223"Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza, dilediğiniz gibi gelin.Kendiniz için takdime yapın. Allah'tan korkun ve mutlaka O'na kavuşacağınızı bilin.... İman edenleri müjdele..". Bu ayet-i kerimeyle ilgili birkaç mesele vardır: Ayetin Nüzul Sebebi Alimler, ayet-i kerimenin sebep-i nüzulü hakkında şunları söylemişlerdir: 1) Rivayet edildiğine göre Yahudiler şöyle diyorlardı: "Kim, hanımına arka taraftan olmak üzere, fercine yaklaşırsa onun çocuğunun gözleri şaşı ve sakat olur." Aynca onlar bunun, Tevrat'ta bulunan bir hüküm olduğunu söylüyorlardı. Bu husus Hazret-i Peygamber'e anlatılınca O, "Yahudiler yalan söylüyor" dedi ve sonra ayet-i kerime nazil oldu. 2) İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre Hazret-i Ömer, Hazret-i Peygamber'e gelerek: "Ya Resûlallah ben mahvoldum!" dedi ve kendisinden, böyle bir şeyin meydana geldiğini söyledi.. İşte bunun üzerine de Allahü Teâlâ bu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu. 3) Ensâr, kocanın hanımıyla, arka taraftan olmak üzere, fercinden cinsî münasebette bulunmayı hoş görmüyorlardı. Bu düşünceyi de, Yahudilerden almışlardı. Muhaccirler ise, bunu yapıyorlardı. İşte bunun üzerine ensâr bunu onlara çok gördü.. Bu sebepten dolayı da, bu ayet-i kerime nazil oldu. İkinci Mesele Hak teâlâ'nın "Sizin tarlanızdır" tabirinin mânası: "Sizin çocuk ekip diktiğiniz tarlanızdır" şeklindedir. Bu, bir teşbih yoluyla anlatımdır. Böylece kadının ferci yeryüzüne; nutfe tohuma; çocuk da o yerde biten bitkiye benzetilmiştir, (......) kelimesi masdardır. İşte bundan dolayı, müfred (tekil) getirilmiştir. Buna göre mâna, "Kadınlarınız, sizin ekim yerlerinizdir.Siz oralara çocuk ekip biçersiniz" şeklinde olur. Bu mânaya göre, muzâf olan bir kelime hazfedilmiş demektir. Yine, bazen bir şeyin mekânı, mübalağa ifadeetmek için, o şeyin ismiyle, masdarıyla da adlandırılabilir. Bu Hansâ'nın, "O ancak bir ikbâl ve sırt dönüştür" demesi gibidir.Yine, denilir; yani, "O'nun emrettiği.." ve. O denilir, yani, "Onun arzusu, arzu ettiği" denilir. tabiri de böyle olup, "Ekip biçeceği yer" anlamındadır. Üçüncü Mesele Âlimlerin pekçoğu, bu ayetten maksadın şöyle olduğu görüşündedirler: Koca, hanımına ön tarafından öne ve arkadan öne yaklaşması arasında muhayyer bırakılmıştır. Buna göre, "Nasıl isterseniz" ifadesi, bu mânaya hamledilmiş demektir. Nâfi, İbn Ömer'in, "Bu ayetten maksadın, kadınlara makatlarından yaklaşmanın caiz olduğunu" söylediğini rivayet etmiştir. Diğer âlimler ise, bu rivayet hususunda Nâfi'nin hata ettiğini söylemişlerdir. Bu, İmâm-ı Mâlik'in de görüşüdür. Şiilerden Seyyid Murtezâ da bunu tercih etmiştir. Murtezâ bunu, Cafer İbn Muhammed es-Sadık (radıyallahü anh)'dan rivayet etmiştir. Kadınlara makatlarından (dübürlerinden) yaklaşmanın caiz olmadığını söyleyenlerin delilleri şunlardır: 1) Allahü Teâlâ, hayızla ilgili ayette, "Deki o bir ezadır. Onun için hayız zamanında kadınlardan aynim" (Bakara, 222) buyurmuş, eziyyetin bulunmasını, hayız mahalline yaklaşmanın haram olmasının sebebi tutmuştur. Eziyyet, insanın eziyyet ve sıkıntı duyduğu şeydir. Burada da insan, hayız kanının kötü kokusundan ötürü, bir eziyyet ve rahatsızlık duyar. Bu illet, münakaşa mevzuu olan makat hakkında daha açık şekilde geçerlidir. Burada da aynı illet bulunduğuna göre, oraya yaklaşmanın da haram olması gerekir. 2) Hak teâlâ'nın"Allah'ın size emrettiği taraftan kadınlara varın" (Bakara, 222) hitabı bir emirdir. Emrin zahiri ise, vücûb ifade eder. Bu emrin, kadınlarla cinsî münasebet kurmanın vücûbiyyetini ifadeettiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü bu vâcib değildir. Bu sebeple bu emri, bundan muradın, "Kim hanımıyla cinsi münasebet yapmak isterse, onunla Allah'ın emrettiği mahalden münasebet kurması vâcib olur" olduğu şeklindeki mânaya hamletmek gerekir. Sonra, bu ifadekadının makatına yaklaşma mânasına hamleditemez. Çünkü bu, icmâ ile mümkün değildir. Bu sebeple bunun, "ön", "ferç" mânasına hamledilmesi gerekir, zaten elde edilmek istenen netice de budur. 3) Huzeyme İbn Sâbit'in rivayet ettiğine göre, bir adam Hazret-i Peygamber'e, kadınlara makatlarından yaklaşmanın hükmünü sormuş, bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, helâl olduğunu söylemiş. Adam, gerisin geriye dönüp giderken, Hazret-i Peygamber adamı geri çağırmış ve: "Sen ne söyledin? Senin sorun, iki delikten hangisi hakkındadır? Önden öne ise, evet; arkadan öne iser yine evet; Amaarkadan makata ise, hayır.. Allah, hakkı bildirmekten utanıp çekinmez" demiş ve şöyle buyurmuştur: "Sakın kadınlarınıza makatlarından yaklaşmayınız . Tirmizî, Taharet, 102. (Benzeri hadis), (I/243)., Hazret-i Peygamber, yukardaki ifadesinde geçen, lâfzıyla, kadının fercini kastetmiştir. (......) kelimesinin aslı, "dağarcığın ağzı" anlamına gelir. Delik buna benzetilmiştir. (......) kelimesinin esas anlamı ise, ayakkabıcının açtığı delik anlamına gelir. Hazret-i Peygamber bu kelimeyle yine, kadının cima mahallini kinaye ile anlatmıştır, (......) kelimesi de, ayakkabıcı ayakkabıya delik açtığı zaman söylenilen, tabirinden alınmış olup, bu anlamda delik mânasındadır. Kadınlara dübürden yaklaşmanın caiz olduğunu söyleyenlerin tutamakları ise şunlardır: a) Bu ayet ile şu iki bakımdan istidlal edilebilir: 1) Allahü Teâlâ, (......) lâfzını, kadına bir isim olarak vererek, "Kadınlarınız sizin tarlanızdır" buyurmuştur. Bu ifade, (......) kelimesinin kadının muayyen bir yerinin değil de kadının zâtının ismi olduğuna delâlet eder. Buna göre Hak teâlâ bu tabirden sonra, "Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin" buyurunca, bundan murad, "Kadınlarınıza istediğiniz gibi yaklaşınız" olur. Böylece de bu, kadınlara bütün yönlerden yaklaşılabileceği hakkında kullanılmış bir lâfız olmuş olur. Dolayısıyla bu tabirin muhtevasına, münakaşa mahalli olan kadının makatı da dahil olur. 2) (......) kelimesi, anlamındadır. Nitekim Hak teâlâ, "Bu sana nerden geliyor? O da, "Allah katından", dedi" (Al-i imrân, 37) buyurmuştur. Buna göre ayetin takdiri, şeklindedir. Bu sebeple, tefsirini yaptığımız ayetin takdiri, "Tarlanıza dilediğiniz yerden geliniz" şeklindedir sözü, birkaç tane mekânın bulunduğunu gösterir. Bu, senin tıpkı, "İstediğin yere otur" demen gibidir. Bu ise, mekânlar arasında muhayyerliği ifade eder. Bu sabit olunca, biz deriz ki, ayeti önden öne veya arkadan öne yaklaşma manasına hamletmenin mümkün olmadığı ortaya çıkmış olur. Çünkü bu takdire göre, mekân sadece bir tane olmuş olur. "Te'addüd" ise, sadece yaklaşma yolları itibariyle olmuş olur. Bu mânayı ifadeetmeye uygun düşen lâfız ise, "O mekâna nasıl isterseniz öyle gidiniz" denilmesidir. Burada zikredilen lâfız, değil, lâfzı olup, âfzının da mekânlar arasında muhayyerliği ifadeettiği sabit olunca, âyetten muradın sizin söylediğiniz mâna değil de, bizim söylemiş olduğumuz mâna olduğu ortaya çıkmış olur. b) Onlar, Hak teâlâ'nın"Zevcelerine veya elleri altındaki cariyeler müstesna" (Mü'minûn, 6)ayetinin umûmuna sarılmış, bu ayetle, icmânın delâletinden dolayı erkekler hakkında amel edilmediğini; bu âyetle sadece kadınlar hakkında amel edilmesinin gerekli olduğunu söylemişlerdir. c) Biz bir kimsenin hanımına, "Senin dübürün bana haramdır" deyip, bu ifadesiyle de hanımını boşamaya niyet ettiğinde, bunun bir talâk olacağı hususunda müttefikiz. Bu da, hanımının dübürünün kocasına helâl olmasını gerektirir. Bu görüşte olanların, bu konudaki sözlerinin tamamı işte bundan ibarettir. Birinci görüşte olanlar bunların görüşlerine cevâp vererek şöyle demişlerdir: Bu ayetten maksadın, kadınlara terelerinin dışındaki mahallerinden yaklaşmanın caiz olmadığına aşağıdaki hususlar da delâlet etmektedir. 1) Hars, ekim yapılan yerin adıdır. Kadının bütün her tarafının ekim yeri olmadığı herkesçe bilinen bir husustur. Dolayısıyla hars ismini kadının herye-ri için bir isim olarak vermek imkânsızdır. Bu delil, hars lâfzının, kadının zâtına isim olarak verilmesini gerektirir. Ne var ki biz, Hak teâlâ'nın "Hanımlarınız sîzin tarlanızdır" buyruğu hususunda bu delil ile amel etmedik. Çünkü Allahü Teâlâ burada, hars lâfzını kadının zâtına vasıf olarak verdiğini açıkça belirtmiştir. Bundan ötürü biz bu vasfetme işini, "bir şeyin bütününün, cüzünün ismiyle adlandırılması" şeklinde olan, meşhur mecaz şekline hamlettik. Bu şekil, Cenâb-ı Hakk'ın, "Tarlanıza varın" emrinde söz konusu değildir. Binaenaleyh burada hars kelimesini belli olan ekim mahalline hamletmek gerekmiştir. İşte böylece ayette, kadınlara sadece ferclerinden yaklaşılması gerektiği hususunda bir delil vardır. 2) Bu âyetin, muarızlarımızın söylediklerine delâlet etmesi mümkün değildir Çünkü, bu ayetin öncesinin şu iki yönden onların söylediği şeylere delâlet etmesinin imkânsız olduğunu açıklamıştık: a) Hak teâlâ'nın"De ki: "O ezadır" demiş olması. b) O'nun, 'Allah'ın emrettiği taraftan onlara varın" buyurmuş olmasıdır. Eğer bu ayet, kadına makattan yaklaşmanın cevazına delâlet etmiş olsaydı, bu aynı yer hakkında hem harama hem de helâle delâlet eden şeyleri bir araya toplamak olurdu. Hâlbuki aslolan, böyle bir şeyin caiz olmadığıdır. 3) Ayetin sebep-i nüzulü hakkında meşhur olan rivayetler, sahabenin kadınlara arka taraftan ferce yaklaşmanın caiz olup olmadığı hususundaki ihtilâflarıdır. Ayet-i kerîmenin nüzul sebebi ayetin ifadeettiği hükmün dışında kalamaz. Bu sebeple âyetin, bu şekli ihtiva etmiş olması gerekir. Bunu, bu şekle hamlettiğimiz zaman, âyeti diğer şekle hamletmeye ihtiyacımız kalmaz. Bütün bu izahlarla âyetten muradın, onların zikretmiş olduğu şey olmadığı ortaya çıkmış olur. Şimdiyse, bu görüşte olanların kendisine tutundukları delilleri enine boyuna inceleyelim: a) Hak teâlâ'nınemrinin mânasının, "Ekim mahalline geliniz" şeklinde olduğunu beyan etmiştik. b) Hak teâlâ'nın, buyruğundaki "hars' tan murad, o belirli ve muayyen yer olunca, "nasıl isterseniz" ifadesini, mekân hususunda muhayyerliğe hamletmek mümkün olmaz. Bu durumda burada bir takdir yapılır. Bu da, tabirinden maksadın, şeklinde olmasıdır. Böylece burada, bir lâfzı takdir edilmiş olur. "Hars lâfzını hakîki manaya hamledip, böyle bir takdiri gerekli görmek, bu kelimeyi mecazî bir yolla kadının zâtına hamletmekten evlâdır; bundan dolayı da biz bu takdiri yaptık" denilemez. Çünkü biz, zaten bunun evlâ olduğunu söylüyoruz. Zira, ferçler hususunda esâs olan, onların haram olduklarıdır. c) Onların üçüncü delillerine şu şekilde cevap verilir:"Zevceleri ve ellerinin altındaki cariyeleri müstesna..." (Mû'minun, 6) ayeti umûmîdir, Hâlbuki bizim delillerimiz husûsîdir. Hususi delil, umûmi delile takdim edilir. d) Onların dördüncü delillerine şu şekilde cevap verilir: Adamın hanımına, "Şenin mak'adın bana haram olsun" demesi, sadece talaktan bir kinayedir. Çünkü mak'ad, sarmaş dolaş olmanın helâl olduğu bir mahaldir. Dolayısıyla bu adamın, "Senin elin boş olsun" demesi gibidir. Allah en iyisini bilendir. Dördüncü Mesele Müfessirler, ayetteki, kavlinin tefsiri hususunda ihtilâf etmişlerdir: 1) Meşhur olan görüş, bizim zikrettiğimiz şu görüştür: Kocanın hanımının fercine önden veya arkadan yaklaşması caizdir. 2) Bunun manası, "Helâl olan vakitlerden dilediğiniz vakitte..." demektir. Bu da, "Kadın yabanct, nikâhı düşmeyen veya oruçlu veyahut da hayızlı olmadığı zaman.." demektir. 3) Kocanın hanımı ile tercinden olmak şartıyla, hanımı ister ayakta, ister çömelmiş, ister yan yatmış olsun, cima etmesi caizdir. 4) İbn Abbas bunun manasının "Koca dilerse "azil" yapar, isterse yapmaz" şeklinde olduğunu söylemiştir.Bu görüş Sa'id b. Müseyyeb'den nakledilmiştir, 5) Bunun manası, "Gece ya da gündüz ne zaman isterseniz..." demektir. Eğer, "Bu görüşlerden hangisi tercihe şayandır?" denilir ise, deriz ki: Müfessirlerin ifadesinden anlaşıldığına göre, bu ayetin nüzul sebebi şudur: Yahudiler, bir kimse hanımının fercine arkadan cima edince çocuğun şaşı doğacağını söylüyorlardı. Allahü teâlâ da onların bu sözünü yalanlamak için bu ayeti indirmiştir. Öyle ise evlâ olan, ayeti bu manaya hamletmektir. Bunun vakitlerle ilgili olduğunu söyleyen görüşlere gelince, ayet-i kerimede vakitler söz konusu değildir Çünkü, (......) kelimesi bazen ne zaman" manasına, bazen ise, nasıl manasındadır. Azil yapıp yapmama meselesi ise, lâfzının manası ile ilgili değildir. Çünkü cima hali, azledip azletmeme ile değişmez. Binaenaleyh ayeti, yukarıda zikretiğimiz ilk görüşe hamletmek uygun düşer. Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğunun manası şudur: "Cenneti ve Allah'ın ikramını elde edeceğiniz şeyleri yapınız." Bu ifadenin bir benzeri de, bir insanın başka birisine, Kendin için önceden bir amel-i salih yap" demesidir. Bu, "Azıklanınız. Biliniz ki azıkların en hayırlısı takvadır" (Bakara, 197) ayeti gibidir. "Takdim" lâfzının bir benzeri de, Allahü teâlâ'nın cehennemliklerden bir gruptan naklettiği şu ayettir: "Onlar şöyle derler: "Hayır, siz rahat görmeyin. Bunu bize siz takdim ettiniz, o ne kötü bir karar kılıştır " (Sad, 60). Buna göre eğer, "Bu ayetin, öncesiyle irtibatı nasıldır?" denirse, biz deriz ki: İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan nakledildiğine göre, o şöyle demiştir: "Bunun manası, cima ederken besmele çekmektir." Bu son derece uzak bir ihtimaldir. Bence burada, "Kadınlarınız sizin tarlanızdır" ayeti, cima etmenin mubah oluşunun sebebine dikkat çekme gibidir. Sanki şöyle denilmektedir: "O kadınlar, sizin tarlanız olduktan için, yani onlardan çocuklarınız doğduğu için, Allah onlarla cima etmenizin meşru olduğunu bildirmiş, daha sonra da, "Tarlanıza dilediğiniz gibi geliniz" buyurmuştur. Yani, "Onlarla cinsi münasebette bulunmanın size mubah olmasının sebebi, ekin (çocuk) elde etmek olduğu için, tarlanıza geliniz, ekin ekilecek yerin dışına geçmeyiniz." Buna göre ayetteki, "tarlanıza geliniz" emri, sadece ferçten cima yapmaya izin verildiğine, bunun dışındaki yerlere müsaade edilmediğine bir delil olmuş olur. Ayet o iki yerden biri hakkında müsâadenin olduğuna, diğeri hakkında ise müsâade olmadığına delil ihtiva edince, Allahü teâlâ, Kendiniz için takdime yapın" yani, "Şehvetinizi yerine getirme hevesinde olmayın, bir taat sunma hevesinde olunuz" buyurmuştur. Sonra Allahü teâlâ, bu hususu, "Allah'dan ittika ediniz" emriyle, üçüncü olarak da, "ve mutlaka O'na kavuşacağınızı bilin" buyruğu ile te'kid etmiştir. Peşpeşe getirilen bu üç tehdidin zikredilmesi, kendisinden önce leziz ve arzu duyulan bir şey yasaklandığında uygun düşer. Binaenaleyh hem ayetin makabli hem de mâba'di (evveli ve sonrası), bu işin haramlığına delâlet eder. Böylece, bu ayetin tefsiri hususundaki en doğru görüşün, müçtehidlerin çoğunluğunun benimsediği görüş olduğu ortaya çıkar. Allahü teâlâ'nın "Allah'tan korkun ve mutlaka O'na kavuşacağınızı bilin" emrine gelince, bil ki "takva" hakkında daha evvel açıklamalarda bulunmuştuk. Allah'a kavuşmanın izahı ise, (Bakara, 46) ayetinin tefsirinde geçmişti. Bil ki Allahü teâlâ, bu ayette şu üç şeyi zikretmiştir: a) O, "Kendiniz için takdime yapın" buyurmuştur ki bundan muradı taat olan işlerdir. b) "Allah'tan korkun" buyurmuştur ki, bundan muradı, yasak olan şeyleri bırakmadır. c) "Mutlaka O'na kavaşacağınızı bilin" buyurmuştur ki bunda da şuna işaret vardır: "Ben, sizi öldükten sonra dirilme, mahşerde bulunma ve hesap vermeniz için, taatteri yapıp, haramları bırakma hususundaki meşakkatlere katlanmakla mükellef tuttum. Eğer hesap günü olmasaydı, taatleri yaparken ve yasakları bırakırken sıkıntılara göğüs germek manasız olurdu. Bu ne güzel bir tertiptir. Allahü teâlâ daha sonra da, "İman edenleri müjdele" buyurmuştur ki bundan maksadı da Kur'an'da nazar-ı dikkate alınan tertibi gözetmektir. Bu tertip de, Allah'ın Kur'an'da her tehdidin yanısıra bir va'ad ve müjdeyi zikretmesidir. Buna göre bu ifadenin mânâsı, "Özellikle mü'minleri mükâfaat ve ikramınla müjdele" demektir. Sanki malum oldukları için, âyette "ikram" ve "sevab" (mükâfaat) lâfızlarına yer verilmemiştir. Bu tıpkı, "Mü'minlere, Allah'dan kendilerine cidden büyük birfazl'û kerem olduğunu müjdele" (Ahzâb, 47) âyeti gibidir. Yeminler Hakkında Hüküm |
﴾ 223 ﴿