238"Namazlara ve salât-ı vusta'ya devam ediniz.. Allah için, tam bir huşu ile kıyamda durun" . Bil ki Allah'tı Teâlâ, mükelleflere dinî malûmatları beyan edip ve onlara şeriatının kanunlarını iyiden iyiye izah buyurunca onlara beş vakit namaza devam etmelerini emretmiştir. Bunun birkaç sebebi vardır: a) Namazda Kur'an okumak, ayakta durmak (kıyam), rükû, sücûd ve huşu manaları olduğu için namaz, Allah'ın heybeti karşısında kalbin hüznünü, insanın yapısında bulunan başkaldırı ve isyanın bulunmamasını ve Allah'ın emirlerine inkıyad edip, O'nun nehyettiği şeylerden vazgeçmeyi ifâde eder. Nitekim Hak teâlâ, 'Muhakkak ki namaz edebsizlikten ve çirkin olan her şeyden alıkor" (Ankebût, 45) buyurmuştur. b) Namaz, kuluna Allah'ın rubûbiyyetinin celâlini, kulluğun tevâzuunu, zilletinini, mükâfaat ve ceza işlerini hatırlatır, böylece de kulun Allah'a itaata boyun eğmesi kolaylaşmış olur. İşte bu sebepten dolayı Cenâb-ı Hak, "Sabır ve namazla yardım isteyin" (Bakara, 45) buyurmuştur. c) Nikâh, talâk ve iddet gibi daha önce geçmiş olan hususlar, dünyevî işlerle meşgul olmayı ifâde ediyordu. Böylece buna Hak teâlâ, âhiret işleri olan namaz mevzuunu eklemiştir. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Bu Âyetin Beş Vakit Namaza Delalet Etmesi Müslümanlar, farz olan namazın beş vakit namaz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Tefsirini yapmakta olduğumuz bu âyet de buna delâlet etmektedir. Çünkü Hak teâlâ'nın "Namazlara devam ediniz" emri, cemîsîgasının en azının üç olması bakımından, üç vakit namaza delâlet eder. Hak teâlâ'nın daha sonra gelen, "orta namaza..." tabiri de bu üçe ilâve edilen fazla bir şeye delâlet eder. Aksi halde, bir tekrarın bulunması gerekir. Aslolan ise, tekrarın bulunmamasıdır. Sonra bu ilâve olan şeyin dördüncü vakit olması imkânsızdır. Aksi halde, dört vakit olan namazların ortası olan bir namaz bulunmaz. Binaenaleyh bu üç lâfzına, toplandığında bir orta namazın meydana gelebileceği bir başka sayının mutlaka eklenmesi gerekir. Bu toplamın en azı da, beştir. Binaenaleyh bu âyet, işte açıkladığımız yol ile, beş vakit namazın farz olduğuna delâlet eder. Bil ki yaptığımız bu istidlal, el-vustâ kelimesinden muradın, sayı bakımından orta olan bir şey olduğunu; fazilet bakımından orta olan birşey olmadığını beyân ettiğimiz zaman tam ve eksiksiz olur. Biz bunu, inşaallah deliliyle beraber beyân edeceğiz. Her ne kadar bu ayet beş vakit namazın farz olduğunu gösterse de namazın vakitlerine delâlet etmez. Vakitlere tafsilâtlı olarak delâlet eden âyetler dört tanedir. Birinci ayet: Hak teâlâ'nın, "Haydi akşama girerken, sabaha ererken Allah'ı tenzih ediniz" (Rûm, 17) âyeti. Bu ayet, vakitleri bildiren ayetlerin en açığıdır. Buna göre Hak teâlâ'nın, tâbirinin mânası, "Yani, Allah'ı tesbih edin, akşam vaktinde Allah için namaz kılın" demektir ki, Allah bu akşam vaktiyle, akşam ve yatsı namazlarını kastetmiştir. sözü ile sabah namazını; (Rûm, 18) ile ikindi namazını ve(Rum, 18) tabiri ile de öğlen namazını kastetmiştir. İkinci ayet: Hak teâlâ'nın, "Güneşin kayması anından, gecenin kararmasına kadar güzelce namaz kıl. Sabah namazını da... Çünkü sabah namazına şâhid olunur" (İsra, 78) âyetidir. Allahü Teâlâ bu âyette, tabiri ile güneşin zevalini kastetmiştir ki, bu ifâdenin muhtevasına öğlen, ikindi, akşam ve yatsı namazları girmektedir. Daha sonra da, (......) buyurarak, sabah namazını murad etmiştir. Üçüncü ayet: Hak teâlâ'nın, "Güneşin dogmasından evvel de, batmasından evvel de Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım saatlerinde ve gündüzün etrafinda da tesbih etki, böylece ilâhî rızâya nail olasın!" (Tâhâ, 130) âyetidir. Bazı âlimler bu âyetin beş vakit namaza delâlet ettiğini söylemişlerdir. Çünkü zaman, ya güneş doğmadan önce veya batmadan önce olur. Binaenaleyh gece ve gündüz kavramları bu iki terkîbin muhtevasına dahil olmuş olurlar. Dördüncü ayet: Hak teâlâ'nın, "Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl" (Hûd, 114) âyetidir. Hak teâlâ'nın, tabiriyle maksadı sabah ve ikindi; ifadesiyle ise, akşam ve yatsıdır. Bazı âlimler bu ayetle, vitir namazının vâcib olduğu hususunda istidlal etmişlerdir. Çünkü, (......) kelimesi, çoğul bir ifâdedir. Çoğulun en azı ise üçtür. Bil ki, namaza devam etmeyi emretmek, onun şart- larını bulundurmaya devamı emretmek demektir. Namazın şartlan, bedenin, elbisenin ve namaz kılınan yerin temizliği; avret mahallinin örtülmesi, kıbleye yönelmek, namazın erkânına riâyet etmek ve ister kalbin, ister lisânın, isterse uzuvların amelleriyle ilgili olsun, namazı iptal eden herşeyden kaçınmaktır. Namaz konusunda en mühim olan iş, niyyet etmektir. Çünkü niyyet, namaz konusunda asıl maksattır. Hak teâlâ, "Beni anmak için namaz kıl" (Ta-hâ, 14) buyurmuştur. Kim bu tarz üzere namazını edâ ederse, o kimse namazını bihakkın devam ettirmiş olur. Aksi halde, hayır!.Buna göre eğer, " emri, lâfızları gibi müşareket ifâde eden bir bâbtan getirilmiştir. Buna göre, buradaki mâna nasıl olur?" denilirse, buna şu iki bakımdan cevap veririz: a) "Muhafaza", kul ile Rabbi arasında olur. Buna göre kula sanki şöyle denilmiştir: "Sana namaz kılmayı emreden Rabbin seni koruması ve gözetmesi için, namazına devam eti..." Bu, Hak teâlâ'nın, "Beni anınız ki ben de sizi anayım" (Bakara. 152) buyruğu gibidir. Hadiste de, "Sen Allah'ın hakkını gözet ki, Allah da seni muhafaza etsin" Tirmiji. Kıyama, 59 (4/667). şeklinde gelmiştir. b) Bu karşılıklı koruma işinin, namaz kılan kimseyle namaz arasında olmasıdır. Buna göre sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Namazının seni koruması için, sen de namazına devam et!" Bil ki namazın, namaz kılan kimseyi koruması şu üç şekilde olur: 1) Namaz, insanı günahlardan korur. Nitekim Hak teâlâ, "Muhakkak ki namaz, edebsizlikten ve çirkin olan her şeyden alıkor" (Ankebut, 45). Binaenaleyh, kim namaz kılmaya devam ederse, namaz onu fuhşiyyattan korur. 2) Namaz insanı, belâ ve sıkıntılardan korur. Nitekim Hak teâlâ, "Sabır ve namaz ile, yardım isteyiniz" (Bakara, 45) ve, (Maide, 12) buyurmuştur ki bunun mânası, "Eğer namazınızı kılar, zekâtınızı da verirseniz ben yardımım ve korumamla, sizin yanınızdayım" şeklindedir. 3) Namaz, namaz kılan kimseyi korur ve ona şefaat eder. Nitekim Hak teâlâ, "Namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin. Kendiniz için önden ne hayır yollarsanız, Allah katında onu bulacaksınız" (Bakara, no) buyurmuştur. Bir de namazda Kur'an okunur. Kur'an da, kendisini okuyan kimseye şefaat eder. Kur'an hem "Şâfi" hem de "müşeffi" dir. Haberde şu şekilde vârid olmuştur: "Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri, (kıyamet gününde) iki bulut gibi gelirler ve kendilerini okuyanın lehinde şehâhette bulunarak, ona şefaat ederler." Yine haberde şöyle gelmiştir: "Mülk sûresi kendisini okuyarak gece namazı kılan kimseden kabir azabını savuşturur; haşr esnasında onu savunur, sıratta onun iki ayağının dibinde durarak, cehenneme, "Hayır, ona ilişemezsin!" der. Allah en iyisini bilendir. Âlimler, "salât-ı vustâ" nın ne olduğu hususunda yedi görüş belirtmişlerdir. Birinci Görüş: Allahü Teâlâ, bu namaza devam etmeyi emretmiş, fakat bunun hangi namaz olduğunu bize açıklamamıştır. Biz, "Allahü Teâlâ onun hangi namaz olduğunu bize açıklamamıştır" dedik, çünkü eğer Allahü Teâlâ bunu açıklamış olsaydı, o zaman, ya "Allahü Teâlâ onu, katı veya zannî yolla beyân etmiştir" denilirdi ki, birinci ihtimal bâtıldır. Çünkü o beyan, ya bu âyetle olur veya kesinlik ifâde eden bir başka yolla, veyahut da mütevâtir bir haberle olur.. Beyanın bu âyette bulunması mümkün değildir. Çünkü namaz vakitlerinin sayısı beştir. Halbuki ayette, namazın ne evveline, ne de sonuna dair bir açıklama bulunmamaktadır. Durum böyle olunca, beş vakit namazın her biri hakkında, "orta namaz" olabileceği söylenebilir. Veyahut da, "bu açıklama bir başka âyette veya r.ıütevâtir bir haberde yapılmıştır" denilebilir. Halbuki böyle bir açıklama söz konusu değildir. Bu hususun zannî bir yolla izah edilmesine gelince, ki bu yol haber-i vâhid ve kıyastır, bu da caiz değildir. Çünkü zan ifade eden yollar, haberler ameli konularda muteber addedilmiştir. Bu mesele ise, amel ile ilgili bir mesele değildir. Binaenaleyh Allahü Teâlâ'nın, orta namazın ne olduğunu beyan etmediği ortaya çıkmış olur. Bu görüşte olanlar, sözlerini şu şekilde sürdürmüşlerdir: Bunun hikmeti şudur: Allahü Teâlâ bu namazın ne olduğunu beyan etmemekle beraber, bunun önemli bir namaz vakti olduğunu hassaten bildirince, kişinin edâ ettiği her namazın salât-ı vustâ (orta namaz) olduğunu zannetmesi caiz olur. Böyle uir zan ise, kişiyi bütün namazları tastamam ve mükemmel bir biçimde edâ etmeye teşvik etmiş olur. İşte bu sebepten dolayı Allahü Teâlâ, ramazan ayında Kadir gecesini; cuma gününde duaların kabul olunacağı saati; bütün isimlerinin içinde "ism-i a'zâmı" nı ve, mükellef her vakit ölüm endişesini hissetsin ve böylece de her vakit tevbekâr olsun diye, bütün zaman içinde de "ölüm vaktini" gizlemiştir. İşte bu görüşü, ulemâdan bir topluluk benimsemiş, tercih etmiştir. Muhammed İbn Sîrîn şöyle demiştir: Bir adam Zeyd İbn Sabit, (radıyallahü anh)'e orta namazın ne olduğunu sordu da, o da, bunun üzerine, "Bütün namazlara devam et, o zaman ona rastlar, isabet edersin" dedi. Rebî İbn Haysem den rivayet edildiğine göre birisi ona, bu namazın ne olduğunu sorduğunda o, "Ey amcam oğlu, orta namaz beş vakit namazdan birisidir. Binaenaleyh, hepsine devam et. Böylece de, orta namaza da devam etmiş olursun" diyerek, sözüne şunu ilâve etti: "Eğer sen, onun hangi namaz olduğunu kesin olarak buseydin, sen sadece ona devam eder, diğer namazları da zay ederdin.. (Değil mi?)" deyince, soru soran kişi, "Hayır!" der. Bunun üzerine Rebî, "Eğer beş vakit namaza devam edersen, orta namaza da devam etmiş olursun" dedi. İkinci Görüş: Bu, beş vakit namazın tamamıdır. Çünkü beş vakit namaz, taat sayılan ibadetlerin ortasıdır. Bunu şöyle izah edebiliriz: İmân yetmiş küsur kısımdır ve bunların en üst derecesini kelime-i şehâdet teşkil eder. En alt derecesi ise, yollarda insanların yürümesine eziyet veren şeyleri kaldırıp atmaktır. Beş vakit farz namaz derece bakımından imandan aşağı, fakat yoldaki eziyet verici şeyleri giderme mertebesinin üstündedir. Binaenaleyh farz namazlar bu iki taraf arasında yer almış olur ve "orta" olur. Salat-ı Vustanın Sabah Namazı Olduğunu Söyleyenler Üçüncü Görüş: Bundan murad, sabah namazıdır. Bu görüş, sahabeden Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer, İbn Abbas, Cabir b. Abdullah, Ebu Umâme el-Bâhilî (radıyallahü anha)'nin; tâbi'inden ise Tavus, Atâ, İkrime ve Mücahidin görüşüdür. İmam-ı Şafiî de bu görüştedir. Şu hususlar, bu görüşün doğru olduğunu gösterir: a) Sabah namazı alacakaranlıkta kılınır. Bundan dolayı bu namazın başlangıcı karanlık olduğu için gece namazına, sonu da aydınlık olduğu için gündüz namazlarına benzetilmiştir. b) Bu namaz fecr-i sâdığın doğmasından sonra, güneşin doğmasından önce edâ edilir. Bu kadar zaman dilimi içerisinde ne tam karanlık ne de tam aydınlık vardır. Binaenaleyh sanki bu zaman, ne gecedir ne de gündüzdür. Bu sebeble de bu zaman, gece ile gündüz arasında "orta" bir durum olmuş olur. c) Tam gündüz öğle ile ikindi namazı; gece olunca da akşam ile yatsı namazı kılınır. Sabah namazı ise gece ve gündüz kılınan namazlar arasında "orta" bir yerde gibidir. Buna göre eğer, "Bu hususların hepsi akşam namazı için de söz konusudur?." denirse, biz deriz ki: İnşaallah ileride de izah edeceğimiz gibi, sabah namazı daha faziletli olduğu, için onu akşam namazına tercih ettik. d) Öğle ile ikindi namazları Arafat'da bütün mezheplerin ittifakı ile, sefer esnasında da Şafiî mezhebine göre birleştirilir. Akşam ile yatsı namazı da böyledir. Sabah namazı ise her zaman vaktinde tek olarak kılınır. Bundan dolayı öğle ve ikindi namazlarının vakitleri tek bir vakit, akşam ve yatsı namazlarının vakitleri de tek bir vakit (gibi) olmuş olur. Böylece sabah namazının vakti, bu ikisi arasında "orta" bir vakit olmuş olur. Kaffâl (r.h) şöyle der: "Bu delil insanların şöyle demesine dayanır: Bir kimse, iki taraftan birine meyletmeyip tek başına hareket ettiğinde, denilir." Allah en iyisini bilendir. e) Cenâb-ı Allah'ın "Çünkü sabah namazına şâhid olunur" (İsra, 78) âyetidir. Mütevatir haber ile, buradaki Kur'an'dan muradın sabah namazı olduğu sabit olmuştur. Bu namaz, gece ve gündüz meleklerinin bir arada bulunduğu sırada edâ edildiği için Cenâb-ı Allah, bunun "şâhid olunan" bir namaz olduğunu haber vermiştir.Bunu iyice anladığın zaman, bil ki bu ayet ile şu iki bakımdan istidlal edilmiştir: 1) Allahü teâlâ sabah namazını tek olarak zikretmiştir. Bu da, sabah namazının çok faziletli olduğunu gösterir. Cenâb-ı Allah, "orta namaz"ın da çok faziletli olduğunu özellikle bildirmiştir. Binaenaleyh hatıra, zann-ı gâlib olarak, sabah namazının daha faziletli olduğu o âyetle sabit olduğu için, bu âyette özellikle zikredilen "orta namaz" dan muradın sabah namazı olması gerektiği geliyor. 2) Gece ve gündüz melekleri nöbet değiştirirler. Binaenaleyh gece melekleri ile gündüz melekleri sadece sabah namazı vaktinde (nöbet değiştirirken) bir arada bulunurlar. Bundan dolayı sabah namazının bu bakımdan gece ile gündüzün iki tarafında başlayıp, gece ile gündüzün arasına giren orta birşey gibi olduğu sabit olur. f) Allahü teâlâ, "orta namaz"ı zikrettikten sonra "Allah için tam birhuşû ile kıyamda durun" buyurarak, bu namazı "kunût" lâfzı ile birlikte zikretmiştir. Halbuki, sahih haberlere göre, İslam'da "kunût" un bulunduğu namaz sadece sabah namazıdır' Binaenaleyh bu, "orta namazı" nın sabah namazı olduğunu gösterir. g) Şüphesiz ki Hak teâlâ, bu namazın önemini belirtmek için, tek olarak zikretmiştir. Yine sabah namazının, diğer namazlardan daha çok te'kid ve teşvik edilmeye muhtaç olduğunda şüphe yoktur. Çünkü namazlar içerisinde bundan güç olanı yoktur. Zira sabah namazı insanlara, uykularının en tatlı vaktinde vâcib olmaktadır. Hatta Araplar, bundan dolayı sabah namazı vaktindeki uykuyu, "Bal" diye adlandırmışlardır. Bu tatlı ve güzel uykuyu bırakıp, soğuk suya yönelmek, camiye gidip, namaza durmaya hazırlanmak, insana çok zor ve güç gelen bir şeydir. Bundan dolayı âyetteki "orta namaz" ile sabah namazının kastedilmiş olması gerekir. Çünkü bu namaz teşvik edilmeye diğer namazlardan daha uygundur. h) Sabah namazı, namazların en efdalidir. Durum böyle olunca "orta namaz" in, sabah namazı olması gsrekir. Sabah Namazının Efdal Olmasının Sebepleri Biz şu bakımlardan sabah namazının daha efdal olduğunu söyledik: 1) Cenâb-ı Allah, "Sabredenler, sadıklar, itaatle (Allah'a) boyun eğenler ve seherlerde istiğfar edenler..." (Al-i imrân, 17) buyurmuş, bu kimselerin değerli taatlerini ve mükemmel ibâdetlerini, seher vakitlerindeki istiğfarlarını zikrederek bitirmiştir. Bir hadis-i kutside Cenâb-ı Allah, "Kullarım bana kendilerine farz kıldığım şeyleri yerine getirerek yakınlaştıktan gibi hiçbir şeyle yakınlaşamazlar" Benzeri bir hadis için bkz. Buhâri. Rikâk. 38. buyurduğu için, istiğfar çeşitlerinin en büyüğünün, farzları edâ etme olması gerekir. Bu da, imandan sonra taatların en efdalinin sabah namazı olmasını gerektirir. 2) Bu hususta cemaatle kılınan sabah namazının ilk tekbirinin.dünya ve dünyadaki herşeyden daha hayırlı olduğu rivayet edilmiştir. 3) Sahih hadislerde, sabah namazı için iki ezan okunduğu; birincisinin fecr-i sâdık henüz doğmadan, ikincisinin ise, doğduktan sonra okunduğu yer almıştır. Bu böyledir. Çünkü birinci ezandan maksad, kalkıp abdest hazırlığı yapsınlar diye insanları uyandırmaktır. 4) Hak teâlâ, sabah namazına çeşitli isimler vermiştir. Mesela, İsrâ suresinde, (İsrâ. 78); Nûr suresinde, (Nur, 58); Rûm suresinde, "Sabahladığınız vakit.." (Rûm. 17) gibi isimler... Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), "Yıldızların batışı.." (Tur, 49) ayetinden sabah namazının kastedildiğini söylemiştir. 5) Cenâb-ı Allah sabah namazı üzerine yemin ederek, "Fecre ve on geceye yemin olsun ki.."(Fecr, 1-2) buyurmuştur. Bu, "Asra yemin olsun ki şüphesiz insanlar zarardadır" (Asr, 1-2)ayetiyfe bir tezâd teşkil etmez. Çünkü biz, bu ayetteki "asır" dan muradın, ikindi namazı olduğunu kabul etsek bile sabah namazı hakkındaki, "Gündüzün iki tarafında namaz kıl.." (Hûd, 114) ayetinde bulunan te'kid ve teşvik daha kuvvetlidir. Bu te'kidin ikindi namazı için bulunmadığını beyân etmiştik. 6) Sabah namazı ezanında "tesvîb" yapılır. Tesvîb, "hayya âle'f-felâh" tan sonra iki defa, "Namaz uykudan hayırlıdır" demektir. Böyle bir te'kid, başka namazların ezanında yoktur. 7) İnsan uykudan kalktığı zaman, yoktan var olmuş gibi veya ölü iken dirilmiş gibi olur. Hatta bütün mahtûkat geceleri adetâ ölürler, sabah olunca dirilirler. İnsanlar uykularından kalkıp, kendilerinden gecenin, uykunun ve gafletin, acizliğin ve şaşkınlığın karanlıklarını gidererek, bütün bunları ihsanları ile değiştirip, âlemi nurla, bedenleri de hayat, akıl, fehim ve ma'rifetle doldurduğu için, Allah'ın kudret ve rahmetinin mükemmelliğini gösteren bu büyük hâdiseyi müşahede ettiklerinde, hiç şüphe yok ki, bu vakit kulun kulluğunu edaya, Allah'a karşı hudû, zillet ve meskenetini ortaya koymaya uğraşmasına diğer vakitlerden daha uygundur. 8) Böylece, bütün bu açıklamalar ile, sabah namazının, diğer namazlardan daha efdal olduğu ortaya çıkmış olur ve bu .sebeple de, "orta namazı"nı "sabah namazı" olarak ahlamak daha evlâ olur. 9) Hazret-i Ali(k.v)'ye, "orta namaz"ın ne olduğu sorulmuş, O da, "Biz, onun sabah namazı olduğunu zannediyoruz" demiştir. Yine İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, sabah namazını kılıp, daha sonra da "işte bu orta namazdır" dediği rivayet edilmiştir. 10) Sabah namazının sünneti diğer namazların sünnetlerinden daha kuvvetlidir. Binaenaleyh farzının da, diğerlerinin farzından daha kuvvetli olması gerekir. İşte bu sebeple âyetteki teşvik ve te'kidi sabah namazına hamletmek daha evlâdır. Orta namazın, sabah namazı olduğuna dâir delillerin tamamı bunlardan ibarettir. Öğle Namazı Olduğunu Söyleyenler Dördüncü Görüş: Bu "Orta namaz öğle namazıdır" diyen kimsenin görüşüdür. Bu görüş Ömer, Zeyd, Ebu Saîd el-Hudrî ve Üsâme İbn Zeyd (radıyallahü anh)'den rivayet edilmektedir. Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşü budur. Bu görüşte olanlar, buna birkaç bakımdan delil getirmişlerdir: 1) Öğle namazı, kaylûle vaktinde ve öğle sıcağında olduğu için, onlara zor geliyordu. Bundan dolayı özellikle ve hassaten belirtilme ve dikkat çekilmeyi bu namaza vermek daha uygundur. Zeyd İbn Sabitten rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), öğlenin kızgın sıcağında namaz kılıyordu ve bu namaz da, ashabına namazların en ağın idi... Çoğu kez arkasında bir veya iki saf bulunuyordu. İşte bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: "Andolsun ki, (öğle) namazında hazır bulunmayan kimselerin evlerini yakmaya niyetlendim." Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. 2) Öğle namazı gündüzün ortasına tesadüf eder. Farz namazlar içinde, onun dışında gündüzün veya gecenin ortasına rastlayan başka namaz yoktur. 3) Öğle namazı, gündüzün kılınan iki namaz olan sabah ile ikindinin ortasındadır. 4) Öğle namazı, iki serinlik, yani sabah serinliği ile akşam serinliği ortasına rastlayan bir namazdır. 5) Ebû'l-Aliye şöyle demiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabıyla beraber öğle namazı kıldım. Namazı bitirdikten sonra onlara, orta namazın hangisi olduğunu sordum. Onlar da, "Orta namaz, kıldığın şu namazdır" dediler." 6) Hazret-i Aişe (radıyallahü anhnha)'den rivayet edildiğine göre O, ayetini, (......) şeklinde okurdu. Bundan şu şekilde istidlal edilmiştir: O, (ikindi namazı) ifâdesini.(orta namaz) üzerine atfetmiştir. Matufun aleyh, matuftan daha öncedir. Buna göre ikindi namazından önce olan da, öğle namazıdır. 7) Rivayet edildiğine göre bir grup insan, Zeyd İbn Sâbit'in yanında idiler. Üsâme İbn Zeyd'e bir adam gönderip, ondan orta namazın hangi namaz olduğunu sordurdular. O, "Orta namaz, öğle namazıdır. O, öğlenin sıcağında kılınır" dedi. 8) Sahih hadislerde, Cebrail (aleyhisselâm)'in Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ilk defa öğle namazında imam olduğu rivayet edilmiştir. Bu, öğle namazının namazların en şereflisi olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh, âyetteki husûsî te'kid ve teşviki, öğle namazına hamletmek daha uygundur. 9) Cuma namazı, namazların en şereflisidir. O da, öğleyin kılınan namazdır. Bundan dolayı ayetteki hususi te'kidi öğle namazına hamletmek evlâdır. İkindi Namazı Olduğunu Söyleyenler Beşinci Görüş: Bu görüş, "Orta namaz, ikindi namazıdır" diyenlerin görüşüdür. Bu görüş sahabeden Hazret-i Ali (radıyallahü anh), İbn Mes'ud, İbn Abbas ve Ebu Hureyre (radıyallahü anh)'den; fukahâdan da, Nehâî, Katâde ve Dahhâk'tan rivayet edilmiştir. Bu, aynı zamanda Ebu Hanife'den rivayet edilen görüştür. Bunlar bu görüşlerine birkaç bakımdan delil getirmişlerdir: 1) Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'den rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hendek Günü, "Bu kâfirler bizi orta namazdan alıkoydular. Allah onların evlerini ve mezarlarını ateşle doldursun" buyurdu. Bu hadisi, Buhâri, Müslim ve diğer hadis imamları rivayet etmiştir. Bu haber, bu meselede dikkate alınması gereken önemli bir haberdir. "Sahih-i Müslim"de bu hadis, "Bizi orta namazdan, yani ikindi namazından alıkoydular" şeklinde vârid olmuştur. Fukahâdan bazıları buna şöyle cevap vermişlerdir: "İkindi, orta bir vakittir. Ama Kur'an'da zikredilen o değildir. Orta olan iki namaz vardır: Sabah ve ikindi namazları.. Bunlardan bir tanesi Kur'an ile sabit olmuştur, bir tanesi de sünnetle sabit olmuştur. Nitekim, Harem mıntıkaları da iki tanedir: Mekke'nin Harem bölge oluşu Kur'an ile, Medine'nin Harem bölge oluşu da sünnet ile sabit olmuştur." Bu cevâp, gerçekten zorlanarak verilmiş bir cevaptır. 2) Bu görüşte olanlar şöyle demişlerdir: İkindi namazı hakkında zikredilen te'kidlerin bir benzeri.onun dışındaki bir başka namaz hakkında rivayet edilmemiştir. Meselâ Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "İkindi namazını kaçıran kimse, sanki ailesine ve malına kötülük etmiştir" Buhari, Mevâkii. 14; Müslim, Mesâcid, 200 (1/435). buyurmuştur. Cenâb-ı Allah da, "Asr'a yemin olsun ki, insan ziyandadır..." (Asr, 1-2) diyerek ikindi namazına yemin etmiştir. Bu, ikindi namazı vaktinin, Cenâb-ı Allah'a en sevimli bir vakit olduğuna delâlet eder. 3) İkindi namazının husûsen te'kid edilmesi daha uygundur. Çünkü diğer vakit namazlarına devam etmek, ikindi namazına devam etmekten daha hafif ve kolaydır. Bunun iki sebebi vardır: a) İkindi namazının vakti, vakitlerin en belirsizidir. Çünkü sabah namazının vakti, ziyası ufukta yazılmış olan fecr-i sadığın doğmasıyla; öğle namazının vakti, zeval vaktinin belirmesiyle; akşam namazının vakti, güneşin ufukta kaybolmasıyla; yatsı namazının vakti de, akşam kızıllığının tamamen kaybolmasıyla girer. Fakat ikindi namazının vaktinin geldiği, ancak dikkatli bir nazar ve gölgenin durumuyla ilgili son derece güçlü tefekkür ile anlaşılır. Bunu bilmek daha zor olduğuna göre, hiç şüphesiz bunun fazileti de daha fazla olur. b) İnsanların çoğu, ikindi vakti esnasında işleriyle güçleriyle meşguldürler. Bundan dolayı ikindi namazını kılmaya yönelmek daha zordur. Binaenaleyh, âyetteki husûsî te'kidi ikindi namazına vermek daha uygundur. 4) İkindi namazı, orta namaz olmaya, birçok bakımdan daha uygundur. a) İkindi namazı, rekâtlarının sayısı çift olan bir namaz ile, tek olan bir namaz arasında yer alır. Rekâtlarının sayısı çift olan öğle namazıdır; tek olan da akşam namazıdır... Fakat, yatsı namazı da aynı durumdadır. Çünkü ondan önce rekâtlarının sıyısı tek olan akşam namazı, ondan sonra da, rekâtlarının sayısı çift olan sabah namazı vardır. b) İkindi namazı, bir gündüz namazı olan öğle namazı ile, bir gece namazı olan akşam namazı ortasında yer almıştır. c) İkindi namazı, iki gece namazı ile iki gündüz namazı arasındadır. Salat-ı Vustâ Akşam Namazıdır Diyenler Altıncı Görüş: Orta namazı, akşam namazıdır. Bu, Ebû Ubeyde el-Selmânî ile Kubayda İbn Züeyb'in görüşüdür. Bu görüşün iki delili vardır: a) Akşam namazı, gündüzün beyazlığı ile, gecenin karanlığı arasındadır. Bu mâna, her ne kadar sabah namazında da var ise de akşam namazı diğer bir yönden tercih edilir. Bu da, akşam namazının sabahın iki rekâtından daha fazla; öğlenin, ikindinin ve yatsının dört rekât farzından daha azdır. Binaenaleyh uzunluk ve kısalık itibariyle tam ortadadır. b) Öğle namazı, birinci namaz diye isimlendirilir. Bundan dolayı Cebrail (aleyhisselâm), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ilk defa öğle namazında imamlık yaptı.. Öğle namazı, namazların birincisi olunca, şüphesiz ki orta namaz akşam namazı olmuş olur. Orta Namaz Yatsı Namazıdır Diyenler Yedinci Görüş: Orta namaz, yatsı namazıdır. Bu görüşte olanlar: "Çünkü yatsı namazı, seferde kısaltılamayan akşam ve sabah namazları arasındadır. Hazret-i Osman (radıyallahü anh)'dan, Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yatsı namazını cemaatla kılan kimse, sanki o gecenin yarısını ibadetle geçirmiş gibi olur." İşte bütün bu açıklamalar, bu meseledeki görüşlerin ve bu görüşleri savunan insanların delillerinin tamamıdır.Ben, bunlardan herhangi birini tercih etmedim, çünkü bu iş, çok uzun açıklamalar gerektirmektedir. Allah en iyi bilendir. İmâm-ı Şafiî, bu âyeti vitir namazının vâcib olmadığı hususuna delil getirmiş ve şöyle demiştir: "Eğer vitir namazı vâcib olsaydı, vâcib namazların sayısı altı olurdu. Eğer böyle olsaydı, bu altının ortası olmazdı. Âyet ise, namazların bir ortası olduğuna delâlet etmektedir." Buna göre eğer, "Bu istidlal ancak, ayette geçen, (......) kelimesinden muradın, "sayı itibariyle orta olan" manasında olması halinde tamam olur.. Bu ise, mümkün değildir; aksine bu kelimeden murad, fazileti ifâde etmektir. Cenâb-ı Allah, "İşte böylece biz sizi, orta bir ümmet yaptık" (Bakara, 143), yani'âdil olan bir ümmet?, buyurmuştur. Ve Cenâb-ı Hak yine, en âdilleri mânasında, "En ortalan buyurdu..." (Kalem, 28) buyurmuştur. Biz, bu iştikakı (Bakara, 143)âyetinin tefsirinde iyice açıklamıştık. Ve yine, niçin bu dan muradın mikdar hususunda olması ve akşam namazının kastedilmesi caiz olmasın? Çünkü akşam namazı üç rekâttır. Üç ise, iki ile dördün ortasındadır. Ve yine "niçin, âyetteki orta tabirinden muradın, sıfat hususunda olması ve bununla sabah namazının kastedilmesi caiz olmasın? Çünkü sabah namazı, ne tamamen karanlık, ne de tamamen aydınlık bir vakitte yer almaktadır..." denilirse, buna şöyle cevap verilir: Cevap: Üstün ahlâk, faziletli bir ahlâk olması bakımından değil, aksine ifrat ve tefrit denilen iki aşırı uç arasında bulunduğu için, "orta" diye adlandırılmıştır. Meselâ, cesaret gibi.. Çünkü cesaret, korkaklıkla hiddet arasında bulunduğu için, üstün ahlâk olmuştur. İşin neticesi, "vasat" (orta) lâfzının adet bakımından orta olması itibariyle hakikat; güzel ahlâk ve zikretmiş olduğumuz iki aşırı uç arasında yer almış olması itibariyle de, güzel iş manasında mecaz olduğu sonucuna varır. Lâfzı hakikî manasına hamletmek, onu mecazî manasına hamletmekten daha evlâdır. Onun, "Bunu, zaman bakımından orta olan namaz vaktine, ki bu öğle namazıdır, hamlederiz.." şeklindeki ifâdesine de şu şekilde cevap veririz: Öğle namazı hakikatte orta namaz değildir. Çünkü öğle namazı, zevalden sonra kılınır. Bu vakitte de, "orta" olma anlamı bulunmaz. Onun, "Bunu, vâcib olma vakti, karanlık vakit ile aydınlık vakit arasında orta olduğu için, sabah namazına; adedi iki rekât ile dört rekât arasında orta bir yer işgal ettiği için, akşam namazına hamledebiliriz" şeklindeki görüşüne de şu şekilde cevap verebiliriz: Sizin zikrettiğiniz bu görüş, ihtimal dahilindedir. Bizimki de böyledir. Binaenaleyh, lâfzı hepsine hamletmek gerekir. Bu mesele hakkında bu âyetle yapılan istidlallerin imkân nisbetindeki izahı işte budur. Allah, en iyi bilendir. Hak teâlâ'nın "Allah için, tam bir huşu ile kıyamda durun" buyruğu hakkında bazı izahlar vardır: a) Bu İbn Abbas'ın görüşüdür. Buna göre "kunût" dua ve zikir manasındadır. Bu anlama geldiğine dair şu iki hususla istidlal edilmiştir: b) Hak teâlâ'nın, emri namazın içinde bulunan fiilleri îfa etmeyi emretmektedir. Binaenaleyh "kunût" namazın içinde bulunan her türlü zikre hamletmek gerekir. Buna göre bu ifâdenin mânası, "Allah'ı zikrederek, duâ ederek ve herşeyden ilişkisini kesip O'na yönelerek kıyama durunuz..." şeklinde olur. 2) "Kunût" lâfzından anlaşılan, "Yoksa o, gecenin saatlerinde secde ederek ve kıyamda durarak taât ve ibâdet eden kimse gibi midir?" (Zümer, 9) âyetinin de delaletiyle, zikir ve duadır. Sabah ve vitir namazındaki kunûtun mânâsı da budur. Bu, Arapların, "Falan, falancaya duâ etti" tabirinden anlaşılan şeydir. Çünkü bu ifâdeyle, falanın falancaya duâ etmesi anlaşılır. b) ifâdesinin mânası, "itaat ederek" demektir. Bu, İbn Abbas, Hasan el-Basrî. Şa'bî, Said İbn Cübeyr, Tavus, Katâde, Dahhâk ve Mukâtil'in görüşüdür. Bunun delili de şu iki husustur: 1) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurmasıdır: "Kur'an'da geçen bütün kunût lâfızlarının mânası, tâat demektir Müsned, 3/75. Müsned, 3/75. 2) Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevceleri hususunda, "Sizden kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse... " (Ahzab, 31)ve bütün kadınlar hakkındaki, İyi kadınlar, itaatli olanlardır" (Nisa, 34)âyetleridir. Binaenaleyh kunût, mükemmel bir şekilde itaat etmekten ve tâat sayılan fiillerin rükun, sünnet ve adabı arasına herhangi bir kusur ve eksiklik girdirmekten kaçınmaktan ibarettir. Bu, nasıl namaz kıldığına aldırmayan, namazı hafife alan, kifayet miktarıyla yetinen ve Allah'ın, kullarının namazına ihtiyacı yoktur kanaatine varan kimseleri men etmektir. Eğer, durum denildiği gibi olsaydı, o zaman kişinin hiç namaz kılmaması gerekirdi. Çünkü, Allah bizim ibâdetlerimizin çoğuna muhtaç olmadığı gibi, aynı şekilde azına da muhtaç değildir, denilebilir. Hulbuki Allah'ın Resulü, diğer peygamberler ve selef-i sâlih namaz kılmışlar, hem uzun uzun kıyamda durmuşlar, huşu ve hudûiannı izhar etmişlerdir. Onlar, Allah'ı böyle diyen ve diyecek olan câhillerden daha iyi tanıyorlardı. c) nin mânası, "susarak" demektir. Bu, İbn Mes'ud ve Zeyd İbn Erkam'ın görüşüdür. Bunlar şöyle demişlerdir: Biz namaz esnasında konuşurduk. Birisi selâm verdiğinde, selâmını alırdık. Bir kimse, namaz kılan kimselere kaç rekât namaz kıldıklarını sorabilirdi.. Bu tıpkı, ehl-i kitabın yaptığı gibiydi. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ, âyetini indirdi, böylece susmamızı emrederek, konuşmamızı yasakladı. d) Kunût, huşu, hudû ve Allah'ın heybeti karşısında başka hiçbir şeye iltifat etmemeden ibarettir. Bu, Mücâhid'in görüşüdür. Sahabe ve tabiînden birisi namaz kıldığı zaman, Rabbinin heybetinden dolayı dehşete kapılır, herhangi bir şeye iltifat etmez, (namaz kıldığı zeminde) bulunan çakıl taşlarıyla ilgilenmez, bedenindeki herhangi bir şeyle alâkalanmaz, hatırına dünya ile ilgili herhangi bir şey getirmez ve namazlarını bu şekilde bitirirlerdi... e) Kunût, ayakta durmak demektir. Bu görüşte olanlar, görüşlerine Câbir (radıyallahü anh)'in naklettiği şu hadisi delil getirmişlerdir: Hazret-i Peygamber'e hangi namazın efdal olduğu sorulduğunda O, kıyamı uzatma mânasını kasdederek, "Kunûtu uzun olan namaz" Müslim, Müsâfırın, 164-165 (1/520). İbn Mac e. İkâme. 200 (1/456). buyurmuştur. Bu görüş, bana göre zayıftıradıyallahü anhksi takdirde, âyetin takdiri, şeklinde olurdu. Meğer ki şöyle denilsin: "Namazın kıyamını devam ettirerek, Allah için kıyama durun!.." Bu durumda da kunût, kıyam ile "kıyamı devam ettirmek" manasıyla açıklanmış olur. f) Bu, Ali İbn İsa'nın tercih ettiği görüştür. Bu görüşe göre kunût, birşeye devam, ona sabır ve ondan ayrılmamadan ibarettir. İslâm dininde kunût Allah'a itâatta bulunmayı sürdürmek ve O'nun hizmetine devam etme manasına tahsis edilmiştir.-Bu açıklamaya göre, müfessirlerin söylemiş olduğu şeylerin tamamı bu tabire dahil olur. Bundan muradın, "farz ve nafile namazların kıyamına devam ederek, Allah için kıyama durun" şeklinde olması muhtemeldir. Allah en iyisini bilendir. |
﴾ 238 ﴿