246

"Musa'dan sonra İsrailoğullarınm ileti gelenlerine bakmadın mı? Hani onlar peygamberlerine; "Bize bir hükümdar yolla da, Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. O da: "Size savaşmak farz kılındığında, ya savaşmayıverirseniz?" demişti. Onlar da şöyle demişlerdi: "Hem yurtlarımızdan, hem de evlâdlanmızdan çıkarılmışken, Allah yolunda niye savaşmayalım?" Ama, savaşmak onlara farz kılınınca, pek azı müstesna, yüz çevirdiler. Allah, zâlimleri çok iyi bilicidir" .

el-Mele; önde gelen insanlara işaret etmekte olup, cemaat ve topluluk adıdır. Tıpkı, kelimeleri gibi. Bu kelimenin çoğulu ise, dür. Nitekim şâir şöyle demiştir:"Her topluluğun önde gelenleri ona, "erkeklerin sözlerinin en hayırlısı, bu sözlerin doğru olanıdır" dediler."

Kelimenin aslı, doldurmak anlamına gelen, (......) kelimesidir. Buna göre mele' gözleri heybet ve görünüm bakımından dolduran kimseler demektir. Yine, mecliste bulunduklarında ortalığı, mekânı dolduran kimseler anlamına geldiği de söylenmiştir.

Zeccâc ise: "Mele' liderlerdir. Onlar, kendisine ihtiyaç duyulan şeyle kalbleri doldurdukları için, bu isimle isimlendirilmişlerdir. Bu, Arapların şu ifâdesinden alınmıştır, demiştir.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Hani onlar peygamberlerine, bize... yolla. demişlerdi" sözünde birkaç mesele bulunmaktadır:

Birinci Mesele

Cenâb-ı Allah, "Allah yolunda savaşınız.."(Bakara, 244)kavliyle savaşmayı emredip, sonra da bize, kıtal ile murad edilen şeyin mükemmelleşmesinde etkili olduğu için, cihad uğruna infâkı emretmiş olması cihetiyle bu âyet kendisiyle ilgili olup, Hak teâlâ burada da İsrailoğullarının kıssasını anlatmıştır. Bu kıssa da şudur: Onlar, savaşmakla emrolundukları zaman caydılar ve Allah'ın emrine muhalefet ettiler.. Bundan dolayı Cenâb-ı Allah onları kınadı ve onların zalim olduğunu belirtti. Bundan maksat, bu ümmetten savaşla emrolunanların muhalefete yeltenmemeleri ve Allah düşmanlarına karşı devam etmelerini istemektir.

İkinci Mesele

İster bu peygamberin o İsrailoğullarından kim olduğunu ve, bu topluluğun da kimler olduğunu bilelim, isterse bu hususta hiçbir şey bilmeyelim, zikrettiğimiz bu maksad hasıl olmuştur. Çünkü âyetten maksat, cihâda teşviktir. Bu husus değişmez. Bu peygamberin ve bu topluluğun kim olduğu ise ancak, ya haber-i mütevâtirle bilinir, ki bu konuda mütevâtir bir haber yoktur- veya haber-i vâhidle bilinir, ki haber-i vâhid de zan ifâde eder..

Âlimlerden bazıları, bu peygamberin Yûşa b. Nûn b. Efrâyim b. Yûsuf (aleyhisselâm) olduğunu ve âyetteki, "Musa'dan sonra... " tabirinin buna delil olduğunu söylemiştir. Bu görüş zayıftır, çünkü, tâbiri o peygamberin Hazret-i Musa'dan hemen sonra olduğunu gösterebileceği gibi, herhangi bir zaman sonra gelebileceğini de gösterir.

Bazıları da, bu peygamberin isminin Harun (aleyhisselâm)'un oğullarından Eşmoyil olduğunu, Arapçasının ise İsmâîl olduğunu söylemiştir. Bu, ekseri müfessirlerin görüşüdür. Süddî şöyle demiştir: "Bu, Şemûn'dur. O'nu, annesi böyle isimlendirmiştir. Çünkü annesi, Cenâb-ı Allah'a, kendisine bir evlât nasib etmesi için duâ etmiş, Cenâb-ı Allah da, onun duasını kabul buyurmuştu. Bundan dolayı onu, kendisiyle ilgili duaya icabet edilen manasında, Şemûn diye isimlendirir. İbranîcede sin, şîn olarak söylenir. O Lâvi İbn Yakûb (aleyhisselâm)'un çocuğudur."

Üçüncü Mesele

Vehb ve Kelbî şunu söylemişlerdir: "İsrailoğullarının günahları artmış, hataları büyümeye başlamıştı. Sonra düşmanlarından birisi onları yendi ve zürriyetlerinin çoğunu esir aldı.. Bunun üzerine onlar peygamberlerinden, birliklerini sağlayacak, işlerini halledecek ve düşmanlarına karşı cihâdda durumlarını düzeltecek bir hükümdar istediler..."

Başka bir rivayette de şöyle varid olmuştur: Câlut, İsrailoğullarını yener.. İsrailoğullarının ayakta durması ise, düşmanlarına karşı cihâd etmek hususunda etrafında bir araya gelecekleri ve hükümleri yerine getirecek bir hükümdar ile bu hükümdarın itaat edeceği, dinlerini ayakta tutacak ve onlara, Rablerinin katından haber getirecek bir peygamber ile mümkün idi..

Cenâb-ı Allah'ın Allah yolunda savaşalım.." sözüne gelince, bil ki buradaki, (......) kelimesi, cevap olmak üzere, nûn harfi ve cezim ile hâl olmak üzere, "Bize, bize savaşmamız takdir edilmiş olarak bir peygamber yolla" anlamında, veya müste'nef bir cümle olmak üzere nûn ve refile, (......) şeklinde okunmuştur. Müste'nef cümle olması durumunda sanki onlara, "Hükümdarla ne yapacaksınız?" denilmiş de onlar, "onunla beraber savaşacağız" cevâbını vermişlerdir. Yine bu kelime şartın cevâbı olmak üzere, yâ harfiyle ve cezm ile şeklinde; (......) kelimesinin sıfatı olmak üzere, şeklinde de okunmuştur. Cenâb-ı Allah'ın, "

Allah da, "Size savaşmak farz kılındığında, ya savaşmayıverirseniz?" demişti" ifadesiyle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Sadece Nâfi, bu kelimeyi burada ve Muhammed suresinde (Muhammed, 22) sîn harfinin kesresiyle (......) şeklinde okumuştur. Halbuki bu kelimenin meşhur şekli fetha ile okunmasıdır. Nâfi'nin kıraatinin izahı, İbnu'l-Arabî'nin naklettiği şu husustur: Araplar, "O, buna lâyıktır" demektedirler. Bu ifâde (......) kelimesinin, sînin kesresiyle, şeklindeki kıraatini kuvvetlendirmektedir. (......) kelimesinin, kelimeleri gibi olduğunu görmez misin? Ebu Ubeyde bu kıraati tenkid etmiş ve, "eğer bu caiz olsaydı, ifâdesinde (Tahrim, 8) (......) kelimesinin, (......) şeklinde okunması da caiz olurdu" demiştir. Nâfi'nin talebeleri buna iki şekilde cevap vermişlerdi:

1) Yâ harfi sakin olup, kendisinden önceki harfin harekesi fetha olduğunda, telâffuz biraz güç ve zor olur. fiilindeki yâ harfi böyle değildir. Çünkü bu harf, her ne kadar yâ harfi şeklinde yazılıyorsa da, telâffuzda med harfidir. Binaenaleyh bu kelimenin telâffuzu rahattır, başka bir hafifletmeye gerek yoktur..

2) Farzedelim ki kıyas, (Tahrim, 8) ayetinde, (......) kelimenin, (......) şeklinde okunması gerektiriyor. Fakat biz, ikisinin de carî kullanış olduğunu söyledik. Bundan dolayı iki kullanışı da almış, birisini bir âyette, diğerini de başka bir ayette kullanmıştır.

İkinci Mesele

(......) sözünün haberi, ifâdesidir. Şart ise, bu ikisi arasına girmiştir. Buna göre mâna, "Sizin savaştan korkacağınızı zannediyorum..." anlamında olmak üzere, "Gerçekten savaşacak mısınız?..." şeklindedir. Bunun için, muhâtaba, beklenen ve olması umulan şeyi sormak için, bu ifâdenin başına, edatı getirilmiş ve bu istifhamla istifhâm-ı inkârı değil, istifhâm-ı takrîrî kastedilmiştir. Beklenen şeyin mutlaka tahakkuk ettiği ve soru soran kimsenin, beklentisinin gerçekleştiği ortaya çıkmıştır. Bu ifâde Hak teâlâ'nın tıpkı, "İnsanın üzerinden öyle uzun bir devir geçti ki..." (insan, 1) âyeti gibidir. Buradaki istifhamın mânası da takriri bir istifhamdır. Daha sonra Allahü Teâlâ o kavmin, dil dediğini söylemiştir ki bu da, özellikle çok güçlü bir teminatın verildiğine delâlet etmektedir. Onlar, bunun peşinden, bu hususta kesinlikle tavizkâr davranmayacaklarını gösteren, çok güçlü bir gerekçeyi zikretmişlerdir. Bu gerekçe de onların, "Biz, hem yurtlarımızdan, hem de eviâdlanmızdan çıkarılmışken..." sözleridir. Çünkü, düşmanları bu hadde ulaşmış olan kimseden beklenen, düşmanlarını yıldırıp, onlarla savaşma hususunda bütün gücünü sarf etmesidir.

Buna göre eğer, "Meşhur olan tabir, "Sana ne oluyor da, böyle yapıyorsun?" demek yerine, şeklinde söylenmesidir. Hak teâlâ nitekim, "Niye siz Allah'tan korkmazsınız (onun azametini tanımazsınız)?"(Nuh, 13) ve, "Size ne oluyor ki, Allah'a iman etmiyorsunuz? (Hadid, 8) buyurmuştur" denilirse, bu soruya şu iki bakımdan cevap verebiliriz:

Birinci vecih: Müberred'in görüşüdür. Buna göre ayetteki, nın ifâde ettiği mâna istifham değil, bir inkârdır. Cenâb-ı Hak sanki şöyle demek istemiştir: "Bizim savaşı bırakmamız düşünülemez." Buna göre, böyle bir soru gereksiz olur.

İkinci vecih: Buradaki, nın istifham mânasında olduğunu kabul etmemizdir. Bunu kabul etmemiz halinde de, ortaya şu hususlar çıkmaktadır:

a) Ahfeş şöyle demiştir: Bu sözdeki, zâiddir. Buna göre mâna, "Biz savaşmayacağız" şeklinde olur. Bu görüş zayıftır. Çünkü Allah'ın kelâmında bir ziyâdeliğin bulunduğuna hükmetmek, aslolanın hilâfına bir durumdur.

b) Ferrâ şöyle demiştir: Burada söz, mânaya hamledilmiştir. Çünkü, senin şeklindeki sözünün mânası, "Savaşmaktan seni ne alıkoydu?" demektir. Kelime men etmek anlamını ihtiva edince, ifâdeye, öl edatının dahil edilmesi güzel olmuştur. Nitekim Hak teâlâ, "Seni secde etmekten ne men etti?" (Sad, 75) ve, Ey iblis sen niye secde edenlerden olmadın?" (Hicr, 32) buyurmuştur.

c) Kisaî şöyle demiştir: Bu ifâdenin manası, "Savaşı terketmemizde, bizim için hangi fayda vardır?" şeklindedir. Buna göre ifâdedeki harf-i cerh düşmüştür. Ebu Ali el-Farisi, Kisaî'nin görüşünü, Ferrâ'nın görüşüne tercih ederek şöyle demiştir: "Çünkü Ferrâ'nın görüşüne göre, mutlaka harf-i cer takdir etmek gerekir. Buna göre takdir: "Bizi savaşmaktan ne alıkoyuyor?..." Her iki görüşe göre de mutlaka harf-i cerrin takdir edilmesi gerekli olduğu; sonra lâfız, Kisâ-î'nin görüşüne göre, bu takdirle beraber zahiri üzere katıldığı; Ferrâ'nın görüşüne göre de kalmadığı için hiç şüphesiz Kisaî'nin görüşü daha evtâ ve daha kuvvetli olur.

Hak teâlâ'nın, "Ama, savaşmak onlara farz kılınınca, yüz çevirdiler.." buyruğuna gelince, biî ki bu sözde takdiri, "O Allah'dan bunu istedi, Allah da onlara bir hükümdar göndererek savaşmalarını takdir etti de onlar savaşmaktan yüz çevirdiler" şeklinde olan bir hazif vardır.

Hak teâlâ'nın "Onlardan pek azı müstesna" tabirinde bahsedilenler, nehri geçen kimselerdir ki bunların konusu ileride gelecektir. Bu az sayıdaki kimsenin, Bedir gazvesine katılan müslümanların sayısınca üçyüzonüç kişi olduğu söylenmiştir. Hak teâlâ'nın, buyruğunun mânası, "Rabbine muhalefet ederek, O'nun tarafından söylenilenleri yerine getirmeyerek, nefsine zulmeden kimseleri Allah bilir" demektir. İşte bu, bu ayetin Cenâb-ı Hakk'ın daha önceki, "Allah yolunda savaşınız" (Bakara. 244) emriyle ilgili olduğuna delâlet eden husustur. Böylece Allahü Teâlâ, cihâd hususunda İsrailoğullarının kıssasını zikrederek, sanki Allah yolunda savaşmanın vâcib olduğunu te'kid etmiş, peşinden de, bu gibi şeyleri yapanların zâlim olduğunu, Allah ise, zalimlerin neye müstehak olduklarını daha iyi bildiğini bunun peşinden getirmiştir. Bu, ilerde bu gibi şeyleri yapmadan men etme, insanları cihâda teşvik etme ve her müslümanın cihâda devam etmesi gibi hususlarda açık bir ifâdedir. Allah en iyisini bilendir.

Allah'ın Benî İsrail'e Tâlût'u Hükümdar Tayin Etmesi

246 ﴿