: 1) Bu, bizzat yetimle karışma, içli-dışlı olmadır. Şirket meselesi ise, onun malıyla içli dışlı olmaktır. 2) Şirket, Hak teâlâ'nın"De ki: "Onları ıslah hayırlıdır" ifadesinde mevcuttur. Hâlbuki nikâh yoluyla ve yetim kızları (oğullarıyla) evlendirmek suretiyle meydana gelen içli-dışlı olma, bu ifadenin muhtevasında yoktur. Bu sebeple sözü, bu manadaki muhâlataya hamletmek, doğruya daha yakındır. 3) Hak teâlâ'nın "Onlar, sizin kardeşlerinizdir" buyruğu, ayette bahsedilen karışmadan maksadın, muhâlatanın bu çeşidi olduğunu gösterir. Çünkü yetim şayet Müslüman çocuklarından olmazsa, Müslüman çocuklardan olduğu zaman onun malının ıslahı düşünüldüğü gibi, bu durumda da onun malının ıslahının araştırılıp düşünülmesi gerekir. Bu sebeple, ayetteki "Onlar sizin kardeşlerinizdir" sözüyle, bir başka çeşit karışmaya işaret edilmiş olması gerekir. 4) Allahü teâlâ, bu âyetten sonra, "Müşrik kadınlarla, onlar iman edinceye kadar evlenmeyin" (Bakara. 221) buyurmuştur. Buna göre mana şöyle olur. Teşvik edilen muhâlata (karışma, içli-dışlı) olma, ancak İslâm sebebiyle sizin kardeşleriniz olan yetimler hakkındadır. Onlar, sevgi ve muhabbeti pekiştirmek için kendileriyle evlenmeniz gerekenlerin tâ kendileridir. Fakat yetim kız, müşrik olursa sakın bunu yapmayın." Üçüncü Mesele Ayetteki, sözü, "Onlar, sizin kardeşlerinizdir" takdirindedir. Ferra ise, "Bu kelimeyi şayet mansub okusaydın yine doğru olurdu. Bu durumda mana, "siz kardeşlerinizle içli-dışlı olursunuz" şeklindedir" demiştir. Hak teâlâ'nın "Alkın ifsâd eden ile ıslah edeni bilir' kavli hakkında, "Yetimlerin malını ifsâd eden ile o malları ıslah edeni bilir", ve yine "Allahü teâlâ, onlarla evlenmek suretiyle mallarını ifsad etmeyi isteyen kimselerle, bunu düşünmeyen kimselerin içlerinden geçeni bilir" denilmiştir. Yani, "Siz iyileştirmeyi istediğinizi bizzat izhar ettiğiniz zaman..." demektir. " Amasiz gönlünüzde böyle bir iyileştirmeyi istemeyip, aksine bundan maksadınız başka bir şey olursa, bu durumda Allahü Teâlâ, sizin gönüllerinizde sakladığınız şeylere muttali olur, akıllarınızdan geçeni de bilir." Bu ifade, büyük bir tehdit sadedindedir. Bunun sebebi ise şudur: Yetim kendi kendini koruyup gözetemez. Onu görüp gözetecek başka bir kimse de yoktur. İşte bunun için Hak teâlâ sanki şöyle demiştir: "Yetimin işlerini tekeffül edecek bir kimsesi olmayınca, iyi biliniz ki onun işlerini üstlenen benim... Onun velisi olmayı üstlenen de benim." Bu ayet-i kerimenin şu manaya geldiği de söylenmiştir: "Allah, yetimin malından faydalanmak suretiyle onun işini deruhte eden muslih kimse için neyin caiz olduğunu; onun malından faydalanmak suretiyle yetimin işini ıslâh etmeyen müfsid kimse için de neyin caiz olduğunu bilir. Binaenaleyh, onun malını ıslâh etmeksizin, sizden herhangi biriniz yetimin malından herhangi bir şey almaktan sakınınız." Hak teâlâ'nın "Eğer Allah dileseydi, sizi muhakkak zahmete sokardı" kavli hakkında birkaç mesele vardır: Birinci Mesele (......) kişiy güç yetirilemiyecek bir meşakkata zorlamaktır. Nitekim bir kimse, başka bir kimseyi içinden çıkılamıyacak bir işe soktuğu zaman, (......) denilir. Birisi sorduğu sual ile bir kimsenin zihnini karıştırıp, o kimseyi yanılttığı zaman; (......) kemik sargıya alındıktan sonra kırıldığı zaman, (......) denilir, (......) kelimesinin eses mânası meşakkat demektir. Çileli ve meşakkatli olduğu vakit, "Tırmanılması zor olan tepe" denilir. Hak teâlâ'nın"Sıkıntıya uğramanız ona zor gelir" (Tevbe, 128) sözü de bu mânadadır. Yani, "Size güç gelen şeyler, ona zor gelir (üzülür)" demektir. Yine, denilir; yani, "Soru sorarken bana çok katı davrandı ve benim zararımı istedi." Müfessirlere gelince, İbn Abbas şu şekilde mâna vermiştir: "Eğer Allah isteseydi, yetimlerin mallarından aldığınız şeyi, sizi helak edici kılardı." Atâ da şu şekilde tefsir etmiştir: "Allah isteseydi, sizin bu konuda kendinize güçlük çıkardığınız gibi, sizi meşakkat içinde bırakır ve onlarla bir araya gelme hususunda işi zorlaştırırdı." Zeccâc da, "Allah isteseydi, sizi, size zor gelecek şeylerle mükellef tutardı" şeklinde mânalandırmıştır. İkinci Mesele Cübbâî bu ayetle istidlal ederek şöyle demiştir: Ayet, Allahü Teâlâ'nın kulunu gücü yetmeyeceği şeylerle mükellef tutmayacağına delâlet eder. Çünkü Hak teâlâ'nın sözü, Allahü Teâlâ'nın mükellef tutma konusunda, kullarına güçlük ve meşakkat çıkarmadığına delâlet eder. Allahü Teâlâ, kulunu kendisine takat getiremiyeceği şeylerle mükellef tutmuş olsaydı, elbette bu durum güçlük ve meşakkat sınırlarını aşmış olurdu. Bil ki bu istidlal şu şekilde yapılmıştır: (......) kelimesi, başkası olmadığı için bir şeyin yokluğuna delâlet eder. Sonra, bu istidlalde bulunanlar, kendilerine bu ayetin yetimler hakkında vârid olduğu sorusunu sormuşlar, bu soruya da, "İtibâr, sebebin hususîliğine değil, lâfzın umumiliğinedir" şeklinde cevap vermişlerdir. Yine Allahü Teâlâ, yetimin velisi olan kimsede ıslâh etme kudretini yaratmayabilir. Çünkü bu, onların ıslâhın hilafını, yani ifsadı tercih eden kimse hakkındaki görüşleridir. Durum böyle olunca, kulunu gücü "Eğer Allah dileseydi, sizi muhakkak zahmete sokardı" demesi nasıl caiz olur? Yine kişiyi meşakkate ve güçlüğe zorlamak, ancak bir şey yapmaya imkânı bulunan, ama bu iş kendisine güç ve zor gelen kimseler hakkında doğru olur. Amakatî olarak hiçbir şey yapamayacak kimse hakkında bu ifadedoğru olmaz. Davalaşma esnasında veli, salâhı tercih ettiği zaman, onun fesadı işlemesi mümkün olmaz. Fesat fiiline de güç yetiremediği zaman, o kimse hakkında, "Eğer Allah dileseydi sizi muhakkak zahmete sokardı" denilmesi doğru olmaz. Buna cevâbımız şudur: Bu, "ilim ve sebep"prensibine (meselesi) aykırıdır (Dolayısıyla, geçerli değildir). Üçüncü Mesele Ka'bî bu ayetle, Allahü Teâlâ'nın adaletin hilâfına da kadir olduğuna istidlal etmiştir. Çünkü Allahü Teâlâ'nın, insanları meşakkata sokmaya kadir olmakla vasfedilmesi imkânsız olsaydı, Allahü Teâlâ'nın, demesi caiz olmazdı. Nazzâm, buna şu şekilde cevap vermiştir: Bu husus, Allahü Teâlâ'nın meşakkate sokmayı dilemesine bağlanmıştır. O halde neye dayanarak Allahü Teâlâ'nın böyle dileyeceğini söyleyebiliyorsunuz? Allah en iyisini bilendir. Nikâh Hususunda Hüküm |
﴾ 220 ﴿