224

"Allah'ı, yeminlerinizden dolayı, iyilik etmenize, ittikâ etmenize ve insanlar arasım bulmanıza engel yapmayın. Allah hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir".

Müfessirler bu ayet hakkında çok şey söylemişlerdir. Fakat söylediklerinin en güzeli şu iki izahtır:

a) Ebu Müslim el-İsfehâni' nin zikrettiği, en güzel görüşe göre, tabiri, Allah adına çok yemin etme cüretinden nehyetmektir. Çünkü herhangi bir şey için bir lâfzı çokça söyleyen, o lâfzı o şey için bir engel haline getirmiş olur. Nitekim insan, "Sen, kınanmana beni kalkan yaptın" der. Şâir de "Beni, kınanmalara maruz bırakma" demiştir. Allahü teâlâ, çok yemin eden kimseleri, "Her alabildiğine yemin eden zelil kimseye boyun eğme" (Kalem, 10) diye kınamıştır. Ve yine, "Yeminterinizi tutunuz" (Mâide, 89) buyurmuştur. Araplar da, çok az yemin eden insanları övmüşlerdir. Nitekim Küseyyir şöyle demiştir:"Az yemin eden, yeminini tutar. Eğer ondan bir yemin çıkmış ise, o yeminini bozmaz."

Az yemin etmeyi emretmenin hikmeti şudur: Önemli önemsiz her hususta Allah'a yemin edenin dili, yemin etmeye alışır. Dolayısıyla kalbinde yemi-, nin ağırlığı kalmaz. Bundan ötürü de yalan yere yemine cür'et edip etmediğinden emin olunamaz. Böylece de yemindeki asıl maksad zarar görür. Keza insan, Allahü teâlâ'ya ne kadar çok saygı duyarsa, kullukta da o nisbette mükemmel olur. Böyle bir kimsenin yanında, Allah'ın isminin anılmasının, o kimsenin Allah'ın ismiyle dünyevî bir menfaat için şahadet etmesinden daha yüce ve âli olması, Allah'a saygının en ileri derecesini ifade eder.

Cenâb-ı Hakk'ın bundan sonraki, "iyilik etmeniz için" buyruğu, bu nehyin bir illetidir. Buna göre bu ifade, "iyilik yapma niyetiyle" mânâsındadır. Binaenaleyh mânâ, "Bundan korunmak iyilik, takva ve insanların arasını bulmak olduğu için, sizi bundan nehyettim. Böylece, ey mü'minler, yeryüzünde müfsidler değil, itaatkâr, muttaki ve ıslahatçılar olunuz" şeklindedir.

Eğer, "Yemini terk etmeden ötürü, nasıl iyilik, takva ve insanların arasını bulma meydana gelir?" denir ise, biz deriz ki: Çünkü, Allahü teâlâ'nın yüce isminin dünyevi istek ve her kim yemin ile elde edilecek değersiz arzularda şahitliğe kavuşturulmasından münezzeh ve yüce olduğuna inandığı için yemin etmeyi bırakır ise, şüphesiz bu en büyük iyilik çeşitlerinden biri olur. "Takva"nın buradaki manasına gelince, bunun zahiri, insanın Allah'a olan ta'zimini zedeleyecek bir şeyin kendisinden sâdır olmasından korkmasıdır. "İnsanların arasını bulmanın manası ise şudur: "İnsanlar onun doğru söylediğine ve onun kötü maksadlardan uzak olduğuna inanırlarsa, onun sözünü kabul ederler. Böylece de onun vasıtası ile sulh meydana gelir.

b) Müfessirler, (......) kelimesi "mania, engel" anlamına gelir. Bunun böyle olduğuna delil ise, şöyle denilmiş olmasıdır: "Ben şunu yapmak istedim, ama bana şu iş engel oldu" ve"Kaçındı, yani ondan kendini korudu, beni deondan men etti."Kelimenin esas mânası, yola enlemesine konulan ve insanların gidiş gelişlerine mâni olan şey demektir. "Falanca, falancanın sözüne itiraz etti ve kendi sözünü başka bir söze muârız yaptı" denilir. Yani, "onun sözünün kabul edilip benimsenmesine mâni olacak bir şey zikretti" demektir. Kelimenin esas iştikakının ne olduğunu anladığın zaman, diyebiliriz ki, (......) kelimesi, vezninde olup mef'ûl manasına gelir. (avuçla alınan) ve (avuç) kelimelerinde olduğu gibi. Böylece bu kelime, bir şeyin önüne engel olup, ona mâni olan şeye ad verilmiş olur. Bu sebeple, (......) kelimesinin, mâni olmaktan ibaret olmuş olduğu ortaya çıkmış olur. Cenâb-ı Hakk'ın, (......) buyruğundaki lâm harfi, ta'lîl içindir.

Sen bunu iyice anladığın zaman, deriz ki, âyetin takdiri şudur: "Allah'ın zikrini, yeminleriniz sebebiyle, iyilik yapmanıza veya iyilik yapmanız hususunda bir mania ve engel tutmayınız." Böylece, çok açık olduğu için kendisine ihtiyaç duyulmadığından, harf-i cer düşürülmüştür. Müfessirler sözlerine şöyle devam etmişlerdir: "Bu ayetin nüzul sebebi şudur: Bir kimse, sıla-i rahim, iki kimsenin arasını bulmak veyahut da evlâtlıklarından birine ihsan ve ikramda bulunmak gibi hayırlı işleri yapmamaya yemin ediyor, sonra da, "yeminimi bozma hususunda Allah'tan korkarım" diyor, böylece de yemini muhafaza etmek niyetiyle iyi ve güzel olan şeyleri yapamıyordu. İşte bu sebeple, "Allah'ın zikrini, yeminleriniz sebebiyle, birr'u takvada bulunmaya mâni olan birer sebep kılmayınız" denilmiştir. Müfessirlerin zikretmiş olduğu açıklamaların en güzeli budur.

Müfessirler, başka açıklamalar da yapmışlardır, Amabunlarda fayda olmadığı için biz onları zikretmedik.

Sonra, Cenâb-ı Hak ayetin sonunda, "Allah hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir" buyurmuştur. Yani, "Eğer siz yemin ederseniz o hakkıyla işitir; eğer dünyevî maksatlar için, O'nun kerîm olan ismini anarak şehâdette bulunmaktan Allah'ı daha üstün ve daha yüce görerek yemini terk ederseniz, O sizin kalelerinizde ve gönüllerinizde olan şeyleri bilendir; çünkü O alîmdir."

225

"Allah, yeminlerinizdeki lağv'dan dolayı, sizi sorumlu tutmaz. Fakat kalblerinizin azmetmiş olduğu şeyler yüzünden sizi muâhaze eder. Allah çok bağışlayıcıdır, halîmdir" .

Âyetle ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

(......) ister söz, isterse başka bir şey olsun, kendisine itibar edilmeyen önemsiz ve değersiz şey demektir. Bu lâfzın, konuşma dilinde kullanıldığı hususuna, ayet, hadis ve muhtelif rivayetler delâlet etmektedir. Âyetten delil, Cenâb-ı Hakk'ın, "Değersiz bir söz duyduklarında, ondan yüz çevirirler" (Kasas, 55)"Onlar orada ne boş bir lâf, ne de günâha sokacak bir şey işitmezler" (Vakıa. 25), "Bu Kuranı dinlemeyin. O'nun hakkında boş lâkırdılar yapın" (Fussilet, 26) ve "Orada boş bir söz İşitmezsin" (Gaşiye, 11) ayetleridir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlar boş bir (sözle) karşılaştıkları zaman, vakur bir biçimde yüz çevirirler" (Furkan, 72) ayetine gelince, bundan muradın, "Onlar boş bir sözle karşılaştıkları zaman.." olması muhtemel olduğu gibi, yine bundan muradın, "Onlar boş bir fiille karşılaştıkları zaman..." şeklinde olması da muhtemeldir.

Bunun hadisten deliline gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Cuma günü imâm hutbe okurken, kim arkadaşına "sus!" derse, boş söz söylemiş olur' Nesai. Cuma. 22 (HI/104). Nesai. Cuma. 22 (HI/104). şeklindeki hadisidir.

Kelimeyle ilgili muhtelif rivayet ve kıssalara gelince: Kuş öttüğü zaman, denilir. Yine, ifadesi, kuşun ses çıkarması demektir. Bu lâfzın konuşma dilinin dışında kullanılmasına gelince: Meselâ, devenin önem verilmeyen yavrularına, (önemsiz, değersiz) denilir. Nitekim şair Cerîr, "Neseb ilmiyle meşgul olanlar, Temimoğullarını, şeref evlerinin dört büyük direği addetmişlerdir. Amanasıl devenin yavrusuna diyette önem vermiyorsan, işte bunun gibi, nasıl olmuşsa onların içinden çıkmış olan Mer'f'ye önem verme!" Şair Accâc da, Pek çok haccının kalbi ve gönlü, boş laflar ve çirkin sözler karşısında yutkunmakta, sabırlı davranmaktadırlar.

Ferrâ, (......) ifadesinin, (......) kelimesinin ise, fiillerinin masdarı olduğunu söylemiştir. İşte bu açıklamalar, kelimenin lûgât ile ilgili taraflarıdır.

Yeminde Lağv Hakkında Belli Başlı Tefsirler

Müfessirler bu hususta şu görüşleri zikretmişlerdir:

a) Şafiî (radıyallahü anh) lağvin, Arapların, içlerinden yemin etmeyi geçirmedikleri halde sözlerini pekiştirmek için, "Hayır, Allah'a yemin ederim" ve "Evet, Allah'a yemin ederim" ifadesi olduğunu söylemiştir. Şayet Araplardan birine, "Ben bu gün senin, Mescid-i Haram'da bin defa yemin ettiğini duydum "derseniz, o bunu kabul etmez. Aksine O, vallâ bin kere değil!" der.

b) Ebu Hanife (radıyallahü anh)'nin görüşüdür. Bu görüşe göre bir kimsenin, öyle olduğuna inanarak yemin edip, daha sonra da bunun böyle olmadığı ortaya çıkarsa, işte bu yemine, "lağv" denilir.

Bu ihtilâfın neticesi şudur: Şafiî, bir kimsenin, "Hayır vallahi..." ve "Evet vallahi..." demesinde keffâreti gerekli görmüyor; Hâlbuki bir kimsenin, bir şeyin öyle olduğuna inanarak yemin edip de, daha sonradan o şeyin öyle olmadığı durumlarda yapılan yeminde keffâretin gerekti olduğunu söylüyor. Ebû Hanife ise, bunun aksini söylüyordu. Şafiî'nin mezhebi, Aişe, Şa'bî ve İkrime'nin görüşlerine dayanır. Ebu Hanife'nin görüşü ise, İbn Abbas, Hasan el-Basrî, Mücâhid, Nehaî, Zührî, Süleyman İbn Yesâr, Katâde, Süddî ve Mekhûl'ün görüşlerine dayanır.

Şafiî (radıyallahü anh)'nin görüşünün delilleri şunlardır:

1) Hazret-i Aişe (radıyallahü anhnha), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Yemini lağv, bir kimsenin konuşması sırasında, "Hayır vallahi", "Evet vallahi", "Değil vallahi" demesidir Ebu Davud, Eymân ve Nüzûr, 6 (III/223).. Rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yanında ashabından birisi olduğu halde, ok atmakta olan bir topluluğa rastladı da; o sırada o topluluktan birisi bir ok atarak, "Vallahi vurdum!" dedi. Sonra, vuramadığı anlaşılınca, Hazret-i Peygamber'in yanındaki sahâbi, "Ya Resulallah, adam yeminini yerine getiremedi" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Ok atanların yeminlerinin hepsi lağv'dır. Bunlara ne keffaret gerekir, ne de bir ceza!" der.

Hazret-i Aişe'den rivayet edildiğine göre, O şöyle demiştir: "Lağv yemini, kalbin azmetmediği ve şaka, münazara ve davalaşma sırasında söylenen yeminlerdir." Allah'ın kelâmının tefsiri hususunda, sahabenin söylediği söz ise, hüccettir.

2) Hak teâlâ'nın "Allah yeminlerinizdeki lağv'den dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat kalblerinizin azmetmiş olduğu şeyler yüzünden sizi mu'âheze eder" (Bakara. 225) ayeti, yeminin lağv oluşunun kalbin kesbi sebebiyle hasıl olan şeyin zıddı ve mukabili gibi olduğuna delâlet eder. Fakat ayetteki, "Kalblerinizin azmetmiş olduğu şeyler yüzünden.." tabirinden murad, insanın ciddi olarak niyetlendiği ve kalbini kendisine bağladığı şeydir. Böyle olunca, kalbin azmettiği şeyin zıddı gibi olan "lağv"in manasının, "insanın tam bir ciddiyetle niyetlenmediği ve kalbini kendisine bağlamadığı bir yemin" olması gerekir. Bu da insanların, söz sırasında bir alışkanlık olarak söylemiş oldukları, "Hayır vallahi, evet vallahi" şeklindeki yeminleridir. Ama bir kimse bir şey hakkında, o şeyin meydana geleceğine ciddi olarak yemin eder; sonra o şeyin tahakkuk etmediği görülür de o kimse bu yemini ile kendi sözünü doğrulamayı murad edip kalbini buna bağlarsa, bu yemin kesin olarak bir "lağv" olmayıp, kalbin azmettiği bir yemindir.

3) Allahü teâlâ, bu âyetten önce, "Allah'ı yeminlerinizden dolayı bir engel yapmayın" buyurmuş ve bize bunun manasını çok yemin ve kasemde bulunmaktan bir nehiy olduğunu hatırlatmıştır. Bir alışkanlık olarak "Hayır vallahi; evet vallahi" diyen kimselerin, çok yemin ettiklerinde şüphe yoktur. Böylece Cenâb-ı Hak, "Allah'ı yeminlerinizden dolayı., bir engel yapmayın" âyetinin hemen peşinden, konuşurken azmederek değil de, bir alışkanlık olarak çokça yemin eden kimselerin halini zikretmiş ve onların ne mu'âheze edileceğini, ne de onlara bir keffaret gerekeceğini beyân etmiştir. Çünkü onlara bu yeminlerden dolayı sorumluluğu ve keffâreti gerekli kılmak, ya onların konuşmaktan kaçınmalarına sebebiyet verecektir; yahut da her an keffaret vermeleri gerekecektir. Her iki halde dinde bir zorluk olur. Binaenaleyh, zikrettiğimiz şeylere göre (......) kelimesinin tefsirinin önceki ayete uygun olan bir açıklama olduğu ortaya çıkar.

Ebu Hanife (radıyallahü anh)'nin görüşü ise, önceki âyete uygun değildir. Buna göre Şafiî'nin te'vili evlâdır.

Ebu Hanife (radıyallahü anh)'nin birkaç yönden delili vardır:

1) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şu hadisi:bir şey için yemin eder de, aksinin daha hayırlı olduğunu görürse, o hayırlı olan şeyi yapsın. Sonra da (böylece bozduğu) yemininden dolayı ketfâret versin Buhari, Humus, 15; Eymân, 1."Bu hadis-i şerif, ister ciddi, ister gayr-i ciddi olsun, mutlak olarak yeminini bozan kimsenin keffâret vermesi gerektiğine delâlet eder.

2) Yemin, kendisine fesih arız olmayan bir şeydir. Dolayısıyla boşama ve köle âzâd etmede olduğu gibi, kendisinde bir maksadın olup olmadığına itibar edilmez. Bu iki delil, insanların, "Hayır vallahi, evet vallahi" gibi sözlerinde, yeminlerini bozdukları zaman keffareti gerektirir. "Lağv" in, İmam-ı Şafiî'nin dediği şekilde tefsirinin mümkün olmayıp; aksine İmam Ebu Hanife'nin dediği şekilde tefsir edilmesinin gerektiğini şu husus da gösterir: Yemin. Arapça'da "kuvvet" manasına gelir. Nitekim şâir şöyle demiştir: "Bir sancak, şeref için kaldırıldığında, ona Arabe kuvvetle yapıştı." Bu şiirdeki "yemin" de kuvvet manasınadır. Yeminden maksad, yemin sebebi ile yemini bozma tarafına karşı yemininde durma tarafını kuvvetlendirmektir. Bu da ancak, kuvvetlendirmeye uygun yerlerde yapılır. Uygun yerler de, yemin ancak gelecekteki bir fiile dâir yapıldığı yerlerdir. Fakat geçmişte olan bir hâdise için yemin edilir ise, bu kesinlikle kuvvetlendirmeye uygun bir yer değildir. Bu izaha göre geçmişteki bir hâdise için yemin etmek, yemin etmede kastedilen faydadan hâtîolur. Faydasız şey de fağv'dir. Binaenaleyh "lağv" in, geçmişe dâir yapılan bir yemin olduğu ortaya çıkar. Gelecekteki bir husus için yemin etmek kuvvetlendirilmeye uygundur. Binaenaleyh böyle bir yemin, yeminden kastedilen maksad ve manâdan hâlî değildir. Dolayısıyla bu yemin-i lağv olmaz.

c) "Yemin-i lağv"in tefsiri hususundaki üçüncü görüş de şudur: O, insanın ibâdet olan şeyi yapmamaya ve günah olan şeyi yapmaya yemin etmesidir. Bu yemin-i lağvdir veya günahtır. Nitekim Hak teâlâ, "Onlar değersiz bir söz duyduklarında, ondan yüz çevirirler" (Kasas. 55) buyurmuştur. Allah bu yeminleri terk etmeden dolayı insanları muaheze etmeyeceğini belirtmiş, daha sonra da "Fakat kalblerinizin azmetmiş olduğu şeyler yüzünden sizi muaheze eder" yani, ibadeti bırakma ve günahı işlemeye dair yaptığınız yeminlerde durmanızdan sizi muaheze eder" buyurmuştur. Müfessirler, bu tarz açıklamanın, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Kim bir şey için yemin eder de, aksinin daha hayırlı olduğunu görürse, o hayırlı olan şeyi yapsın. Sonra da (böylece bozduğu) yemininden dolayı keffâret versin" Buhari, Humus, 15; Eymân. 1.hadisine aykırıdır. Yine bu tarz açıkl Amaşu iki bakımdan da zayıftır:

1) Bu âyette zikredilen muaheze, Mâıde süresindeki, "Fakat kalblerinizin azmettiği yeminler yüzünden sizi muaheze eder (hesaba çeker). Bunun keffâreti ise..." (Mâide, 89) âyeti ile tefsir edilmiştir. Bu ayette geçen "mu'âheze"den murad, keffâretin gerekmesi; tefsir ettiğimiz âyetteki "mu'aheze"den murad da, yine keffâretin gerekliliği olunca, biz ayetten maksadın bu tarz yapılan izah olmadığını anlamış oluruz.

2) Allahü teâlâ lağv'in zıddı olarak, kalbin azmettiği şeyi saymıştır. Onu, bu görüş sahibinin zikretmiş olduğu, yemin etmiş oldukları şey üzerinde ısrar etmek şeklinde tefsir etmek mümkün değildir, Çünkü kalbin azmetmesi, yeni bir fiile başlamak mânasını tedai ettirmektedir. Bir şey üzerinde ısrar etme "kalbin azmi" olacak isimlendirilmez.

d) Lağv yemini hakkında dördüncü görüş şöyledir: Bu, keffâreti ödenmiş yemindir ve "lağv" diye isimlendirilmiştir. Çünkü keffâret günahı düşürmektedir. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: "Keffaretini ödediğiniz zaman, Allahü teâlâ "fağv" yeminlerinizden dolayı sizi mu'âheze etmez." Bu, Dahhâk'in görüşüdür.

e) Kâdî'nin görüşüdür. Buna göre yemin-i lağv'den murad, bir kasıt olmaksızın sehven yapılan yeminlerdir. Buna delil, Cenâb-ı Hakk'ın, müteakiben gelen, kavlidir. Bu kavlin manası, "Yeminlerinizde kasıtlı olduğunuz zaman sizi mu'âheze eder" demektir. Kastın mukabilinin "sehv" olduğu malûmdur.

İkinci Mesele

İmâm-ı Şafiî (radıyallahü anh).bu âyet-i kerimeyi, yemin-i gamûs (yalan yere yemin) için keffâret ödemenin vâcib olduğuna delil getirip, şöyle demiştir:Allahü teâlâ, bu ayette, "Fakat kalblerinizin azmettiği şeyler yüzünden sizi mu'âheze eder" buyurmuş, Mâide süresindeki ayette ise, "Fakat kalblerinizin azmettiği yeminler yüzünden sizi mu'âheze eder" (Maide, 89) buyurmuştur. "Yemine azmetmek" ifadesi, birkaç manaya gelebilir. Çünkü bundan murad, kalbin ona azmetmesi olabileceği gibi, "çözme" nin, zıddı olan "akd" (düğümlemek) manası da olabilir. İşte Cenâb-ı Hak bu ayette, "Kalblerinizin azmettiği şeyler yüzünden" buyurunca biz bu "akd"den muradın, kalbin azmetmesi olduğunu anlarız. Yeni Cenâb-ı Hak burada "mu'âheze" kelimesini zikretmiş ama onun ne olduğunu açıklamamıştır. Fakat Maide sûresinde, "mu'âheze" nın ne olduğunu, (Maide, 89) ayeti ile açıklamıştır. Binaenaleyh bu iki âyetten her biri bir yönden mücmel, diğer bir yönden mübeyyenclir. Bu sebeple, bunlardan her biri bir yönden ğerini tefsir etmektedir. Bunların her birinden, ciddi olarak ve kalbin azmi ile yapılan yeminler için keffâretin vâcib olduğu anlaşılır. Yemin-i gamûs da böyledir. Bundan dolayı, ondan dolayı da keffâret gerekir.

Allahü teâlâ'nın "Allah çok bağışlayıcıdır, halimdir" buyruğuna gelince, bil ki "gafur", günahları örtme ve onların cezasını düşürmede ileri dereceyi ifade eden bir sigadır. "Halım" sıfatına gelince, bil ki Arapça'da "hilm", vakar ve ağırbaşlılık manasına gelir. "Yürüyüşünde en teennili olan devenin üzerine hevdeci koy" manasında, denir. "Hilm" de bu manadadır. Çünkü hilm, teenni halinde görülür. Meme ucuna da, denilir. Allah'ın sıfatlarından olan "halîm"in manası, ceza vermede acele etmeyip, aksine kâfir ve facirlerin cezasını geriye bırakan demektir.

İlâ ve Talâkla İlgili Olan Hüküm

224 ﴿