236

"Kendileriyle temas etmediğiniz veya kendilerine bir mihir belirlemediğiniz kadınları bosarsanız, bunda size bir vebal yoktur. O kadınları, zengin olanlarınız gücüne göre, fakir olanınız da yine gücüne göre, ma'rufbir mal ile faydalandırınız (onlara veriniz). Bu, muhsinler üzerine bir borçtur" .

Bil ki boşanmış kadınlar dört kısımdır:

1) Kendileri için bir mihir belirlenen ve kendileriyle cima edilmiş olanlar. Allahü teâlâ, bunlarla ilgili hükmü daha önce zikretmiştir. O da şudur: Bunlar boşandığı zaman, haksızlıkta onlardan herhangi birşey geri alınmaz. Mihirlerinin tamamı onlarındır. Bunların iddetleri de üç "kurû' dur.

2) Kendileri için henüz bir mihir belirlenmemiş ve kendileri ile cima edilmemiş kadınlar. Bunlarla ilgili hükmü Cenâb-ı Allah, tefsir etmekte olduğumuz âyette açıklamıştır: Bu kadınlar için mihir söz konusu değildir. Bunlara örfe göre mâkul şekilde bir miktar birşey verilir.

3) Kendileri için bir mihir belirlenmiş, fakat kendileri ile cima edilmemiş kadınlar. Bunlarla ilgili hüküm de, bundan sonraki ayet-i kerimede zikredilmiştir. O da şu ayettir:"Eğer siz onları, kendileriyle cimâ etmeden önce boşar, fakat onlar için bir mehir belirlemiş olursanız, tayin ettiğiniz mihrin yarısını (onlara verin)"(Bakara, 237).

Bil ki Cenâb-ı Hak, kendileriyle cima olunmadan boşanan kadınların iddetini Ahzâb sûresinde beyan etmiş ve,

"Mü'min kadınları nikahlayıp da sonra, onlarla cima yapmadan onları boşadığınız zaman, sizin için onlar hakkında sayacağınız bir iddet yoktur. Binaenaleyh onları fâidelendirin..."(Ahzâb, 49) diyerek, bunlar için bir iddetin söz konusu olmadığını bildirmiştir.

4) Kendileriyle cima yapılmış, fakat kendileri için bir mihir belirlenmemiş kadınlar. Bunların hükmü de "O halde onlardan fâidelendiğiniz (kadınlara) ücretlerini veriniz..." (Nisa, 24) ayetinde açıklanmıştır. Kıyas-ı Celî de buna delâlet eder. Çünkü ümmet-i Muhammed, nikâhlısı şüphesi ile cinsi münasebette bulunulan kadına mihr-i misil verilmesi gerektiği hususunda ittifak etmiştir. Binaenaleyh sahih bir nikâhla cinsi münasebette bulunulan kadın için bu hüküm öncelikle câri olur.

Bu taksim, âyetten kastedilen manaya dikkat çekmek içindir.

Bu taksimi, bir diğer ifâdeyle de göstermek mümkündür. Buna göre şöyle denilir: Nikâh akdi, her halükârda bir bedeli gerektirir. Sonra o bedel, ya belirlenmiş ve söylenmiş olur veyahut da olmaz. Belirlenmiş ve söylenmiş olur da, o kadınla cinsi münasebette de bulunulur ise, bu bedelin (mihrin) tamamı kadın için tahakkuk eder. Bu, bundan önce Allah'ın zikretmiş olduğu boşanmış kadınlarla ilgili hükümdür. Eğer o kadınla cinsi münasebette bulunulmamış ise, belirlenen bedelin (mihrin) yarısı, boşanma sebebi ile düşer. Bu da, Allahü teâlâ'nın, bundan sonra gelecek âyette zikrettiği boşanmış kadınlarla ilgili hükümdür. Eğer bedel (mihir) zikredilmez, o kadınla cinsi münasebette de bulunulmamış ise, bunların hükmü Allah'ın tefsir ettiğimiz âyette beyân ettiği hükümdür. Böyle kadınların mihri ve İddeti yoktur. Boşayan erkeklerin, bunları biraz mal ile fâidelendirmeleri gerekir. Eğer mihir belirlenmeksizin, cinsi münasebet bulunur ise, bu durumdaki boşanmış kadının hükmü bu âyetlerde zikredilmemiştir. Fakat alimler, böyle kadınlar için mihr-i mislin verilmesinin vacib olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu taksimata dikkat çektikten sonra âyetin tefsirine dönüyoruz:

Cenâb-ı Allah'ın, "... Kadınları boşarsanız, bunda size bir vebal yoktur" âyeti, talâkın caiz olduğu hususunda bir nastır. Bil ki âlimlerimizin çoğu, üç talâkı bir defada vermenin haram olmadığını beyân hususunda bu ayete dayanmışlar ve şöyle demişlerdir: "Size bir vebal yoktur" tabiri bütün boşama çeşitlerini içine alır. Çünkü bu ifâdeden, "üç" istisna edilebilir ve "Eğer kadınları bosarsanız bunda size bir vebal yoktur; ancak sizin onları üç talâkla boşama durumunuz müstesna. Eğer böyle yaparsanız günah olur"denilebilir. Bu görüşte olanlar, "İstisnanın hükmü şudur: Eğer istisna olmasaydı, istisna edilen şeyin hükmü, müstesna minh'in (kendisinden istisna edilen şeyin) hükmüne dâhil olurdu. Böylece Hak teâlâ'nın, "...Eğer kadınları boşarsanız, bunda size bir vebal yoktur" tabirinin, bütün boşama çeşitlerini yani, tek tek boşamayı ve üç talâkı birden vermeyi içine aldığı ortaya çıkmış olur. Bana göre bu istidlal zayıftır. Çünkü âyet.bu "talâk" mâhiyetinin meydana getirilmesindeki izne delâlet eder. Bu âyetle amel etmede, talâkı bir kere yapmak kifayet eder. İşte bundan ötürü biz, mutlak emrin tekrar tekrar yapmayı ifâde etmeyeceğini söylüyoruz. Binaenaleyh bir kimse hanımına, "eve girersen sen boşsun" dediğinde, bu yemin tek bir kere talâka bağlanmış olur. Bu sebeple bu âyetin üç talâkı birden vermeyi içine atmadığı ortaya çıkmış olur. Onların bahsettikleri istisna meselesi hakkında biz deriz ki: "Su da "emir" mefhumu ile bir müşkillik arzeder. Çünkü, muhakkik alimlerin ittifakı ile, emir tekrar yapmayı ifâde etmez. Fakat şöyle denilebilir:"Falanca vakit müstesna, namaz kıt." Yine, "Falanca gün müstesna, oruç tut." Allah en iyisini bilendir.

Hak teâlâ'nın, "Kendileriyle temas etmediğiniz (kadınlar)"ifadesi hakkında iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Hamza ve Kisâi, "mufâ'ale" babından olmak üzere, (......) şeklinde okumuşlardır. Ahzab süresindeki aynı fiili de aynı şekilde okumuşlardır (Ahzab, 49). Diğer kıraat imamları ise bunu elifsiz olarak, (......) şeklinde okumuşlardır.

Hamza ve Kisâi kıraatinin delili şudur: Karı-kocadan herbirinin bedeni (cima esnasında) diğerinin bedenine temas eder. Böylece de ikisi de karşılıklı birbirlerine dokunmuş olurlar. Yine bu kıraate, "O iktsi birbiriyle temas etmeden önce..." (Mücâdile, 3) âyeti de delâlet eder. Mücâdite süresindeki bu fiil, bütün kıraat imamlarının ittifakıyla böyle okunmuştur.

Diğer kıraat İmamlarının delili ise, bütün kıraat imamlarının, "Bana hiçbir insan dokunmadı.." (Al-i İmran. 47) âyetinin bu şekilde okunuşunda ittifak etmiş olmalarıdır. Bir de bu manadaki lâfızların çoğu, vezninde değil, vezninde gelmiştir. Bu, "Onlara dokunmamıştır" (Rahman, 56) ve "ve onları ailelerinin izniyle nikahlayın.." (Nisa, 25) âyetlerinde olduğu gibidir. Yine âyette zikredilen "temas" tan murad, cima etmektir. Bu da erkeklerin fiilidir. Bu, Ahzab sûresinde (49. ayette) geçen "temas" tan muradın, cinsi münasebet olduğunu gösterir. Fakat zıharla ilgili (Mücadele, 3) âyetine gelince bundan murad, cima olmayan bir temastır. Çünkü zıhar yapılmış kadına zıharlı iken temas etmek haramdır. Ayeti, (......) şeklinde okuyan kıraat imamlarının bazıları da, bu lâfzın mânâsına geldiğini, ve çünkü (......) vezni ile bazan manası kastedildiğini söylemişlerdir. Mesela Arapların "Malini kırdım" ve "Hırsızı cezalandırdım" sözü gibi. Bunun misalleri çoktur.

İkinci Mesele

Birisi şöyle diyebilir: "Âyetin zahiri, boşayan erkek- lere günah olmayışının, cinsi münasebet yapılmamış olma şartına bağlandığını ihsas ettirir. Halbuki böyle değildir. Çünkü cinsi münasebetten sonra hanımını boşayan erkeğe de günah yoktur." Buna pekçok yönden cevap verilir:

a) Âyet temastan (cinsi münasebetten) önce, boşamanın mubah olduğuna mutlak olarak delâlet eder. Fakat bu mutlak oluş, temastan sonraki boşama için değildir. Çünkü hayız esnasında ve içinde cinsi münâsebet yapılmış olan temizlik dönemi esnasında erkeğin karısını boşaması helâl olmaz. Âyette zikredilmiş olan hüküm, boşamanın mutlak manada helâlliği olunca ve mutlak manada boşamanın helâl oluşu da cinsi münasebette bulunmama şartına bağlı olunca, lâfzın zahirî mânâsı doğru olur.

b) Bazı âlimler bu ayetteki lâfzının, manasında olduğunu, âyetin takdirinin ise "kendileriyle henüz temasta bulunmadığınız hanımlarınızı boşarsanız size günah (vebal) yoktur" şeklinde olduğunu, fakat bu lâfzının çekimi olmayan câmid bir isim olduğunu, kendisinde i'rab'ın ve adedin ortaya çıkmadığı bir lâfız olduğunu söylemişlerdir. Bu takdire göre, (......) lâfzı bir şart gibi olur ve yukarıdaki sual de kendiliğinden yok olur.

c) Kaffâl (r.h)'ın etrafında dönüp dolaştığı husustur. Onun sözü benim dediğim şu neticeye varır: Bu âyetteki günahtan murad, mihrin gerekli olduğudur. Buna göre âyetin takdiri, "Ancak şu iki şeyden biri sebebiyle mihir vâcib olur. Bu iki husus birlikte bulunmadığı zaman ise mihir vâcib olmaz" manasında olmak üzere, "Kadınlarla temasta bulunmadan veya onlar için bir mihir belirlemeden önce onları boşarsanız, size mihir yoktur" şeklindedir. Bu açık bir söz, fakat bizim "günah yoktur" tabirinden maksadın, "mihir gerekmez" mânâsı oluşunu izah etmemiz gerekir. İşte bu , sebeple diyoruz ki, lâfzını, "mihir" mânâsına ıtlak etmek muhtemeldir. Delil buria delâlet etmiştir. Binaenaleyh bu görüşü benimsemek gerekmiştir. Bunun muhtemel oluşunun izahı şöyledir: (......) kelimesinin lügat manası "ağırlık" tır. Gemi ağırlığından ötürü yalpaladığı zaman, denilir. Kendisinde (manevi) bir ağırlık olduğu için günah, diye isimlendirilmiştir. Hak teâlâ "Onlar kendi yüklerini, o yükleriyle beraber daha nice (günah) yüklerini yükleneceklerdir" (Ankebût, 13) buyurmuştur: ağırlık manasına olunca ve mihir vermenin gerekliliği de bir ağırlık ve yük olunca, mihir'in bir "cünâh" olduğu ortaya çıkmış olur. Binaenaleyh lâfzın bu manaya muhtemel olduğu sabit olmuş olur. Biz, delilin şu iki bakımdan dan muradın "mihir" olduğuna delâlet ettiğini söyledik:

a) Hak teâlâ "Kendileriyle temas etmediğiniz veya kendilerine bir mihir belirlemediğiniz kadınları boşarsanız, bunda size bir vebal (cünâh) yoktur" buyurmuş, günahın olmayışını bir gaye yani vâde ile sınırlandırmıştır. O gaye de ya cinsi münasebetin veya mihrin belirlenmesinin bulunmamasıdır. Buna göre ayetin takdiri, "Bu ikisinden biri bulunduğu zaman, bu günah söz konusudur" şeklinde olur. Sonra bu iki husustan biri bulunduğu zaman söz konusu olan günah (yük) de, mihrin gerekmesidir. Binaenaleyh âyetin başında bahsedilen "günah olmayışı"nın, mihrin gerekmesi manasında olduğuna kesin olarak hükmetmek gerekir.

b) Temastan önce kadınları boşamak iki türlü olur:

1) Temastan önce ve mihir belirlenmeden önce boşama. Bu tür, işte bu âyette zikredilmiştir.

2) Temastan önce ve mihir belirlendikten sonra boşama. Bu tür boşama da, bu âyetten sonra gelen, siz onları, kendilerine temas etmeden önce boşar, (fakat önceden) onlar için bir mihir belirlemiş olursanız..." (Bakara, 237) âyetinde zikredilmiştir. Bu tür boşamada, Cenâb-ı Hak, takdir edilen mihrin yarısının kadına verilmesini vâcib kılmıştır. Bu tür boşanma, adetâ önceki tür boşanmanın bir mukabilidir. Binaenaleyh, orada söz konusu olmadığı belirtilen günah (mihir), bu kısımda var sayılmıştır. Burada olduğu kabul edilen günah (yük), mihrin verilmesi yükü olunca, orada olmadığı söylenen günahın da, mihrin gerekliliği olduğunun söylenmesi gerekir. Allah en iyisini bilendir.

Bil ki biz, bu âyetin tefsirinin başında boşanan kadınların dört kısım olduğunu söylemiştik. Bu âyet, o dört kısımdan sadece üçünün hükmünü açıklar. Çünkü âyetin takdiri, "mihir ancak temas olunca veya belirlendiği zaman gerekir" şeklinde olunca, bundan, kendisiyle temas edilmeyen ve mihri belirlenmemiş olan kadınlara mihrin verilmesinin gerekmemesi; temasta bulunulmuş fakat mihri belirlenmemiş ve mihri takdir edilmiş fakat temasta bulunulmamış olan kadınlardan her biri için mihrin verilmesinin gerektiği anlaşılmış olur. Böylece bu âyet bu üç kısmın hükmünün beyânını ihtiva etmiş olur. Dördüncü kısma gelince ki, bu, kendisi ile temas edilmiş ve mihri belirlenmiş kadınlardır, bunların hükmünün beyânı önceki âyette geçmiştir. Bu takdire göre bu âyetler, bütün bu dört kısmın hükmünün hepsini içine almış olur. Bu, kelimelerin taşıdığı ince manalarındandır. Bunları bize ihsanından dolayı Allah'a hamdolsun.

Üçüncü Mesele

Ebu Bekir el-Esamm ve Zeccâc şöyle demişlerdir: Bu âyet, mihirsiz nikâh akdinin caiz olduğuna delâlet eder. Kâdî de, "Bu ayet, mihirsiz nikâh akdinin cevazına değil, sıhhatine delâlet eder" demiştir.Bu âyetin, mihirsiz nikâhın sahih olduğunu beyân etmesine gelince; şayet bu nikâh sahih olmasaydı, ne talâk meşru olurdu, ne de "mut'a" gerekirdi.Ama, bu âyetin mihirsiz nikâh akdinin caiz olduğuna delâlet etmediğine gelince; çünkü, bir şeyin sahîh olmasından, hayız zamanında boşamanın haram olduğu, bununla beraber boşanırsa bu boşamanın sahih olacağı delili ile, o şeyin caiz olduğu hükmü çıkarılamaz.

Dördüncü Mesele

Âlimler, bu âyette bahsedilen dokunmadan muradin, duhûl (cinsî münasebet) olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ebu Müslim ise bu hususla ilgili olarak şöyle der: "Allahü Teâlâ, kullarını birbirlerine karşı hitâb ederken, lâfızların en güzelini seçme hususunda terbiye etmek için, tabiriyle cinsi münâsebetten kinayede bulunmuştur.

Hak teâlâ'nın, mânası, "erkekler, kendilerine vâcib kıldıkları muayyen bir miktar (şeyi), mihir olarak o kadına takdir ederler" demektir. Çünkü Arapça'da "farz", takdir etmek mânasındadır. Müfessirlerden çoğu burada, edatının, (vâv) mânasında olduğunu ve Hak teâlâ'nın, "Onlara dokunmadığınız ve onlara herhangi bir mihir takdir etmediğiniz..." mânasını murad ettiğini söylemişlerdir. Bu, Hak teâlâ'nın tıpkı, 'Veya daha da fazlaydılar.." (Saffât, 147) âyetindeki, gibidir. Özet olarak sunduğumuz bu hususlarda iyice düşündüğünde, bir te'vîl, bir zorlama, hatta kesinlikle bir hata olduğunu anlarsın. Allah en iyisini bilendir.

Hak teâlâ'nın "O kadınları faydalandırınız" emrine gelince, bil ki Allahü Teâlâ cinsi temas olmayıp, mihir de takdir edilmediğinde, kadınlara bir mihir verilmeyeceğini beyan edince bu durumdaki kadınlara bir "mut'a" nın verilmesinin vâcib olduğunu beyan etmiştir. Mut'a lafzıyla ilgili tefsir, Hak teâlâ'nın, "Kim hacca kadar umre ile faydalanırsa..." (Bakara, 196) ayetinin tefsirinde geçmişti. Âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Boşanmış kadınlar iki sınıfa ayrılırlar:

1) Cinsî temastan önce boşanmış kadınlar.

2) Cinsi temastan sonra boşanmış kadınlar. Cinsi temastan önce boşanan kadınlar hakkında, önce bir bakılır. Eğer bu kadın için herhangi bir mihir takdir edilmemişse, bu kadına, tefsirini yaptığımız âyetten dolayı "mut'a" verilmesi gerekir. Eğer bu kadına bir mihir takdir edilmişse, mut'a verilmez. Çünkü Allahü Teâlâ onun hakkında, mihrin yarısını vâcib kılmış, ama mut'a verilmesinden bahsetmemiştir. Eğer mut'a vermek de vâcib olsaydı, muhakkak ki Allah onu da o âyette zikrederdi. İbn Ömer, boşanan her kadına mut'a vermenin gerekli olduğunu, ancak kendisine bir mihir takdir edilip de kendisiyle cinsi münasebette bulunulmayan kadına mihrin yarısının yeteceğini söylemiştir.

Ama, kendisine mihir ister takdir edilsin, isterse edilmesin, temastan sonra boşanan kadın "mut'a" ya hak kazanır mı? meselesiyle ilgili iki görüş vardır:

Şafiî, kavl-i kadîminde, bu durumdaki kadına mut'a verilmeyeceğini, çünkü bu kadın duhûlden önce ve mihir takdir edildikten sonra boşanmış olan kadın gibi, mihrin yarısına hak kazandığını söylemiştir.

Ebu Hanife de aynı hükmü vermiştir. Şafiî, kavl-i cedîdinde, bu kadına mut'a verileceği hükmünü vermiştir ki, bu Ali İbn Ebî Tâlib'in, Hasan İbn Ali'nin ve İbn Ömer (radıyallahü anh)'in görüşüdür. Bunun delili ise: Hak teâlâ'nın, "Boşanan kadınların da, meşru bir surette faydalanmaları haklarıdır" (Bakara, 241) ve O zaman gelin, sizi metâlandırayım" (Ahzâb, 28) âyetleridir. Bu ikinci âyet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendileriyle cinsi münasebette bulunduğu kadınlar hakkındadır. Bu durumdaki kadınların hükmü mihir takdirinden sonra ve cinsi temastan önce boşanmış kadınların hükmü gibi değildir. Çünkü mihir takdirinden sonra ve cinsi temastan önce boşanan kadınlar, mihre müstehak olurlar. Ama bir bedelin onlara verilmesinin mubah görülmesi mukabilinde değil... Dolayısıyla, bu durumdaki kadınlar mut'a'ya müstehak olmazlar. Duhûlden sonra boşanan kadınlar, ferclerinin mubah görülmesi mukabilinde mihre hak kazanmışlardır. İşte bundan dolayı, ayrılığın doğuracağı yalnızlığı gidermek için, o kadına "mut'a" vermek vâcib olmuştur.

İkinci Mesele

Şafiî ve Ebu Hanife'nin mezhebine göre mut'a vermek vâcibtir. Bu, Şureyh, Sabi ve Zühri'nin görüşüdür. Medinelilerden olan "fukahâ-i seb'a" dan, mut'a'yı vâcib kabul etmedikleri de rivayet edilmiştir ki, bu İmâm-ı Mâlik'in görüşüdür. Bizim delilimiz, Hak teâlâ'nın, emridir. Emrin zahiri, vücûb ifâde eder. Yine Hak teâlâ, (Bakara, 241) buyurmuş, bu "mut'a"yı onların bir mülkü ya da onların mülkü mânasında kabul etmiştir. Mâlik'in delili ise, Hak teâlâ'nın, âyetin sonunda "Bu, muhsinler üzerine bir borçtur" (Bakara, 236) buyurarak, bunu bir ihsan kabul etmiş olmasıdır. Bir şey vâcib olmadığı zaman onun hakkında, "o bir ihsandır" denilir.. Eğer bir kimseye bir borcu ödemesi vâcib olur da, onu öderse, o kimse için, "o ihsanda bulundu" denilmez. Yine Hak teâlâ, "İyilik edenleri sorumlu tutmaya bir yol yoktur" (Tevbe, 91) buyurmuştur ki, bu da bu hususun vâcib olmadığına delâlet eder

Mâlik'in bu deliline şu şekilde cevâp verebiliriz: Sizin zikrettiğiniz bu ayet, aslında bizim görüşümüz için bir delildir. Çünkü Allahü Teâlâ, buyurmuş, bu "hakk"ı, kelimesiyle zikretmiştir ki, bu vücub ifâde eder. Bir de, "Bu, falanca üzerinde olan bir haktır" denildiğinde, bundan bir "nedb" değil, aksine vücûb anlaşılır.

Üçüncü Mesele

"Mut'a" ve "meta" kelimelerinin aslı, kendisiyle de- vâmlı faydalanılmayan, aksine kısa zamanda sona eren bir istifâde etme ve faydalanmadır. İşte bu mânâdan dolayı, "Dünya, geçici bir faydalanmadır" denilmiştir. Lezzet duyma da çok çabuk sona erdiği ve çok az sürdüğü için, 'temettü" diye adlandırılmıştır.

Hak teâlâ'nın "Zengin olanlarınız gücüne göre, fakir olanınız da yine gücüne göre..." buyruğu ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

(......) kelimesi zenginliğinden dolayı genişlik içinde bulunan "zengin" demektir. Malı çok, hali vakti de yerinde olduğunda, denilir. Yine bir kimseye imkân tanıdığında, o kimse için, "Ona şu genişliği, imkânı tanıdı" denilir. Hak teâlâ'nın, "Muhakkak ki biz, genişleticiyiz" (Zâriyat, 47) sözü de bu mânâdadır. Hak teâlâ'nın, tabirine gelince, "kişinin tâkâtı ve imkânı kadarınca..." demektir. Bu mânâya göre, âyetten bir muzâf hazfedilmiş olur...

(......) ise, fakirliğinden dolayı, darlık içinde bulunan kimse demektir. Bu, malı çok az ve fakir kişi demektir. Bir kimse fakir düştüğünde de, denilir.

İkinci Mesele

İbn Kesir, Nâfi ve Âsım'ın Ebu Bekr isimli râvisi, dâl harfinin sûkûnuyla, şeklinde; diğer kıraat imâmlanysa, dâl harfinin fethasıyla (......) şeklinde okumuşlardır ki, bu iki kullanış da, miktar mânalarının hepsinde kullanılmaktadır. "Şu topluluğun kendi işlerine gücü yetti, ona gücü yetiyor" "Şu şu miktardadır" "Başının üzerinde, gücünün yettiği miktarı taşı""Allah rızka gücü yeter, ona gücü yeter "Bir Şeyi bir şeyle ölç ve rızkı takdir eder" "Bir Şeyi bir şeyle ölçtüm, onu ölçüyorum..." ve 'Şe gücüm yetti, ona muktedirim" denilir. Bütün bu örneklerde, dâl harfini hem harakelemek, hem de sakin yapmak caizdir. Yine "Onlar, miktar hususunda davalaşıyorlar" ve, "Ona şu miktar mukabilinde hizmet ettim" denilir. Nitekim Hak teâlâ da, "Vadiler kendi miktarınca sel olmuştur" (Hud, 17) ve, Allah'ın kadrini lâyık olduğu şekilde takdir edemediler" (Zümer, 67) buyurmuştur. Şayet ayetteki (......) kelimesi (......) şeklinde okunursa yine câiz olur. Yine Hak teâlâ, "Şüphesiz kî biz herşeyi, bir takdir ile yarattık (Kamer, 49) buyurmuştur. Eğer, (......) kelimesi, (......) şeklinde okunursa, yine caiz olur.

Üçüncü Mesele

Hak teâlâ'nın, "Zengin olanlarınız gücüne göre, fakir olanınız da yine gücüne göre..." buyruğu, mut'anın takdirinin içtihada havale edildiğine delâlet eder. Bir de, bu mut'a (boşanan kadına verilecek bir miktar mal), Allahü teâlâ'nın, hanımlar için teminini gerekli kıldığı nafaka gibidir. Cenâb-ı Allah zenginin fakirden farklı hareket edeceğini beyân buyurmuştur. Şafiî "Zengin olan kimsenin, mut'a olarak, boşadığı hanımına bir hizmetçi vermesi; orta halli kimsenin, otuz dirhem; fakir kimsenin ise, bir başörtüsü ve benzeri birşey vermesi müstehabtır" demiştir.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, muta'nın en çoğunun bir hizmetçi (köle); en azının bir başörtüsü olduğu ve insan en az ve en çok taraflarından hangi miktarı verir ise caiz olacağını söylediği rivayet edilmişir.

Ebu Hanife ise "mut'a"nın mihr-i mislin yarısından fazla olamayacağını; çünkü mihri belirlenen kadının durumunun, mihri belirlenmemiş kadının durumundan daha iyi olduğunu; sonra cinsi temastan önce boşanmış kadınlara mihr-i müsemmâ'nın (belirlenen mihrin) yarısından daha fazlası gerekmediği için, mihr-i mislin (ailesindeki emsali kadınlara verilen mihrin) yarısından fazla olmamasının daha evlâ olduğunu söylemiştir. Allah en iyisini bilendir.

Cenâb-ı Allah'ın, "ma'rûfbir mal ile.., " buyruğu ile ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Âyetin mânâsı, "bunun kocanın zenginliğine ve fakirliğine göre olması gerekir" demektir. Sonra âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Bazı alimler hem kadının hem kocanın durumunu nazar-ı dikkate almışlardır. Bu, Kâdî'nin görüşüdür. Bazıları da sadece kocanın zengin veya fakir oluşunu nazar-ı dikkate almışlardır. Ebu Bekir er-Râzi (r.h), mut'a hususunda erkeğin durumunun, mihr-i misil hususunda ise kadının durumunun nazar-ı dikkate alınacağını, nafaka hususunda da aynı şekilde (erkeğin durumuna göre) hareket edileceğini söylemiştir. Ebu Bekr er-Râzi, ayetteki, "Zengine, gücüne göre..." sözünü Kâdî İse, tabirini delil getirmişlerdir. Kâdî'ye göre, "ma'ruf" sözü, karı ile kocanın durumlarının nazar-ı dikkate almacağını gösterir. Çünkü soylu kadın ile, onun gibi olmayan kadın arasında bir fark görmemek ma'ruf (örfe uygun) sayılmaz.

İkinci Mesele

Âyetteki, (......) sözü, "Onları faydalandırınız" ifâdesini te'kid için getirilmiştir, "Onları ma'ruf bir şekilde mutlaka faidelendiriniz" manasındadır. (......) kelimesi ise, (......) kelimesinin sıfatıdır. Yani, "O erkeklere vermeleri gereken bir meta.." demektir. Veya, mahzûf bir, "hak oldu, gerekti" fiilinin mef'ul-ü mutlaktdır ki buna göre takdiri: 'Bu, muhsin (iyi kimse)ler üzerine mutlak bir vecîbedir" şeklindedir. Bu kelimenin, ma'rife olan, (gücüne göre) tabirinden hâl olarak mansub olduğu ve âmilinin, cârmecrûru olduğu söylenmiştir. Bunun mahzûf olan bir (kesinleşti) fiilinin mef'ul-ü mutlakı olarak mansub olduğu da söylenmiştir.Cenâb-ı Allah'ın, "muhsinler üzerine" tabirine gelince, burada " muhsinler "in özellikle zikredilmiş olmasının sebebi olarak şu izahlar yapılmıştır:

a) Kur'an'ın bu beyanından istifâde edenlerin sâdece muhsinler olması sebebiyledir. Bu ifâde, Allahü teâlâ'nın, "Sen, ancak kıyametten korkan kimseleri inzar edersin" (Naziat, 45) ayeti gibidir.

b) Ebu Müslim, "Kim muhsinlerden olmayı isterse, işte onun yolu ve durumu budur" manasındadır. Muhsin, mü'min demektir. Binaenaleyh ayet, "Zikredilen hükümlere göre davranmak mü'minlerin yoludur" manasına gelir" demiştir.

c) "Allah'a itaat etme hususunda yarışarak, kendi nefislerine iyilikte bulunanlara bir hak olarak" demektir.

Mihir Tesbit Edilip Zifaf Olmaksızın Boşanan Kadınların Mihri

236 ﴿