240

"Sizden hanımlarını geride bırakıp ölecek olanlar, eşlerinin (evlerinden) çıkarılmayarak bir yıla kadar fâidelenmesini vasiyyet (etsinler). Bunun üzerine o kadınlar kendiliklerinden çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru işlerden dolayı size mes'uliyet yoktur. Allah aziz ve hakimdir".

Ayette birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

İbn Kesîr, Nâfî, Kisaî, Âsım'ın Ebu Bekr isimli ravisi şeklinde ref ile okumuşlardır. Diğer kıraat imamları da nasb ile okumuşlardır. Ref ile okumanın delilleri şunlardır:

1) Hak teâlâ'nın, (......) sözü mübtedâ, sözü ise haberdir. Nekire kelimenin mübteda olması uygundur. Çünkü cümle içindeki yerinin kendisine kazandırmış olduğu husûsiyyetten dolayı hususîlesmiştir. Bu ifâde tıpkı, "Size selâm olsun ve hayır hep senin önünde olsun" ifâdesinde olduğu gibidir.

2) Hak teâlâ'nın (......) ifadesinin mübteda olması, kendisine de bir haberin takdir edilmesidir. Buna göre takdir, "Onlara, zevceleri için vasiyyet etmeleri vâcibtir" şeklinde olur. Yapılan bu takdirin diğer benzerleri de, Cenâb-ı Hakk'ın şu ayetleridir."O zaman (sizin üzerinize) takdir ettiğiniz mihrin yarısı vardır" da, (Bakara. 237), "O zaman (sizin üzerinize), teslim edilmiş bir diyet vardır" (Nisa. 92) ve "O zaman (size) üç gün oruç tutmak gerekir" (Bakara, 196).

3) Âyetin takdirinin şöyle olmasıdır: "Durum, iş, vasiyyet etmenizdir" veya, "Farz kılınmış olan, vasiyyet etmenizdir"veyahut da, "Hüküm, vasiyyet etmenizdir." Bu durumda biz, mübtedâyı takdir etmiş oluruz.

4) Âyetin takdirinin, "Size, vasiyyet yazıldı, farz kıtındı" şeklinde olmasıdır.

5) Âyetin takdirinin, "Sizden bir vasiyyet olsun, yapılsın" şeklinde olmasıdır.

6) Takdirin, "Sizden ölenlerin vasiyyeti, bir yıla kadar olan vasiyyettir" şeklinde olması.Bütün bu takdirler caiz ve güzeldir. Nasb okunmasının delili ise şunlardır:

1) Ayetin takdirinin, vasiyyet yapsınlar" şeklinde olmasıdır.

2) Takdirin, "Bir vasiyyet edişle vasiyyet edersiniz" şeklindedir. Bu senin, "Sen, bir postacının yürüyüşü gibi yürüyorsun" demen gibidir. Yani, şeklinde...

3) Takdirin, "Allah, ölen erkeklere, vasiyyet etmelerini vâcib kıldı" şeklinde olmasıdır.

Cenâb-ı Hakk'ın, tabiri hakkında bazı izahlar yapılmıştır:

1) Bunun "O kadınları bir meta ile faydalandırın..." şeklinde olmasıdır. Buna göre âyetin takdiri "O ölen erkekler (ötmeden önce), hanımları için bir vasiyyet etsinler ve onları bir meta ile faydalandırsınlar" şeklinde olur.

2) Takdirin, telsi dili "Allah bunu o kadınlar için bir meta kabul etmiştir" şeklinde olmasıdır. Çünkü ifâdenin öncesi, böyle bir takdirin yapılmasını gösterir.

3) Hal olması sebebiyle, kelimenin mansûb olmasıdır.Hak teâlâ'nın, "Çıkarmaksizm..." buyruğu hakkında da iki görüş vardır:

1) Bu, hal olmasından dolayı mansûb olmuştur. Hak teâlâ sanki, "Onlar evinizde oldukları ve çıkarılmadıkları halde, o kadınları metâlandırınız..." demiştir.

2) Harf-i cer hazfedildiği için kelime mansûb olmuştur. Allahü Teâlâ, "Çıkarmaksızm" buyurmuştur.

İkinci Mesele

Âyet hakkında üç görüş vardır:

Birinci Görüş: Bu, müfessirlerin çoğunluğunun tercih ettiği görüştür. Buna göre bu ayet mensûhtur.Bu görüşte olanlar şöyle demişlerdir: İslâm'ın ilk yıllarında tatbik edilen hüküm şöyleydi: Koca öldüğü zaman, kadının kocasının malında, nafaka ve evinde bir yıl durma hakkından başka, herhangi bir hakkı bulunmuyordu. Evlenme hususunda, kadının kocasının evinde bir yıl beklemesi ilahî bir emir idi. Ne var ki o kadın, iddet bekleme hususunda serbest idi. Kadın isterse kocasının evinde iddetini tamamlar, isterse yıl tamamlanmadan önce kocasının evine terkederek, iddetini başka bir yerde tamamlardı. Ne var ki kadın kocasının evinden çıktt mı, nafaka hakkını kaybederdi. Bu âyette bahsedilen hususların tamamı budur. Çünkü biz, (......) şeklinde okursak, mâna, "Onlara, (kadınlar için) vasiyyet etmeleri gerekir" şeklinde; (......) şeklinde okursak mâna, "bir vasiyyet etsinler" şeklinde olur. Her iki kıraate göre de, böyle bir vasiyyet vâcibtir. Sonra bu vasiyyet iki şekilde tefsir edilmiştir:

a) Bir yıla kadar kadına meta ve nafaka vermek...

b) Bir yıla kadar kadının kocasının evinde kalması..Daha sonra Allahü Teâlâ, kadınların kocalarının evinden çıkmaları halinde, bu hususta kocalarının herhangi bir vebali olmayacağı hükmünü indirmiştir. Binaenaleyh bu âyetin iki şeyi gerektiği ortaya çıkmış olur:

1) Bir yıl süreyle olmak üzere kadına, kocasının malından nafaka verilmesiyle kocasının evinde oturmasının vâcib olması...

2) Bir yıl iddet beklemenin vâcib olması... Çünkü kadının bir yıl süreyle kocasının malından nafaka alıp, onun evinde oturmasının vâcib olması, o yıl içerisinde başka bir kocayla evlenememesini gerektirir. Daha sonra Allahü Teâlâ bu iki hükmü neshetmiştir.

Nafaka ve kadının kocasının evinde oturmasıyla ilgili vasiyyet hükmünün mensûh olması, Kur'an'ın, kadının kocasının malına zaten varis olduğuna delâlet etmesi sebebiyledir. Ayrıca sünnet de, varis olan kimseye vasiyyet yapılamıyacağına delâlet etmektedir. Böylece hem Kur'an hem de sünnet, kocanın zevcesine bir yıl süreyle evinde kalması ve malından nafaka almasıyla ilgili vasiyyet etmesi hükmünü neshetmişlerdir. Bir yıl iddet beklemesinin vâcib olması hükmü de, Hak teâlâ'nın "(Kocası ölen) kadınlar, kendi başlatma dört ay on gün iddet beklerler" (Bakara, 234) âyetiyle neshedilmiştir. İşte bu görüş, önceki ve sonraki müfessirlerden pek çoğunun ittifakla benimsediği görüştür.

İkinci Görüş: Bu, Mücâhid'in görüşüdür. Buna göre Allahü Teâlâ, kocası ölen kadınların iddeti hususunda iki ayet indirmiştir:

1) Hak teâlâ'nın, daha önce geçmiş "(Kocası ölen) kadınlar, kendi başlarına dört ay on gün iddet beklerler" (Bakara, 234) âyetidir.

2) "Sizden, hanımlarını geride bırakıp ölecek olanlar, hanımları için vasiyyet etsinler..." (Bakara, 240) ayeti.

Binaenaleyh bu iki âyetin, ayrı ayrı iki durum için indirilmiş olduğunu kabul etmek gerekir, Binaenaleyh buna göre biz şöyle deriz: Eğer kocası ölen kadın, kocasının evinde beklemeyi ve onun malından nafaka almayı tercih etmezse, birinci (Bakara, 234) âyete göre onun iddeti, dört ay on gün olur. Ama, eğer kocasının evinde oturmayı ve onun malından nafaka almayı isterse, bu kadının iddeti de bir yıl olmuş olur. İşte bu âyetlerin hükmünü, her ikisiyle de amel edilmiş olsun diye, bu iki takdire göre ele almak daha uygun olur.

Üçüncü Görüş: Bu, Ebu Müslim el-İsfehanî'nin görüşüdür. Buna göre ayetin mânası şöyledir: "Sizden hanımlarını geriye bırakıp ölecek olan kimseler, bir yıl süreyle hanımlarının nafaka almalarını ve evlerinde oturmalarını vasiyyet etmişlerse, (buna rağmen) onlar bu süre bitmeden önce evden çıkar ve Allah'ın kendileri için belirlemiş olduğu (iddet) müddetini tamamladıktan sonra kocalarının vasiyyetlerine muhalefet ederlerse, o kadınların kendileri için maruf şeyi yapmalarında, (yani sahîh bir nikâhla evlenmelerinde) bir günâh yoktur. Çünkü onların bu vasiyyeti yerine getirmeleri gerekli değildir." Ebu Müslim, sözüne devamla şöyle der: "Bunun sebebi, kocaların câhiliyye döneminde bir tam yıl süreyle, hanımlarının nafaka almalarını ve evlerinde oturmalarını vasiyyet etmeleridir. Böylece kadının da, bir yıl iddet beklemesi gerekiyordu. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak bu ayette, bu hükmün böyle olmadığını açıklamıştır. Bu açıklamaya göre nesh ihtimali de ortadan kalkar."

Ebu Müslim, görüşüne şunları delil getirmiştir:

Birinci vecih: Nesh, aslın hilâfına bir durumdur. Binaenaleyh, imkânlar ölçüsünde, neshin vaki olmadığı neticesine varmak gerekir.

İkinci vecih: Nüzul itibariyle nâsihin, mensûhtan sonra olması gerekir. Nasih olan ayet, nüzul itibariyle sonra olunca, en güzel olan durumun onun tilâvet bakımından da sonra olmasıdır. Ama tilâvet bakımından nesh eden âyetin, mensûh olan ayetten önce olması, her ne kadar biraz caiz olsa bile, ne varki bu, güzel bir tertip sayılmaz. İlahî kelâmı, imkânlar nisbetinde böyle bir tertipten tenzih etmek vâcibtir. Bu ayet, tilâvet bakımından nâsih olan ayetten sonra olunca, bu âyetin o ayetle mensûh olduğuna hükmetmek evlâ olur.

Üçüncü vecih: Usûl-i fıkıhta, "Nesh ile tahsis etme arasında bir tearuz bulunursa, tahsis etmek evlâ olur" hükmü yer almıştır. Burada biz bu iki âyeti, Mücâhid'in dediği gibi iki ayrı duruma tahsis ettiğimizde, "nesh" hükmü ortadan kalkmış olur. Binaenaleyh, delilsiz olarak, "nesh" vaki olduğunu söylemektense, Mücâhid'in görüşünü kabul etmek daha uygun olur.

Ebu Müslim'in görüşüne göre, söz açıktır. Çünkü siz, ayetin takdirinin "Onlara, karıları için vasiyyet etmeleri gerekir, vâcibtir" veyahut, "Bir vasiyyet etsinler" şeklinde olduğunu söylüyorsunuz. Böylece de hükmü Allah'a nisbet etmiş oluyorsunuz... Halbuki, Ebu Müslim "Aksine ayetin takdiri, "Sizden vefat edeceklerin hanımları için vasiyet etmeleri gerekir" veya, "Hanımları için vasiyet etmiş olurlar.." şeklindedir" demiştir. Binaenaleyh o, hükmü kocaya nisbet etmiştir. Mutlaka bir takdir yapmak gerekiyor ise, sizin takdiriniz, onunkinden daha evlâ değildir.

Sonra âyetin takdiri sizin söylediğiniz şekilde olursa, ona nesh arız olmuş olur. Bu durumda da her akl-ı selim Ebu Müslim'in takdirinin sizinkinden daha uygun olduğuna ve âyette neshin bulunduğunu söylemeniz delilsiz bir iddia olduğuna şehâdet eder. Hem neshin olduğunu kabul etmede, Allah'ın kelâmının münezzeh olduğunun söylenmesi gereken bir kötü tertibin bulunduğunu kabul vardır. Bu açık bir sözdür.

Bunu böylece bildiğin zaman biz deriz ki: Bu âyet başından sonuna kadar bir şart cümlesidir. Buna göre şart, "Sizden hanımlarını geride bırakıp ölecek olanlar, eşlerinin evlerinden çıkarılmayarak bir yıla kadar fâidelenmesini vasiyet etsinler., " ifadesidir. Bütün bu cümle şart cümlesidir. Bunun cezası (cevâbı) ise:

"Eğer o kadınlar kendiliklerinden çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru işlerden dolayı size mes'uliyet yoktur" âyetidir. Ebu Müslim'in görüşünün izahı işte bundan ibarettir ve bu görüş son derece doğrudur.

Üçüncü Mesele

Kocasının ölümünden dolayı ister hâmile olsun ister olmasın, isterse hâmile olmasına mâni bir özrü bulunsun, kocanın malından bu kadının nafakasının ve giyim masrafının karşılanması gerekmez. Hazret-i Ali (k.v) ile İbn Ömer (radıyallahü anh)'den rivayet edildiğine göre, bu durumdaki kadın eğer hâmile olur ise, kocasının malından nafakası karşılanır. Câbir ve İbn Abbas (radıyallahü anha)'dan rivayet edildiğine göre, bu durumdaki kadınlar için nafaka verilmez, kocalarına vâris olmaları yeterlidir. Bu durumdaki kadınların, ölen kocalarının evlerinde oturmaya hakları olup olmadığı meselesinde iki görüş vardır:

a) Oturmaya hakları yoktur. Bu, Hazret-i Alijbn Abbas ve Hazret-i Aişe (radıyallahü anhnha)'nin görüşü ve aynı zamanda da Ebu Hanife'nin mezhebidir. Müzeni de bu görüşü tercih etmiştir.

b) Bu kadının, kocasının evinde oturmaya hakkı vardır. Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, İbn Mes'ud ve Ümmü Seleme (radıyallahü anhnha)'nın görüşü budur. İmam Malik, Sevrî ve İmam Ahmed de aynı görüştedirler.

Bu iki görüşün dayanağı da, Füreyâ binti Mâlik'in haberidir. Bu kadının kocast öldürülünce, "Hazret-i Peygamberz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, aileme dönüp dönemeyeceğimi sordum. Çünkü kocamın sahip olduğu bir evi yoktu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Evet, dönebilirsin" dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanından ayrılmış giderken ya henüz Mescid-i Nebî'de veva henüz odasında idim ki, O beni geri çağırarak "İddetin bitinceye kadar, evinde dur" Tirmizi, Talak. 23 (3/508). dedi" demiştir.

Âlimler bu hadisin tertibi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in önce müsâade etmeyip, sonra o kadının ailesine dönmesine müsaade ettiğini, binaenaleyh müsaade etmeyişin mensuh olduğunu; bazıları da, farziyyeti ifâde eden değil fakat müstehab oluşu ifâde eden bir şekilde o kadına evinde beklemesini emrettiğini söylemişlerdir. Müzeni (r.h), bu durumdaki kadınların kocalarının evinde oturmaya hakları olmadığına delil getirerek şöyle demiştir: "Biz (âlimler), bu gibi kadınların nafaka haklarının olmadığı hususunda ittifak ettik. Çünkü ölüm sebebi ile mülkiyet sona ermiştir. Ev hususundaki mülkiyet hakkı da aynıdır. Çünkü âlimler, ister babası ister çocuğu olsun, nafakası ve barınması kendi üzerinde olan bir insan öldüğünde onların nafaka ve barınmalarının sona ereceği hususunda ittifak etmişlerdir. Zira ölenin malı artık vârisler için bir mîrastır. Burada da böyledir.

Âlimlerimiz buna karşı şöyle cevap vermişlerdir: Barınma hakkını nafakaya kıyas etmek mümkün değildir. Çünkü üç talakla boşanmış kadın, her halükârda kocasının evinde oturmaya (iddet esnasında) müstehak iken, Müzeni'ye göre, kendinden dolayı nafakaya müstehak değildir. Bir de nafaka, kadından istifâde etme imkânı karşılığında vâcib olur. Halbuki bu durumda, böyle bir imkân söz konusu değildir. Barındırma hakkı ise, kadınları her bakımdan muhafaza etmek için gereklidir ve bu gereklilik de burada vardır. Dolayısı ile bu iki mesele birbirinden farklıdır.

Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Bu âyetin mensuh olduğunu söyleyenlerin, işte bu meseleden dolayı farklı bir görüşe sahip olmaları gerekir. Çünkü bu âyet hem nafaka hem de süknâ (barınma hakkı)'yı gerektirir. Bu nafakanın vâcib olması mensuhtur. "Süknâ"mn, (barınma hakkının) vâcib olması hükmünün mensuh olup olmadığı meselesiyle karşılaşırız. Bu husustaki görüşümüzü daha önce zikrettik.

Dördüncü Mesele

Bu vasiyyetin vâcib olduğunu söyleyenler, kendi kendilerine şu soruyu sorma ihtiyacını hissetmişlerdir: "Allahü teâlâ, önce kocaların ölümünden bahsetmiş, sonra da onların vasiyet etmesini emretmiştir. O halde ölen kişi nasıl vasiyet edebilir?" Onlar, bu sorularına yine kendileri şöyle cevap vermişlerdir: "Bu âyetin manası, "ölümleri yaklaşan kimselere bu vasiyeti yapmaları gerekir" şeklindedir. Binaenaleyh âyette bahsedilen "ölüm", ölmeye yaklaşma manasından ibarettir.

Buna bir başka cevap da şöyledir: Bu vasiyetin, Allah'ın emri ve teklifi manasında olmak üzere, Allah'a nisbet edilmesi de caizdir. Buna göre sanki şöyle denilmektedir: "Bu, Allah tarafından onların kadınları için yapılan bir vasiyyettir." Bu tıpkı, "Allah size, çocuklarınız hakkında şöyle vasiyet (emr) eder..." (Nisa, n) âyeti gibidir. Bu mana, kelimeyi, (......) şeklinde okuyanların kıraatine göre ancak güzel olur.

Cenâb-ı Allah'ın, âyetinin manası, "Ey ölenlerin velileri (akrabaları), o kadınların kendi kendilerine yaptıkları süslenme ve evlenmeye teşebbüs etmeleri gibi işlerden dolayı size herhangi bir mesuliyet yoktur" şeklindedir. Velilere mesuliyetin olmayışı hususunda şu iki izah yapılmıştır:

a) Bir sene dolmadan önce, ölen kocalarının evinden kendiliklerinden çıkan kadınların nafakalarını kesmede bir günah yoktur.

b) Onları kocalarının evinden çıkmalarına manî olmamanızda bir günah yoktur. Çünkü bu kadınların, kocalarının evlerinde bir yılı doldurmaları kendilerine gerekli değildir.

Boşanmış Kadınlar Hakkındaki Hüküm

240 ﴿