235"(Vefât iddetini bekleyen) kadınlara evlilik teklifini çıtlatmanızda, ya da böyle bir arzuyu gönüllerinizde saklamanızda size bir vebal yoktur. Allah, sizin onları mutlaka hatırlayacağınızı bilmiştir. Fakat kendileriyle gizlice va'adleşmeyin. Ancak, ma'rûf bir söz söylemeniz müstesna...". (......) tabiri, Arapça'da tasrih'in zıddıdır. Bunun mânası, bir kimsenin sözünün, hem maksadına hem de maksadının dışındaki bir şeye uygun olmasıdır. Ancak, maksadını ifâde ve ihsas ettirmesi, daha mükemmel ve daha tercihe şayandır. Bu kelimenin asit bir şeyin yanı ve tarafı mânasına gelen, tabirinden iştikak etmiştir. Buna göre sanki, ta'rîzde bulunan kimse, maksadının etrafında dönmüş dolaşmış, maksadım açıkça bir türlü ifâde edememiştir. Bunun bir benzeri, muhtaç olan kimsenin, kendisine muhtaç olunan kimseye, "Sana selâm vermek ve senin mübarek yüzüne bakmak için geldim" demesidir. İşte bundan dolayı, "Benden alacağını alman için, bana bir selâm vermen kâfidir" demişlerdir. "Ta'rîz", kişinin kendisiyle neyi murad ettiğini ortaya koyduğu için, bazan "telvîh" diye de isimlendirilir. Kinaye ile ta'rîz arasındaki fark şudur: Kinaye, bir şeyi, onun levazımını (zorunlu olarak kendisiyle alâkalı olanı) zikrederek, zikretmektir. Meselâ senin, "Falanca, uzun boyludur" ve, "külü çoktur" deyip, (bununla o kimsenin cömertliğini kastetmen gibi)... Ta'rîz ise, hem senin maksadına, hem de senin maksadının dışındaki şeylere muhtemel bir sözü zikretmendir. Ne var ki, senin hal ve hareketlerinin ihsas ettirdiği şeyler, karineler, o sözün senin maksadına hamledilmesini kuvvetlendirir. Âyette geçen, (......) lâfzına gelince, bu hususta Ferrâ şöyle der: (......) kelimesi, (hal, durum, önemli mesele) kelimesinin yerinde kullanılmış bir masdardır. Bu senin, oturmayı kastederek, (nem yukardan aşağı), hem de aşağıdan yukarıya doğru) oturmayı güzel beceren bir kimsedir" demen gibidir. Bu kelimenin iştikakı hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür: 1) (......) kelimesi, iş ve durum mânasına gelir. Meselâ, denilir; yani "durumun nasıldır, neyin var?" Araplarda, derler. Yani, "O erkek, kadına, kadının kendisiyle ilgili bir durumu, bir işi sordu..." 2) (......) kelimesi, konuşma anlamına gelen, lâfzından iştikak etmiştir. Nitekim, "(Erkek) kadına konuştu, söyledi" denilir. Çünkü, o erkek kadınla nikâh akdi hususunda konuşmuştur. Yine denilir.. Yani, "O kimse, sakındırarak ve öğütler vererek konuştu" demektir. Hakkında çok konuşmaya ihtiyaç duyulduğu için, "önemli iş, önemli durum" manasında (......) kelimesi kullanılmaktadır. Kadınlar, evlilik teklifinin hükmü hususunda üçe ayrılırlar: 1) Hem sarâhaten, hem de tarîz yoluyla kendilerine evlilik teklifi yapılanlar. Bunlar, kocasız ve iddetleri de dolmuş olan kadınlardır. Çünkü onları bu durumda nikahlamak caiz olunca, onlara evlilik teklifinde bulunmak nasıl caiz olmasın? Bu maddenin tek bir istisnası vardır. O da, Şafiî'nin Mâlik'den, Mâlikin Nâfi'den, onun da İbn Ömer'den rivayet etmiş olduğu şu hadistir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sizden hiçbiriniz, kardeşinizin tâlib olduğu (kadın ve kıza) tâlib olmasın!.." buyurmuştur. Sonra bu hadis, her ne kadar mutlak olarak zikredilse dahi, ancak ne var ki burada üç durum söz konusudur: Birinci durum: Bir kimse bir kadına talip olup, kendisine (müsbet mânada) açıkça olumlu cevap verildiğinde, o vakit, işte bu hadisten dolayı, başka birinin o kadına talip olması helâl olmaz. İkinci durum: Adam, açıkça olumsuz cevap aldığı zaman, bu durumda başkasının o kadına talip olması caiz olur. Üçüncü durum: Ne açıkça kabul, ne de red söz konusu olmadığı zaman... Bu durumda Şafiî'nin iki görüşü vardır: a) Başkasının ona tâlib olması caizdir. Çünkü olumlu ya da olumsuz bir cevâp vermeme, rızâya delâlet etmez. b) Bu, Şafiî'nin "kavl-i kadîmi" olup Mâlikin de görüşüdür. Buna göre sükût, her ne kadar rızâya delâlet etmese dahi, kerahet haline de delâlet etmez. Bazı bakımlardan çoğu kez arzu bulunur; ama bu ikinci tâlip, kadına talip olunca bu arzuyu ortadan kaldırmış olur. 2) Açıkça da, ta'riz yollu olarak da kendilerine tâlib olunamayacak kadınlar... Bu, kadın başkasının nikâhı altında olduğu zaman olur. Çünkü insanın bu kadına tâlib olması, kadının kendini arzu edenlerin bulunduğunu bilmesine ve bu durumun da onu çoğu zaman kocasının haklarını yerine getirmemesine sevkedeceği için, kocası için bir problem haline gelir, onun zihnini karıştırır. Böyle bir şeye sebep olmak ise haramdır. Ric'i talakla boşanmış kadına iddeti içerisinde tâlib olmak da böyledir. Çünkü o kadın talâkı, zihârı, li'ânı, kocasının ölümünden dolayı iddeti ve kocası ile birbirlerine vâris olabilmelerinin delili ile, nikâhlı bir kadın hükmündedir. 3) Kendisine açıkça tâlib olma ile, ta'rîz yollu calib olma farklı olan kadın...Bu, ric'î olmayan durumda iddet bekleyen kadındır. Böyle olan kadınlar üç kısımdır: a) Kocasının ölümünden ötürü iddet bekleyen kadın. Bu durumdaki kadına açıkça değil, ama ta'riz yoluyla talip olmak caizdir. Ta'rizin caiz olması, Hak teâlâ'nın, "(Vefat iddetini bekleyen) kadınlara evlilik teklifini çıtlatmanızda... size bir vebal yoktur" âyetidir. Bu âyetin zahiri, ifâde ettiği hükmün kocası ölmüş kadınlara ait olduğunu gösterir. Çünkü bu âyet, o âyetin (kocası ölmüş kadınların hükmünü belirten âyetin) peşinden zikredilmiştir. Böylesi kadınlara açıktan açığa talib olmanın caiz olmadığı hükmüne gelince, Şafiî şöyle demiştir: Allahü Teâlâ günah olmama hükmüne ta'rîzi tahsis edince, tasrîhin bunun aksine (günah) olması gerekir. Sonra bu mâna şu hususla da kuvvetlenir: Açıkça talip olma nikâhtan başka bir şeye muhtemel olmayınca, bu durumun, kadını iddet bitmeden önce, iddetinin bittiğini söyleyerek nikâhlanmaya teşvik edeceğinden emin olunamaz. Ama ta'rîz böyle değildir; çünkü ta'riz yollu ifâdeler, başka şeylere de muhtemeldir. Dolayısıyla ta'rîz yollu ifâdeler, kadını yalan söylemeye zorlamaz. b) Üç talâktan dolayı iddet bekleyen kadınlar.. Şafiî "el-Ümm"de, "Böyle kadınlara tarîz yoluyla talip olmayı caiz görmem.."; kavl-i kadiminde ve "Kitâbu'l-İmlâ"sında ise, "Caiz olabilir. Çünkü o kadın, nikâh altında değildir. Böylece, kocasının ölümünden dolayı iddet bekleyen kadınlara benzemiş olur" demiştir. Şafiî'nin, "bu caiz olmaz!" hükmünün delili de şudur: Kocası ölmüş kadınlardan, evlenme teklifi sebebiyle, bekledikleri iddet hususunda hiyanet etmeyeceklerinden emin olunur... Çünkü bu kadınların iddeti aylara göredir.. Ama, üç talâkla boşanmış kadının iddeti, "kuru" lara göredir. Dolayısıyla, kendisine talip olan birisi bulunduğu zaman, onun hiyânet edip etmeyeceğinden emin olunamaz.. Kadının hiyâneti ise, iddeti bitmeden önce, iddetinin bittiğini söylemesidir. c) İddeti içerisinde kocasına nikâhı caiz olan, bâin talâkla boşanmış olan kadınlardır. Bu kadınlar, "hul" yapan ve herhangi bir kusur, cinsî iktidarsızlık, kocasının nafakasını da temin edememesi gibi sebeplerle nikâh akdi fesholunmuş kadınlardır. Bu durumda bunların kocaları, gerek açıkça, gerekse ta'rîz yoluyla, bu kadınlara talip olabilirler. Çünkü, kadın iddeti içerisinde o kocanın nikâhında bulunduğu için, kocasının açıkça talip olduğunu ifâde etmesi evlâ olur. Ama, kocası dışındaki erkeklere gelince, hiç şüphesiz bu erkeklerin bu kadınlara talip olduklarını açıkça söylemeleri caiz olmaz. Ama bu kimselerin ta'rîz yoluyla bunu açıklamalarına gelince bu hususta iki görüş vardır: a) Bu kadın, kocası ölmüş ve üç talâkla boşanmış kadınlar gibi olduğundan dolayı helâldir. b) En sahîh olan görüş de budur. Buna göre, ta'rîz helâl olmaz. Çünkü o kadın iddet beklemektedir. İddeti içerisinde kocasının onu nikahlaması helâl olur. Dolayısıyla, ric'î talâkta olduğu gibi, bir başkasının o kadına "tarîz"de bulunması helâl olmaz. Şafiî şöyle demiştir: "Tarîzli ifâdeler pek çoktur. Bu, meselâ bir kimsenin, "Seni isteyen pek çoktur" "Senin gibisini kim bulabilir?", "Sen dul sayılmazsın...", "İddetin bittiğinde bana haber verin" vb. ifâdelerle olur. Diğer müfessirler de, ta'rîz lâfızları olarak şunları da ilâve etmişlerdir: "Sen çok güzelsin", "Sen sâliha bir kadınsın" "Sen, iş görürsün", "Evlenmeye kararlıyım" ve: "Ben senin için çok istekliyim...." Hak teâlâ'nın, "ya da böyle bir arzuyu gönüllerinizde saklamanızda..." buyruğuna gelince, bil ki, ötây gizlemek ve örtmek demektir. Ferrâ şöyle demiştir: Araplar, "Yani, "onu örttüm" ve derler. Gerek gerekse birşeyi bir kimsenin, bir yerde veya o şeyi kendi gönlünde saklamasını ifâde eden ve aynı mânaya kullanılan iki kullanıştır. Hak teâlâ'nın, "Göğüslerinin gizlediği şey..." (Kasas, 69) ve, "Saklanmış yumurtalar..." (Saffat, 49) tabirleri de bu mânadadır. Bazı kimseler bu iki ifâde arasında bir fark olduğunu söyleyerek şöyle derler: Sen bir şeyi, kendisine herhangi bir afet isabet etmesin diye, o şey her ne kadar örtülü olmasa dahi, koruma altına aldığın zaman dersin. Meselâ, "korunmuş inci; "korunmuş câriye" ve, "korunmüş yumurtalar" denilir. Yani, yuvarlanmaktan, kırılmaktan korunmuş yumurtalar... (......) kelimesinin mânası ise, "saklandım" demektir. Bu, insanın başkasından gizleyeceği ve saklayacağı şeyler hakkında kullanılır ki, bu "ilân ettim", "açıkladım!" ifâdesinin zıddıdır. Buna göre, âyetten kastedilen mâna şudur: Kocasının ölümünden dolayı iddet bekleyen kadına, ta'rîz etmede ve kişinin onunla evlenmeyi gönlünden geçirmesinde bir günah yoktur. Buna göre eğer, "İnsanın böyle bir kadına ta'rîz yoluyla evlenme teklifi yapması, ona kalbinin meyletmesinden ve ona bir şey söylemesinden daha ileri derecede bir şey ifâde eder. Allahü Teâlâ bu durumdaki kadınlara tâüp olduğunu ta'rîz yoluyla bildirmenin caiz olduğunu önce belirtince, bundan sonra Cenâb-ı Hakk'ın, sözü, açık olan şeyi tekrar açıklamak gibi olur" denilirse, biz deriz ki: Maksat, sizin zikrettiğiniz şey değildir. Bundan maksat, Allahü Teâlâ'nın bu durumda ta'rîz yolunu mubah kılıp, tasrîhi haram kıldığını beyan etmesidir. Daha sonra Hak teâlâ, buyurmuştur ki, bundan maksadı da, kişinin kalbini ileride bu hususu açıkça ifâde edebileceği ümidine bağlamasıdır. Bundan dolayı birinci tabir o anda tar'izde bulunmanın mubah, tasrîhin ise haram olduğunu; ikinci tabir ise, iddet zamanı sona erdikten sonra kişinin kalbini, ileride bunu sarahaten açıklayabileceğinin mubah olduğu ümidine bağlamayı ifâde eder. Daha sonra Cenâb-ı Hak, ta'rîzi niçin mubah kıldığını zikrederek, "Allah, sizin onları mutlaka hatırlayacağınızı bilmiştir" buyurmuştur. Çünkü insan evlenme konusunda arzulu ve çok istekli olduğu zaman, onun bu arzusu temennî ve azmden asla hâlî olamaz... Bu gibi düşünceleri kafalardan silmek çok zor bir şey gibi olduğu için, Allahü Teâlâ işin bu zor tarafını hükümsüz kılmış ve o erkeğe ta'rîz yolunu mubah kılmıştır. Daha sonra Hak teâlâ, Ancak, kendileriyle gizlice va'adleşmeyin" buyurmuştur. Bu tabirle ilgili iki soru vardır: Birinci soru: Hak teâlâ'nın (......) ifadesiyle, hakkında İstidrâk yapılan husus nerededir? Cevâp: Bu husus, (......) ifâdesi kendisine delâlet ettiği için hazfedilmiştir. Takdiri ise şöyledir: "Allah, sizin onları mutlaka hatırlayacağınızı bilmiştir, . Onları hatırlayabilirsiniz ancak, kendileriyle gizlice va'adleşmeyin." İkinci soru: Ayette geçen, (......) kelimesinin mânası nedir? Cevap: Sır, açığa vurma ve ilân etmenin zıddıdır. Sırrın, yapılan anlaşmanın sıfatı olması ve takdirin, "Fakat onlarla, gizli bir va'adleşme ile va'adleşmeyin" şeklinde olması muhtemel olduğu gibi, bu ifâdenin, kendisinde anlaşılan ve va'adleşilen şeyin sıfatı ve takdirin de, "Onlarla, sır olmakla vasfedilmiş bir şey hususunda va'aâleşmeyin" şeklinde olması muhtemeldir. Bu iki takdirden en açığı olan birinci takdire göre, kadın ve erkek arasında gizli olarak meydana gelen va'adleşme, her halükârda çirkin bir hususta va'adleşme sayılır. Bu hususta bazı ihtimaller söz konusudur: 1) Bunun, adamın o kadınla nikâh hususunda gizlice va'adleşmiş olmasıdır. Binaenaleyh bu durumda, âyetin başı ta'rîz yoluyla kadına evlenme teklifinde bulunmaya bir müsaade; soru ise, açıkça evlenme teklifinden men'e delâlet eder. 2) Adamın o kadınla, cinsî münasebeti zikrederek va'adleşmiş olmasıdır. Çünkü, bir yabancı erkekle kadın arasında böyle bir şeyin zikredilmesi caiz değildir. Cenâb-ı Allah, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hanımlarına, "(Yabancı erkeklere) tatlı söz söylemeyin.. Sonra kalbinde bir (hastalık) (maraz) bulunanlar tamâ'a düşerler" (Ahzâb, 32). yani onlara 'kadn erkek ilişkilerine dair bir söz söylemeyin" buyurmuştur. 3) Hasan el-Basrî, "Bu âyet, "Fakat onlarla zina hususunda gizlice va'adteşmeyin" manasındadır" demiştir. Kâdî, bu görüşü tenkid edip şöyle demiştir: Va'adleşme mutlak olarak haramdır; binaenaleyh bu ifâdeyi, kadının iddeti esnasında ona evlenme talebinde bulunan kimseyle ilgili duruma hamletmek daha evlâdır... Buna şöyle cevap verilir: Hasan el-Basrî şunu rivayet etmiştir: Âdâmın biri bir kadının yanına girer ve: "Bırak seninle cima edeyim, iddetini tamamladığın zaman seni nikâhıma aldığımı açıklarım" diyerek, o ta'rîz yoluyla kadına nikâh teklifinde bulunur. Oysa ki Cenâb-ı Allah bunu yasaklamıştır. 4) Bunun, erkeğin yabancı bir kadınla gizlice buluşmasını nehyetme mânasında olması İhtimâlidir.. Çünkü, bu durum kadın hakkında bir tür şüphe doğurur. 5) Kadınla erkeğin, birbirlerinin dışında hiç kimseyle evlenmeme hususunda sözleşmeleridir. "Sır" lâfzını, üzerinde va'adleşilen şeye hamlettiğimizde, o zaman birkaç açıklama ortaya çıkar: a) "Sır", cinsî münasebet manasındadır. Nitekim İmriü'l-Kays şöyle demiştir: "Ve, benim gibilerin, cinsi münasebete şahit olmaması..." Ferezdak da şöyle demiştir: "(O kadınlar), kendi kocaları hariç, (başkasıyla) cimâya karşıdırlar. Ve onlar, kadınlara tutkun ve kıskanç kimselerin zannına muhalefet ederler... " Lisanu'l-Aarap IIX, 159. yani, "kadınların gönlünü çeldiği kimse", yani "Onlar iffetli ve namuslu kadınlardır. Kocalarından başka kimseyle cima etmezler" demektir. İbn Abbas (radıyallahü anh), "Bundan murad, erkeğin kendini kadına anlatmaması ve "Sana dört kere, beş kere gelirim (cima ederim)" gibi birşey dememesidir" demiştir. b) Sırdan murad, nikâhtır. Çünkü cima, "sır" diye adlandırılır. Nikâh da cimânın sebebidir. Birşeyi onun sebebinin ismiyle isimlendirmek caizdir. Cenâb-ı Allah'ın, "Ancak ma'rûf bir söz söylemeniz müstesna..." buyruğu ile ilgili bir soru vardır. O da şudur: Allahü teâlâ, bu istisnayı nereden yapmıştır? Cevap: Allahü teâlâ, ayetin başında ta'riz yollu nikâha tâlib olmaya müsaade edip, sonra da şüpheyi ve o kadınla başbaşa kalma hususunu gidermek için, onunla gizlice anlaşmaktan nehyedince, bu hükümde, o kadın ile ma'ruf sözlerle gizlice anlaşma hükmünü istisna etmiştir. Ma'ruf sözle gizlice anlaşmada, erkeğin güzel şeylerden bahsetmesi, ta'riz yollu talip oluşuna kuvvet versin diye, gizlice o kadına iyilikte bulunacağını, gerekli itinayı göstereceğini ve onun menfaatlerini tekeffül edeceğini va'adetmesidir. "(Farz olan) iddet son buluncaya kadar da nikâh bağını bağlamaya azmetmeyin ve Allah'ın kalblerinizde olanı muhakkak bildiğini bilin. Artık bu işten sakının ve bilin ki Allah gafur ve halimdir" . Bil ki "azmetme" ile ilgili bazı izahlar vardır: a) Azmetme, kalbin herhangi bir fiile bağlanmasından ibarettir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Bir kere azmettin mi artık Allah'a tevekkül et" (Al-i İmran. 159) buyurmuştur. Bil ki azim, sadece iş hususunda olur. Binaenaleyh âyette bir İşin takdir edilmesi gerekir. harf-i cerri ile müteaddi olur. Meselâ, "falanca şu işe azmetti, iyice karar verdi" denilir. Bunun böyle olduğu sabit olunca, âyetin takdiri, "nikâh bağına iyice karar vermeyiniz..." şeklinde olur. Sibeveyh şöyle demiştir: "Bu gibi şeylerde hazif kıyasa göre yapılmaz. Binaenaleyh âyetin takdiri, "İddet müddeti bitmeden, olabileceğini hesaplayarak nikâh bağına azmetmeyiniz" şeklinde olur. Bundan maksad, iddet esnasında nikâhtan son derece sakındırmaktır. Çünkü bizzat azim (kararlı olma), azmedilen şeyden daha önce bulunur. Cenâb-ı Allah azmetmekten nehyedince, azmedilecek şeyden öncelikle nehyetmiş olur." b) Azim, icâb (gerekli kılma) dan ibarettir. "(Bunu) size vâcib kıldım" manasında, denilir. Yine bu manada, "Bu, azimetler babındandır, ruhsatlar babından değil" denilir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "(Bu), Rabbimin azimetlerinden bir azimettir" ve, "Şüphesiz ki Allah azimetlerinin (kesin emirlerinin) yerine getirilmesini sevdiği gibi, ruhsatlarının da yapılmasını da sever" demiştir. İşte bu mânâdaki azim, bu sebepten dolayı, Allahü teâlâ hakkında kullanılabilir. Fakat birinci izaha göre "azim" Allah hakkında kullanılmaz. Bunun böyle olduğunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: "Gerekli kılma, o şeyin apaçık var olma sebebidir. Binaenaleyh, "azim" kelimesinin var olma manasında kullanılmış olması da uzak bir ihtimal değildir. Buna göre "İddet bitmedikçe bunu gerçekleştirmeyin, bunu yapmayın, bu hususta bir şey işlemeyin" manasındadır. Bu, muhakkik alimlerin çoğunluğunun tercih ettiği görüştür. c) Kaffâl (r.h) şöyle demiştir: "Hak teâlâ, bu âyeti şeklinde ifâde etmemiştir. Çünkü bu tabirin manası, "O kadınları nikâh yapma hususunda zorlamayın" şeklinde olur. Nitekim sen, "Seni şöyle yapmaya mecbur ediyorum" manasında, dersin. Cenâb-ı Allah'ın, "Nikâh bağı.." tabirine gelince bil ki, "akd"in asıl manası "bağlamak"tır. Ahidler ve nikâhlar, ipin düğümlendiği gibi düğümlenip adetâ bir bağ manasını ifâde ettikleri için, (bağlar) diye adlandırılmışlardır. Allahü teâlâ'nın, (farz olan iddet) sonunu buluncaya kadar' buyruğunda zikredilen "kitap" ile ilgili iki görüş vardır: a) O, farz kılınmış manasınadır. Buna göre âyetin manası, "farz olan iddet sonuna gelip, bitmedikçe..." şeklindedir. b) Bu "Size, oruç farz kılındı" (Bakara, 183) âyetinde olduğu gibi, bizzat "farz" manasınadır. Buna göre âyetin manası, "Bu teklif sona erip nihayet bulmadıkça..." şeklindedir. "Farz kılındı" manasında, (yazıldı) lâfzını kullanmak güzeldir. Çünkü yazılan şey, nefisler üzerinde daha kalıcı ve daha tesirli olur. Ayetteki, (......) kelimesi, gayeyi (sonu) ifâde eden bir lâfızdır. Bundan dolayı, bunun, daha önceki yasağın kalktığını ifâde etmiş olması gerekir. Çünkü bir yasak için kullanıldığında gayenin, o yasağın sona erdiğini göstermesi gerekir. Cenâb-ı Allah daha sonra bu âyeti bir tehdid ile bitirerek, "Allah'ın kalblerinizde olanı muhakkak bildiğini bilin ve artık bu işten sakının" buyurmuştur. Bu, Allahü teâlâ'nın, gizli ve açık olan herşeyi bildiği için, insanın gizli âşikâr yaptığı herşey de Allah'tan sakınmasının gerektiği hususunda bir dikkat çekmedir. Cenâb-ı Hak, bu tehdidinden sonra va'ad-i ilâhisine yer vererek, "ve bilin ki Allah gafur ve halimdir" buyurmuştur. Henüz Cima Edilmeden ve Halvet-i Sahiha Olmadan (Başbaşa Kalınmadan) Boşanan Kadınların Hükmü |
﴾ 235 ﴿