250

"Onlar (Tâlût'a itaat eden müminler), Câlût ve askerleri ile karşılaştıkları zaman, "Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımıza sebat ver ve bu kâfirler güruhuna karşı bize yardım et" diye (dua ettiler)" .

Bu âyetle ilgili bazı meseleler vardır:

Birinci Mesele

Harblerdeki, "mübareze", iki ordunun savaş esnasında karşı karşıya gelip saf tutmalarıdır. "Mübareze" kelimesinin asıl manası şudur: Arada herhangi bir mania bulunmayan düz bir araziye, denilir. Binaenaleyh, (......) kelimesi, böyle bir arazide, iki tarafın karşı karşıya gelmesi manasındadır. Bu da, iki tarafın birbirini görmesi demektir.

İkinci Mesele

Tâlût'un ordusu içinde bulunan âlim ve yiğit kimseler, avam ve güçsüz kimseleri az bir topluluğun, kalabalık bir cemaate Allah'ın İzniyle galip geleceğine iyice inandırınca ve Allah'ın yardımı ile muzafferiyetinin ancak O'nun inayeti ile olacağını iyici izah edince, Tâlût'un ordusu ile Câlût'un ordusu yüz yüze gelip, mü'minler kendilerinin az, düşmanlarının ise kalabalık olduğunu gördüklerinde, hemen dua ve niyaza başlayarak "Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır" dediler. Bunun bir benzeri de Allahü teâlâ'nın, müşriklerle karşılaştıklarında şöyle duâ eden kimselerden bahsettiği şu ayetlerdir:'

'Nice peygamberlerle beraber birçok âlimler savaştılar ve Allah yolunda uğradıkları belâlardan dolayı ne bir gevşeklik ve za'af gösterdiler, ne de (düşmana) boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever. Onlar sadece şöyle dediler: "Ey Rabbimiz, günahlarımızı ve iştmizdeki taşkınlığımızı bağışla. Ayaklarımıza sebat ver ve kâfirler güruhuna karşı bize yardım et"(Al-i İmran. 146-147). Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de her savaş meydanında böyle dua ederdi. Onun Bedir Savaşı esnasında devamlı dua ettiği, Cenâb-ı Allah'tan va'adini yerine getirmesini istediği ve düşmanla karşılaştığında, "Allah'ım, onların şerrinden sana sığınıyorum ve onların mağlubiyetini sana havale ediyorum." "Allah'ım, senin adınla hücum eder, senin yardımınla harp meydanında dolaşırım" Ebu Davud. Cihâd. 99 (3/42). derdi.

Üçüncü Mesele

(......) dökmek demektir. Içindekini döktüğün zaman, "Kabı boşalttım" dersin. Bu kelimenin aslı, (......) kelimesindendir. İşi gücü yok manasında olmak üzere kabın içindeki şeyi boşaltma manasına gelir. Boşaltma işi ise, kabın içindekileri dökerek olur.

Bunu iyice anladığın zaman biz deriz ki, âyetteki "Üzerimize sabır dök" tâbiri şu iki bakımdan, sabrı çok İsteme manasını ifâde eder:

a) Birşey, birşeye döküldüğünde, dökülen şey ondan ayrılmayacak şekilde onda sabit kılınmış olur. Bu da te'kide delâlet eder.

b) Kabı dökmek, boşaltmak demektir. Bu da kabın içindeki şeyi dökmekle olur. Buna göre, "üzerimize sabır dök" sözünün manası, "üzerimize iyice ve son noktasına kadar sabır dök" demektir.

Dördüncü Mesele

Bil ki savaş esnasında, şu üç şeyin bulunması istenir:

a) İnsanın, korku ve dehşetleri müşahede ettiğinde çok sabırlı olması. Bu savaşan kimse için gereken, birinci esastır. Çünkü asker korkak olduğunda, ondan beklenen fayda elde edilemez.

b) Harb için gerekli olan alet, edevat ve insanın sebat edip durmasını ve firara yelten memesini sağlayacak güzel bir birlik ile beraberliğin bulunması...

c) Düşmanı yenebilmeleri için, düşmandan daha çok yiyecek ve içeceğe sahip olmaları...

Bunun böyle olduğunu iyice kavradığında, biz deriz ki: Bunlardan birincisi, ayetteki, ikincisi, üçüncüsü de, ifâdelerinden murad edilen manalardır.

Beşinci Mesele

Alimlerimiz, kulların fiillerinin yaratıcısının da Allah olduğuna dâir, ayetini delil getirmişlerdir. Bu böyledir, çünkü sabrın manası, sebat etmeye niyetlenmek ve de sebat etmektir. Sebat etmenin ise sükûn ve istikrardan başka manası yoktur. Âyet, "sabır" denen bu niyetin Allah'tan olduğuna delâlet eder ki bu da Cenâb-ı Allah'ın "üzerimize sabır dök" tabiriyle anlattığı husustur. Yine bu ayet, böyle bir niyetin bulunması ile meydana gelen sebat ve sükûnun da Allah'ın yaratması ile meydana geldiğini ifâde eder ki bu, ayetteki "ayaklarımıza sebat ver" sözüdür. İşte bu ayet kulun irâdesinin hem kendi fiili, hem de Allah'ın yaratması ile meydana geldiği hususunda açık bir ifâdedir.

Kâdî, alimlerimizin bu görüşüne şu şekilde cevap vermiştir: "Âyette bahsedilen sabır ve sebattan murad, sabır ve sebat sebeblerini meydana getirmektir. Bu sebebler şunlardır:

1) Düşmanlarının kalblerine, müslümanları görünce bir korku ve endişenin düşmesidir. Bundan dolayı onlarda bir panik başlar. Bu da müslümanların, o kâfirlere karşı cesaret kazanmasına bir sebeb olur ve savaşa devam edip hezimete uğramamalarını sağlar.

2) Cenâb-ı Allah düşmanlardan bazısına, uğrunda savaştıkları din ve davalarının bâtıl olduğu bilgisini yerleştirir de aralarında ihtilâf ve tefrika baş gösterir. Bunlar da mü'minlerin, kâfirlere karşı cesaret kazanmasına sebeb olur.

3) Cenâb-ı Allah'ın, kâfirlerin ordusu içinde, memleketlerinde ve ahâlileri arasında, ölüm, veba gibi salgınları ve kendi kendileri ile uğraşıp savaşmaya fırsat bulamayacakları şeyleri yaratmasıdır. Bu da müslümanların, onlara karşı cesaretlenmelerine sebeb olur.

4) Cenâb-ı Hakk'ın onların hepsini veya çoğunu içine alacak bir salgın hastalığı onlara belâ etmesi veya reislerini ve idarecilerini öldürmesidir... Mü'-minler bundan haberdar olurlar, bu da onların kalblerinin kuvvetlenmesine sebeb olur ve sabr'u sebatlarının bulunmasını gerektirir."

Kâdî'nin sözleri bunlardır.

Kâdî'nin bu görüşlerine şu iki vecihte cevap verilir:

Birinci vecih: Biz, sabrın sükûna niyetlenmeden, sebatın da sükûndan ibaret olduğunu açıklamıştık. Binaenaleyh bu âyet, kulun irâde ve maksadının Allah tarafından yaratıldığına delâlet eder. Ki bu da sizin görüşünüzü geçersiz kılar. Çünkü siz bu âyeti zahirî manasından çıkararak, sabır ve sebatın sebebleri manasına hamlediyorsunuz. Bir delile dayanmaksızın zahirî manayı bırakmanın caiz olmadığı ise herkesçe bilinir.

İkinci vecih: Allah'ın fiili olduğunu kabul ettiğiniz bu sebebler meydana geldiklerinde, kulun tercihi üzerinde bir tesire sahip midirler yoksa değil midirler? Eğer bir tesirleri yoksa, Allah'tan bunları niyaz etmenin bir manası yoktur. Eğer bu sebeblerin kulun tercihinde bir tesiri var ise, Allah tarafından tercih edilen bu sebeblerin meydana gelmesi ile zaten bir rüchân bulunmuş. Rüchân (tercih edilebilecek iki taraftan birinin üstünlüğü) bulunduğu zaman, üstünlük kazanmayan tarafın meydana gelmesi imkânsız olur ve böylece de rüchaniyyet kazanan tarafın meydana gelmesi vâcib olur. Çünkü bu meselenin, bu iki zıt ihtimalin dışına çıkması imkansızdır. Elde etmek istediğimiz netice de budur. Allah en iyi bilendir.

Tâlût'un Ordusunun Muzaffer Olması

250 ﴿