233"Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. (Bu), emmeyi tam yaptırmak İsteyenler içindir. O (annelerin) ma'ruf şekilde yiyeceği ve giyeceği, çocuk kendisinin olan babaya aittir. Kimse güç yetiremeyeceği şeyle mükellef tutulamaz. Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun babası, o çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın. Mirasçıya düşen de bunun gibisidir. Eğer (ana ve baba) aralarında anlaşarak ve müşavere ederek, çocuğu memeden kesmeyi arzu ederlerse, İkisine de günah yoktur. Bil ki Allahü Teâlâ'nın, buyruğu hakkında üç görüş vardır: A) Bundan murad, lâfzın zahirinin ifâde ettiğidir. Bu da, ister evli olsunlar, isterse boşanmış olsunlar, bütün annelerdir. Bunun delili ise şudur: Bu lâfız, âmm bir lâfızdır. Tahsis eden herhangi bir delil de yoktur. Dolayısıyla bu lâfzı umûmu üzere bırakmak gerekir. B) Bundan murad, boşanmış annelerdir. Bundan muradın bu olduğunu şu iki husus gösterir, demişlerdir. 1) Allahü Teâlâ, bu âyeti talâk âyetinin peşinden zikretmiştir. Binaenaleyh bu âyet zahire göre, o âyetlerin bir tamamlayıcısı olur. Bu âyetle, önceki ayetler arasındaki münasebetin sebebi şudur: Karı-koca arasında bir ayrılık meydana geldiği zaman, aralarında bir buğzlaşma ve birbirlerine sataşma başlar. Bu da kadını, şu iki bakımdan çocuğa eziyyet etmeye sevkeder: a) Çocuğa eziyyet, boşayan kocaya eziyyet etmek gibidir. b) O kadın başka bir koca ile evlenme arzusu içindedir. Bu da onun, çocuğun bakımını ihmâline sebebiyyet verir. Böyle bir ihtimâl her zaman söz konusu olunca, hiç şüphesiz Allahü Teâlâ boşanmış kadınları, çocuklarını görüp gözetmeye ve onlara gerekli ilgi ve itinâyı göstermeye çağırarak, "Anneler çocuklarını emzirirler" buyurmuştur ki, bundan murad, boşanmış olan annelerdir. 2) Süddî'nin zikretmiş olduğu şu husustur: Âyette bulunan, tabirinden murad, boşanmış olan annelerdir. Çünkü Allahü Teâlâ bundan sonra, O (annelerin) ma'rûf şekilde yiyeceği ve giyeceği, çocuk kendisinin olan babaya aittir" buyurmuştur. Eğer evlilik devam etmiş olsaydı, o zaman bu hüküm kocaya, annelerin süt emzirmelerinden dolayı değil, karı-kocalık münasebetinden dolayı gerekmiş olurdu. Bil ki, bunların birinci delillerine şu şekilde cevap vermek mümkündür: Bu âyet, müstakil bir hüküm ifâde etmektedir. Kendinden önceki âyetlerle ilgili olması gerekmez. İkinci delillerine de şu şekilde cevap verilir: Kadının, karı-kocalık münasebetinden dolayı bir miktar mala; süt emzirmesinden dolayı da diğer bir miktar mala hak kazanması uzak görülecek bir ihtimal değildir. Çünkü bu iki husus arasında herhangi bir aykırılık bulunmaz. C) Vahidî, "el-Bâsit" adlı kitabında şunu söylemiştir: Evlâ olan, bu tabiri nikâhın devam etmesi durumuna göre zevceler mânasına almaktır. Çünkü boşanan kadınlar giyeceğe değil, ücrete müstehak olurlar. Buna göre eğer, "Karı-kocalık devam etmiş olsaydı, o kadın ister çocuğunu emzirsin, isterse emzirmesin, nikâhtan dolayı nafaka ve giyeceğe zaten hak kazanmıştır. O halde bu istihkakın süt emzirmeye bağlanmasının izahı ne olabilir?" denilirse, biz deriz ki: Nafaka ve giyecek, kadının kocasına hizmet edebilmesi mukabilinde gerekmektedirler. Buna göre kadın, çocukların terbiyesi ve onların emzirilmesi ile meşgul olduğunda, kocasına hizmet etmeye vakit bulamaz. Böylece de çoğu kez, bir kimse, kocasına hizmet edememeden dolayı kadının nafaka ve giyecek İstihkakının düşeceğini zanneder. İşte bundan dolayı Allahü Teâlâ, her ne kadar çocukları emzirmekle meşgul olsa bile, kadının nafaka ve kisvesinin (giyiminin) kocaya ait olduğunu bildirerek, böyle bir vehmi ortadan kaldırmıştır. Bu sözlerin hepsi, Vahidi (r.h.)'nin sözleridir. Hak teâlâ'nın, "Çocuklarım emzirirler" buyruğu hakkında iki mesele vardır: Bu söz, kalıp itibariyle her ne kadar bir haber cümlesi ise de, mâna bakımından emir ifâde eder. Bu, iki sebepten dolayı caizdir: 1) Âyetin takdiri, "Anneler çocuklarını Allah'ın vâcib kıldığı hükme göre emzirirler (emzirsinler)" şeklindedir. Ne var ki söz, aynı mânayı ifâde ettiği için, takdir edilen bu kısım hazfedilmiştir. 2) (......) lâfzının manasının, (emzirsinler) şeklinde olmasıdır. Ancak ne var ki buradaki lâm harfi, herhangi bir kapalılık bulunmayacağından, söz de yapılan bir tasarruftan dolayı zikredilmemiştir. Mâna cihetinden olan bu emir, vücûb ifâde etmeyen bir emirdir. Bunun böyle olduğunu şu iki husus da gösterir: a) Hak teâlâ'nın, "Eğer sizin için (çocuklarınızı) emzirirlerse, onlara ücretlerini verin" (Talâk, 6) âyetidir. Eğer çocuğuna süt emzirmesi kadına vâcib olsaydı, kadının böyle bir ücrete müstehak olmaması gerekirdi. b) Hak teâlâ bu tâbirden sonra da, "Eğer güçlüğe düşerseniz, o zaman çocuğu (babanın) hesabına, başka kadın emzirecektir" (Talak, 6) buyurmuştur. Bu, bu hususta sarîh bir nastır. Bazı alimler de, annenin çocuğuna süt emzirmesinin vâcib olmadığına, Hak teâlâ'nın, (annelerin) ma'rûf şekilde yiyeceği ve giyeceği, çocuk kendisinin olan babaya aittir" âyetini delil getirmişlerdir. Anne, bazan boşanmış olabilir. Bu sebeple annenin nafakasının babaya vâcib oluşu, ancak onun çocuğunu emzirmesi sebebiyle olur. Eğer çocuğuna süt vermek, bizzat kadına vâcib olsaydı, kadının nafakası babaya vâcib olmazdı. Burada, daha önce zikretmiş olduğumuz bahis söz konusudur. Çocuğu emzirmenin anneye vâcib olmadığı sabit olunca, âyetin ifâde ettiği bu emir, çocuğun anne sütüyle büyümesi ve yetişmesinin, diğer sütlerle beslenmesi ve yetişmesinden çocuk için daha faydalı; annenin şefkatinin başka insanların şefkatinden daha mükemmel ve tam olması bakımından, mendûb olmaya hamledilmiştir. Bu çocuğun durumu, annesinden başkasının bulunamaması veyahut da, çocuğun sadece annesinin memesinden emmesi suretiyle zaruret derecesine ulaşmadığı zaman böyledir. Yiyecekler hususunda nasıl herkesin muzdara eşit şekilde katkıda bulunmaları vâcib ise, böyle bir durumda da kadının çocuğunu emzirmesi vacib olur. Hak teâlâ'nın, İki tam yıl tabir' hakkında birkaç mesele vardır: (......) kelimesinin aslı, bir şey bir başka hale dönüştüğünde söylenilen, tabirinden alınmıştır. Buna göre, ilk vakitten ikinci vakte geçmiş, dönmüş anlamına gelir. Ayet-i kerimede "kâmil" lâfzının zikredilmesi, Arapların, "Falanca, şu yerde iki yıl veya iki ay kaldı" ifâdesinden ancak, o kimsenin bir yıl ve bir yıldan eksik bir süre; veya bir ay ve bir aydan eksik bir süre kalmasını kastetmeteriyle ortaya çıkacak olan vehmi gidermek içindir. Yine Araplar, "Onu görmeyeli bir-iki gün oldu" diyorlar, bu sözleriyle bir tam gün ile eksik bir günü kastediyorlardı. İki Yıl Emzirme Vacib Değildir Bil ki âyette geçen, "iki yıl" ile sınırlama, vâcib olan bir tahdit değildir. Bunun böyle olduğuna şu iki şey delâlet eder: 1) Allahü Teâlâ bu tabirden sonra "Emzirmeyi tam yaptırmak isteyenler için..." buyurmuştur. Allahü Teâlâ bü "tamamlama" yi bizim irâdemize bırakınca, bu tamamlama işinin vâcib olmadığı ortaya çıkar. 2) Allahü Teâlâ, "Eğer (anne-baba) aralarında anlaşarak ve müşavere ederek, çocuğu memeden kesmeyi arzu ederlerse, ikisine de bir günah yoktur" buyurmuştur. Böylece, bu sınırlamanın zikredilmesinden maksadın, bu kadar miktar emzirme süresini vâcib kılmak olmadığı ortaya çıkmıştır. Hatta bu konuda, şu hususlara da yer verilmiştir: a) Bu en doğru olan görüştür. Buna göre, bu sınırlama (tam iki yıl) dan maksat, karı-koca emzirme müddetinde anlaşmazlığa düştüklerinde, onların bu anlaşmazlıklarını sona erdirmektir. Aralarında bir münakaşa bulunduğu zaman, işte bu belirlenen miktara müracaat etsinler diye, Cenâb-ı Hak bu süreyi tam iki yıl olarak tayin etmiştir. Buna göre şayet baba, iki yıl dolmadan önce çocuğunu sütten kesmeyi ister, annesi de buna razı olmazsa, babanın arzusu uygulanmaz. Aksi durumda da böyledir. (Kadın ister, ama baba razı olmazsa...) Ama, her ikisi de, iki yıl dolmadan önce çocuklarını sütten kesme hususunda anlaşırlarsa, bunu yapabilirler. b) Hak teâlâ'nın bu müddeti tayin etmesinden maksadı şudur: Sütün İslâm dininde özel bir hükmü vardır. Bu da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Neseb ile havam olan, emzirme, (süt) ile de haram olur" İbn Mâce, Nikah, 34 (1/623). ıadisinin ifâde ettiğidir. Bu sınırlamanın zikredilmesinden maksat, süt emme işi bu zaman içerisinde olmadığı müddetçe, hadisteki hükmü ifâde etmez. Bu, Şafiî (radıyallahü anh)'nin mezhebidir. Ki bu, Hazret-i Ali, İbn Mes'-ud, İbn Abbas, İbn Ömer, Alkame, Şa'bî ve Zühri (radıyallahü anh)'nin görüşüdür. Ebu Hanife (radıyallahü anh), bu müddetin otuz ay olduğunu söylemiştir. Şafiî (radıyallahü anh)'nin delilleri şunlardır: Birinci delil: Hak teâlâ'nın "Emzirmeyi tam yapmak isteyenler içindir" âyetinden maksad, çocuğun hissettiği bir ihtiyaca göre olan bir tamamlama değildir. Çünkü çocuk, iki yıl tamam olurken de süte ihtiyaç duymayacağı gibi, bünyesindeki zayıflıktan dolayı, iki yıl dolduktan sonra da süte ihtiyaç duyabileceği herkesçe malûm olan bir keyfiyettir. Çünkü, çocuklar bu hususta farklı farklıdırlar. Âyette ifâde edilen "tamâm olma" ile muradın bu mâna olması caiz olmayınca, bundan muradın süt emmeyle ilgili hususî hükmün olması gerekir. Bu mânaya göre, âyet süt emme hükmünün, ancak bu müddet süt emzirme vâki olduğu zaman sabit olacağına delâlet etmektedir. İkinci delil: Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'den rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sütten ayrıldıktan sonra, tekrar emzirmenin (hükmü) yoktur" buyurmuş, Allahü Teâlâ da, "Sütten ayrılması iki yıldır" (Lokman, 14) buyurmuştur. Üçüncü delil: İbn Abbas, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Süt haramlığı, iki yıl ya da daha az bir süre içindeki emzirmelerde olur" Benzer manada, Muvattt, Radâ, 9 (2/43). dediğini rivayet etmiştir. c) Bu sınırlamadan maksat; İbn Abbas'tan rivayet edilen şu husustur: Attı ayda doğuran kadın, çocuğunu iki tam yıl emzirir. Eğer kadın yedi ayda doğurursa, o kadın da yirmi üç ay emzirir...Diğerleri ise şöyle demişlerdir: Bu iki yıl tahdîdi, doğan her çocuğun süt müddetini belirler.. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın delili, Allahü Teâlâ'nın, "Çocuğun (karında) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır" buyurmuş olmasıdır. Bu âyet, çocuğun karında taşınma ve sütten kesilme süresinin, bu kadar bir zaman dilimini (otuz ay) içine aldığına delâlet eder. Binaenaleyh, bu iki durumdan birinin durumu arttığı zaman, diğerinin zamanı eksilir. Rivayet edildiğine göre bir adam Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'ye gelerek, "Bekâr bir kızla evlendim. Hakkında herhangi bir şüphem yok, ama o altı ay zarfında doğurdu"dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ali (radıyallahü anh), "Allahü Teâlâ, "çocuğun (karında) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır" (Ahkâf, 15) ve, "Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler" (Bakara, 233) buyurmuştur. Buna göre hamileliğin en az müddeti altı aydır. Çocuk, senin çocuğundur "demiştir. Hazret-i Ömer'den de rivayet edildiğine göre, kendisine altı ayda doğuran bir kadın getirilince, O, o kadını recm etme hususunda müşavere etti.Bunun üzerine İbn Abbas, "O kadın, Allah'ın kitabıyla size karşı delil getirirse, getirebilir" dedi; sonra da bu iki âyeti hatırlattı ve bu iki âyetten, hamileliğin en aşağı müddetinin altı ay olduğu sonucunu çıkarttı. Hak teâlâ'nın, "Emzirmeyi tam yapmak İsteyenler içindir" âyeti hakkında iki mesele vardır: İbn Abbas (radıyallahü anh), ayeti, "emzirmeyi kemâle erdirmek, tamamlamak..." şeklinde okumuştur. harfinin kesresiyle, şeklinde de okunmuştur. Bu ifâdenin kendinden önceki kısımla irtibatının nasıl olduğu hususunda şu izah yapılmıştır: a) Âyetin takdiri, "Bu hüküm, süt emzirme müddetini tamamlamak isteyenler içindir" şeklindedir. Katâde'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allahü teâlâ süt emme müddetini iki tam yıl olarak bildirmiştir. Daha sonra da kolay ve hafif olan hükmü indirerek, "Bu, emmeyi tam yaptırmak isteyenler içindir.." buyurmuştur. Allahü teâlâ, bu tabiri kullanmakla süt müddetinin iki yıldan eksik olabileceğini göstermiştir." b) Bu ifâdenin başındaki lâm harf-i cerr fiiline mütealliktir. Nitekim sen, "Falan kadın falanca için onun çocuğunu emzirdi" dersin. Âyet, "Babalardan, çocuğunun tam emmesini isteyenler için o (anne olan) kadınlar, çocukları iki yıl emzirdiler" manasındadır. Çünkü, yukarıda da beyân ettiğimiz sebeplerden dolayı, çocuğunu emzirtme işi anneye değil babaya aittir.Cenâb-ı Allah, maruf şekilde yiyeceği ve giyeceği, çocuk kendisinin olan babaya aittir" âyetiyle ilgili birkaç mesele vardır: Tab'ri baba manasınadır. Şu sebeplerden dolayı baba, böyle ifâde edilmiştir: a) Keşşaf sahibi şöyle der: "Bunun sebebi, annelerin çocuklarını o babaları için doğurmuş olduklarını bilmeleridir. İşte bundan dolayı çocuklar annelerine değil de babalarına nisbet edilmişlerdir, Halife Me'mun b. Reşid için şu beyit söylenmiştir: "İnsanların anaları ancak emânet kaplandır, ve oğullar babalara aittir. b) Bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Çocuk doğduğu yatağa aittir" Buhari, Vesâyâ, 4; Ferftiz, 15; 28; Müslim, Radâ. 36 (2/1080); Tirmizi, Radâ, 8 (3/463). buyurduğu gibi, çocuğun babasının yatağında doğmuş olmasından dolayı, babasının soyuna katılacağına bir tenbihtir. Buna göre Cenâb-ı Allah sanki şöyle demiştir; "Kadın, erkeği için çocuğunu onun yatağında doğurduğunda, erkeğin çocuğunun ihtiyaçlarını ve menfaatlarını gözetmesi vacibtir. Bu, nesebin ve babanın soyundan sayılmanın sebebinin sadece bu kadar şey olduğuna bir dikkat çekmedir. c) Cenâb-ı Allah'ın (Hazret-i Harun'dan naklettiği), "Ey anamın oğlu.." (Tahâ, 94) sözünün tefsirinde, bundan muradın, annenin çocuğa şefkatli oluşu olduğu ve burada "anne" lâfzını zikretmenin maksadının şefkati hatırlatmak olduğu söylenmiştir. Bu âyette de "baba", bu çocuğun kendisi için doğurulduğuna dikkat çekmek maksadıyla, diye ifâde edilmiştir. Binaenaleyh çocuğun noksanlığı babasına nisbet edilir. Yine onun faydasına olan şeyleri görüp gözetmek babaya gerekir. Nitekim "senin lehine söz veya aleyhine söz" manasında, denilir. Allah'u "Anneler çocuklarını İki tam yıl emzirirler" buyruğunda annelere çocuğu görüp gözetmeyi tavsiye ettiği gibi, anneler çocuğun menfaatlerine uygun davransınlar diye babalara da o çocuğun annesini görüp gözetmeyi tavsiye etmiş ve ma'rûf bir şekilde annelerin yiyecek ve giyeceğini sağlamayı emretmiştir. Bu konudaki "ma'rûf", bazan koşulan bir şart ve anlaşma ile belirlenmiş olur; bazan da belirsiz olur, ancak örfe göre belirlenir. Çünkü baba, annelere yiyecek ve giyecekten yeterli miktarı temin ettiğinde, bir ücret belirlenmesine gerek kalmaz. Zira yiyecek ve giyecekler yeterli olmaz ise kadın aç ve çıplak kalır. Bu sebeple de onun zararı çocuğa dokunur. Allahü teâlâ, çocuğu görüp gözetmeyi önce annelere, daha sonra da babalara tavsiye etmiştir. Bu, çocuğun annesinin gözetmesine olan ihtiyacının, babasının gözetmesine olan ihtiyacından daha fazla olduğunu gösterir. Çünkü çocuk ile annenin gözetmesi arasında kesin olarak bir vasıta yoktur. Fakat babanın çocuğu gözetmesi ancak bir vasıta ile olur. Çünkü baba, çocuğu emzirmek ve terbiye etmek üzere, nafakasını ve giyeceğini karşılayarak ücretle kadın tutar. Bu da ana hakkının baba hakkından çok olduğunu gösterir. Bunu ifâde eden hadisler çok ve meşhurdur. Sonra Cenâb-ı Allah, "Kimse güç yetiremeyeceği şeyle mükellef tutulamaz" buyurmuştur. Bu hususta birkaç mesele vardır: "Teklif" ilzam etmek, mecbur kılmak demektir. "O, onu bir işle mükellef tuttu, o da bu mükellefiyeti kabul etti ve mükellef kılındı" denilir. Bu kelimenin aslının, masdarından olduğu söylenmiştir. Bu, yüzdeki kararma izidir. Buna göre, ifâdesinin mânâsı, onun bu işte eserini ortaya koymaya gayret etmesidir. denildiği zaman, o kimseden mükellef tutulduğu şeyde tesirini ortaya koyması istenmiş olur. Âyette, insanın gücünün yeteceği ve takat getirebileceği şey kastedilir. Bu kelime, "mal genişliği ve bolluğu" ifâdesinden alınmıştır. Malı az ve kıt olduğu zaman, insan o hususta âciz kalır. (......) kelimesi, kudret manasınadır. İşte bundan ötürü "Vüs", takatin üstündedir" denilmiştir. Âyetten murad şudur: Bu çocuğun babası, gücü yetmediği miktarda çocuğa ve annesine harcama yapmakla mükellef tutulamaz. Çünkü Arapça'da, "Vüs", güç yeten ve gücü aşmayan şey demektir. Allahü teâlâ, babaya ancak gücü yetecek kadarın gerekli olduğunu beyân etmiştir. Bu, Hak teâlâ'-nın, Talâk sûresinde "Eğer sizin için, (çocuklarınızı) emzirirlerse, onlara ücretlerini verin..."(Talak, 6) buyurup, daha sonra "Eğer güçlüğe düşerseniz, o zaman çocuğu (babasının) hesabına başka kadın emzirecektir" (Talak, 6) buyurması gibidir. Allahü teâlâ, nafakanın, "Zengin olan, nafakayı zenginliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılmış bulunan da nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin. Allah hiçbir kimseyi ona verdiğinden fazlasıyla mükellef tutmaz" (Talak, 7) âyetinde beyân ettiği gibi, erkeğin mâlî gücüne göre olacağını açıklamıştır. Mutezile bu âyeti, Allahü teâlâ'nın kullarını ancak güçleri yeten şeylerle mükellef tutacağına delil getirmişlerdir. Çünkü Hak teâlâ, hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle mükellef tutmayacağını haber vermiştir.'"Vüs", takatin daha üstündedir. Binaenaleyh, Allahü teâlâ hiç kimseyi vüs'atının yetmeyeceği şeyle mükellef tutmayacağına göre, insanı kudret getiremeyeceği şeylerle mükellef tutmaması daha evlâ olur, demişlerdir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Ne bir anne çocuğu yüzünden zarara sokulmasın" buyurmuştur. Bu ayet hakkında birkaç mesele vardır: İbn Kesir, Ebu Amr, Kisâi'nin râvisi Kuteybe, ayeti ref ile, şeklinde, diğer kıraat imamları ise, fetha ile, aklınde okumuşlardır. Ref ile okunuşunun sebebi hususunda, Kisâi ve Ferra, bunun âyetteki, fiiline atfedildiğini söylemişlerdir. Ali b. İsâ ise bunun yanlış olduğunu, çünkü, harfi ile atfın, ancak ikincisini birincisinin hükmü dışında bırakmak için yapıldığını söylemiştir. Meselâ, Amr'i değil Zeyd'i dövdüm" sözünde olduğu gibi. Fakat, denilmesi, atıf olarak caiz değildir. Doğrusu, cümlesinin, nehiy ifâde eden müste'nef bir cümle olarak merfu okunmasadır. Nitekim, "Zeyd dövmesin, sen de Amr'i öldürme" denilir. Ayetin nasb ile, (......) şeklinde okunması ise nehiy olduğu içindir. Bunun aslı şeklidir. Birinci "râ" ikincisine idgâm edilmiş, ikincisi ictimai sâkineynden dolayı fetha ile harekelenmiştir. Nitekim, "Adam Zeyd'e zarar verir" denilir. Bu böyledir. Çünkü bu, muzaaf bir fiildir. Bundaki birinci râ ikincisine idgâm edilmiş, böylece, " şeklini almıştır. Nitekim sen, dersin. Sonra da "dal" harflerini birbirine idgâm ederek dersin. Cenâb-ı Allah da, "Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse..." (Mâide. 54) buyurmuştur. Hasan el-Basri, bu fiili kesre ile, (......) şeklinde okumuştur ki Arapça'da bu da caizdir. Eban ise Asım'dan rivayet ettiği kıraatte, idğâmsız ve meksur olarak, ve fiili, kadını fail yaparak (......) şeklinde okumuştur. Âyetteki (......) kelimesi Arapça'da her ikisi de caiz olan iki manaya muhtemeldir. Bu, de idgâm bulunmasından dolayı bu iki manaya muhtemel olmuştur: a) Bunun aslının birinci "râ"nın kesresiyle, şeklinde olmasıdır. Bu ihtimale göre, zararı veren kadın olmuş olur. b) Bunun aslının birinci "râ"nın fethasıyla, şeklinde olmasıdır. Buna göre, zarar verilen kadın olmuş olur. Birinci izaha göre âyetin manası, "O anne, çocuğa zarar vermek suretiyle babaya zarar vermesin" şeklindedir. Bu, baba yiyecek ve giyeceğini karşılamaktan imtina ettiği için, o kadının da çocuğu emzirmekten imtina etmesi ve çocuğu babasının üstüne atmasıyla olur. İkinci izaha göre âyetin mânâsı, "Çocuğun babası, anneye zarar verip, çocuğuna bakmak ve onu sevmek hususunda son derece istekli olan anneden o çocuğu çekip almasın" şeklinde olur.Cenâb-ı Hakk'ın, "Ne de çocuğun babası o çocuğu sebebiyle (zarara sokulmasın)" buyruğu, "Anne, çocuğu babasının üzerine bırakarak o babaya zarar vermesin" demektir. Her iki mânâ da aynı neticeye varır. O da, çocukları vesile ederek anne ile babanın birbirlerinden öfkelerini çıkarmalarıdır. Buna göre şayet, "Cenâb-ı Allah, niçin burada fiil tek kimseye âjt olduğu halde, müşareket (beraber, karşılıklı yapmayı) ifâde eden sigâ ile, demiştir?" denilir ise biz deriz ki, bunun birkaç sebebi vardır: a) Bunun manası, mübalağadır. Çünkü sana eziyet verenin eziyeti, sana eziyet vermeyen kimsenin eziyetinden daha güçlüdür. b) "Baba ve anne, karşılıklı olarak, anne çocuğu emzirmeyerek, baba da çocuğu anneden ayırarak birbirine zarar vermesinler" demektir. c) Bundan maksad şudur: Ana-babadan herbiri için, çocuğa zarar vermeleri bakımından, diğerine zarar vermiş olmaları söz konusudur. Binaenaleyh bu aslında, karşılıklı olarak birbirine zarar vermedir. Hak teâlâ'nın, "Ne bir anne çocuğu yüzünden zarara sokulsun..." tabiri, kalıp itibarıyla bir haber cümlesi ise de, bundan kastedilen nehiydir. Bu ifâde emzirmeyi, emzirmeyi taahhüdü ve çocuğu korumayı bırakması sebebiyle, annenin çocuğuna karşı yapabileceği kötülüğü içine alır. (Böylece o ilâhî cezaya müstehak olur.) “Ne de çocuğun babası, o çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın" ifâdesi, kadın ve erkeğin zarara girmesini içine alır. Bu da, annenin çocuğuna daha çok şefkatli olmasına rağmen, onu emzirmemesi, erkeğin de bazan kadının nafaka ve kisvesini kısması ve ona kötü davranması ile söz konusu olur. Böylece de bu, o kadını çocuğuna zarar vermeye sevketmiş olur. Bütün bunlar, bu nehyin muhtevasına girerler. Allah en iyisini bilendir. Hak teâlâ'nın, "Mirasçıya düşen de bunun gibisi " buyruğuna gelince, bil ki, daha önce çocuk, baba ve anneler zikredilince, âyette geçen "vâris" in bunlardan herhangi birine nisbet edilmesi muhtemeldir. Ulemâ, kesin görüş olarak bir şey iddia etmemiştir. Ancak onlardan bir kısmı, bu konuda şunu söylemiştir: Birinci görüş: Bu, İbn Abbas (radıyallahü anh)dan nakledilen görüştür. Buna göre bundan murad babaya vâris olan kimselerdir. Bu böyledir, çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, emri O'nun, sözüne atfedilmiştir. Bu ikisi arasındaki cümle de, marufu beyân etmek için gelmiş olan i'tirâziyye cümlesidir. Buna göre mânâ şöyle olur: Eğer, çocuk kendisine ait olan baba ölürse, bu babaya gereken, kadının yiyecek ve giyeceğini karşılamak gibi hususlar onun varisine de gerekir, vâcib olur. Yani, eğer baba ölürse, zikredilen şart ile kadının giyeceğini ve yiyeceğini temin hususunda, vârisin babanın yerine geçmesi gerekir. Bu şart ise, ma'rûfu gözetmek ve zarar vermekten sakınmaktır. Ebu Müslim İsfehâni: "Bu görüş zayıftır, çünkü biz lâfzı babanın varisine hamledersek, çocuk da babanın varisi olduğu için, bu çocuğun başkasına harcamada bulunmasının vâcib olması, malının da kendisinden infâk edilen bir mal olması neticesine götürür ki, bu da caiz değildir" demiştir. Bu görüşe şöyle cevap verilebilir: Çocuk babasından bir mala vâris olduğu zaman, o malı idare edecek, ma'rûf bir şekilde o malı çocuk için harcayacak ve onu zararlardan koruyacak bir kimseye muhtaç olur. Bütün bu şeylerin babanın vârisine vâcib olması mümkündür. İkinci görüş: Bundan murad, babanın vârisidir. Baba öldüğü zaman, babaya vâcib olan her şey, varise de vâcib olur. Bu, Hasan, Katâde, Ebu Müslim ve Kâdî'nin görüşüdür. Bu görüşte olanlar, bunun babanın hangi vârisi olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir.Bunun, anne ve anne bir olan kızkardeşler dışında kalan bütün "asabe" olduğu söylenilmiştir. Bu, Hazret-i Ömer, Hasan el-Basri, Mücâhid, Atâ, Süfyân vo İbrahim'in görüşüdür. Bunun, mirastaki paylarına göre, çocuğa vâris olan kadınlar ve erkekler olduğu söylenmiştir. Bu, Katâde ve İbn Ebî Leylâ'nın görüşüdür. Bunlar, nafakanın, mîrastaki pay kadar olacağını söylemişlerdir. "Vâris" in, amcaoğulları ve köleler gibi kimselerin dışında kalan, nikâhı haram olan kimseler olduğu söylenmiştir. Bu, Ebu Hanife ve taraftarlarının görüşüdür. Bil ki ilahî kelâmın zahiri, şu veya bu gibi, herhangi bir vâris arasında bir üstünlüğün bulunmamasını gerektirir. Çünkü Allahü teâlâ, lâfzı mutfak olarak zikretmiştir. Binaenaleyh, yakın akraba olmayanlar, yakın akraba olanlar gibidirler. Nitekim, uzak olanlar yakın; kadınlar da erkekler gibi kabul edilmişlerdir. Şayet anne, kendisine bir hakkın vâcib olması sebebiyle zikredilmiş olması bakımından bu hükmün dışında bırakılmış olmasaydı, o da bu hükmün muhtevasına dahil olurdu. Çünkü, o da başkaları gibi, bazan vâris olur. Üçüncü görüş: Varisten murad, ana-babadan geriye kalandır. Çok meşhur olan şu duada şöyle geçmektedir: "Onu bize vâris kıl" yani, "Onu bizden sonraya bırak!" Bu, Süfyâ'n ve bir grup âtimin görüşüdür. Dördüncü görüş: Allahü Teâlâ "vâris" ile ölen babasına vâris olan çocuğun kendisini kastetmiştir. Çünkü, eğer çocuğun malı varsa, emzirme ücretinin onun malından verilmesi gerekir. Eğer çocuğun malı yoksa, anne onu emzirmeye zorlanır. Çocuğun nafakasını temin için, ancak ana-baba zorlanabilir. Bu, İmâm Malik ve Şafiî'nin görüşüdür. Cenâb-ı Allah'ın, tabirinin "yiyecek ve giyecek hususunda... bunun kadarı" mânasında olduğu söylenmiştir. Bu, İbrahim'in görüşüdür. Bunun, "zararı terketmek hususunda bu kadarı..." mânasında olduğu da söylenmiştir. Bu görüş, Şa'bî, Zühri ve Dahhâk'tan rivayet edilmiştir. Yine bunun, "hem yiyecek ve giyecek hususunda, hem de zararı terk hususunda bu kadarı..." mânâsında olduğu da söylenmiştir. Bu görüş, ilim ehlinin çoğundan nakledilmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Eğer, (ana-baba) aralarında anlaşarak ve müşavere ederek, çocuğu memeden kesmeyi arzu ederlerse, ikisine de günah yoktur" ayetine gelince, bil ki bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:"Fisâl" hususunda iki görüş vardır: 1) Bu, sütten kesme (fitam) demektir. Çünkü Cenâb-ı Allah, "(Karında) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır" (Ahkâf, 15) buyurmuştur. Bu âyette sütten kesme, "fisâl" (ayırma) kelimesiyle ifâde edilmiştir; çünkü çocuk annesinin sütüyle beslenmekten ayrılıp, diğer yiyeceklere yönelmiştir. Müberred, "Çocuk annesinden ayrıldı..." denilir", demiştir. (Ahkâf, 15) âyetinde, hem (......) hem de, (......) şeklinde okunmuştur. "Fisâl" şeklinde okunuşu daha güzeldir. Çünkü çocuk annesinden ayrıldığı zaman, annesi de ondan ayrılmış olur. Böylece aralarında, ilâ ve vezninde olduğu gibi karşılıklı bir ayrılış, meydana gelir. Anasından ayrılmış olan deve yavrusuna da, anasından ayrıldığı için, denilmiştir. Bir kimse ülkesini terkedip oradan ayrıldığı zaman, denilir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Tâlût ordusuyla ayrıldığı zaman.." (Bakara, 249) buyurmuştur. Bil ki bu ayette, (......) kelimesini sütten kesme manasına hamletmek, müfessirlerin çoğunluğunun görüşüdür. Allahü Teâlâ iki tam yılın, emzirme müddetinin tamamı olduğunu açıklayınca, tekrar olmasın diye, bu âyeti bundan başka bir manaya hamletmek gerekmiştir. Âlimler bu konuda ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmı, "Bu âyetten murad, iki yıl dolmadan çocuğu sütten kesmenin caiz olduğudur" demişlerdir. Bazıları da, bu âyetin iki yıl dolmadan önce de, dolduktan sonra da çocuğu sütten kesmenin caiz olduğuna delâlet ettiğini söylemişlerdir. Bu görüş İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edilmiştir. Birinci görüşün delili şudur: Âyetin öncesi, iki yıl tamamlandığı zaman çocuğu sütten kesmenin caiz olduğuna delâlet edince, bu aynı zamanda iki yıldan daha fazla emzirmenin caiz olduğuna da bir delil olmuştur. Durum böyle olunca, âyeti, sadece iki yıl tamamlanmadan sütten kesmenin caiz olduğuna bir delil olmuştur. İkinci görüşün delili şudur: Çocuk bazan zayıf olur ve binaenaleyh süt emmeye devam etmesi gerekir. İki yıl dolmadan evvel onu sütten kesmek çocuğa zarar verdiği gibi, zayıf çocuğu iki yıl dolduktan sonra da sütten kesmek zarar verebilir. Birinci görüşte olanlar buna şöyle cevap vermişlerdir: "İki yıl dolduktan sonra çocuğun sütten kesilmesiyle bir zarar meydana gelmesi pek nâdirdir. Bundan dolayı âyeti bilinen mânâya hamletmek gerekir." Allah en iyi bilendir. 2) "Fisâl" hususunda ikinci görüş şudur: Ebu Müslim birinci görüşten bahsettiği zaman, "Burada bir başka mânâ da muhtemeldir: Bu da "fisâl" den muradın anne-baba arasında bu hususta karşılıklı rıza ve müşavere meydana geldiğinde ve bundan dolayı çocuğa herhangibir zarar dokunmadığında, anne ile çocuğun arasını ayırmak manası olmasıdır" demiştir. (......) kelimesi, Arapça'da karşılıklı görüş alışverişinde bulunmak manasındadır. Ve (......) kelimesi gibi, vezninde olan, kelime de aynı köktendir. Balı kovandan çıkarttığın zaman dersin. Ebu Zeyd şöyle demiştir: "Hayvanın yürüyüşünü göstermek için koşturduğun zaman, dersin. Yine bakanın gözüne iliştiği için evdeki eşyaya da, denilir. Arapça'da "Onu utandırdım" manasında, denilir. İnsanın görünüşü de (......) kelimesiyle ifâde edilir. Çünkü insanın görünüşü, kılığı kıyafeti ve süsleridir. "İşaret" kelimesi ise, gönlünde olan şeyi dışarı vurup, onu söz ve benzeri şeylerle muhataba göstermek demektir. Bu âyet, iki yıldan daha az sürede çocuğu sütten kesmenin ancak ana-babanın rızası ve bu hususta tecrübeli kimselerle müşaverelerinden sonra caiz olabileceğini göstermektedir. Bu böyledir, çünkü anne, bazan emzirmeden usanır ve çocuğu sütten kesmeye çalışır. Yine baba da süt emzirmeden ötürü para vermekten usanır ve bundan kurtulmak için çocuğu sütten kesmeye çalışır. Fakat anne ve baba şahsi menfaatlerinden dolayı çocuğa zarar verme hususunda nadiren ittifak edebilirler. Sonra bu hususta, tam bir muvafakat içinde olmaları halinde de, onların dışındaki kimselerle yapılan müşavereye itibar edilir. O zaman da, çocuğa zarar verebilecek bir şey hususunda herkesin ittifak etmesi uzak bir ihtimaldir. Öyle ise herkesin ittifak etmesi, tam İki yıl dolmadan önce o çocuğu sütten kesmenin ona zararlı olmayacağına delâlet eder. Sen şimdi Allahü teâlâ'nın bu küçücük yavruya olan ihsanına bir bak! Ondan zararları savuşturmak için, sütten kesilebilmesine ne kadar çok şart koymuş. Sonra bütün bu şartlar bulunsa bile, Cenâb-ı Hak açıkça izin vermemiş "Size bir günah yoktur" buyurmuştur. Bu da, insan daha zayıf olduğu zaman, Allah'ın ona olan rahmetinin daha çok, ihtimamının daha fazla olduğuna delâlet eder. İhtiyaç Halinde Çocuğu Annesinden Başkasının Emzirmesi Çocuklarınızı (başkalarına) emzirtmek isterseniz, ma'rûf bir şekilde vereceğiniz (emzirme ücretini) ödemek şartıyla, yine size bir vebal yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyla görendir" . Bil ki Cenâb-ı Hak, annenin hükmünü ve onun emzirmeye daha müstehak olduğunu açıklayınca, emzirme konusunda, anneden başkasına da müracaat edilebileceğini de beyân etmiştir. Ayette iki mesele vardır: Keşşaf sahibi şöyle demiştir: (......) (emzirtmek istedi) fiili, (......) emzirdi fiilinden yapılmıştır. Arapça'da, "Kadın çocuğu emzirdi ve kadından çocuğu emzirmesini istedi" denilir. (......) fiili bu örnekte iki mef'ul almıştır. Nitekim sen, "İhtiyacı giderdi ve ondan ihtiyacı gidermesini istedim" dersin. Buna göre ayetteki bu tabirin manası şudur: "Eğer çocuklarınızı süt annelerine emzirtmek isterseniz." Buna göre, gerek olmadığından fiilin iki mef'ulünden biri hazfedilmiştir. Nitekim sen, kendisinden ihtiyacını karşılamasını istediğin kimseyi zikretmeyerek, "ihtiyacımı karşılamasını istedim" diyebilirsin. Birbirinden farklı olan iki mef'ulden herbirinin hükmü aynıdır." Vahidî ise, tabirinin, "Evlatlarınız için emzirtmeyi isterseniz" manasında olduğunu; fiilin delâlet etmesi ile iktifa edilerek, (......) kelimesinin başında, "için" manasını ifâde eden lâm harf-i cerrinin hazfedildiğini, çünkü emzirtmenin ancak çocuklar için söz konusu olduğunu söylemiştir. Sen, "Zeyd için.." mânasında, "Zeyd'i davet ettim" diyemezsin. Çünkü "emzirtme" hususunda söylediğimizin hilâfına, senin böyle demen bir karışıklık meydana getirir. Lâm'ın hazfedilişinin bir başka misali de, "Onlara ölçü ile verdikleri veya tartı ile verdikleri zaman ise..." (Mutaffifin, 3) ayetidir. Bu, "İnsanlar için ölçtüklerinde veya onlar için tarttıklarında.." takdirindedir. Bil ki biz, annenin emzirmeye en müstehak kimse olduğunu açıkladık. Buna mâni bir durum ortaya çıktığında ise, emzirme için anneden başka bir kadına müracaat edilebilir. Bu mânilerden birisi, anne bir başkasıyla evlendiği zaman, yeni kocasının haklarını yerine getirmesinin, anneyi çocuğunu emzirmekten alıkoymasıdır. Yine onu, ilk kocası boşadığında, o bir başkasıyla evleninceye kadar çocuğu emzirmek istemeyebilir. Aynı şekilde kadın kendisini boşamış olan kocasına eziyet olsun diye ve onu üzmek için, çocuğu kabul etmekten kaçınabilir. Keza kadın hasta olabilir veya sütü kesilebilir. İşte bu engellerden biri ortaya çıktığı zaman, başka bir süt annesi bulduğumuzda ve çocuk da onun sütünü kabul ettiğinde, süt emzirtme hususunda anneyi bırakıp başka kadınlara başvurmamız caiz olur. Fakat başka bir süt anne bulamadığımızda veya bulduğumuzun sütünü çocuk kabul etmediğinde, çocuğu emzirmek anneye vâcib olur. Hak teâlâ'nın, "Mâruf bir şekilde vereceğiniz (emzirme ücretini) Ödemeniz şartıyla..." buyruğu ile ilgili iki mesele vardır: (......) kısmını sadece İbn Kesir şeklinde medsiz, diğer kıraat imamları ise med ile olmak üzere, (......) şeklinde okumuşlardır. Med ile okunuşuna göre âyetin takdiri, Yani "(süt annesi) kadına vermeyi istediğiniz..."şeklindedir. Medsiz okunuşuna göre ise, "yaptığınız şeyi..." şeklindedir. Buna göre birinci takdirde iki mef'ul; ikinci takdirde de, bilindiği için, lâfzı hazf edilmiştir. Şeybân'ın Âsım'dan rivayet ettiğine göre, Âsim bunu, (......) şeklinde okumuştur. Bu, "Allah'ın size verdiği ve sizi muktedir kıldığı ücreti..." manasındadır. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, "(Allah'ın) size (tasarruf için) vekâlet verdiği şeylerden infak ediniz..." (Hadid, 7) âyetidir. Teslim etme (ödeme), emzirmenin caiz ve sahih olabilmesinin şartı değildir. Bu sadece en uygun olanı yapmaya bir teşviktir. Bundan murad şudur: Emziren süt anneye, gönlünün hoş olması ve böylece bunun da çocuğun durumunun daha iyi olmasına bir sebep ve çocuğun menfaatleri hususunda en ihtiyatlı yol olması için, ücret peşin verilmelidir. Sonra Cenâb-ı Hak ayeti bir sakındırma ile bitirerek, "Allah'tan korkun ve bilin ki şüphesiz Allah ne yaparsanız hakkıyla görendir" buyurmuştur. |
﴾ 233 ﴿